• Sonuç bulunamadı

5.3. Kralın Otoritesi

5.3.2. Yorum

Aile dininin şefi olarak baba hem yargıç hem de efendiydi. Aile babasının siyasi göreviyle dinsel görevlerinin iç içe olduğu gibi, Miken Krallığının ilk dönemlerinde de sitenin siyasi yöneticisinin de en yüksek dini görevlisi olduğunu görmekteyiz.

Aristoteles’in ifadesine göre, sunak ona saygıdeğerlik ve güç atfeder. Tüm toplumların kökeninde aynı şey bulunmaktadır; din ve gelenek halkların çocukluk döneminden itibaren toplumsal itaati de tesis etmiştir.

Aile dininin site dinine her şeye nasıl karıştığını dile getirmiştik. Tanrılara her an bağlı olduğunu hisseden insan, insanla tanrı arasındaki bağı temsil eden rahibe de kendisini bağlı hisseder. İnsanla tanrı arasındaki bağı temsil eden rahip kutsal ateşi gözetir. Pindaros’un da dediği gibi, her gün icra edilen tapınma, siteyi her gün kurtarır.220 Tanrıların karşı koyamayacağı dua formüllerini bilen rahiptir. Savaş zamanında tanrıların orduyu koruması için kurban keser. Böylesine önemli görevleri üstlenen birinin şef olarak kabul edilmesi doğaldır. Rahip; dinin yönetime, savaşa, adalete her an karışması nedeniyle, savaşta kumanda, barışta yönetici, adalete ulaşmada yargıç olması da kaçınılmazdır.221

219 Bkz. Ehrenberg, The Greek State, Oxford, s. 60.

220 Pindaros, Ném., XI, 5.

221 Coulanges, s. 170.

En eski şefleri belirleyen şeyin ne olduğunu söylemek zordur. Dolayısıyla en eski şefleri ortaya çıkaran şeyin “güç” olduğunu söylemek de zordur. Siyasi otorite ancak geleneksel inançlardan kaynaklanmaktadır. Evde aile babasını yaratan inan. Sitede de yönetimi ve yöneticiyi yaratmaktadır. Tartışılmaz ve kaçınılmaz olan inanç, insan ile tanrı arasındaki bağ olan rahibin kutsal materyalin emanetçisi ve tanrının elçisi olduğunu buyururdu. Böyle bir insana itaat etmekte tereddüt edilemez. Kral Pindaros’un dediği gibi

“kutsal kral”dır. Kral tabi ki bir tanrı değilse de “tanrıların öfkesini büyü ve dua ile önlemesi konusunda en güçlü insandı.”222 Bu insanın yardımı olmadan hiçbir dua etkili olmaz ve hiçbir kurban kabul edilemezdi.223

Krallıklar daha sonra devrimlerle devrilse bile insanların kalbinde inanç sebebiyle kin yoktu.

Eski yasaların yaratılma tarzı açıkça görülmektedir. Bunları icat eden bir insan değildir. Solon, Lykurgos, Minos, Numa sitelerinin yasalarını yazılı hale getirmişler, ama yasalarını yapmamışlardır. Yasa koyucu; dehasıyla yaratıp; yarattığı yasayı insanlara kabul ettiren bir kişi asla olmadı. Antik yasa halkın oylarından da kaynaklanmadı. Oy sayısının bir yasa yaratabileceği düşüncesi ancak çok uzun yıllar sonra ve sadece siteleri değişime zorlayan devrimlerden sonra ortaya çıkabildi. Bu zamana kadar görülen yasalar, antik, saygıdeğer ve değişmez bir şey olarak tezahür eder. Site kadar eski olan yasa, kurucunun ocağı kurmasıyla aynı anda ortaya çıkmıştı. Din kurumlaşırken yasalar da kurumlaştı. Ama bunlarla bizatihi ocağın kurucusunun tasarlandığını söyleyemeyiz. Daha önce aileyi, mülkiyeti, mirası, vasiyeti, evlat edinmeyi düzenleyen Yunan yasalarından söz ederken, bu yasaların inançlarla örtüştüğünü görmüştük. Eğer bu yasaları, doğal hakkaniyetle kıyaslarsak çoğu kez çelişkili olduğunu görürüz. Yasaların kökeninin

222 Sofokles, Kral Oedipus, 34.

223 Coulanges, s. 172.

akılda, adalet duygusunda ve hukukun saf kuramında olmadığı çok açıktır. Buna kıyasen yasaları ölüler, tanrılar ve tapınma ve tapınma kurallarının önüne koyarak bakarsak mükemmel bir uyum içinde olduklarını görürüz.

İnsan kendi vicdanını inceleyip de: “bu doğru, adil; bu yanlış, adaletsiz” demedi.

Antik hukuk da böyle doğmadı. Ama insan dinsel yasa gereği kutsal ocağın babadan erkek çocuğa geçeceğine inanıyordu. Evin miras malı olduğu bu inanıştan ortaya çıktı.

İnsan atasını tarlasına defnettiğinde, tarlarının sahibinin ebediyen ölü olacağına ve bu sebeple gelecek kuşakların da tarladan faydalanmak için ona tapınması gerektiğine inanıyordu. Toprak ölüye ait olduğundan ve kurbanların kanı o ölüye ait tarlaya akıtıldığından başkasına devredilemeyeceği kabul edildi. Bu kabulden sonra da kutsal mülkiyet ortaya çıktı. İnanç, tapınma ritüellerini kız çocuğun değil, erkek çocuğun devam ettirmesini buyuruyordu. Bu nedenle de dine eşlik eden yasa tanrıların mirasına kız çocuğunun değil, erkek çocuğunun sahip olmasını buyuruyordu. Erkek yeğenin miras için hakkı vardır ama kadın yeğenin mirasta hakkı yoktur diyordu. Yasayı insanlar adaleti arama duygusuyla ortaya çıkarmadı. Yasa; kendiliğinden ortaya çıktı. Yasalar inancın doğrudan ve zorunlu sonucuydu; insanlar arası ilişkilere uygulanan dinin ta kendisiydi.224

Yasalar uzun süre kutsal bir olgu olarak kalmışlardır. Halk oylamasıyla ya da akılla yasa yapılmasına inanıldığı dönemlerde dahi, dine danışmak ve dinin rızasını almak gerekiyordu. Yasaları insan eseri olarak görmüyorlardı. Yasaların kökeni azizdi.

Platon’un: “Yasalara itaat etmek, tanrılara itaat etmektir” sözü boşuna söylenmiş değildir. Sokrates’in yakın arkadaşı Kriton; Sokratesin yaşamını yasalar istediği için feda ettiğini açıklamaktadır. Sokrates’den önce Termofil kayasına şunlar yazılmıştı: “Ey yolcu! Sparta’ya git, söyle ki biz yasalara itaat etmek için öldük”. Eskilerde yasa daima

224 Coulanges, s. 181.

kutsaldır; krallık zamanında, kralların ecesidir; cumhuriyet zamanında halkın ecesi olmuştur. Yasaya itaatsizlik etmek kutsal olana itaatsizlik etmektir.

Yasa ilke olarak değişmez, çünkü ilahidir. [İlahi] yasaların asla ilga edilmediğini belirtelim. Yeni yasalar eski yasalarla çelişse dahiİ eski yasalar etkinliği olmayan yasalar olarak yürürlükte kalmaya devam ederdi. Drakon Yasası, Solon Yasası tarafından iptal edilmedi.225 On İki Levha yasaları Kraliyet Yasalarını ilga etmedi. Yasaların kazılarak işlendiği taşların ilahi olduğu için dokunulmazdı. Çelişkili yasalar aynı taş levhanın üzerinde duruyordu. Eski ve yeni yasaya bir arada saygı gösterilmesi gerekiyordu.

İsaeuos’un savunmalarından birinde, iki kişi arasındaki miras tartışmasında; her biri yasanın kendi lehine olduğunu savunabiliyordu.

Antik yasanın hiçbir gerekçesi yoktur. Gerekçesi inanca dayanan yasanın kendi nedenlerini açıklamasına gerek yoktu. Yasanın yasa olmasının gerekçesi, tanrılar buyruğu olmasından kaynaklanıyordu. Bu yasalar; tartışılmaz ve zorunludur; bir otoritenin eseridir, insanlar ona itaat ederler çünkü ona güvenirler.

Yasalar uzun kuşaklar boyunca yazılı değildi. İnanç ve dua formülleriyle babadan oğula aktarılıyordu. Ocak; ailenin ve sitenin etrafında sürüp giden kutsal bir gelenekti.226