• Sonuç bulunamadı

4. BÖLÜM: ÇEVREYİ KURGULAMAK: TÜRKİYE’DE ÇEVRECİLİK

4.2. Çevre-Siyaset İlişkisi

4.2.4. Yerel Topluluklar ve Uluslararası Siyasetin İmkânı

Çevrecilik eylem alanı olarak lokal sahip olduğu değerler anlamında evrensel niteliklere sahip bir hareket olarak ortaya çıkmıştır. Farklı bölgelerdeki farklı çevre sorunları, farklı çözümlere ihtiyaç duyarken sorunların evrensel niteliği çevrenin bütün toplumlar kapsayıcı özelliğine bağlı olarak genelleştirilmeye ve uluslararası bir boyut kazanmaya müsaittir. Buna bağlı olarak çevre örgütlenmelerinin hem somut faaliyet alanı olarak bölgesel sorunlara hem de sorunların evrensel niteliğini ürettiği fayda ve zararlara dair bir siyaset geliştirmeleri çevreciliğin örgütlü pratiği için zorunluluktur.

Bu zorunluluk, yerel toplulukları uluslararası toplumun bir parçası olarak kavranması ve sorunlarında yine bu bağlamda lokal sorunlar olarak algılanıp bütünlükten yoksun basit sorunlar olarak tanımlanmasının önüne geçmek adına pratik bir değer oluşturur. Yerel topluluklar ve yerel yönetimlerle çevre örgütlenmelerinin ilişkisini sorunun birinci elden anlaşılması ve çözülmesi için olanaklar sunarken lokal çevre sorunlarının uluslararası bir bağlamda tartışılması sorunları yeniden üretebilecek etmenlerin önünü kesmek açısından bağlayıcı bir etki oluşturur. Bu nedenle çevre örgütlenmelerinin temsilci bir yönetim yerine doğrudan demokrasi kavramını genişletme çabaları da bu pratik gerekliliğin bir sonucu olarak okunabilir.

Türkiye örneğinde çevre örgütlenmelerinin yerel çevre sorunlarıyla kurdukları ilişki genellikle üç farklı aktörün dolayımıyla gerçekleşmektedir. Bunlardan yerel halk, genellikle çevre örgütlenmelerinin probleme doğrudan dahil olduğu ve kendini mevcut çevre problemine bağlayabileceği aktörleri ifade eder. Bu bağlamda yerel halk, çevre

160

örgütlenmesiyle beraber düşünüldüğünde çözüme dair en etkin figürü de temsil etmektedir. Çevre örgütlenmesinin sorunun tanımlanması ve çözümün üretilmesi için ilişki kurabileceği ve kendi siyasetini aktarabileceği yerel halk, bu bağlamda bir örgütlenmenin en alt düzeyde bir taban oluşturabilmesi ve böylece çevreye dair fikirlerini ve pratikleri düzenleyeceği en somut grubu oluşturmaktadır. Yerel örgütlenmeler ise bölgesel çevre sorunlarının yine bölgesel olarak dile getirilmesini sağlayan bu anlamda çevre sorunu yerelden ulusala doğru taşıma imkânı oluşturan örgütlü toplulukları ifade eder. Araştırmanın da konusu oluşturan daha kapsayıcı çevre örgütlenmelerinin bu yerel örgütlenmelerle kuracakları ilişki, mevcut sorunun toplumsal olarak tanımlanası ve çözüme kavuşturulması adına bağlayıcı bir anlam yüklenir ve yerel sorunların bir ağ içinde tanımlanması ve genel sorunlarla ilişkilendirilmesi yerel örgütlülüklerle çevre örgütlenmesinin kuracağı ilişkinin temel amacını oluşturur. Son olarak yerel yönetimler çözüm üretilmesinde birinci dereceden işleve sahip politika uygulayıcıları olarak çevre sorunlarının giderilmesinde ya da tanımlanmasına etkin bir rol üstlenirler. Çevreci siyasetin özel bir önem atfettiği yerel yönetimler, bir taraftan doğrudan demokrasi kavramının işlerlik kazanabilmesi diğer taraftan yerel halkın çözüm konusunda resmi olarak örgütlenebilmesi için önemli bir etkendir. Çevre örgütlenmelerinin hem kitlelerle ilişki kurmak hem de sahip oldukları siyasal perspektifin yaygınlaştırılabilmesi adına yerel yönetimlerle iş birliği yapması ve çevre sorunlarına çözüm üretebilmesi yerel yönetimlerle kurdukları ilişkiye bağlı olarak olumlu anlamda olasılıkları güçlendirir.

Çevre örgütlenmelerinin sadece yerelde değil uluslararası toplumda da etki gücünü arttırması, yerel toplulukların bu üç faktörüyle kuracı ilişkinin yoğunluğuyla ilişiklidir.

Yerelin es geçildiği bir örgütlenme çevreciliği teorik bir yapıya hapsederken uluslararası toplumla yaşanan kopukluk etkin bir faaliyet gücünün oluşmasını engeller.

161

Yerel topluluklardaki bu üç farklı yapının çevre örgütlenmeleri üzerindeki etkisi, farklı düzeylerde kendini göstererek örgütlenmelerin çevre sorunlarına ve toplumsal yapıya etki düzeyini ve biçimini belirler. Ancak yerel topluluklarla kurulacak ilişkilerin öncesinde bu ilişkileri inşa edecek bir örgütlenme yapısına ihtiyaç vardır ki bürokratik çevrecilik üzerinden değerlendirildiğinde böyle bir yapının oluşma koşulları, öncelikle belirli bir siyasa perspektife ve kitlelerle ilişki kurmaya açık bir faaliyet alanına ihtiyaç duyulduğu sonucu çıkarılabilir. Eğer bir çevre örgütlenmesi çevre sorunlarıyla ve sorunların cereyan ettiği bölgeyle ilgileniyorsa buna yönelik bir pratik geliştirmek zorundadır. Ancak çevre sadece hukuki bağlamda ya da yeşillendirme kavramı üzerinden kurulduysa yani bölgesel sorunların çevre bağlamına yerleştirilmediği durumlarda çevrecilik bir bürokratik hizmete dönüşmek zorundadır. Greenpeace örneğinde olduğu gibi en iyi ihtimalle belirli uluslararası değerlerin bölgeye ait kılınması için çalışmalar yürütülüyorsa sadece niteliği belirsiz bir iletişim ağının oluşumu söz konusu olabilir.

Türkiye Çevre Vakfı’nın amaçları değerlendirildiğinde toplumsal bir pratik geliştirmekten kendini azade kıldığı çalışmalarını hukuk alanına kaydırdığı görülmektedir. Buna bağlı olarak yerel topluluklarla ya da örgütlenmelerle hareket etme gibi bir pratiği olmadığı gibi bir amacı da yoktur. Buna ek olarak yerel örgütlenmeler ya da yerel yönetimlerle de bir ilişki kurulmadığı gözlemlenmektedir. En azından gerçekleştirdiği çalışmalarda bunlara yönelik bir söylem oluşturmamıştır. Aylık çıkarılan bültenlerle yerel çevre sorunları haber niteliğinde işlenirken bunların çözümleri en iyi ihtimalle hukuki süreçlerin daha iyi işletilmesi gerekliliğine bağlanmaktadır.

Bültenlerinin Ocak ve Ağustos (2017) sayılarındaki hava kirliliği ve iklim değişikliği ile ilgili yazılarda yerel yönetimlerin bu konulara ilişkin ilgili mevzuatlarla önlem almaya teşvik edilmesi Türkiye Çevre Vakfı’nın yerel topluluklara bakışını da örneklemektedir.

Bu bültenlerde sorunların diğer toplumsal olgularla olan ilişkisi kurulmadığı gibi yerel

162

ifadesi de sadece yönetimlere gönderme yaparak sorunu sadece hukuk bağlamı içine yerleştirmektedir. Bununla birlikte yerel örgütlülüklerle kurulabilecek ilişkiler Vakıf’ın siyasal perspektife bağlı olarak bir imkân kazanamazken yerel halklarla olan ilişkiler de Vakıf’ın ifade ettiği gibi çevre bilincinin yerleşmesine bağlı olarak bir ilgi alanı olmaktan çıkmıştır.

Türkiye Çevre Vakfı’nın yerelle kurduğu ilişki bürokratik çevreciliğin konumuna dair yanlış bir izlenim oluşturmaya müsaittir. Yerel örgütlenmelere ilişkin Vakıf’ın tutumu bürokratik çevrecilik için bile oldukça radikal bir konumdur. Bu bağlamda TÜRKÇEK’in yerel topluluklarla kurduğu ilişki bürokratik çevreciliğin yerelle olan ilişkisini anlamak için daha ideal bir örnek oluşturur. TÜRÇEK’in yerel toplumla kurduğu ilişki, yerel olanın etki gücünü ve faaliyet alanını göz ardı etmese bile onun siyasetle olan potansiyel ilişkisini yok sayar. Yerel olana ilişkin bu tutum bürokratik çevreciliğin de yerel toplumlarla kurduğu ilişkinin ana hatlarını belirler ki aynı tutumun Greenpeace için de geçerli olduğu pekâlâ iddia edilebilir. Hedefleri itibariyle bir çevre koruma ve bilinçlendirme örgütlenmesi olan TÜRÇEK’in kendi faaliyet alanları içinde etkin olabilmesi için yerel topluluklarla ilişki içinde olması bir zorunluluktur. Bunun asli sebebi kendi faaliyet alanlarında etkin olabilmesi için kitleye ihtiyaç duymasıdır. Yani örgütlenmenin varoluş şartları bir muhatabı gerektirdiğinden ve amaç olarak çevre korumasını ve yeşillendirmesini seçtiğinden bu şartlara en uygun düşen hedef kitlelerdir.

Ancak çevreciliği söylemsel olarak konumlandırışı kitlelerin aktif ve talepkar katılımını gerektirmediğinden yerel topluluklar ilişkiler, örgütlenmenin projelerini aşacak ya da onları kapsayacak üst bir çevreci amaca yönelme anlamında değil, sadece projelerin gerçekleşmesi anlamında TÜRÇEK’in ilgisine mazhar olmaktadır.

163

Bu bağlamda TÜRÇEK’in geliştirdiği projelere baktığımızda ağaçlandırma, eğitim ve koruma bağlamlarında projeler yürüttüğü görülmektedir. Bunlardan eğitim ve ağaçlandırma projeleri, üyelerin katılımıyla gerçekleştirilen faaliyetler olarak çevreye ilişkin belirli bir bilinçlendirme hedefiyle gerçekleştirilen projelerdir ve belirli bir bölge haklıyla ya da örgütlenme ve ya yönetimle ilişkileri yoktur. Koruma projelerinden Acarlar Gölü Model Çevre Eğitim ve Ziyaretçi Merkezi projesi yerel halkın dâhil olduğu eğitimi ve turizm için gerçekleştirilen tek projedir. Bunun yanında yerel örgütlenmelerle olan ilişkilere baktığımızda TÜRÇEK’in yine koruma bağlamında bir Avrupa Birliği projesi olarak, bölgedeki sekiz yerel çevre örgütlenmesiyle Karadeniz Doğa Koruma Federasyonu’na çatı kuruluş olarak dâhil olduğunu görülmektedir (TURÇEK,2014). Bu ilişkiler dışında söylemsel olarak da TÜRÇEK’in yerel topluluklara herhangi bir dâhili söz konusu değildir. Gerçekleştirdikleri toplam sekiz projeden iki tanesinde yerel topluluklarla ilişki içinde çalışmalar yapan TURÇEK’in, çevreci siyasetin yerel toplulukların çevre konuları için merkezi önemini vurgulayan söylemi göz önüne alındığında çevreci siyasetin pratiğinin dışında kaldığı söylenebilir.

Gerenpeace’in yerel örgütlenmelerle olan ilişkisi ise TÜRÇEK ve Türkiye Çevre Vakfı’na göre çok daha girifttir. Söylemsel olarak yerel çevre örgütlenmelerinin çevre sorunlarına karşı geliştirdikleri eylemleri destekleyen Greenpeace, doğrudan bir ilişki kurma anlamında yerel halkla, örgütlenmelerle ve yöneltimlerle belirli bir mesafeyi korumaktadır. Söylemsel olarak oluşturulan destek, yerel örgütlenmelerin gösteri haklarının savunulması ve geniş bir iletişim ağına sahip olan Greenpeace’in bu ağ üzerinden yerel örgütlenmelerin faaliyetlerini duyurması üzerine kuruludur. Yerel örgütlenmelerin, hukuki süreçler ve yasalarla kurdukları ilişkinin biçimine dikkatle yaklaşan Greenpeace, bu mücadelelerde yardımcı olması adına Yerel Mücadeleler için Yasal Rehber (2012) adıyla yerel mücadeleleri bilinçlendirmek ve hukuki anlamda

164

sınırlarını belirlemek adına bir rehber hazırlamıştır. Rehber’in içeriği incelendiğinde iki temel vurgu ön plana çıkmaktadır. Bunlardan ilki santral yapımlarına ve çevre etki değerlendirmelere karşı bir bilinç oluşturmak ve ikinci olarak da çevre hukukun yasal süreçleri konusunda yerel örgütleri bilgilendirmektir. Böyle bir rehber için yerel mücadele bağlamını seçmek, bir taraftan santral yapım süreçlerini eleştiren örgütlenmeler göz önüne alındığında anlamlı olarak görülebilecekken genel bir bilgilendirme kitapçığı yerine özellikle yerele vurgu yapması anlamında ilginçtir. Sadece yerel örgütlenmeleri değil bütün kamuoyunu ilgilendiren kitapçığın içeriğinin sadece yerel örgütlenmelerle özdeşleştirilmesi Greenpeace’in perspektifinde yerel öğütlenmelere biçtiği rolü de ifade etmektedir.

Greenpeace’in yerel örgütlenmelerle kurduğu ilişkinin biçimi hukuki sınırlar dâhilinde çevre duyarlılığına vurgu yapan söylemsel bir ortaklıktır ve bunun bir faaliyet alanı içinde birleşmediği Greenpeace tarafından özellikle vurgulanmaktadır. Elektrik santralleri yapımları karşı mücadeleleri desteklediğini ifade eden Greenpeace vurgusu desteğin pratik bir içerik kazanmadığını özellikle vurgulamaktadır:

“HES'ler konusundaki mücadelede bütün ulusal ve yerel sivil toplum kuruluşlarının ve yerel oluşumların mücadelesini fikren ve manen destekliyoruz (Greenpeace, 2010).

Fikren ve manen destekleme vurgusu yerel örgütlenmelerle herhangi bir faaliyet alanı oluşturulmadığını özellikle vurgularken, destek sadece çevreci söylemin zorunlu bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Greenpeace’in yerelle kurduğu pratik ilişki yerel örgütlenmelerle iş birliği yapmak yerine kendi örgütlenmelerini kurmak biçimindedir.

Bölgesel gruplar oluşturma ve bu grupların eylemliliğini organize etme biçimde tasarlanan yerel topluluklar, Greenpeace’in uluslararası bağlamda temsil ettiği değerlerin yerel temsilciliğini yapma görevi üstlenmektedirler:

165

“Greenpeace yerel grupları, çevre suçlarına karşı mücadele ederek Greenpeace kampanyalarını kendi şehirlerinde de desteklemeyi ve geliştirmeyi amaçlayan kararlı insanlardan oluşuyor. Gruplar, şu an için İstanbul, Ankara, İzmir, Eskişehir ve Mersin’de faaliyet gösteriyor.

Değişime giden yolda küresel hareket oluşturma gücünü sağlayan yerel gruplar, Greenpeace için büyük öneme sahip”(Greenpeace, 2014).

Greenpeace gibi bir çevre örgütlenmesinin yerel gruplar halinde örgütlenmeye önem vermesi, çevre sorunlarının uluslararası toplumdan yerel topluluklara kadar geniş bir alan içinde değerlendirilebilmesi adına önemli bir işleve sahip olabilir. Ancak çevreci siyasetin yerel topluluklarla ilgili söylemi çerçevesinde değerlendirildiğinde bu pratiğin belli sorunları vardır. Her şeyden önce örgütlenmenin sosyo-ekonomik ve siyasal gücü yerel düzeyde oluşacak farklı örgütlenmelerin oluşmasına ket vurma potansiyeli taşımaktadır. Bununla birlikte çevreye ilişkin söylemlerin ve değerlerin yukarıdan aşağıya değil aşağıdan yukarıya doğru, yani uluslararası toplumdan yerel topluluklara doğru değil yerel topluluklardan uluslararası topluma doğru dikey bir hareketlilik göstermesi beklenir. Aksi takdirde uluslararası bir örgütlenmenin gücü, yerel toplulukların üretme amacı güttüğü söylemleri daha doğmadan yutma ve kendisini yerele dayatma tehlikesini oluşturur.

Çevreci siyaset söyleminin yerel topluluklara yüklediği anlam, çevreyle insan arasındaki ilişkiyi tanımlamada daha üst bir otorite yerine doğrudan söz konusu çevreye muhatap olan insanlara yani yerel örgütlenmelere işaret ederken aynı zamanda insanlar arasındaki ilişkinin yine üst bir otorite tarafından değil insanların kendi aralarında geliştirecekleri ve temsili demokrasi yerine doğrudan demokrasiyi temel alan bir siyasal perspektif üzerine kuruludur (Christoff,1996). Her iki durumda da amaç, sorunları kendi

166

bağlamlarında çözmek ve ilişkileri başka bir otoritenin müdahalesini en aza indirerek kurmaktır. Genel anlamda bürokratik çevrecilik yönelimindeki örgütlenmelerin yerel örgütlenmelerle kurdukları ilişkiler söz konusu olduğunda yerel örgütlenmeler ifadesinin yerel yönetimleri ve yerel halkı dışarda bıraktığı, en azından çevre sorunları karşısında iş birliği yapılacak birimler olarak değerlendirilmediği görülmektedir. Bununla birlikte yerel çevre örgütlenmeleri söz konusu olduğunda bürokratik yönelimli çevre örgütlenmelerinin yerel örgütlenmelerle hiyerarşik bir ilişki oluşturduğu, söylemler ortak amaca yönelik bir birliktelik oluştururken pratik ilişkiler bağlamında yerel örgütlenmelerin yönlendirilmeye muhtaç oluşumlar olarak değerlendirildiği söylenebilir.

Sivil toplumcu çevrecilik söz konusu olduğunda yerel örgütlülük biçimlerinin üç farklı biçimiyle de doğrudan ve etkin bir ilişki geliştirildiği, en azından bu örgütlülüklerin çevre sorunlarının çözümündeki rollerini dair söylemsel bir içerik ürettikleri söylenebilir.

Söylemsel destekle birlikte özellikle yerel yönetimler ve yerel çevre örgütlenmeleriyle kurulan ilişkiler, pratik faaliyetlerin geliştirilmesi ve çevre sorunlarına karşı ortak bir irade oluşturulması adına önemli bir etkiye sahiptirler. Bu ilişkiler özellikle, geliştirilen projelerin yerel yönetimler ve yerel çevre örgütlenmeleri aracılığıyla yerel halkla buluşturulması çerçevesinde etkin olmaktadır. WWF ile yapılan görüşmede yerel yönetimlerin ve yerel çevre örgütlenmelerinin öneminin, yerel halkla kurulacak iletişimin imkânı ve yerel halkın ikna edilmesi gerekliliğinden kaynaklandığı ifade edilmiştir:

“Yani biz yerel kuruluşlarla çalışıyoruz, bu bizim prensibimizdir. Bir alana gireceksek, o alanda doğrudan hedefimiz çiftçiyse bile onun tek başına çiftçiyle kalkınabilecek bir durum olmadığının farkında olduğumuz için yereldeki muhtar, en alttan yukarıya doğru gidiyorum, belediyeler yani muhtarlar odası olabilir, birliği olabilir;

belediyeler; işte o çiftçinin bulunduğu kooperatif varsa kooperatif ya da kooperatifler birliği;

belediyeler birliği; kaymakamlıklar; valilik. İşte ilgili ne kadar birim varsa…”.

167

Yerel örgütlülüklerle olan ilişkiler, belirli bir siyasi söylem ortaklığı ya da belirli bir çevre sorunun ortak çözümünden ziyade, planlanan projenin uygulama koşullarının hazırlanması etki alanının yaygınlaştırılabilmesi için duyulan ihtiyacın ürünüdür. Bu anlamda çevre örgütlenmesinin mantığı sahip olduğu çevreci siyasal perspektifi belirlediği gibi yerel örgütlenmelerle olan ilişkisini de belirlemektedir. Bunun çok daha somut örneği TEMA Vakfı’nda görülebilir.

TEMA Vakfı’nın faaliyet alanlarının genişliği ve çeşitliliği yerelle olan ilişkisinin hem söylemsel olarak hem de pratik anlamda yoğunluk kazanmasına neden olmuştur.

Yerel halkla kurulan ilişkiler tasarlanan projelerin gerçekleştirilmesi, hedeflenen eğitimlerin verilmesi ve genel anlamda örgütlenmenin tasarladığı faaliyetlere yerel halkın dahil edilmesi üzerine kurgulanmıştır. Bu anlamda yerel halkla kurulan ilişkinin çevreci siyasetle olan ilişkisi, doğrudan bir siyasal söylem üretmek yerine çevre sorunlarına ilişkin bir bilinçlilik üretmek ve sorunların aşılmasında örgütlenmenin çizdiği sınırlar içinde bir faaliyet yürütmek olarak tasarlanır. TEMA Vakfı’yla yapılan görüşmeden yerel halkın örgütlenme için niteliği ve önemi şu ifadelerle anlatılmıştır:

“…ben yerel yönetimlere gelmeden önce yerel halktan bahsetmek istiyorum. İşte bu yaptığımız eğitimlerle, zaten biz sadece öğrencilere değil velilere de ulaşmaya çalışıyoruz…

Yerel halkın katılımını almadan hiçbir projede başarı şansınız yoktur. Yani dayatma ile bir projeyi bir yere kabul ettirmeniz mümkün değil. Ha yaparsınız, başarı şansınız düşük olur…

Onun için Tema, oldukça yerel projelere de yöneldi. Aslında bizim işimiz proje yapmak değil. Bizim temel amacımız eğitimle kamuoyu oluşturmak, bilinçlendirmek. Ama biz Türk halkı olarak biraz, biliyorsunuz tutmayı, dokunmayı, görmeyi isteriz. O nedenle de yerel projeler de yaptık… stk’ların sadece vakıf sistemi olarak değil, tüm sivil toplum kuruluşlarının taban kaynağını mutlaka yerel halka dayandırmak zorundadır. Yoksa eksik

168

kalırsınız, topal kalırsınız. Biz bunu başarabildik. Ha başaramadığımız yerler yok mu? Var.

Yani, öz eleştiri de yapmak lazım”.

TEMA Vakfı’nın yerel halkla kurduğu ilişki bir çevre sorunun dillendirilmesi ve siyasal anlamda çözülmesi üzerine bir ortaklığı içermek yerine daha dikey bir ilişki oluşturmaktadır. Bu dikey ilişki eğitici ve öğretici olması anlamında didaktiktir. Yani örgütlenme ve halkı bütünleştiren bütün faaliyetlerin ortak paydası halkın çevreye ilişkin eğitim ve çevre sorunlarını aşmada uygulanacak yöntemlerin öğretilmesidir. Doğrudan siyaseti dışlayan bu pratik, çevreci siyaseti değil örgütlenmenin varlığını merkeze almaktadır. İçeriğiyle beraber düşünüldüğünde ise yerel halkla bir ilişki zemini oluşturmak örgütlenmenin çevreci değerlerini ve çözüm algısını tabana yaymak anlamına gelmektedir ki bu durum bir nevi siyaset oluşturmanın dolaylı biçimine tekabül eder.

Ancak çevreci siyaseti kendi özgün değerleriyle değil, örgütlenmenin perspektifinden geçirerek halka ulaştırır.

TEMA Vakfı’nın perspektifinden değerlendirildiğinde yerel örgütlenmelerin doğrudan siyasetle olan ilişkisi yerel yönetimler bağlamında var olmaktadır. Bu bağlamda yerel yönetimler bir taraftan yerel halk ile çevre örgütlenmesinin arasında bir aracı kurumken diğer taraftan merkezi yönetimle çevre örgütlenmesi arasında oluşacak ilişkinin somut yüzünü oluştururlar. Siyaset üretme ve bunu pratiğe geçirme anlamında yerel yönetimlerle olan ilişkilerin en somut göstergesi TEMA “Vakfı’nın Yerel Yönetimlere Çağrı” (2014) başlıklı broşüründe yerel yönetimlerden beklentileri gösteren ifadelerdir:

“TEMA Vakfı olarak, yerel yönetimlerin Anayasamız ile garanti altına alınan

“sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşam hakkı” konusunda çok önemli bir rol oynadığına

169

inanıyoruz. 2014 yerel seçimlerinde belediye başkanı olacak adaylara, TEMA Vakfı olarak, en temel hakkımız olan sağlıklı bir çevrede yaşamak için bazı taleplerimizi iletmek istiyoruz:

1. Tarım arazilerinin korunması

2. Doğal ve kültürel kimliklerin korunması 3. Yeşil alanların korunması

4. Atık yönetimi ve çevrenin korunması 5. İklim değişikliğine uyum sağlanması 6. Sürdürülebilir ulaşımın geliştirilmesi 7. Kentsel altyapının geliştirilmesi 8. Kentlerin sağlıklı gelişmesi

9. Paydaşların karar süreçlerine aktif katılımının sağlanması 10. Kırsal kalkınmanın desteklenmesi

11. Ekolojik okuryazar belediyelerin oluşturulması”

Broşürün bu açıklamadan sonraki içeriği bu on bir maddenin içeriği ve yerel yönetimlerle olan ilişkisinin açıklanması üzerine kurgulanmıştır. Çağrı’nın temel amacı sadece korumacı ve insan merkezci bir perspektifle olsa bile bir yönetim birimini belirli değerler çerçevesinde çevre sorunlarına karşı çözümler üretmeye yönlendirmektir.

Bununla birlikte yerel yönetimlerin TEMA Vakfı için başka bir önemli boyutu yerel halkla kurulacak ilişkilerde, ilişkinin dinamiğini oluşturacak biçimde bir iletişim ve organizasyon kanalı oluşturmasıyla ilişkilidir. Örgütlenmenin yerel yönetimler aracılığıyla yerel halka ulaştığı yapılan görüşmede şöyle örneklendirilmiştir:

“Kırıkkale temsilciliğimiz zamanında, anızını yakmayan köy yarışması düzenledi.

Bu çok güzel bir Tema, sivil toplum ve yerel halk işbirliğidir. Bilirsiniz Anadolu’da, özellikle sabanla sürülen yerler ve aynı zamanda traktörle sürülen yerler. Anız, daha doğrusu ekilip biçildikten sonra toprakta kalan anızı eğer sürmezseniz, yeniden bir ekim hani bizim uygulamamızda sıkıntı. Onun için ne yapıyor köylülerimiz? Şimdi, hayvanla sürüyorsa hayvan anızlı bir yeri sürmekte zorlanıyor. Eğer traktörle yapıyorsanız traktör daha fazla

170

mazot harcıyor ister istemez. Köylü, bundan kurtulmak için çiftçimiz ne yapıyor, anızı yakıyor. Her dönem böyle sürme öncesi anız yakıyor. Neden yakıyor? Kolay ve işte enerjiden tasarruf, daha doğrusu mazottan tasarruf edeceğim, daha kolay süreceğim. Ama aslında bilmiyor ki hasadını gelecek yıl daha çok düşürüyor çünkü canlı mikroorganizmaları yakıyor… Biz bunları anlattık. Sonra da bir yarışma düzenledik. Anızını yakmayan köylü yarışması… Bunu tabi valilik, kaymakamlık ve işte muhtarlar vasıtasıyla yaptık. Ve emin olun o dönemde anız yakmalar o kadar azaldı ki. Artık gerçekten de anızını, hiç anızın yakılmadığı bir köy tespit edildi kaymakam vasıtasıyla. Katılımı sağlamak zorundasınız.

Yerel halkın katılımını sağlamak zorundasınız”

TEMA Vakfı’nın yerel yönetimler bağlamında özellikle vurguladığı bir diğer konu, çevre örgütlenmeleriyle girdikleri ilişkiler ve örgütlenmelerin faaliyetleri konusunda, merkezi yönetimlerin yerel yönetimler üzerindeki etkisidir. Yerel yönetimlerin özerk olamadıkları ve merkezi yönetimlerin çeperlerinde hareket etmek zorunda kaldıklarını vurgulayan TEMA Vakfı, bunun örgütlenmenin faaliyet alanlarını kısıtladığı ve yerel yönetimleri de belirli bir siyasal kalıba zorladığını vurgulamaktadır:

“Mesela yaptığınız proje, ilgili yerel yönetim, bağlı bulunduğu bakanlık tarafından tasvip edilmişse, onay görmüşse çok büyük destek oluyor. Müthiş bir katkı var… Aynı şey kaymakamlıklar ya da valilikler açısından da önemli. Ama değilse, ya da ortadaysa, aslında…

hoşa gitmeyen birtakım faaliyetlerde yerel yöneticiler hemen baskı unsuru halinde kullanılıyor”.

Yerel yönetimlerin bir baskı unsuru olarak kullanılması ya da merkezi siyasal söylemin bir parçası olarak örgütlenmelerle ilişki içinde olması durumu Doğa Derneği tarafından da dile getirilmiştir. Çalışmalarını özellikle yerel halk ve yerel yönetimler üzerinden çeşitli projeler geliştirerek oluşturan Doğa Derneği, yapılan görüşmeden yerel toplulukla ilgili temel sorunun yerel yönetimlerdeki iradenin silinmesi sonucu çalışmaların yürütülmemesi olarak ifade etmiştir.

171

“Yani yerel yönetimler, bu soruyu böyle bir 6-7 yıl, 10 yıl önce çok farklı cevaplardım. Şimdi çok farklı cevaplayacağım. Bundan bir 10 yıl önce biz pek çok belediyeyle çalışıyorduk, kaymakamlıkla, valilikle çalışıyorduk. Şu anda hemen hemen Seferihisar hariç neredeyse hiçbiriyle belki bir de Burdur, çalışamaz haldeyiz. Çünkü belediyeler de aslında artık hani, hani yerelliğini bir kere kaybetti. Birincisi artık belediyeler bir yerel yönetim değil. Bir yerel yönetim gibi de zaten davranmıyorlar ve bir o yerel yönetimin hani o yöreye sahip çıkan, o yörenin ileriye gitmesi, o yöreye özgü o yerelliği koruyacak bir sınırı zaten kalmadı. Yönetimin kafasında da kalmış değil. Yönetim de zaten kendi gücünü artık yerelden de almıyor, merkezden beslendiği için merkez odaklı bir yönetim söz konusu. Dolayısıyla bizim yerel yönetimlerle çalışmalarımız da iyi gitmiyor. Çalışamaz hale geliyoruz. Çünkü biz orada o yörenin insanlarının önceliklerine, işte oradaki yaban hayatının, doğanın ihtiyaçlarına göre pojeler üretiyoruz ve bir noktada artık çatışmalar başlıyor. Hatta birbirimizi zaten hiç anlayamaz hale gelip, yerel yönetimlerle o yüzden ortaklıklarımız büyük ölçüde bitmiş durumda ve ilerleyemiyor da. Ve yerel yönetimler de dediğiniz gibi, yani işte ülkedeki genel siyasi durum ne söylüyorsa, söylem neyse, yani işte atıyorum bir enerji bakanı, bir orman ve su işleri bakanı hangi cümleyi kuruyorsa yerel yönetim aynı cümleyi kuruyor size”.

Merkezi yönetimlerin oluşturduğu baskından kaynaklanan yerel yönetimlerin çevre konusundaki bu atıl tavrı belirli bir çevre siyasetinin oluşması ya da çevreci bir siyasetin değerlerinin yayınlaştırılması bir yana çeşitli koruma bilinçlendirme faaliyetlerine bile belirli ölçülerde imkân tanımaktadır. Bu siyasal atmosfer içinde yerel yönetimler siyasal değerlerini kaybederken çevreci faaliyetlerin yaygınlaşmasına da ket vurmaktadırlar. Bu bağlamda çevreci siyasetin yerel topluluklara olan vurgusu yerel yönetimlerden yerel halka kaymak zorundadır ve çevreci bir siyaset yerel yönetim organizasyonlarını es geçerek demokrasi, eşitlik ve adalet gibi söylemlerinin yerel halka ve bölgesel çevre örgütlenmelerine yöneltmek zorundadır. Bir demokrasi söylemi içinde ve doğrudan siyaset bağlamında olmasa bile Doğa Derneği’nin de yerelle olan ilişkisi