• Sonuç bulunamadı

1.5. YOLSUZLUĞUN ETKİLERİ

1.5.3. Yolsuzluğun Siyasal Etkileri

Yolsuzluğun, yukarıda belirtilen ekonomik değişkenlerin yanı sıra demokrasi, parti yapısı, seçmen davranışı ve basın özgürlüğü gibi siyasi değişkenlerle de ilişkili olduğu, ilgili litartürde ortaya konmuştur. Örneğin Tavares (2005), 119 ülke verisiyle yolsuzluk ve demokratikleşme ilişkisini araştırmıştır. Buna göre, ülkeler yolsuzluk oranını düşürdüğünde, demokratikleşme oranı anlamlı bir biçimde artmaktadır.

Sandholtz ve Koetzle (2000) ise, demokrasi, demokratik yıl sayısı, Britanya sömürgesi olma ve Protestanlık gibi değişkenlerle yolsuzluk arasındaki ilişkiyi incelemişlerdir.

Çalışmada, demokrasi ve demokratik yıl sayısı ile yolsuzluk düzeyi arasında ters yönlü bir korelasyon olduğu belirtilmiştir. Çalışmada yer alan Protestanlık değişkeni, diğer değişkenlere oranla, yolsuzluk algılama düzeyi ile korelasyon ilişkisi en yüksek olan değişkendir. Britanya sömürgesi olma ile yolsuzluk arasında ise anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır. Benzer yönde bulgular You ve Khagram (2005) ve Alesina ve Weder (2002) tarafından da elde edilmiştir.

Pani (2011), yolsuzluğun demokrasilerde siyasi kararları nasıl etkilediğini incelemiştir. Buna göre, yoz politikacılar medyan seçmenin kararlarını etkileyerek, kamu malı tercihlerini değiştirmekte ve bu tercihlerde bulunmayan diğer seçmenleri olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Bunun sonucunda da, seçmenler demokratik bir ortamda yolsuzluğa oy vermiş olmaktadır. Bir diğer çalışmada Canache ve Allison (2005), Latin Amerika ülkelerinde politik yolsuzluğu algılama ile politik sistemi ve seçim kazanmış hükümeti destekleme arasındaki ilişkiyi incelemiştir. Buna göre, politik yolsuzluğun arttığını düşünen bireyler, politik sisteme olan güvenlerini kaybederek, oy verme davranışlarını değiştirmektedir. Hükümetin seçmenlerden aldığı destek yine politik yolsuzluk algısının artması nedeniyle azalmakta, hükümetin icraatları sorgulanır hale gelmektedir.

Della Porta (2004), başta İtalya ve Japonya olmak üzere, ülkelerdeki yolsuzluk ve politik parti ilişkisini araştırmıştır. Çalışmaya göre, siyasi yolsuzluk arttığında,

partiler rüşvetin yaygınlaşmasını talep eden seçmenlere yönelmektedir. Bunun yanında, politik yolsuzluk parti içinde gizli bir hiyerarşinin doğmasına, partilerin merkez seçmenden uzaklaşmasına, parti üyelerinin arasında suç ortaklığının oluşmasına neden olmaktadır. Ayrıca seçim aday listesinin oluşturulmasını kolaylaştırmakta ve parti üyeliğini azaltmaktadır. Krause and Mendez (2009)’e göre, siyasi yolsuzluğun arttığı ülkelerde, seçmen yoz hükümetleri cezalandırmaktadır. Yapılan analize göre, demokrasisi gelişmemiş ülkelerde seçmenle yolsuzluğunda etkisiyle doğru kararlarda birleşemediği için, demokrasisi gelişmiş ülkelere göre yolsuzluktan daha fazla yara almaktadır. Ahrend (2002) ise, yolsuzluğun basın özgürlüğü üstündeki etkisi araştırdığı çalışmasında, yolsuzluğun arttığı ülkelerde basının daha fazla kısıtlandığını ortaya koymuştur.

İKİNCİ BÖLÜM

REFAH İLE İLGİLİ KAVRAMSAL ÇERÇEVE

2.1. REFAH KAVRAMI

Adam Smith’ten başlayarak, iktisat bilimciler bireyin ve toplum refahının arttırılması amacıyla elde bulunan kıt kaynakların nasıl kullanılması gerektiğine kafa yormuştur. Fakat refahın tanımı konusunda iktisatçıların ortak bir tavır takındığını söylemek oldukça güçtür. Diğer yandan yapılan tüm refah tanımlarının ortak noktası hak, eşitlik, adalet ve ihtiyaç kavramlarına atıf yapmasıdır (Hamlin, 2008: 109). Refahın en yalın anlamı, bireyin ve toplumun yaşam kalitesinde görülen iyiye gidiştir (Dasgupta, 1990: 1). Türk Dil Kurumu’na göre “bolluk, varlık ve rahatlık içinde yasama, gönenç”

anlamını taşıyan refah (welfare) kelimesi, tek başına kullanıldığında bireyin gelir ve fayda düzeyi olarak bir önceki durumundan daha iyi olması anlamına gelmektedir (Bryson, 1992: 30). Bir diğer tanıma göre, welfare veya well-being yani refah, bireyin hayatının bir diğer bireye göre ne kadar iyi olduğudur (Hausman ve McPherson, 2009:2). Easterlin (2001:465)’e göre well-being (esenlik), satisfaction (memnuniyet), happiness (mutluluk) gibi kelimeler ise refahı ifade etmek için kullanılabilecek birbirinin ikamesi olan kavramlardır.

Refah kavramı için kullanılan bir diğer kelime prosperity’dir (Haberler, 1941;

Sen, 1984; Lucas, 2003; Prescott, 2002; Olson, 2000; Leschke, 2000; Cojanu, 2006;

Neumayer, 1999; Faria ve Montesinos, 2009). Haberler (1941: 259)’e göre prosperity, bir ülkede üretilen ve tüketilen reel gelirin yanı sıra istihdam düzeyinin yüksek veya yükselme eğiliminde olduğu, istihdam edilmeyen işgücü ve atıl durumdaki kaynakların çok az veya bu düzeye yakın olduğu bir durumu ifade etmektedir. Jackson (2009: 37)’e göre prosperity well-being ve happiness kelimelerini de içeren, çevreyi en az kirletecek kaynak kullanımının olduğu ve sosyal tercih olanakları geniş olan yüksek refah düzeyine sahip bireyleri ifade etmektedir. Bir başka tanımda Sen (1984) prosperity kelimesini zenginlik, faydacılık ve gelişme potansiyelinin karışımı olarak ifade etmiştir.

Prescott (2002: 7)’e göre ise, depresyon ekonomik büyüme potansiyelinin altındaki bir büyüme oranı iken, prosperity bu ekonomik büyüme potansiyelinin farkında olunmasıdır.

Yapılan bu tanımlamaların yanı sıra, bazı sosyal bilimcilere göre (Brock 1993;

Diener ve Suh 1997; Johansson 2002; Sirgy vd. 2006) bireyin toplam refahı, yani yaşamsal kalitesi, çok yönlülük arz ettiği için, refah kavramı ekonomik, sosyal ve

sübjektif göstergeler olmak üzere ancak üç teorik metotla incelenebilir. Yaşamsal kalitenin sadece belirli bir kısmını ifade eden ekonomik metoda göre, refah (welfare) aslında faydasal bir kavramdır ve well-being kavramından daha geniş bir anlamdadır (Sen 1979, 1982, 1992; Erikson 1993; Dasgupta ve Weale 1992; Dasgupta 1993).

Belirli bir yılda bir ülkede üretilen mal ve hizmetlerin kişi başına ölçüsünü veren well-being, iktisatçılar için refah (welfare) kelimesinin ikamesidir (Kula vd., 2008: 174).

Refahı parasal bir ölçü olarak ele alan ekonomik metot, esas itibariyle geleneksel faydacı görüşü yansıtmaktadır. Geleneksel faydacı görüşü sahip olan Bentham, Edgeworth, Marshall ve Pigou gibi iktisatçılara göre faydacılık, bireyin arzu, mutluluk ve zevklerinin tatmin edilmesini sağlamaktır (Grasso ve Canova, 2008: 2). Refahı ekonomik sınırlar içerisinde ele alan Pigou (1962)’ya göre, ekonomik refah genel refahın bir parçasıdır ve parayla ölçülebilen değerleri ifade etmektedir. Kişinin refahı, isteklerinin gerçekleşme derecesine bağlı olan doyumlardan ibarettir. Bu doyumlara ulaşmak için parayı kullanan birey, sahip olduğu ekonomik refahı arttırmaya çalışır.

Diğer yandan ekonomik refah, refahın sadece bir kısmıdır.

Ekonomik refah tanım olarak, bireyin sahip olduğu parasal güçle fayda düzeyini maksimize etme çabasını ifade etmektedir. Bu yüzden, insanlar arasında çeşitli nedenler ve şartlar dolayısıyla ortaya çıkan refah farklılıklarını ifade etmekten uzaktır.

Çünkü gelir insana belirli bir yaşam standardı sağlamada güçlü bir değişken olsa da eğitim, sağlık, yaşam süresi, güvenlik, çevre şartları ve sosyal bağlar gibi insan hayatının önemli boyutlarını kapsamamaktadır (Grasso ve Canova, 2008: 2). Sosyal değerleri ve yaşam kalitesinin arttırılması için oluşturulan politikaların sonuçlarını kapsayan sosyal metot ekonomik metodun bu eksikliğini gidermektedir (Diener ve Suh 1997: 189). Sosyal metodun iki önemli amacı bulunmaktadır. Bunlar sosyal değişimi ve toplam refah düzeyindeki değişimi izlemektir. Bu amaçla ekonomik kaynaklar ve tüketim, istihdam ve çalışma koşulları, eğitim ve okullaşma, aile ve sosyal ilişkiler, politik kaynaklar ve katılımcılık, mal varlığı haklarının ve insan hayatının korunması, sağlık sistemi, kültürel gelişim gibi sosyal göstergeleri ele almaktadır (Erikson 1993;

Johansson, 2002). Böylece bireyin ve toplumun yaşam şartlarını ifade eden refah ölçülmüş olmaktadır.

Üçüncü metot olan sübjektif metot, bireyin yaşamsal doyumu, memnuniyeti ve başarılırını ifade eden göstergelerden oluşmaktadır. Bu göstergeler bireyin yaşamsal kalitesi hakkında güvenilir bilgiler veren, bireyin yaşamında etkili olan özel alanları ifade eden verilerdir (Veenhoven, 1996). Her ne kadar bu veriler, bireylerin doğru bildikleri yaşamsal bilgilere göre cevaplayacakları soruları içeriyor ve ülkeden ülkeye, kültürden kültüre farklılık gösteriyor olsa da, ekonomik ve sosyal metot kadar bilimsel olan göstergelerdir (Noll, 2004: 159). Coğrafi, geleneksel ve tarihsel kökenleri olan sübjektif metot yaşam memnuniyeti, hoş duygulanım ve hoş olmayan duygulanım değişkenlerini içermektedir. Yaşam memnuniyeti bireyin yaşadığı hayata ilişkin bilişsel doyumunu ifade eder ve bireyin hoş duygulanım ve hoş olmayan duygulanımlarına kaynaklık eder. Bu göstergelerin ölçümü bireylere bu yönde sorulan sorulara verilen cevaplar sayesinde yapılmaktadır (Diener ve Suh 1997: 200). Bu sayede ekonomik ve sosyal metodun ölçemediği refah ölçülebilmektedir.