• Sonuç bulunamadı

2.4. İnançsızlığa Karşı Kanunları Uygulamak

2.4.2. Ahiret İnancı

Yunanlılar, bedenin canlılığı sona erdiğinde ruhun da onunla birlikte sona erdiğini düşünmemektedirler. Ölümü varlığın dağılıp gitmesi olarak değil, basit bir yaşam değişikliği olarak kabul ettiler. Yunanların eski inanışlarına göre ruh, bugünkü dünyaya yabancı bir dünyada ikinci var oluşunu geçirmeyecektir. İnsanların yanında kalacaktır ve toprak altında yaşamaya devam edecektir. Bedenle doğan ruhu, ölüm ayıramazdı; mezara onunla kapanacaktı.45

Defin törenleri bir bedenin mezara konulurken yaşayan bir şeyin de konulduğunu gösterir. Vergilius, Polydorus’un defin merasimi şöyle sona erdirir: “Mezara ruhu da kapatacağız”. Bu sözlerin aynısı, Ovidius ve Plinius’da da vardır. Bu ifadeler inanışın dil aracılığıyla gelecek kuşaklara taşınması ve dönemdeki nesillere geçmiş nesillerin tanıklığını yapması açısından önemlidir.46

45 Coulanges, s. 18.

46 Ovidius, Fastes, V. 451, Plinius Lettres, VII, 27. Vergilius, Aen., III, 67. Vergilius’un betimlemesi boş mezarlarla ilgilidir; bir akrabanın bedeni bulunmayınca, yapılan törenle gömme törenlerinin hemen hemen hepsi yapılıyordu ve beden yoksa da ruh mezara gömülmüş gibi yapılıyordu. Euripides, Helen, 1061, 1240. Scholiast. Ad Pindaros, Phtic., 284, Vergilius, VI, 505; XII, 214. Akt. Coulanges, s. 25.

Günümüzde ölen kişinin mezarda ruhen yatacağı düşünmeyenler de bile bu alışkanlığı sürdürmektedir. Antik çağda ölenin ruhunun dünyada kaldığına öyle inanılıyordu ki, giysi, vazo, silah gibi ihtiyaç duyduğu varsayılan nesnelerle birlikte gömülüyordu.

Şair Pindaros, bir dizesinde; Phryksos’un, Yunanistan’ı terk ettikten sonra Kafkasya’ya gitmesinden bahseder. Bu ülkede ölür ama öldükten sonra her ölenin istediği şekilde Yunanistan topraklarına gelmek ister. Kuşkusuz ruh, yurt toprağını, aile mezarlığını özlemiştir, ama bedenin kalıntılarına bağlı olduğundan, onlar olmadan Kafkasyayı terk edemezdi.

İşte bu inançlardan mezar gerekliliği ortaya çıkar ve kurumsallaşır. Ruhun, ikinci yaşamına ev sahipliği edecek olan yerin altında kalması için ruhun içinde bulunan bedenin Yunan toprağına gömülmesi gerekiyordu. Mezarı olmayan ruhun kalacak yeri olmazdı. Dolaşıp dururdu. Başıboş gezerken yorulur ve dinlenmek isterdi, ama evlatları tarafından beslenmediğinden besine ihtiyaç duyardı ve besin için dolaşıp durması gerekirdi. Ölenin ruhu mutlu olmadığından, zararlı olurdu. Bedenine; mezar vermesi hakkında uyarma amacıyla yaşayanlara acı ve hastalık verir, ekinlerini kasıp kavurur, iç karartıcı görünüşlerle korkuturdu. İşte hayaletlere inanış böyle ortaya çıktı. Antik çağda mezar olmazsa ruhun sefil olacağına ikna olunmuştu. Cenaze töreni, acının yakınlarla paylaşılması için değil; ölünün dinlenmesi ve mutluluğu içindi.47

Eski sitelerde bazı suçlular, korkunçluğuyla namlı; mezardan yoksun bırakma cezasına çarptırıldı. Böylece ruh cezalandırılıyor ve sonsuz bir işkenceye mahkûm ediliyordu.

47 Odyssea, XI, 72. Eurupidies, Troad., 1085, Herodotos, V, 92. Vergilius, VI, 371, 379.

Horatius, Odes, I, 23. Ovidius Fast., V, 483. Plinius, Epist., VII, 27. Suetonius Calig., 59, Servius, ad Aeneid., III, 68, Akt. Coulanges, s. 32.

Antik kuşakların ilk düşüncesi, insanın mezarda yaşadığı, ruhun bedenden ayrılmadığı, kemiklerin gömüldüğü bu toprak parçasında ruhun yerleştiğiydi. İnsanın önceki yaşamı ile alacağı vereceği yoktu. Mezarda onu ödül veya işkence beklemiyordu.

Toprak altında yaşayan varlık dünyadan yeterince uzaklaşmamıştı. Dolayısıyla yılın belirli günlerinde mezara yemek götürülürdü. Vergilius ve Ovidius kendi yaşadıkları döneme kadar inançlar değişmiş olsa da görenek olarak değişmeden kalan bu töreni betimlerler. Mezarın ot ve çiçek çelenkleriyle süslendiği ve pasta, meyve, tuz konulduğu, süt ve şarap kimi zaman da kurban edilen hayvanların kanlarının mezara döküldüğü anlatılır.48

Eğer cenaze yemekleri verilmezse, ruhlar hemen mezarlarından çıkarlardı. Sessiz gecede inledikleri duyulurdu. Yaşayanlara dine aykırı ihmallerinden dolayı sitem ederlerdi. Onları cezalandırmak isterler, hastalık yollarlar ya da toprağı verimsiz kılarlardı. Cenaze yemeklerinin düzenlenmesi için geride kalanların başlarına musibet yollarlardı. Kurban sunma ve içecek ikram etme ölenlerin ruhlarını yeniden mezara döndürürdü. Böylece ilahi özelliklerini geri kazanırlardı. Ancak ölenler mezara döndüklerinde barış ve huzur vuku bulurdu.

İhmal edilen ölenin geride kalanları rahatsız etmesi gibi; ardından usulüne uygun olarak tapınılan ölen de koruyucu tanrı olurdu. Kendisine yiyecek getirenleri severdi.

Onları korumak için insanların işlerine karışmaya devam eder, kendisine atfedilen rolü sık sık oynardı. Her ölü gibi güçlü ve etkin olmayı bilirdi. Ona dua edilir desteği ve himayesi istenirdi. Bir mezarla karşılaşıldığında durulur ve “insan, yeraltındaki tane bana yardımcı ol”49 denilirdi.

48 Vergilius, Aen., III, 300 et ssq: V, 77. Ovidius Fast., II, 540 Akt. Coulanges s. 32.

49 Aeskhilos, Choeph., 122-135, Akt. Coulanges, s. 34.

Yunanlıların evinde tanrıları simgeleyen sunaklar olurdu. Sunağın üstünde daima biraz kül ve köz bulunurdu. Ev sahibi için ateşi gece ve gündüz canlı tutmak kutsal bir zorunluluktu. Evde ateşin sönmesi uğursuzluk anlamına gelirdi. Ateş akşamları külle kaplanarak sönmesi engellenirdi. Sabah olduğunda ilk yapılacak olan ateşi canlandırmaktı. Ne zaman aile tümden ölüp giderse, ateş de sunaktan kaybolup giderdi, sönmüş ateş, sönmüş aile eskilerde aynı anlama gelen deyimlerdi.

Ölülere tapınmanın ilk kurallarından biri, herkesin kendisine kan bağı olanlara tapınmasıydı. Dini bakımdan cenaze törenleri kan bağı olan akrabalarca gerçekleştirilirdi.

Belirli dönemlerde yinelenen cenaze yemeğine ise, aile üyeleri katılır ve yabancı kimseler alınmazdı.50 Ölünün kendisine sunulan armağanı sadece ailesinden birinin elinden kabul edeceğine inanılıyordu. Tapınmayı kendisinden sonra gelen kuşaklardan istiyordu.

Tapınmada aileden olmayan bir insanın varsa, manilerin huzuru kaçabilirdi. Yasa da yabancının mezara yaklaşmasını yasaklıyordu. Mezara kazayla dokunulması dahi günahtı. Bu günahtan arınmak için ölünün ruhunu sakinleştirmeli ve kendini de arındırmalıydı.

Her ailenin mezarlığı vardı. Bu mezar, genelde eve yakındı ve kapıdan uzakta değildi. Böylece, “erkek çocuklar evden çıkarken ya da eve girerken babalarıyla karşılaşıyor ve her keresinde de onlara yalvarıyorlardı”.51 Ata kendi sülalesinin yakınında oluyor; görünmüyor, fakat her daim hazır vaziyette ailenin parçası olmaya devam ediyordu. O, ölümsüz, mutlu, ilahi ata, dünyada bıraktığı ölümlülerle ilgileniyor, onların ihtiyacını bilip ve zayıflıkları tolere ediyordu. Yaşayan, çalışan kişi kendi yol

50 Cicero, De legib., II, 26. Varron, De ling. Lat., VI, 13: Ferunt epulas ad sepulcrum quibus jus ibi parentare. Gaius, Iı, 5, 6: Si mortui funus ad nos pertineat. Plutarkhos, Solon Akt. Coulanges s. 37.

51 Euripides, Helen, 1168, Coulanges s. 37.

göstericisine sahip oluyordu; bunlar babalarıydı. Zorluklarla karşılaşıldığında atalarının antik bilgeliklerini yardıma çağırıyorlardı. Üzüntü anında onlardan teselli, tehlikede olduklarında destek, bir hatadan sonra da bağışlanma isterlerdi.