• Sonuç bulunamadı

6. KÜRT MĠLLĠYETÇĠLĠĞĠ

6.2. MĠLLĠ MÜCADELE DÖNEMĠNDE KÜRTLER

Osmanlı Devletinin dağılmasından sonra kurulan yeni Türkiye Cumhuriyetinde Kürtler, Lazlar, Çerkezler, Arnavutlar, BoĢnaklar, Araplar gibi birçok etnik grup yer almıĢtır (Andrews, 1992: 23-25). Bunların içinde Kürtlerin dıĢında kalanlar ulusal kimliğe entegre olma konusunda zorlanmamıĢ, yalnızca Kürtler Osmanlıda belli bir özerkliğe sahip yaĢadıklarından kendi kültürlerini, dillerini koruyabilmiĢ, bununla birlikte geliĢen ortak etnik köken duygusu Kürt ulusal bilincinin geliĢmesinde etkili olmuĢtur (Yalçın, 2007: 98). Erik Jan Zürcher Kürt ulusçuluğunun geliĢmesinin nedenleri olarak Kürt seçkinlerinin ulusçu mücadeleye yoğun katılımları, Ermeni tehlikesi ve Kemalist ideolojinin ümmet toplumundan ulus devlete geçiĢ sürecinde, Kürtleri tanımayarak uyguladığı TürkleĢtirme politikalarını görür. Zürcher‟e göre Kürt ulusal bilinci Osmanlıdan beri Kürt entelektüel seçkinleri arasında yaygındır. Kürt entelektüelleri arasında ulusçu duyguların geliĢmesi 1880‟lerin baĢına rastlar. Bu dönemde adını isyan liderinin adından alan ġeyh Ubeydullah ayaklanmasında amaç Kürtlerin ayrı bir ulus oldukları ve Osmanlı ve Ġran Kürtlerinin birleĢmesidir (Zürcher, 2006: 92). Ancak bu ulusçuluğun ivme kazanması Cumhuriyetin ilanından sonra Kürtlere yöneltilen TürkleĢtirme politikalarıyla hız kazanmıĢtır (Yalçın, 2007: 98). Cumhuriyet döneminde

homojenleĢtirme adına asimilasyon politikaları uygulanmıĢ ve yürütülen siyasette en baĢta Kürtler bu homojeniteye katılmaya zorlanmıĢtır (Özer, 2010: 275).

Cumhuriyet döneminde uygulanan asimilasyon politikalarının dayattığı homojeniteye katılmaya zorlanan Kürtlerin kendi ulus bilinçlerini oluĢturma ve ulusçu mücadeleye katılmaları da bu dayatma yüzündendir.

Zürcher‟in Kürt ulusçuluğunun kaynakları arasında gösterdiği Ermeni tehlikesi, entelektüel ulusçu kesim ve Cumhuriyet dönemindeki modernizasyon safhası Kürt ulusçuluğunun geliĢimini dönemler itibariyle farklı Ģekillerde etkilemiĢtir. Ġlk baĢlarda Milli Mücadele döneminde Kürt ulusçuluğu ağırlıklı olarak, Osmanlı döneminde kazandığı özerk yapısını korumayı amaçlıyordu. Kürtler kendilerini halifelik makamını elinde bulunduran Osmanlıyla, Ġslami kimlik altında mevcut özerk yapılarını korumayı tercih etmiĢledir. Bu tercihin sebepleri doğudaki Rus iĢgalleri ve daha sonra Ermeni ulusçuluğunun geliĢimi olmuĢtur. Ermenilerin Doğuda bağımsız bir devlet kurmak istemesi Kürtlerin Milli Mücadele döneminde Türkler ile iĢbirliği yapmalarına sebep olmuĢtur (Yalçın, 2007: 99). Doğu vilayetlerinde Ermenilerin bağımsız bir devlet kurmak istemesi, Kemalistler tarafından Kürt ve Ġslam düĢmanlığı olarak lanse edilerek Kürtlerin Ermenilere karĢı mücadelede aktif olarak yer almaları sağlanmıĢtır ( Kıser, 2005: 510). Böylece Doğuda Rus ve Ermeni iĢgaline karĢı Kürtler ve Türkler düĢmana karĢı ortak hareket etmiĢlerdir (Bruinessen, 2003: 406). 1919-1922 arasında Kürtler bir bütün olarak değil ama önemli bir kesimiyle Anadolu‟da geliĢen harekete destek oldular, içinde yer aldılar. Ancak yine de tarihin bu evresinde, Kürtlerle Türklerin kaderi bir yerde birleĢiyordu, iki halk da 1915‟teki büyük Ermeni olayının ortak suçluları konumundaydı (Özer, 2010: 286). 1919‟daki Paris görüĢmelerine Ermenileri temsilen katılan Boğos PaĢa ile Kürtleri temsilen katılan ġerif paĢa kendi paylarına düĢen yerleri istediler. Ancak istedikleri yerler aĢağı yukarı aynı yörelerdi. Bu da toprak üzerinden geliĢen bir çıkar çatıĢmasını gösteriyordu (Özer, 2010: 286). Ermeni iĢgaline karĢı Türklerle aynı safta yer alan Kürtler, Paris görüĢmelerinde kendi payına düĢen yerler noktasında Ermenilerle anlaĢamayınca ortaya çıkan çıkar çatıĢması Türk ve Kürt ortak hareketinin temel sebeplerindendir. Ancak sonrasında geliĢen olaylar ve mevcut Ģartlarının korunacağına iliĢkin verilen sözler

tutulmadığında ortaya çıkan durum bu ortak hareketi yarıda kesmiĢ ve çatıĢmanın yönü değiĢmiĢtir.

Heyet-i Temsiliye ve sonrasında Ankara Hükümeti Kürtlere hep bu Ermeni korkusunu hatırlattı ve Türk- Kürt birliği önemli ölçüde bu korkunun da bir eseri olarak geliĢti denebilir (Özer, 2010: 286). Kürtlerin Milli Mücadelede Türkler ile iĢ birliği yapmalarında Ermeni ulusçuluğu tek baĢına yeterli değildir. Bunda Atatürk‟ün Kürtleri emperyalizme karĢı aktif kılmak için onlara, mevcut Ģartlarının korunacağına dair verdiği vaatler önemlidir. Milli Mücadele döneminde dönemin zorunlu Ģartlarının sonucu olsa gerek, Erzurum ve Sivas kongrelerinde Müslüman kimliklerin etnik haklarının tanınacağı vurgulanmıĢtır (Yıldız, 2004: 239). Bu yıllarda Türk etnik kimliği ön plana çıkarılmamıĢ, ortak dinsel kimliğe vurgu yapılmıĢtır. Örneğin, 1923‟e kadar Mustafa Kemal de dâhil olmak üzere, hemen tüm yetkililer, Türkiye Milleti, Türkiye Halkı, Türkiye Devleti, Türkiye Ordusu, Türkiye Hükümeti demeyi tercih etmiĢtir (Özer, 2010: 286). Siyasi elit, Erzurum ve Sivas müdafai hukuk örgütlerinde yaptıkları çalıĢmalarla Kürtlere haklarının verileceğini açıklamıĢlardı. Nitekim 1920 yılında parlamentoda Kürtler kendi kimlikleri ile yer almıĢlardır. Milli Mücadele döneminde Atatürk dâhil bağımsızlık mücadelesinin önde gelenleri, Kürtlerin haklarına kavuĢacakları konusunda sık sık açıklamalarda bulunmuĢlardır (Bruinessen, 2003: 410). Mustafa Kemal PaĢa yaptığı konuĢmalarında Anadolu‟da yaĢayan tüm etnik kimliklerin ortak tarihi bir geçmiĢe sahip olduğunu ve bu ortak kültüründe Ġslami kimlik olduğunu vurgulamıĢtır (Yalçın, 2007: 99). Milli Mücadele döneminde kültürel birlikteliğe yapılan bu vurgu, dönemin Ģartlarının bir sonucu olarak ortaya çıktı ve politik bir tavırdı.

Osmanlı devletinin yenik çıktığı 1. Dünya savaĢının sonunda imzalanan Mondros AteĢkes AntlaĢması, Anadolu‟yu belli Ģartlar altında paylaĢma noktasına getiriyor ve mütarekenin 7. maddesi Ġtilaf devletlerine, kendi güvenliklerini tehlike altında gördüklerinde ülkenin herhangi bir yerini iĢgal hakkı tanıyordu. Bu durum hem Osmanlı için hem de Ġtilaf devletlerinin arzuladığı topraklarda yaĢayan Kürtler için bir sorun teĢkil ediyordu.

Mütareke‟den sonra 10 Ağustos 1920 tarihinde imzalanan Sevr anlaĢmasıyla Kürt sorunu uluslar arası arenada tanınıyordu. BarıĢ görüĢmelerine Osmanlı tarafından temsilci olarak gönderilen ġerif PaĢanın Kürt realitesine iliĢkin

verdiği rapor sonucunda, AnlaĢmada Kürtler, din, dil, kültür alanında diğer halklarla eĢit haklara sahip kılınmıĢlardır. 13 bölüm 433 maddeden oluĢan anlaĢmada Kürtlerin özerkliği güvence altına alınıyordu (Kahraman, 2003: 47). Sevr anlaĢmasının özellikle altmıĢ ikinci ve altmıĢ dördüncü maddeleri Kürtlerin ve Ermenilerin ileride bağımsız bir devlet kurmasına olanak veriyordu (Bruinessen, 2005: 398). Bu koĢullar seçkinlerde devletin bekası kaygısını derinleĢtirdi. Devleti kurtarma amacına dönük olarak politik tavır takınan seçkinler ilk önce Milli Mücadele döneminde etnik kimliklerin verili haklarının tanınacağını söylediler (Bruinessen, 2005: 410).

Mustafa Kemal ve arkadaĢları Erzurum ve Sivas‟ta yaptıkları toplantılarda Kürtlerin ve Türklerin kardeĢ olduğunu vurguluyor, emperyalist güçlere karĢı birlik oluĢturulması gerektiğinden bahsediyorlardı. Bağımsızlık mücadelesi sırasında Doğuda Ermeni ve Ruslara karĢı desteklenen Kürtler, mecliste de temsilci bulunduruyorlardı (Bruinessen, 2005: 410). Bu durumun ödülü olarak Erzurum Kongresinin sonuç bildirgesinin 8. maddesinde “milletlerin kendi mukadderatını tayin ettiği bu devirde, merkezi hükümetimiz de milletin iradesine tabi olmak zorundadır” denilerek Kürtlerin ileride bağımsızlık dâhil her türlü seçeneğe sahip olduğu ima edilerek, konunun kurulacak yeni mecliste görüĢülerek karara bağlanması vaat ediliyordu (Özer, 2010: 287). Ancak Türk tarafı Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkını TBMM‟de tartıĢmaya açmadı. Bu durum da bazı isyanlar çıksa da ittifak bozulmadı.

Milli Mücadele dönemi sona erip Lozan görüĢmeleri baĢladığında da Türk temsilciler Kürtlere olan uzlaĢmacı tutumlarını koruyorlardı (Yalçın, 2007: 100). Atatürk 16-17 Ocak 1923 tarihlerinde gazetecilerle yaptığı görüĢmelerde Kürtlerin kendi yaĢadıkları bölgede özerk bir yönetime sahip olabileceklerini açıklamıĢtır. Tüm bu söylemler boĢuna değildi Kürtler kendilerine tanınan haklar doğrultusunda Türk yönetimine destek veriyorlardı. Lozan konferansında Kürt sorunu gündeme geldiğinde de söz mecliste yer alan Kürt delegelere bırakılıyordu. Erzurum mebusu olan Hüseyin Avni yaptığı konuĢmasında memleketin iki halka Kürtlere ve Türklere ait olduğunu söylüyordu (Kahraman, 2003: 49). Ancak 1923 yılında Lozan barıĢ görüĢmeleri bittiğinde, hükümetin çoğulcu politikası değiĢti. Cumhuriyetin ilanından sonra, Milli Mücadele dönemindeki çoğulcu politika yerini monolotik bir yapıya

bıraktı. ModernleĢme pratiğinin içerdiği ulus devlet, tek kimlik, sekülerizm ve laiklik gibi olgular toplumun tüm kesimleri tarafından kabul edilmediğinde ortaya ayrılıkçı ve çatıĢmacı bir zemin çıktı.

Milli mücadeleyi baĢarı ile tamamlayan Kemalist hareket, Kürtlerle ittifaktan ilk geri adımını 1924 anayasası ile attı. Aynı yıl Hilafetin kaldırılması, Kürtlerle arasındaki en güçlü bağı Müslümanlık olarak gören Kürtlerin kopuĢunu hızlandırdı (Özer, 2010: 288). 1924 yılında oluĢturulan Anayasa ile Kürtler dili, kültürü ve tüm tarihi ile yok sayılıyordu. 1925 yılından itibaren Kürt kimliği üzerindeki baskılar yoğunlaĢıyor, Kürtçe konuĢma yasağı getiriliyordu (Kahraman, 2003: 44-49).

Milli Mücadelede Türklerin yanında yer alan ve mevcut Ģartlarının korunacağında emin olan Kürtler, bu konuĢma yasağının mevcut Ģartlarını korumaya yönelik değil, yeni ve siyasi elit tarafından belirlenmiĢ Ģartları oluĢturmaya yönelik olduğunu gördüklerinde çeĢitli isyanlar baĢlattılar.

Kemalist ulusçu söylem Kürt meselesini basında irticai bir eylem olarak sunarak onun temelde ayrılıkçı bir hareket olduğunu gizlemiĢtir. Ermeni tehcirinden sonra Kürtler, yerleĢtikleri Ermeni topraklarından alınarak, eski yerlerine ya da batı bölgelerine nakledilmiĢtir. ġark ıslahat planı doğrultusunda bürokraside yer alan Kürt kökenli memurlar tasfiye edilmiĢ, batı bölgelerindeki illerde dahi Kürtçe konuĢulması yasaklanmıĢtır. Doğu bölgesinde yaĢayan halkı Türklüğe asimile etmek için Kürtçe ve Arapça konuĢulan bölgelerde Türk okullarının açılması istenmiĢ ve özellikle kız çocuklarının okutulmasına önem verilmiĢtir ( Bayrak, 1993: 481-489). Bu durumun temel sebebi “Türk” kimliğini ve ulusunu tek dil, tek vatan ve tek bayrak altında toplamaya yönelik politikalardır. ToplumsallaĢmanın baĢladığı yerin aile olduğu düĢünüldüğünde, kadının toplumsallaĢma ve kültür aktarımı sürecinde oynadığı etkin rolün de -özellikle kız çocuklarının Türk okullarında okutulması- etkisinin göz önünde bulundurulduğu geniĢ çaplı bir asimilasyon politikasının uygulanmaya çalıĢıldığı görülebilir. Zaten bu noktadan sonra ilk ciddi kapıĢmanın milli-dini-sosyal motiflerin iç içe geçtiği ġeyh Sait isyanı ile olduğu söylenebilir.