• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM: KAVRAMSAL ÇERÇEVE

2.2. Çevreci Siyaset: Radikal Taleplerden Kontrollü Dönüşüme

Çevrecilik düşüncesi felsefi kökleri itibariyle kendini eleştiri olarak kurar ve karşı çıktığı düşünceler üzerinden kendi özgün görüşlerini geliştirir. İnsan-merkezcilik ve teknoloji-merkezcilik eleştirileri, düşünsel bir arka plan oluşturduğu kadar farklı çevrecilik söylemlerini siyasete dâhil eden örgütlenmelerin, mevcut siyaset biçimlerine karşı alternatif oluşturabilecek farklı pratiklerinin önünü açmıştır.

Çevrenin insan müdahalesinden korunması fikri oldukça eski olsa da çevreciliğin siyasete aktif olarak dâhil olması 1960’ların sonunda, farklı toplumsal olaylara ilişkin yeni örgütlenme biçimlerinin oluşmaya başladığı döneme aittir (Field vd, 2002: 215-216).

28

Bu dönem, farklı toplumsal konuların (ayrımcılık, savaş karşıtlığı, kirlilik vs.) kendi bağlamları içinde değerlendirilip bu minvalde toplumsal ve siyasal taleplerin üretildiği, önceki durumdan farklı bir siyasal havayı kapsamaktadır. Doğaya ve ekolojiye ilişkin sorunlar da her anlamıyla böyle bir dönem içinde aktif siyasetin bir parçası olmaya başlamıştır. Mevcut siyasal ve ekonomik uygulamaların yarattığı doğa tahribatına karşı geliştirilen siyaset, her şeyden önce karşı çıkılan uygulamaların düşünsel köklerini eleştirir ve bu eleştiriyi özgün ya da hali hazırda mevcut olan ideolojik ve siyasal örgütlenmelere ekleyerek çevreci bir siyasetin imkânını arar. Çevreci siyaset şekil 2’de görüldüğü üzere iki ana eksende pratik kazanır. Siyasetin uzamında diğer tüm siyaset yapma pratikleri gibi kendini konumlandırdığı düşünsel çerçeve sağ ve sol kavramlarının yarattığı bağlamlara yerleşirken, diğer eksen çevrecilik düşüncesinin merkezi karşıtlığını oluşturan teknoloji-merkezcilik ve ekoloji-merkezcilik uçlarında kurulmaktadır. Farklı çevre siyasetleri bu iki eksende aldıkları konumlara göre değerlendirilebilir.

Şekil 2: Çevreci İdeolojiler (Carter, 2007: 78)

29

Siyasal bir pratik olarak çevrecilik düşüncesi çok farklı şekillerde sınıflandırılmaya müsaittir (Porritt, 1989). Ancak siyasal eğilimleri göz önüne alındığında çevrecilik söylemleriyle siyaseti bir araya getiren iki ana eğilimden bahsedilebilir. Bir tarafta çevrecilik fikrini mevcut siyasal konumlarına ekleyen, sosyo-ekonomik sistemin dönüştürülmesi taraftarı olan radikaller bulunurken, diğer tarafta sosyo-ekonomik sistem için iyileştirmelerle doğa-toplum ilişkini geliştirmeye çalışan reformcular yer almaktadır.

Reformcu çevre siyasetleri, toplumların doğayla kurduğu ilişkide, sorunların farkında olmakla birlikte bunların çeşitli düzenlemelerle iyileştirileceğini, dahası bir dönüşüm olacaksa bunun mevcut kurumların ve ilişkilerin düzenlerini koruyarak dönüşmesiyle mümkün olacağını görüşüne sahiptir. Mevcut siyasete bir alternatif oluşturma çabası yerine, mevcut siyaset içinden geliştirilen siyasetlerin pratik sonuçlarıyla çevresel iyileştirmeler dönüşümlerin sağladığı farklılığı vurgulayan birçok çevreci örgütlenme söz konusudur. Bunların en bilinen örnekleri birçok farklı ülkede faaliyet gösteren ve doğrudan siyasal faaliyetleri benimsemiş Yeşiller Hareketi’dir.

Çevreci toplumsal hareketlerin ekoloji vurgusunu siyasete taşıyan Yeşiller Hareketi demokratik sol siyaseti yeniden şekillendirme hedefiyle temel toplumsal ve demokratik değerlere bağlı, şiddet karşıtı, ekolojik, bir siyaset söylemi geliştirmiştir (Talshir, 2002, 34; Burchell, 2002: 9-12). Ancak doğrudan siyaset yerine çeşitli kampanyalar, çalışmalar ve eğitimlerle çevre sorunlarına dikkat çeken ve çözüm önerisi geliştiren reformist çevre hareketlerinden de bahsedilebilir. Farklı örgütlenme biçimlerinde, toplumsal tabanın geliştirilmesi ve bu tabana dayanarak siyasal taleplerde bulunan bu hareketlerin siyasal pozisyonları da çevrenin ve doğanın koruması ve düzenlemesi üzerine kurgulanmıştır. Bu bağlamda reformcu çevre siyasetleri, çevre sorunlarının doğrudan siyasete ve ekonomiye mal edilmesi yerine, küçültülerek ve parçalara bölünerek çözülebileceğini vurgular.

Coğrafi ya da tarihsel ve toplumsal bağlamın kendisi bu noktada anlam kazanır. Bütün

30

bir siyasal ya da ekonomik sistemi mahkûm etmek yerine sorunun toplumsal kaynağının doğrudan tespit edilmesi ve çözümler üretilmesiyle sonuç elde edilmeye çalışılır. Devall (1979) eleştirel bir yaklaşımla reformist çevreci hareketlerin doğa ve toplum arasındaki ilişkiyi tahakküm alanından çıkarmak yerine insan lehine pekiştirdiğini vurgular. Ona göre reformist çevreci siyasetler, planlama ve düzenleme eylemleriyle daha rasyonel bir tahakküm mekanizmasının çalışmasına olanak sağlamaktadır.

Radikal çevre siyasetleri ise toplum içindeki çeşitli ayrımcılık, tahakküm ve sömürü biçimlerinin insan ilişkilerinde olduğu gibi doğa-toplum ilişkisine de yansıdığını, doğa-toplum ilişkisinin ancak bu toplumsal ilişkilerin dönüştürülmesiyle mümkün olacağını vurgular. Çok geniş bir sol yelpazeye yayılmış olan bu siyasetler, mevcut sol siyasetlerin siyasal mücadelelerine doğayı da dahil ederek onlara ekoloji duyarlı bir biçim verir. Bu çevre siyasetlerinden ekoanarşist yönelim, anarşizmin toplum içindeki tahakküm ve hiyerarşi ilişkilerinin eleştirisini doğayı da kapsayacak şekilde genişletir ve doğa-toplum ilişkisinin de bu hiyerarşi ve tahakküm ilişkilerine göre şekillendiği görüşünü savunur (Bookchin, 1996: 76-77; Merchant, 2005: 148-149). Feminist bir siyasal programı ekolojik mücadeleyle birleştiren ekofeminizm, tahakküm ilişkilerini cinsiyet ayrımcılığı üzerinden okuyarak doğanın tahakkümüyle kadınların tahakkümünün aynı erkek mantığı üzerinden oluşturulduğunu, doğa ve kadın özgürleşiminin aynı izleği takip ederek mümkün olacağını savunur. Bununla birlikte erkek aklının ürünü olan teknoloji-merkezcilik ve insan-merkezcilik eleştirilerini birey toplum ve doğanın farklı bir şekilde kurgulayarak mümkün olacağı iddiasıyla birleştirerek alternatif bir siyaset geliştir (Merchant, 2005: 197-195; Birkeland, 1993: 18; Eaton, 2003: 365-366). Radikal çevreci siyaseti benimseyen diğer politik yaklaşım olarak ekososyalizm ise “demokratik sosyalist davayı ekolojinin ışığında yeniden formüle eder” (Eckersley, 2003: 119).

Ekososyalizm’de üretim ilişkilerinin yarattığı tahakküm ve tahribat, doğayı kapsayacak

31

şekilde genişletilir. Çevre sorunları mevcut üretim süreçlerinin bir yansıması olarak ortaya çıkmıştır. Diğer radikal teorilerde olduğu gibi ekososyalizm için de iyileştirilmiş olsa bile mevcut toplumsal ilişkiler her türlü tahakküm biçimini yeniden üretecektir (Pepper, 1993).

Çevreci söylemlerin siyasete dâhil olması, korumacı perspektiften sonraki aşamayı ifade eder. Bu aşamada çeşitli ideolojik yönelimlerin doğa-toplum ilişkisine ve çevre sorunlarına yönelttiği eleştiriler, bir taraftan bu ideolojilerin perspektifini genişletirken diğer taraftan çevreyi de siyasal söylemlere ve siyaset pratiklerine eklemler.

Ancak çevreci siyaset belirli ideolojik yönelimlerin merkezini oluşturan ideolojik söylemi desteklemekle yetinmez. Somut sömürü, tahakküm ve ayrımcılıklar üzerinden geliştirdiği savlar çevreci söylemleri toplumsal ilişkilerin merkezine daha da yakınlaştırır. Bu anlamda 1990’lı yıllarla birlikte çevreci söylemler ve siyaset, farklı toplumsal sorunlarla bütünleşmeye başlamıştır (Belkhir & Butler, 1998). Böylece sadece doğa ve çevre sorunları değil toplumsal ve siyasal konular da çevreci siyaset içinde tartışılmaya başlamıştır.

Çevreci değerleri siyasete dâhil eden politikalar geliştirme çabası, farklı toplumların özgün siyasal niteliklerine müdahale ederek bu siyasal nitelikleri dönüştürmeyi hedefler. Bu anlamıyla demokrasi fikrinin geliştirilmesi kadar ayrımcılık biçimleriyle mücadele etme ve otoriter rejimler karşısında demokratikleşmenin olanaklarını da zorlar. Çevreci hareketler, Hindistan (Pal, 2006; Srikant, 2009; Swain, 1997), Endonezya (Peluso vd, 2008), Tayvan (Lyons, 2008), Çin (Stallay & Yang, 2006), Brezilya (McCormick, 2006; Menegat, 2002), İran (Afrasiabi, 2003; Foltz, 2005,) ya da eski Sovyet Bloğu Ülkeleri (Sarre & Jehlicka, 2007; Pickvance, 1997) gibi birbirinden farklı toplumsal ve siyasal yapıdaki ülkelerin demokrasiyle kurduğu ilişkide etkin bir rol

32

üstlenmiştir. Toplumsal ya da siyasal talep oluşturma anlamında diğer toplumsal hareketler gibi çevre hareketleri de toplumların demokratikleşme süreçlerinde etkin roller üstlenmiştir. Demokratikleşme süreçlerinin yanı sıra mevcut liberal demokrasinin kavramsal olarak geliştirilmesi ve dönüştürülmesi çabaları, çevreci söylemlerin demokrasi kavramıyla kurduğu diğer bir ilişki biçimidir. Farklı bir siyasal projeye eklemlenmediyse çevreci siyaset çevre sorunlarının giderilmesi ve ekoloji merkezli bir yaşam biçiminin oluşturulması adına temelde demokrasinin tahsisi ve geliştirilmesi üzerine bir siyaset inşa etme çabasıdır. Bu inşa çabası tabandan tavana bölgesel olandan küresel olana genişlemeyi içerir. Bu nedenle katılımcı demokrasi kavramına çevreci söylemler içinden geliştirdiği kavramlarla katkıda bulunur. Çevrecilik söylemlerinin ana damarını oluşturan bütüncül yaklaşım bağlamında birey ve devlet arasındaki ilişkiye çevre ve daha genel anlamda doğa fikrini dâhil eder.

Temel hedef, demokrasi kavramının temsili demokrasiden katılımcı demokrasiye doğru genişletilmesini içerir. Bu anlamda çevreci siyaset hakların ve sorumlulukların yeniden düzenlenmesinin, katılımcı demokrasinin gerçekleştirilmesi için önemini vurgular. Çevreci siyaset için katılımcı demokrasi, bütün yurttaşların yönetime doğrudan katılmasının yanı sıra ekolojik hakların ve sorumlulukların paylaşılması çerçevesinde toplumsal uygulamaların genişletilmesini içerir (Eckersley, 2004: 111). Eckersley’in vurgusu, çevreci söylemlerin ürettiği siyasetin demokratik hedefinin ekolojik haklar ve sorumlulukların genişletilmesi yoluyla katılımcı demokrasinin yeşil demokrasi biçiminde dönüştürülmesidir. Yeşil demokrasi, katılımcı demokrasinin içeriğine ekolojik değerleri ve bu değerlerden kaynaklanan hak ve sorumlulukların dahil edilmesini kapsar.

Demokrasi dışarda bıraktığı değerleri içselleştirerek, yani hem toplumsal yapıda hem de ekolojik anlamda kendini genişleterek katılımcı-çevreci demokrasinin değerlerine ulaşabilir (Saward, 2005: 89-90). Bu bağlamda çevreci siyasetin demokrasiyle kurduğu

33

ilişki, ulus devlet kavramını aşan bir içeriğe sahiptir. Ulus devletin merkezi yapısına karşılık yerel topluluklardan uluslararası topluma uzanan bir hat üzerinde sınırlayıcı bir örgütsel yapılanma içine girmeyen bir demokrasi anlayışı çevreci siyasetin geniş ve uzun ölçekte hedefini oluşturur. Yerel topluluklar ve onların karar alma süreçleri, bölgesel doğanın topluma entegre edilmesi ve böylece ekolojik hak ve ödevlerin korunması anlamında demokratik yönetim, düşüncesinin merkezindedir. Katılımcı ve çevreci bir demokrasi yukardan siyasal mekanizmalarla değil tabandan, bütün katılımcıların katkısı ve doğa-toplum-ekoloji ilişkisini gözeterek tahsis edilebilir.

Çevreci siyasetin ekolojik hak ve sorumlulukları da dahil ederek teorik anlamda genişlettiği katılımcı demokrasi, diğer bir deyişle yeşil demokrasi, mevcut yurttaşlık tanımlamasını haklar ve ödevler ötesine taşır. Ekolojik yurttaşlık ulus devlete bağlı bölgesel bir yurttaşlığı içermez (Melo-Escrihuela, 2008: 120). Buna bağlı olarak sorumluluklar topluma olduğu kadar ekolojik yaşama karşı da vardır ve kolektif eylemler neticesinde gerçekleştirilir. Buna ek olarak kamusal/özel ayrımını aşarak yurttaşlık kavramını bireylerin bütün hayatına kapsayacak şekilde genişletir (Smith, 2004: 140).

Özel mülkiyet kavramıyla beraber düşünüldüğünde çevreci söylemlerin mevcut demokrasiye temel itirazı, özel alanın düzenlenmesi ve korunmasıyla oluşacak toplumsal ve çevresel refahın aslında sorunları başka yerlere yönlendirmek olduğu yönündedir.

“Arka bahçemde olmasın” (not in my backyard) ifadesinde yansımasını bulan özel mülkiyet-yurttaşlık-çevre ilişkisinin çevreci bir yurttaşlık kavramsallaştırması için değil mevcut demokrasi-ulus devlet-yurttaşlık ilişkisinin içinde bir tanımlama olduğunu, çevreye olduğu kadar demokrasi kavramına da bütüncül bakılması gerekliliği vurgulanır.

Öyleyse çevreci yurttaşlık kavramı, toplumsal sözleşmeye bağlı, özel mülkiyetten kaynaklanan haklar ve ödevleri aşan birçok sorumluluğu ortaya çıkarır (Dobson, 2006).

Öncelikle sorumluluklar seçim yoluyla birine temsil için devredilmesi yurttaşlık

34

kavramının altını oyarak içeriğini boşaltmaktadır. Sorumluluklar bireysel olarak herhangi bir üst yönetime devredilmeden üstlenilmeli ve demokrasiden kaynaklanan toplumsal ve çevresel haklar aynı biçimde bireysel olarak değerlendirilmelidir. Bu sorumluluk ve haklar alanı sivil toplumdaki insan ilişkilerinin çevre faktörünü de gözeterek düzenlenmesini içerir.

Ekolojik yurttaşlık aynı zamanda adalet ve eşitlik kavramlarıyla da ilişkilendirilir.

Farklı toplumsal konumlarda ya da sosyo-ekonomik düzeylerdeki insanların veya grupların uğradığı ayrımcılık kendini doğayla ve çevreyle kurulan ilişkide de gösterir. Bu minvalde çevreyle kurulan ilişkide faydaların olduğu kadar zararlarında ortaklaştırılması ve böylece toplumsal adaletin çevre konusunda da gerçekleştirilmesi gerekliliği çevreci siyasetin adalet ve eşitlik konularına yaklaşımının temelini oluşturur. Çevresel hakların, sivil hakların bir parçası olduğu üzerine vurgu, hem adaletsizlik ve eşitsizlik kavramlarını toplumsal anlamda genişletir hem de çevrenin bütün bireyler için eşit derece bir hak olduğunu öne sürer.

Çevresel kaynakların kullanımı, dağıtımı ve bunlardan kaynaklanan sorumlulukların paylaştırılması gibi konular adaletsizliğin toplumsal ve çevresel boyutlarıyla ilişkilendirilirken, sınıfsal, cinsel ya da etnik farklılıklardan kaynaklı ayrımcılıkların analizi ve eleştirisi sivil haklar ve demokrasi kavramlarıyla beraber çevresel eşitliğin imkânı üzerine odaklanır. Eşitlik ve adalet kavramları bu bağlamda, siyasal bir içeriğe sahip olduğu kadar ekonomik bir içeriği de vurgular. Üretim ve tüketim pratiklerinin doğaya olan bedeli ve bunun farklı sınıflarla olan ilişkisi, sürdürülebilir ekonomik planlama gibi konular toplumsal adalet ve eşitlik bağlamında belirleyici faktörler oldukları kadar çevreci bir ekonominin de belirgin tartışma alanlarını oluşturur.

35