• Sonuç bulunamadı

4. BÖLÜM: ÇEVREYİ KURGULAMAK: TÜRKİYE’DE ÇEVRECİLİK

4.2. Çevre-Siyaset İlişkisi

4.2.2. Siyaset Yapmak: Çevre Söylemlerinde Siyaset Algısının Oluşumu

119

bilinçlendirme faaliyetleri üzerinden yapılacak bir okuma, bu siyasal perspektiflerin farklı siyaset algıları oluşturduğuna ve bunları çevre söylemleri içine yerleştiğine dair ipuçları vermektedir.

4.2.2. Siyaset Yapmak: Çevre Söylemlerinde Siyaset Algısının Oluşumu

120

sahip olduğu bu iki yönelimin bütün örgütlenmelerde aynı ağırlıkta olduğundan bahsedilemez. Söylemlere yapılan vurgudaki ağırlık merkezlerinin farklılığı, çevre söylemlerindeki siyasal içeriği ve mantığı farklılaştırırken bu söylemlere sahip çevre örgütlenmelerinin niteliğini de diğer çevre örgütlemelerinden ayırır.

Türkiye’deki çevre örgütlenmelerinin sahip oldukları iki yönelimli siyasal içerikler üç kategoride toplanabilir. Bunlardan ilki taleplerin, doğrudan siyaset uygulayıcılarının yönlendirilmesine yönelik çeşitli söylemler geliştiren çevre örgütlenmelerini içerir. Bu anlamda Türkiye Çevre Vakfı’yla yapılan görüşme bu kategorinin de ana hatlarının belirlenmesinde önemli bir örnektir. Görüşmeci Vakıf’ın söylemlerinin siyasetle olan ilişkisini şöyle tarif etmektedir:

“Türkiye’deki çevre tarihinin veya pratiğinin son 40-50 yılına baktığımızda, vakfı burada bir yere konumlandırdığımızda, hatta o kadar ki vakıf ciddi şekilde yönlendirici olmuş… Örneğin 1981 anayasası, anayasada 56. Maddenin çevre üzerine yazılmış olması, ona bağlı olarak çıkan çevre kanunu, çevre kanununa bağlı olarak çıkan çevresel etki değerlendirmesi yönetmeliği. Bunlar bütün Türkiye Çevre Vakfı’nın girişimleri, talepleri ve devletin de buna destek vermesi sonucunda hayata geçmiş şeyler. Dolayısıyla Türkiye Çevre Vakfı’nın mevcut pozisyonu biraz böyle politik olarak işe bakan çevresel derneklerden vakıflardan falan çok farklı. Bizimki daha çok böyle ciddi anlamda yönlendirici, kurumsal anlamda belirleyici yapıya sahip bir örgütlenme yapısına sahibiz”.

Vakıf’ın siyasetle olan ilişkisini tanımlama biçimi çevre söylemleri açısından ayırt edici bir özelliğe sahiptir. Çevre örgütlenmelerine ilişkin genel izlenimin aksine doğrudan siyasileri yönlendirmeyi hedefleyen bir perspektife üzerinden siyaset kurumuyla ilişki oluşturulmuştur. Bu perspektif kitleleri eğitmek ya da bilinçlendirmek gibi bir faaliyetleri dışlamaz. Ancak bu faaliyetlerin örgütlenme içindeki etkisi azaltır ve söylemlerin siyasal içeriklerinin yoğunluklu olarak siyaset kurumuyla işbirliğine dönük bir eylem alanı

121

oluşturmasına imkân tanır ki bu da çevre söylemlerindeki siyasal yönelimin bir boyutudur. Bu boyutun ayırt edici özelliği söylemlerdeki siyasal içeriğin belirli bir tabana yaslanmasından ziyade toplumsal ilişkileri düzenleyen kuramsal ve kurumsal ilişkileri gözetmesidir. Kitlelerden kaynaklı etki gücü yerini hukuk oluşturucu ilişkilere bırakmıştır. Bu ise şöyle açıklanmaktadır:

“İlk yıllarda, çalışmaları daha ziyade kamuoyunu aydınlatma ve uyarma şeklinde yürüten Vakıf, özellikle son yıllarda bu tarzı değiştirmiş, çevre kavramının toplumda kabul edilmesi ve önemsenmesi karşısında; daha ziyade teknik ayrıntılara inen ve başka kuruluşların fazla ilgilenmediği alanlardaki hizmetlere ağırlık vermeye başlamıştır” (Türkiye Çevre Vakfı, tarihsiz).

Söylemsel olarak kendine referansla toplumsal anlamda bilinçlendirme faaliyetinin gerçekleştiğini ifade eden Vakıf için siyaset kurumu öncelikli etkinlik alanı olarak tasarlanmaktadır. Buna bağlı olarak tabandan oluşturulacak talepler yerini doğrudan siyasetin alanına giren lobi faaliyetleri ve teknik düzenlemelere bırakmıştır.

Örgütlenmenin toplumsal etki gücü de bu ilişkilerden kaynaklanmaktadır. Kitlelerle kurulan ilişki ise eğitim ve çalıştaylarla bu siyasal yönelimi yeniden üretecek biçimde kurgulanmıştır.

Türkiye Çevre Vakfı gibi söylemlerinin siyasal içeriğinin temel amacını siyaseti yönlendirmek olarak belirlemiş olduğunu söyleyebileceğiz diğer bir çevre örgütlenmesi Greenpeace’tir. Uluslararası bir kuruluş olmakla birlikte birçok farklı yerel bölgede faaliyet gösteren Greenpeace’in siyasal söylemlerinin muğlaklığı, etkinlik alanın coğrafi anlamda geniş olmasıyla ilişkilendirilebilecek olsa da kendi eylemliliğini tanımlama ve bölgesel faaliyetlerini ifade etme biçimini göz önüne aldığımızda etki gücünü, kitlesel bir

122

hareketten almaktansa kendi konumuna vurgu yaparak siyasetle kurduğu ilişkiden aldığını görebiliriz.

“Greenpeace tüm dünyada çevreye karşı işlenen suçlara karşı kampanyalar yürütür.

Bu kampanyalar; barışçıl doğrudan eylemler, yetkililerle görüşmeler, uluslararası anlaşmalara gözlemci olarak katılma ve lobi faaliyetleri… gibi etkinlikleri içerir”

(Greenpeace, 2010).

Yetkililerle görüşme, lobi faaliyetleri gibi eylemler siyasetle kurulan ilişkinin ipuçlarını verirken, söylemlerdeki siyasal içeriğin yönelimini de imlemektedir.

Söylemlerin barındırdığı talepler doğrudan insan kitlelerine olmaktan ziyade siyaset kurumunun pratiklerine yönelik taleplerdir. Bu noktada kitlesel faaliyetin konumu biçimsel olarak belirgin olsa da içerik olarak muğlaktır. Etkinlikleriyle popüler olmuş bir çevre örgütünde çelişkili gibi görünebilecek bu durumun temel kaynağı ise siyasal taleplerle taleplerin iletildiği muhatapların belirsizliğidir. Eylemler kitlelere yönelik bir propaganda aracıyken siyaset kurumuna karşı bir talep kimliğine bürünmektedir. Ancak eylemlerin tam anlamıyla kitlelerin dâhil olmayacağı biçimde kurgulanması, talep taşıyıcısı olarak kitlelerin değil sadece örgütlenmenin etkin bir söylemsel güce dönüşmesine neden olmaktadır. Böylece kitleler yönlendirilebilirken söylemlerin ürettiği talepler de örgütlenme tarafından kontrol altında tutulmaktadır.

Kitleleri yönlendirme potansiyeli herhangi bir örgütlenmenin niceliksel gücüyle (üye sayısı, faaliyet alanlarının çokluğu vb.) doğrudan ilişkilidir. Niceliksel gücün yoğun olmadığı durumlarda, söylemlerin siyasal yönü bürokratik faaliyetlerin etkinliğine paralel olarak belirlenir. Tıpkı Türkiye Çevre Vakfı gibi bu niceliksel çoğunluğa erişememiş fakat bürokrasi içinde etkin bir gücü olan diğer çevre kuruluşu TÜRÇEK’de siyasal etkinlik alanını ideolojiden yalıtılmış bir bürokrasi içinde oluşturmuştur. Çevre koruması

123

ve yeşillendirme faaliyetleri üzerine kurulu olan örgütlenme elbette ihtiyaç duyacağı bir taban için çalışmalar yürütmektedir. Ancak bu çalışmalara paralel olarak üretilen söylemlerin siyaset azade olduğunu vurgulama ihtiyacı içindeki TÜRÇEK, siyasetle kurduğu ilişkiyi çeşitli faaliyetler oluşturup talep yaratacak bir aracı kurum olma durumundan çıkararak söylemlerin siyasal içeriklerinin iki yönlü muhatabının yani bir tarafta siyaset yapıcılar diğer tarafta kitleler ilişkilerini de baştan yok saymaktadır. Kendi internet sitelerinde “TÜRÇEK neden çok bilinmiyor?” TURÇEK, (Tarihsiz) sorusuna verdikleri cevap siyasal içeriği bakımından söylemsel pozisyonlarını özetlemektedir

“Doğa ve çevrenin tahrip edilmesine bilimsel raporları ve hukuki dayanakları temel alarak yönetimleri uyarmış, düşüncelerini hukuki alanlara taşıyarak mücadelesini sürdürmüştür. Böylece, kurulduğu yıldan bu güne bir çok yönetim değişmiş olsada bu kararlılık hiç bir zaman değişmemiştir. TÜRÇEK, her zaman sokak eylemlerini dikkatle izlemiş ve bilimsel ve hukuksal dayanağı olan etkinliklerde değişik sivil toplum kuruluşlarıyal birlikte hareket etmiştir… Günümüzde yerel doğa/çevre sorunları giderek daha karmaşık ve küresel bir durum almıştır. Bu gelişmeler aynı zamanda çeşitli oluşumların düşüncelerini sokak eylemlerine de dönüştürmüştür… Yönetim Kurulumuz gelişen bu olayları yakından takip etmektedir. Kendi üye ve gönüllüleriyle büyük ve köklü bir kurum misyonu ve vizyonu taşıyan TÜRÇEK, sosyal, ekonomik ve bilimsel temelli yaklaşımlarla hareket etmeyen çözüm önermeyen hiç bir hareketin destekçisi olmamıştır.”

Sorulan soru ve verilen cevap arasındaki uyuşmazlık ve cevabı oluşturan içeriğin hukuk karşına toplumsal talep üreten eylemliliği koyması, örgütlenmenin çevre söylemlerindeki siyasal içerikler söz konusu olduğunda sahip olduğu konumun da altını çizmektedir. Söylemsel olarak siyaseti reddeden kuruluş, sokak eylemlerine yüklediği anlamlarla yine söylemsel olarak ciddi bir siyasal figüre dönüşmektedir. Ancak onu özgün kılan nokta, siyaseti belli bir taban adına üretmek yerine kendi siyasetini üretmiş olmasıdır. Bu anlamda ilişki içinde olduğu kitleyi siyasal bir söylemden ya da siyasal

124

taleplerden uzaklaştıran örgütlenme, kendini siyasetinin söylemsel içeriğinin merkezine almaktadır. Bu aynı zamanda onu üretmesi gereken içeriklerden daha öp plana çıkarmaktadır. Böylece siyasetle kurulan ilişki kuruluşun kendisiyle siyaset kurumu arasına hapsetmektedir.

Siyasileri yönlendirmeye yönelik söylemsel içerikler geliştiren çevre örgütlenmelerinin, söylemsel içeriklerden ziyade kendilerini ön plana çıkmaları onların ortak özelliklerinden biridir. Söylemin yönünün siyaset uygulayıcılarına yönelmesiyle birlikte örgütlenmelerin kitlelerle olan ilişişi temelde bir yönlendiren yönlendirilen ilişkisine dönüşürken, örgütlenme de Türkiye’deki sivil toplum alanının belirsizliğine paralel olarak tabandan talep oluşturma, tabana belirli ilkeleri yayma gibi etkinlikler yerine daha küçük ve daha kurumsal etkinliklerle taleplerin tabandan siyasete doğru olan akışı kontrol altında tutan toplumsal mekanizmalar haline gelmektedirler. Böylece Çevreci söylemlerin temelinde yer alan toplum dönüştürülmesi, doğrudan demokrasi ve devlet müdahalesini en aza indirmek gibi içerikler bunu üretecek örgütlenmeler tarafından zedelenmiş hale gelmektedirler.

Ancak bu yönelime sahip çevre örgütlenmelerinin siyaset kurumu üzerindeki etki gücü yoğun olsa da nicelik olarak fazla olduklarında söz edilemez. Türkiye örneğinden niceliksel olarak en etkin çevre örgütlenmeleri bir şekilde siyasetle ilişki kurmayı ihmal etmese de kitlelerle olan ilişkilerini temele alan örgütlenmelerdir. Siyasetle ilişki kurma biçimleri, üye sayılarının fazlalığı, belirli bir siyasal yapılanmanın çevresine yerleşmek, proje geliştirmek vb. gibi alanlar aracılığıyla da olsa bu örgütlenmeler yine de etkinlik güçlerini kitlelerle kurdukları ilişkilerden almaktadırlar. Bu anlamıyla tabandan tavana, kitlelerden siyasete kanalize olması gereken taleplerin en azından biçimsel olarak işlemesine olanak sağlamaktadırlar.

125

Üye sayısının fazlalığına bağlı olarak, bu tip örgütlenmelerin söylemlerini en etkin biçimde kullananlarından birisi TEMA Vakfı’dır. TEMA Vakfı’nın birçok alanda faaliyet göstermesi ve özellikle eğitim ve bilinçlendirme çalışmaları üzerinde durması geniş kitlelerle ilişki kurmasına imkân tanımakla birlikte oluşturduğu söylemlerin siyasal etki gücünü de kuvvetlendirmektedir. Yapılan görüşmede kitlelere yönelik eylemlerde olduğu kadar siyaset kurumuyla olan ilişkisinde de bilinçli faaliyetler yürüttüğü gözlemlenmiştir.

Bilinçlendirme çalışmalarını özel bir çalışma sahası olarak kurgulamış olan Vakıf, siyasetle kurduğu ilişkide de bu farkındalık düzeyine sahiptir. Kendini bir sivil toplum kuruluşu olarak tanımlayan Vakıf kendisi gibi bütün sivil toplum örgütlenmelerinin görevlerini de şöyle ifade etmektedir:

“…sivil toplum kuruluşlarının çalışmaları aslında devlete yön verip, yani nasıl diyeyim tavsiyelerde bulunup, o tavsiyelerin politika olarak kullanılmasını sağlamak. E biz de bu konuda güzel bir, seçimlerden önce bir yönerge hazırlandı, eko siyaset bildirgesi hazırlandı ve tüm adaylara, daha sonra da genel başkanlara eko siyaset bildirgemizi Tema vakfı olarak sunduk… Yani dediğim gibi bütün sivil toplum kuruluşlarının esas amacı siyasilere tavsiyelerde bulunup, yararlı tavsiyelerde toplum için, gelecek için olan tavsiyelerde bulunup onun uygulamaya geçmesini sağlamaktır.”

Bütün sivil toplum kuruluşlarına yüklenen bu amaçlar, TEMA Vakfı’nın oluşturduğu söylemlerdeki siyasal içeriğin yol haritasını da bize sunmaktadır. Türkiye Çevre Vakfı ya da Greenpeace gibi kendi örgütleme yapısı çevresel taleplerin merkezi haline getirmemiş olan Vakıf, yine de siyasal etki gücünün farkındalığıyla söylemlerini tabandan siyaset kurumuna doğru bir sikülasyon içinde oluşturmaya özen göstermektedir.

Tabanda bilinçlendirme faaliyetleriyle geniş ve yoğun bir kitle oluşturan Vakıf, kitlesel gücünü siyasileri yönlendirmek adına oynadığı rolün de farkındadır. Görüşmede

126

örgütlenmenin sahip olduğu niceliksel çoğunluğa ilişkin söylenenler bunu doğrular niteliktedir:

“Maalesef politikacılar sivil toplum kuruluşlarına kelle sayısına bakıyorlar, bağışlayın beni ama. Kellesiniz. Net. Kaç kişisiniz diyorlar. Bir milletvekilinin ziyaretine gidiyorsun ya da bir bakana: Kaç kişi var sizin üyeniz? Eğer üyeniz azsa burun kıvırıyor, uğraşmaya değmez diyor. Haa bakıyor ya Tema Vakfı, tamam, bir şey. Biz şu anda hani geldiğimiz noktada meclisin kapısı da açılıyor bize, bürokrasinin kapısı da açılıyor. Neden?

Arkamızda iyi bir kelle sayısı var. Yani, üzülerek söylüyorum ama böyle.”

Siyaset ve toplumsal tabanla kurulan bu ilişki sonucunda Vakıf söylemlerindeki siyasal içeriği çift yönlü olarak geliştirmiş etkinlik alanının da buna göre tasarlamıştır.

Niceliksel çoğunluğun yarattığı güç ekseni siyasal söylemlerin de bu çeperde üretilmesine neden olmuştur. Ancak yine de siyasal talepler söz konusu olduğunda, kitle dolayımıyla siyasete ulaşmak yerine doğrudan kanun yapıcıları ve siyaset üreticilerini muhatap almak TEMA Vakfı’nın da birincil tercihi olarak görülmektedir. Ekosiyaset Bildirgesi’ndeki (2015) çözüm önerilerinin kanun oluşturma çevreye ilişkin hukuk kavramının genişletilmesi gibi doğrudan siyasilere yönelik öneriler bu durumu örnekler niteliktedir.

Toplumsal tabanla siyaset kurumu arasında bir denge oluşturmaya çalışan çevre örgütlenmelerinin geniş faaliyet alanları, örgütlenmenin bir taraftan geniş bir toplumsal kitleye yayılmasına imkân vermekle birlikte söylemlerinin siyasal içeriklerini daha uzlaşmacı bir pozisyona taşımaktadır. WWF örneğinde görülebileceği gibi geniş faaliyet alanları birçok sorunun temsilcisi olmaya neden olurken bunlar için talep oluşturmak ve kesin çözümler üretmeyi söylemsel olarak savunma adına daha hassas hale getirmektedir.

Kitleden siyaset kurumuna ve siyaset kurumundan kitlere şeklinde bir ilişki oluşturmak

127

çevresel değerleri merkezi konumdan uzaklaştırırken denge gözetimini daha ön plana almayı zorunlu kılmaktadır:

“bazen taban çok etkili olabiliyor üstü etkileyerek ona göre kendini şekillendirtebiliyor, bazen de taban çok pasif kalıp üstten ne isteniyorsa o şekilde ilerliyor.

Yani standart bir şey söylemek mümkün değil… ekolojinin hizmeti farklı. Onun yaptığı hizmeti değiştirmek istiyorsanız bu sefer topluma olacak olan hizmet değişecek şekli, o zaman ekolojik bir hizmet olmayacak”

Çevreye ilişkin siyasetin niteliğini ifade edebilecek söylemler, etkin bir yapılanma kurulamadığında dağılmaktadır. Ancak WWF ölçeğinde uluslarüstü bir çevre kuruluşunun söylemlerindeki siyasal içeriğin yönünün son kertede muğlaklaşması söz konusu olamaz. Tıpkı Green Peace örneğinde olduğu gibi siyaset, kuruluşun örgütleme yapısı ve yoğunluğundan kaynaklı olarak kanun yapıcılarla kurulan ortaklıkları göz ardı edemez. Ancak WWF’i kendine özgü kılan nokta bu siyasetlerin oluşturulmasında bölgesel pratiklerin etkinliğine ve dolayısıyla bölgedeki kitlelerin projelere etki katılmasına bağlı olarak güç kazanıyor olmasıdır.

Söylemlerindeki siyasal içeriği oluşturmaya çalıştığı tabanla siyaset kurumu arasında bir köprü oluşturmaya adamış ÇEKÜD, siyaset kurumuna olan yakınlığının yanı sıra tabana olan yönelimiyle, kendi çevreci perspektifine siyasal bir içerik kazandırdığı kadar siyasete de çevre sorunlarını yine kendi perspektifinden entegre etmeye çalışan bir çevre örgütlenmesi olarak var olmaktadır. Siyasal pozisyonunun netliği çevreye ilişkin siyasal konumunu muğlaklaştırsa da siyasal söylemlerini ve çevreye ilişkin taleplerini iki yönlü olarak var etmeye özen göstermektedir. Ancak siyasetini söylemsel içeriklerini bir kitlesel talebin siyaset kurumuna iletilmesi olarak değil kitlenin siyasal biçimde yönlendirilmesi olarak tasarlamaktadır. Burada vurgulanması gereken nokta çevreye

128

ilişkin vurgunun hangi yoğunlukta ve nasıl konumlandığından ziyade taban ve siyaset kurumu arasında bağlayıcı bir işlev görüyor olmasıdır. Söylemlerinin siyasal yönelimi anlamında hem siyaseti hem de tabanı gözetir biçimde konumlanmış olsa da söylemlerin içeriği, çevreci bir siyaset için soru işareti oluşturmaktadır. ÇEKÜD’ün kendi internet sitesinde yayınladığı “Çevrenin Neresindeyiz” başlıklı yazı siyaset algısının biçimini olduğu kadar içeriğini de özetlemektedir:

“Ülkemizde çevre faaliyetleri siyaset gibi maalesef yalan-dolan işler olarak algılanıp bir avuç marjinal grup dışında muhafazakar, milletini seven insanlar tarafından hep reddedilmiştir. Çevre deyince iki köpek, bir kediyi kucağına alıp dünyayı kurtaran insan edalarında kimseye söz söyletmeyen, ilgili ilgisiz her konuda bağırıp çağıran tipler hatırlanır olmuştur. Durum böyle olunca da bu sahalarda söz sahipleri hep bu menfaat grupları olmuş, ülkemizin yönetimindeki hayati unsurlar sürekli kişisel menfaatlerin arkasında tutulmuştur.

Parayı kim verirse onun düdüğünü çalan bu adamlar, yeri geldiğinde milletin seçtiği hükümetlere kafa tutmuş, sermaye gruplarıyla işbirliği içerisinde kimi zaman iktidarı indirmiş, kimi zaman kıtlıklara sebep olmuş, kimi zamanlarda ise anarşi oluşturmak suretiyle halkın huzurunu bozmuşlardır. Halkın çoğunluğu tarafından, faydalı ve gerekli görüldüğü için eksik ve kusurlarına göz yumulan icraatlarda bile halkı kışkırtmak, provoke etmek suretiyle basit karışıklıkları medya ayağıyla müthiş abartıp sanki ülke yıkılmış, yanmış-bitmiş görüntüsü vermeye çalışan bu ‘çevreci’ tiplerin tribüne oynadıkları anlaşılmaktadır.

Halbuki ‘çevreci’ her zaman hazır tüfek eylem bekleyen, protesto işaretini gördüğü anda kırıp, döküp, yerlerde yuvarlanan insan eden demek değildir” (Aydöner, 2014).

Bu popülist söylem, siyaset algısı bakımından tutarlı ve bütünleşik bir biçime sahiptir. Bir taraftan kanun yapıcılar ve siyaset kurumuyla yakın bir ilişki kurarken diğer taraftan sahip olduğu çevre perspektifiyle bir kitleye seslenmektedir. Bu propagandist tavır siyaset algısının biçimsel olarak onaylasa da çevre siyasetini söylemsel olarak bir belirsizliğe mahkûm etmektedir. Bununla birlikte tabandan siyasete hareket etmesi beklenen çevre söylemlerini her iki yöne de kendisi aracılıyla yaymaktadır.

129

Siyasetin içeriğinin ve bununla birlikte çevre söylemlerindeki siyasal içeriklerin belirsizliği, söylemlerinin siyasal içeriğini iki yönlü kuran çevre örgütlenmelerinin temel sorunudur. Siyaset oluşturmak, özellikle çevre gibi bir konuda siyaset oluşturmak ve bunu söylemsel olarak organize etmek, teorik ve pratik olarak belirli bir açıklığı gerektirirken farklı ilgi alanlarındaki yoğun faaliyetler ve buralarda ortaya çıkan sorunların bütünlüklü ve birbiriyle çelişmeyecek biçimde ifade edilmesi gerekliliği bu örgütlenmelerin siyasal içeriklerini muğlaklaştırmaktadır. Muğlaklıktan kastedilen çevreci siyasal söylemlerin, örgütlenme pratik ve söylemlerinde ifade edilişinde ortaya çıkan belirsizlikledir. Bu anlamda öncelikle çevreci bir siyasetin temel taleplerinden olan toplumun siyasal ve ekonomik dönüşümünün gerekliliği vurgusu, bu tür örgütlenmelerde, ihtiyaç duyulan dönüşümün tanımlamasında yaşanan belirsizlik ve görece muhafazakâr perspektife kurban edilir. Bu durum, değişimin gerekliğinin vurgulanması ancak hangi araçlarla ve ne derece yapılması gerektiği sorusunun askıya alınmasıyla kendini gösterir.

Bu çevreci siyasetteki temel söylemlerden biri olan yerel topluluklarla uluslararası toplumların bir bütün içinde düşünülmesi ve yerel topluluklara önem verilmesi gerekliliği yönündeki söylem için de geçerlidir. Yerel düzeydeki çalışmalar toplulukların çevreye daha duyarlı hala getirilmesi ve çevre-toplum ilişkilerinin geliştirilmesi açısından önemli bir görev üstlenmiş olabilir ancak bunun sonucunda siyasetle kurulan ilişkide toplulukların öz çıkarları, örgütlenmenin etki gücüne ve siyasetle kurulan ilişkisine indirgenmiş olmaktadır. Böylece çevre siyaseti çevre ile toplum arasındaki ilişkiyi düzenlemekten önce çevre kuruluşuyla siyaset kurumu arasındaki ilişki dolayımıyla topluma ve çevreye yönelen bir perspektif içine hapsedilmiş olmaktadır.

130

Siyasetle kurulan ilişki belirli ölçülerde çevre örgütlenmelerinin siyaset algısını da belirleme etkin bir rol oynayabilmektedir. Böyle bir süreçten geçmiş Doğa Derneği de kimi zorunluluklarla söylemlerindeki siyasal içerikleri toplumsal tabana yönlendirecek biçimde yeniden organize ederek siyasal algıda yaşadığı değişimi pratiklerine de aktarmıştır. Yapılan görüşmede sivil toplum kuruluşlarının toplumsal konumlarıyla ilgili söylenenler aynı zamanda örgütlenmenin siyasete ilişkin algısının ve söylemlerindeki yönelimin ipuçlarını taşımaktadır:

“Son yıllardaki işte bu siyasi değişimler ve ülkenin geldiği noktada zaten artık her şey o kadar keskinleşmiş durumda ki sivil toplum iyice pasif ve kabuğuna çekilmiş… Zaten OHAL her şeyin daha rahat yapılabildiği, derneklerin daha da riske girdiği bir durum olduğu için daha da pasif ve daha da birbirinden uzaklaşmış durumda sivil toplum hareketleri de”.

Gündelik siyasetin etkileri, çevre örgütlenmelerindeki söylemlerin siyasal içeriklerini yönlendirme potansiyeline sahipken, örgütlenmenin siyasal algısını da etkileyecek sonuçlar doğurmaktadır. Özellikle yerel yönetimler ve demokrasi kavramıyla kurulan ilişkilerde bu durum daha da belirginlik kazanmaktadır. ister gündelik siyasetin etkileri ister siyaset kurgusunun kuramsal boyutları olsun örgütlenmenin söylemlerinin siyasal içeriği, talepleri tabandan oluşturacak bir biçim kazanmıştır. Ancak siyasal söylem oluşturmadaki bu değişkenliğe rağmen Doğa Derneği’nin hem siyasetle kurduğu genel ilişki hem de toplumsal tabanla yürüttüğü pratikler dikkate alındığında, siyaset algısının tabandan siyaset kurumuna doğru bir eksen çizdiği, söylemlerinin ise devlet bürokrasisi ve taban arasında sıkıştığı söylenebilir.

Çevre söylemlerindeki siyasal içeriklerin talep oluşturma adına doğrudan kitlelere yöneldiği üçüncü kategorinin öne çıkardığı nokta çevrenin siyasal bir talep oluşturma sürecinde kitleler aracılığıyla kurgulanması, en azından siyasal bir söylem içinde

131

kitlelerin etki gücünü vurgulamasıdır. Çevre söylemlerindeki siyasal içerikleri bu bağlamda kurgulayan çevre örgütlenmeleri, siyaseti kitlesel bir hareket olarak tasarlayıp talepleri de kitler aracılığıyla siyaset kurumuna iletme yolunu seçmiştir. Bu durum söylemi güçlendirirken pratik siyaset ve ürettiği sonuçları zayıflatmaktadır. Çünkü aracı bir kurum olmak yerine toplumsal örgütlülüğü ön plana çıkarmak, siyasetin merkezini kitlelerle yaymayı zorunlu kılar ve siyaset kurumunun kitlelerle yüz yüze kalması, mevcut demokrasi uygulamaları içinde temsili ortadan kaldırarak uzlaşma imkânını talepler lehine öteler.

Ekoloji Kolektifi bu tarz çevre örgütlenmelerine örnek olarak gösterilebilir. Çevre mücadelelerinin, toplumsal tabanla siyasete kurumu arasında ilişki kuran sivil toplum örgütlenmeleriyle yürütülemeyeceğini savunan örgütlenme için bu tarz bir sivil toplumculuk aynı zamanda bozuk bir siyasal perspektif üretmektedir (Özlüer, 2011; 41-43). Kitlelerin öz örgütlenmesi ve çevre örgütlenmelerinin bu öz örgütlenmeler için birer kuruma dönüşmeleri, siyasal söylem de kitleleri merkeze alarak oluşturulması çevre söylemleri içinden çıkacak doğru bir siyasal içeriğin merkezindedir. Örgütlenmenin hukuk danışmanlığı ve yurttaş hakları gibi konularda kitleler kurduğu ilişki de söylemlerini pratik olarak doğrulamaktadır. Ekoloji Kolektifiyle yapılan görüşmede de örgütlenmenin sahip olduğu siyaset algısının kitlelerle bütünleşik yapısının yanında yerel siyasetin de önemini vurgulanmıştır:

“…yereldeki örgütlere ilişkin, kapasitelerini geliştirmeye yönelik çalışmalar yürütmekteyiz. Yani, kamu kurumlarıyla şu zamana kadar birlikte çalışmışlığımız yok.

Maksimum şunun olabileceğini öngörüyorum. Hani bir yerel yönetimle belki birlikte, o anlamda… Ama işte bakanlıklarla vesairelerle bir ortak çalışma yapmamız ya da birlikte proje yürütmemiz mümkün değil.”

132

Tüm bu vurgular, siyasetin biçimiyle içeriğinin örtüştüğünü gösterirken bu örtüşmenin sonuçlarını da kendi içinde taşır. Öncelikle siyasal söylemin yoğunluğu ve gücü her zaman çevre söylemindeki sorunların önüne geçerek talepleri siyasetin dolayımıyla çevrenin yararı için oluşturma riskini taşır. Bununla birlikte kitleler üzerinden oluşturulan siyaset çevre sorunlarına daha duyarlı olsa da kitlenin çevre sorunları siyasal talepleri konusundaki muğlaklık çevreyi siyasal içeriğin çeperlerini itme tehlikesini içinde taşımaktadır. Ancak yine de Ekoloji Kolektifi’nin ürettiği söylemsel çerçeve, çevrenin siyasal bir olgu olarak değerlendirilmesi adına önemli bir konuma sahiptir. Her şeyden önce çevreyi siyasetin değil kitlelerin sorunu olarak tanımlamakta ve siyaseti ancak kitlelerin oluşturacağı bir perspektif sayesinde çözüm aracı olarak görmektedir. Bu anlamıyla yerel topluluklara vurgu yapması ve demokratik oluşumların aracı kurumlar olmadan gerçekleştirilmesi gereken bir insan faaliyeti olarak algılanması ve devlet müdahalesinin en aza indirilmesi gibi konularda çevreci değerlerin temsilcili üstlenilmektedir.

Siyaset algısını ve söylemlerindeki siyasal içeriği toplumsal tabanla talep oluşturmaya yönelik organize eden çevre kuruluşlarının yanı sıra bu mantığı benimsemiş, bir kuruluş hüviyetine sahip olmayan, organizasyon ya da hareket olarak nitelendirilebilecek çeşitli örgütlenmelerden de bahsedilmesi gerekmektedir. Kuzey Ormanları Savunu ve Karedeniz İsyandadır gibi örgütlenmeler kendileri doğrudan bir hareket olarak tanımlamakta ve örgütlenmelerini doğrudan bireylerin dahil olduğu karar alma süreçleriyle oluşturmuş organizasyonlar olarak tarif etmektedirler. Bu anlamda Kuzey Ormanları Savunusu (tarihsizB) kendi siyasal konumuna ilişkin şunları ifade etmektedir: