• Sonuç bulunamadı

2.4. REFAH DEVLETİ

2.4.5. Refah Devletine Katkılar

J. M. Keynes ve K. Polanyi ortaya koydukları düşünceleri ile refah devletine çok önemli katkı yapan iki bilim adamıdır. Refah devletinin kurumsallaşmasında John Maynard Keynes’in büyük katkıları vardır. 1929 ekonomik buhranının ardından yazdığı Genel Teori (1936), ilk refah devleti politikalarının ve sosyal refah uygulamalarının hayata geçirilmesinde oldukça önemli rol oynamıştır. Keynes’in katkılarıyla refah devleti altın çağını yaşamıştır. Refah devletine önemli katkılar yapan diğer bir bilim adamı Karl Polanyi’dir. Polanyi (2010) piyasa sisteminin sağlıklı işlemesi için refah devletine ihtiyaç olduğunu vurgulayarak, liberal ekonominin ancak refah devleti yardımıyla toplum için en iyi olanı belirleyebileceğini ifade etmiştir. Polanyi’nin düşünceleri refah devletinin piyasa sistemindeki yerini ortaya koymuştur. Aşağıda sırasıyla Keynes ve Polanyi’nin refah devletine ilişkin düşüncelerine yer verilmektedir.

2.4.5.1. J. M. Keynes

Keynes kapitalizmin kendi kendini düzenleyen bir ekonomik sistem olduğuna inanmamaktaydı. Bu yüzden 1929 buhranından sonra ülkelerde oldukça artan işsizliğin, emek piyasalarındaki katılıktan kaynaklandığını ve bu katılığın ancak devlet müdahalesiyle aşılabileceğini düşünüyordu. Buna ilave olarak “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” düşüncesine sahip liberal bir bakış açısıyla, ekonomideki istikrarsızlığın ve durgunluğun yine ekonominin kendi dinamikleri ile önlenemeyeceğini savunuyordu. Keynes’e göre ekonominin tam istihdama ulaşması için en iyi yol devletin ekonomiye müdahale etmesiydi. (Negri, 1967; Beaud, 1984; Drache, 1996).

Keynes’e göre sanayileşmenin hızlı ilerlediği ülkelerde kapitalist üretim düşüncesi toplumları ekonomik ve kültürel açıdan standartlaştırmıştır. Böylece kitleselleşen üretim tüketiminde kitleselleşmesine neden olmuştur (Aktel, 2003: 31).

Ekonomik modelini etkin talep üzerine kuran Keynes, etkin talebin üretim tarafından belirlendiğini ifade etmiştir. Etkin talebin yüksek olduğu ülkelerde tüketim ve yatırım düzeyi yüksektir. Tüketim ve yatırımın yüksek olması, etkin talebi arttırmanın yanında gelir dağılımının da daha adaletli olmasına yardım etmektedir. Gelir dağılımının adaletsiz olduğu kapitalist toplumlarda, gelirin büyük bölümü tasarruf edilmekte ve bu tasarruflar yatırımları arttırarak, üretimin de artmasına neden olmaktadır. Böylece arz talepten daha fazla artarak krizlerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu yüzden krizleri önlemenin yolu etkin talebin devlet müdahalesi ile yükseltilmesidir. Çünkü etkin talebin yükseltilmesi için kaynağa ancak devlet sahiptir. Sosyal hizmetler ve gelir transferinin temel müdahale aracı olduğu bir devlet müdahalesi kapitalist sistemi ortadan kaldırmayacak, bu sistem içerisinde ekonominin tam istihdama ulaşması sağlanacaktır (Keynes, 2008; Alcock vd., 2004; Townsend, 2002; Negri, 1967; Şaylan, 2003).

Önerdiği vergi politikası, bayındırlık işleri, faiz oranları ve para politikasının etkin kullanımı gibi politikalarla kapitalizmin sosyal refah reformuna neden olan Keynes, tam istihdamı sağlamak amacıyla kitle üretimin ve tüketimin desteklenmesi için gerekli olan altyapıyı hayata geçiren ve bu yönde politikalar düzenleyen refah devleti düşüncesini savunmaktadır. Kaynakların dağıtılması, ekonomik ve sosyal politikaların oluşturulması ve toplu görüşme gibi toplumsal uygulamalar refah devletinin önceliklerindendir. Piyasanın yetersiz veya başarısız olduğu durumda devlet ekonomiye müdahale ederek piyasa başarısızlığı veya yetersizliğini önler. Böylece devlet piyasa ile birlikte hareket eder ve karma bir ekonomik sistemin işlemesini sağlar (Jessop, 2009:107).

Keynezyen talep yönetiminin ülkelerde en yoğun olarak uygulandığı 1945 ile 1975 yıllarını kapsayan dönem Keynezyen Refah Devleti olarak anılmaktadır. Bu dönemde devletlerin ekonomiye müdahalesi en üst noktaya ulaşmıştır. Piyasa başarısızlıklarının devlet eliyle giderildiği bu dönem aynı zaman oldukça gelişmiş bir refah devletinin yaşandığı yıllardır (Pierson, 2001: 192). Keynezyen talep yönetimi 1945-1975 yılları arasında ülkelerde öncelikle yüksek bir büyüme sağlamıştır. Bu yüksek büyüme sayesinde istihdam düzeyi artmış, işgücü ücretleri ve çalışma koşulları iyileşmiştir. Diğer yandan hızlı ekonomik büyüme gelişme aşamasında olan refah

devletlerinin finanse edilmesini kolaylaştırmıştır. İkinci dünya savaşından 1980’li yıllara kadar, sosyal refah hizmetlerinin GSMH içindeki payı giderek artmış, refah devletleri sağlık, eğitim, konut ve sosyal güvenlik gibi alanlarda önemli gelişmeler kaydetmiştir (Özşuca, 2003: 228).

Keynes’in işsizlik ve kamu harcamalarını temel alan çalışması (1936), ilk olarak ABD’de etkili olmuştur. ABD’deki New Deal sosyal refah uygulamalarının hayata geçirilmesinde Keynes’in görüşleri oldukça önemli rol oynamıştır. Bu ülkede 1935 yılında kabul edilen sosyal güvenlik yasası işsizlik ödeneğinin uygulanmasını hayata geçirmiştir. Ulusal bir sosyal sigorta sistemi oluşturmak isteyen İngiltere’de 1942 yılında hazırlanan Beveridge Raporu’na katkı sağlayan Keynes, özel sigortacılığın yerine devletin sosyal sigorta sistemindeki yerinin kuvvetlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir (Timmins, 1995: 15-18). Bu rapora katkılarıyla Keynes, kapsamlı bir devlet planlaması ve büyük bir kamu harcamasının yapılmasına olanak sağlayacak ortamın oluşmasına yardım etmiştir. Böylece, Beveridge Raporu’ndan sonra, Avrupa ülkeleri İngiltere’nin yolundan giderek kendi sosyal güvenlik sistemlerini oluşturmuşlardır.

Kamu yatırımları, devlet planlaması, kamu hizmetleri ve gelirin yeniden dağıtımını hedefleyen Keynezyen politikaların izlenmesi, 1970’li yıllara gelindiğinde ülkelerin krize girmesine neden olmuştur. Bu krizin nedenleri arasında yüksek vergi oranları ile finanse edilen toplam talep ve istihdam politikaları, piyasa işleyişine olan devlet müdahalesinin artması ve oldukça cömertçe yapılan sosyal refah devleti harcamaları sayılabilir. Yaşanan krizle birlikte devletin ekonomi içindeki yerinin küçültülmesi gerektiği dile getirilerek, ülkelerdeki Keynezyen refah devletinin etkinliği azaltılmıştır (Özşuca, 2003; Townsend, 2002).

2.4.5.2. K. Polanyi

Karl Polanyi 1944 yılında yayınladığı Büyük Dönüşüm adlı çalışması ile refah devleti düşüncesine önemli katkılar yapmıştır. Polanyi (2010), piyasanın kendi kendine işleyen bir sistem olduğuna karşı çıkarak, sosyal ve politik kurumların ekonomiden ayrı düşünülemeyeceğini belirtmiştir. Bu nedenle Polanyi refah devletinin kâhini olarak

adlandırılmaktadır (Lacher, 1999a: 314). Piyasa sistemi toprağı, parayı ve emeği meta haline getirerek, uluslararası düzeyde toplumları tekdüze bir hale getirmekte ve bu tekdüze toplumların kendisine kayıtsız şartsız bağımlı olmasını istemektedir. Meta, kendi kurallarına göre işleyen piyasa sisteminde satılmak üzere üretilmiş her türlü varlıktır. Toplum dinamiklerinden bağımsız olan piyasanın kendi kendine işleyeceği düşüncesi imkânsızdır. İnsanın, kaderin, toplumun doğal çevresinin ve hatta satın alma gücünün tüm yönetimini piyasa sistemine bırakmak, toplumların çöküşüne yol açacaktır. Bu nedenle piyasa sisteminin çöküşü kaçınılmazdır.

Polanyi (2010)’ye göre 19. yüzyıl bir “ikili hareket”in sonucudur. Bu ikili hareketin bir tarafını kendi kurallarına göre işleyen piyasa sistemini savunan liberalizm düşüncesi oluşturmaktadır. İkili hareketin diğer tarafını ise, liberal düşüncenin neden olduğu, kendi kurallarına göre işleyen piyasa sisteminin yıkıcı etkilerinden kendilerini korumaya çalışan toplumdur (Lacher, 1999a: 313-315). Toplum piyasa sisteminden kendini korumak için önlemler aldıkça, piyasa sisteminin işleyişini sağlayan yasalar işlemez hale gelmiştir. Piyasa sisteminin toplum tarafından sekteye uğratılması çalışma ve üretim dinamiklerini bozarak toplumu sosyal tehlikelere sürüklemiştir. Bu ikili hareketin arasında meydana gelen böyle bir çekişmenin sonucunda piyasa sistemi çökmüştür (Polanyi, 2010: 35-37).

Polanyi’ye göre, liberal düşünceyle gelişen ve piyasanın kendi kendine işlemesine dayanan bir kapitalist sistemin işlemesi nasıl imkânsızsa, tamamen kontrol edilen ve toplum tarafından yönetilen bir ekonomik sistemin işlemesi de olanaksızdır.

Bu nedenle refah devleti, piyasa sisteminin topluma zarar verebilecek aksaklıklarına ani tepkiler vererek bu aksaklıkları gideren bir yapıda olmalıdır. Yani refah devleti, piyasa sisteminin bir ikamesi değil tamamlayıcı bir parçasıdır. Refah devleti ekonomiyi toplum dinamiklerine uygun hale getirerek, toplumun en iyi şekilde yaşamasını sağlamalıdır.

Bunun için toprak, para ve emek gibi hayali metaların meta olmaktan çıkarılması gerekmektedir (Lacher, 1999a, 1999b). Sonuç olarak, liberal ekonominin toplum için en iyi olanı tek başına belirleyemeyeceğini düşünen Polanyi (2010)’ye göre, refah devleti piyasa sisteminin topluma zarar veren yapısını ehlileştiren bir parçasıdır. Refah devletinin eksik olduğu bir piyasa sistemi topluma zarar verirken, tamamen refah devletinin kontrolünde olan bir ekonomik yapı da toplum için zararlı olabilmektedir.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

EKONOMİK, SOSYAL VE SİYASAL DEĞİŞKENLERİN REFAH İLE İLİŞKİSİ