• Sonuç bulunamadı

4. BÖLÜM: ÇEVREYİ KURGULAMAK: TÜRKİYE’DE ÇEVRECİLİK

4.1. Temelleri Oturtmak: Çevre ve Teknoloji Kavramlarının Anlamı

4.1.2. Doğa-İnsan İlişkisinin Algılanışı: Eko-merkezcilik Karşısında İnsan-

72

Kavramlar Arası İlişki

Doğa ___ Koruma/Hammadde

Çevre ___ Eğitim / Bilinç

Ekoloji ___ Siyaset/Doğal Bütünlük

Tablo 2: Kavramlar Arası İlişki

Kavramların yaygın kullanımları, kavramların söylemsel olarak taşıdıkları anlamlarla beraber düşünüldüğünde, Türkiye’deki çevre örgütlenmelerin insan ve insan dışında kalan doğa arasında kurdukları ilişkinin niteliği göstermek için de başlangıç noktasıdır. Çevre örgütlenmeleri içinde insan ve doğa ilişkisini kavramsallaştırmak, söylemin doğayı mı yoksa insanı mı merkeze aldığına göre farklılıklar göstermekte ve bu da en gelen anlamda, Türkiye’deki çevreciliğin çekirdeğinin hangi sıçramalar aracılığıyla diğer toplumsal olgularla ilişki içinde olduğunu gösterme potansiyeli taşır.

4.1.2. Doğa-İnsan İlişkisinin Algılanışı: Eko-merkezcilik Karşısında

73

Türkiye’deki çevreci düşüncenin söylemsel pratikleri incelendiğinde iki farklı anlayışa ilişkin söylemlerin varlığı kabul edilebilse de pratikte kavramsal bir kargaşanın örnekleri görülmektedir. TÜRÇEK’in kurumsal değerlerini ifade ettiği metninde, eko-merkezci perspektifle insan-eko-merkezci perspektif arasında kalınarak üretilen anlam kargaşası açıkça görülmektedir: “Doğa merkezci olmakla birlikte çalışmalarında insanı soyutlamaz” (TÜRÇEK, Tarihsiz). Ancak aynı metin içinde yer alan “Doğa ve çevre koruma politikalarına insanı da gözeten bir yaklaşımla etki etmek…” ifadesi mevcut anlam kargaşası insan-merkezci perspektife doğru bir kayma göstermektedir. Doğa-insan ilişkisinin insan tarafının hangi noktada konumlandırılacağın belirlenememiş olması sonucu insana yapılan vurgu ağırlık kazanmıştır.

Aynı şekilde farklı bir çevre örgütlenmesi olan Doğa Derneği ile gerçekleştirilen mülakatta mevcut anlam kargaşasının izleri aynı biçimde görülmektedir:

“Evet var. Eee, zaten “doğa biziz” söylemine biz evrilerek geldik, aslında doğa derneğinin ilk kurulduğu yıllardaki sloganı “doğa sensin” idi.

Onda da yine insanın hep, bizim çıkış noktamız aslında insanın doğanın bir parçası olduğu; doğayı ele geçirmeye çalışan, doğayı yönetmeye çalışan, doğayı yok etmeye çalışan zihniyetin insanın kendi doğasına da ters olduğu yönündeydi. Ama biz bunu hep teorik olarak aslında düşünerek söylüyorduk.

Ee, 2002 yılında kurulmuş bir derneğiz, o yıldan bu yıla özellikle önemli doğa alanlarında çalıştığımız için ve buralar aslında daha çok, hani şehirlerden uzakta, yaban hayatının aktif olarak hala yaşadığı ve bu alanlarda insanların da aslında yaşadığı ve doğayla olan ilişkisini henüz tam olarak kaybetmemiş, hatta doğa, doğanın kendisi olan insanlarla da bizzat tanışmak, onlarla birlikte çalışmak, zaman geçirmek şansına aslında eriştik. Ve bunun sonucunda da, evet yani, aslında doğa biziz ve doğaya zarar veren de biziz, ama doğayı aynı şekilde var edebilecek olan veya onun içinde kendini yok edebilecek olan, onun bir parçası olarak hayat sürebilecek olanın da insan olduğunu düşünüyoruz.

74

Ve insanın ilk aslında, dünya üzerindeki ilk var olmuş nüfuslarından buyana kötüye doğru, ne yazık ki doğadan uzaklaşan, sadece yaban hayatı anlamında değil, kendi içindeki aslında kendi kişiliğinde ruhundaki doğasından da uzaklaştığı; hatta toplumun da bir doğası olduğu, toplumun doğasının da bozulduğu; yani hem doğanın doğası işte yaban hayatı, hem toplumun doğası hem de insanın birey olarak doğasının bozulduğu ve bu üçü arasındaki ve kendi içindeki ilişkilerinin bozulduğu, ve bizim yani kendi doğamızdan uzaklaşmamız, yaban hayatından, doğanın doğasından uzaklaşmamız ve bu ilişkilerin bozulmuş olması nedeniyle aslında bu noktaya geldiğimizi düşünüyoruz”.

Sloganın açıklanmasından sonra doğanın diğer canlılar için olduğu gibi insan yaşamı içinde merkezi ve kurucu bir etken olduğundan bahseden görüşülen konuşmanın ilerleyen yerlerinde doğa kavramının soyut ve romantik içeriğini insan ve toplum yaşamına atfederek doğa tasarımını antropomorfik bir perspektife çevirmektedir.

Söylemsel olarak ifade edilmek istenen şey doğa ve insan arasındaki bütünlük ve bütünlüğün bozulmasından kaynaklı sorunların ortaya çıkışı olsa da doğa tasarımının algılanışı ve ifadesi insanı merkeze alan perspektiften kaçamamaktadır. Aynı şekilde

“doğa biziz” sloganının da insanı merkeze alan söylemi, doğanın insanı da kapsayan bütünlüğüne vurgu yaparken insandan hareketle tasarlanmış bir doğa kurgusunu dayatmaktadır.

Eko-merkezci söylemin insan-merkezci perspektife kaydığı bu örgütlenmelerin yanı sıra Türkiye’deki çevrecilik söyleminin insan-merkezli perspektife ağırlık verdiği, sorunların ve çözümlerin bu perspektif üzerinden tanımlandığı görülmektedir.

Öncelikle insan-merkezci yaklaşıma sahip çevre örgütlenmelerinin çevre sorunlarını algılayışı, insan yaşamının kalitesi ve devamlılığı, bununla birlikte insani değerlerin toplumsal bir gerçeklik kazanması çerçevesinde şekillenmektedir. ÇEKÜD’ün

75

yayın organında “çevre anlayışımız” olarak yazılan bölümde insani değerlerin çevre algısı ve çevreyle kurulan ilişkideki önemini vurgulamaktadır:

“…çevremizdeki doğaya, havaya, suya, toprağa, ağaca, çiçeğe, yapıta, anıta, kıra, köye, kente, tarlaya, bahçeye, yola, dağa, denize karşı da nice borçlarımız, ödevlerimiz, sorumluluklarımız bulunuyor; çünkü bunlardan istifade ediyoruz, bunlar sayesinde yaşıyoruz, bunlara karşı vefalı olmalıyız, müteşekkir olmalıyız, aldığımız kadar vermeli, yararlandığımız kadar onlara yarar sağlamalıyız. Onları ecdadımızdan aldığımız kadar güzel korumalı, torunlarımıza daha da gelişmiş ve güzelleşmiş bir şekilde devretmeliyiz” (Çevre, 2017).

Anıtlar ve kentlerle aynı düzlemde değerlendirilen ağaçlar ve denizler bir taraftan insan yaşamı için işlevsel bir araç olarak değerlendirilirken, doğayla kurulacak ilişkinin temel dinamiği iyi insan olma sorumluluğundan ileri gelmekte ve doğanın bir değere sahip olması insanın ona atfettiği anlamlar doğrultusunda anlam kazanmaktadır. Böylece ortaya çıkan sonuç, doğanın değer ve anlamının insan pratiklerinin değer ve anlamları aracılığıyla biçimlendiğidir.

Aynı biçimde Türkiye Çevre Vakfı da insan yaşamının kalitesini arttırma amacını

“vakıf olarak amacımız herkesin daha temiz, daha düzenli, daha sağlıklı ve güzel bir çevrede yaşamasını sağlamak için çalışmaktır” (Türkiye Çevre Vakfı, Tarihsiz) ifadeleriyle dile getirerek insan-merkezli bakış açısını ortaya koymaktadır. İnsan yaşamının ve değerlerinin ifade edilmesindeki temel sorun doğanın bunlar üzerinden işlevsel bir araç olarak algılanması ve insan pratiklerinin bir kurgusu haline getirilmesidir.

TEMA Vakfı ve Green Peace gibi çevre örgütlenmeleri ise bu konuda net bir söylem geliştirmemiş olsalar da eylem alanları ve geliştirdikleri siyaset göz önüne alındığında insan-merkezci perspektif içinde kalmaktadırlar. TEMA Vakfı ile yapılan

76

görüşmede görüşülenin TEMA Vakfı için söyledikleri, Vakfın insan-merkezci yönünü de ifade etmektedir:

“…Hatta çevre derken de çok düşündük. Acaba çevre vakfı mıyız, kalkınma vakfı mıyız? Böyle hep bunları biz zaman kendi içimizde de hep düşünürüz. Ama, çevre sorunları, kalkınma da, o da bir sosyolojik yapı, birbirinden ayrılmıyor. Projeler kırsal kalkınma üzerine oluyor toprak olunca. E kırsal kalkınma kime dokunuyor, insanlara dokunuyor. Onlarla beraber yapıyorsunuz, bir bilim ayağı var bunun, bir bu işi uygulayan insanlar var. Onun için çevre demek herhalde birazcık daha geniş bir alan”.

Çok geniş bir çerçevede faaliyet yürüten TEMA Vakfı gibi çevre örgütlenmeleri ki bunlara TURÇEK, GreenPeace, WWF gibi çevre örgütlenmeleri de örnek olarak gösterilebilir, faaliyet alanlarının çokluğu ve bu alanlarda gerçekleştirilen eylemlerin çeşitliliği eko-merkezci bir perspektifin oluşmasının önüne geçer. Özellikle kırsal alanlardaki insan faaliyetlerine yoğunlaşma, enerji ve sürdürülebilirlik gibi faaliyetler eko-sistemin bir bütün olarak var edilmesi, sorunların tüm canlılar için ortadan kaldırılmasından önce insan ihtiyaçlarının ve bunlardan kaynaklı sorunların giderilmesine yoğunlaşır. Çevreci faaliyetler bu bağlamda değerlendirildiğinde “insan-dışı dünyayı salt, insani amaçlar için bir araç olarak görme” (akt. Dobson, 2007: 42) anlamında insan-merkezci çevrecilik içine kapanmak zorunda kalmaktadırlar.

Doğayı ve diğer canlıları insan için bir araç olarak görmese de insan faaliyetlerini merkeze alarak çevrecilik anlayışlarını biçimlendiren çevre örgütlenmelerinden de söz edilebilir. Dobson (2007, 42) bu iki farklı insan-merkezcilik arasında ince bir nüans farkından bahsetmektedir: ilkinde bütün canlılar insan yaşamı için dolaylı ya da dolaysız bir araç olarak algılanırken ikinci tür insan-merkezcilikte insan faaliyetlerinin ardından

77

gelen, insan pratiklerine bağımlı ve o faaliyetler araçlığıyla şekillenen bir doğa tasarımını vurgulanır.

Türkiye’deki çevrecilik örgütlenmeleri üzerinden düşündüğümüzde ikinci tür insan-merkezcilik, ekoloji vurgusu yapan ve siyasal söylemi ön plana çıkaran çevre örgütlenmelerinde görülmektedir. Çevre sorunlarını toplumsal sorunların bir sonucu olarak değerlendiren bu örgütlenmeler doğayı bir araç olarak tasarlamasalar da doğayı ve çevreyi algılama pratiğinde insanı merkeze koyan bir yol izlemektedirler. Ekoloji Kolektifi’nin politik programı incelendiğinde doğa ve çevre sorunları karşısındaki insanı merkeze alan değerlendirme, insan-merkezci çevre söyleminin bu boyutunu örneklemektedir:

“Ekolojik krizin mağdurları olarak ön plana çıkan kitlelere yüzünü dönebilecek, bu kitlelerle ilişki kurabilecek bir dilin yaratılması ilk elden üzerinde düşünmemiz gereken sorun alanıdır… ekolojik krizin mağdurlarını emek hareketinin öznesi olarak örgütlemek gerekiyor” (Ekoloji Kolektifi, 2010, 9).

Ekolojik krizinin mağdurlarını kitleler olarak tasarlamak doğaya araçsal bir yaklaşımla bakma olarak değerlendirilemese bile doğa ve çevre sorunları karşısında örgütlenme ve mücadele merkezine insanı koyarak görece yumuşak bir insan-merkezci çevre perspektifini üretmektedir. Çevre sorunlarıyla toplumsal sorunları eşitleyen bu yaklaşım yine de kendi tanımı çerçevesinde mağdur ifadesinin etkin öğesini insan olarak belirlemesiyle hiyerarşik bir sıralamada insan ve insan pratiklerini doğa ve çevre karşısında üstte konumlandırmaktadır.

Aynı biçimde Toplumsal Ekoloji Grubu da doğayı bir araç olarak değerlendirmemekle birlikte insan ve insan toplumları karşısında doğanın edilgen

78

niteliğine vurgu yapar: “toplumsal ekoloji insanın doğaya hükmetmesi ve sömürmesi gerektiği şeklindeki varsayımın, insanın insana hükmetmesi ve onu sömürmesinden kaynaklandığını savunur” (İdem, 2002: 11). Kendini doğa-merkezcilik ve insan-merkezcilik ikilemine kaptırmadığını vurgulayan Toplumsal Ekoloji, insan-doğa ilişkisini insan-insan ilişkisinin dolayıma bağlayarak insan söylemini doğa söyleminin önüne geçirir.

Türkiye’deki çevreci örgütlenmeler değerlendirildiğinde insan-merkezci çevre ve doğa algısının söylemsel ve pratik anlamda temel kurgu olduğu görülmektedir. Bu perspektifin yoğunluğu bir skala üzerinde üç farklı yoğunlaşma noktası oluşturmaktadır.

En belirgin olan noktada kendini doğrudan insan-merkezci olarak kurgulayan ve faaliyet alanlarına ve biçimlerine bu perspektifi entegre etmiş örgütlenmelerdir yer almaktadır.

Diğer noktalarda ise doğa-merkezciliğin bir değer olduğunu kabul eden söylemsel olarak buna bir değer veren ancak pratikte insan-merkezci perspektife kayan örgütlenmeler ve insan ilişkisini eşitlikçi bir düzemde tasarlamasına rağmen söylem ve pratikte doğa-merkezci değerlerle geçirgen bir ilişki kuran ancak insan-doğa-merkezciliği savunan çevreci örgütlenmeler bulunmaktadır.

Söylemsel olarak değerlendirildiğinde eko-merkezci bir perspektifle doğa ve çevre sorunlarına yaklaşan örgütlenmelerin Türkiye’deki çevrecilik söylemi içindeki dağlımı geniş bir yer tutmamaktadır. Lokal çevre örgütlenmelerin eko-merkezci söylem vurgusuna başvurduğu görülmektedir. Kuzey Ormanları Savunusu grubu ve Karadeniz İsyandadır platformunun kendi siyasal perspektiflerine eko-merkezci bir bakış açısını dahil ettiği iddia edilebilir.

79

“…orman alanları ile birlikte su havzaları, tarım alanları, çok sayıda endemik bitki ve hayvan türlerinden oluşan farklı ekosistemlerin bir arada bulunduğu bütüncül bir ekolojik alanın varlığını sürdürebilmesini savunan, bu amaç doğrultusunda; ölçeği ve gerekçesi ne olursa olsun doğaya, akla, bilime dayanmayan her türlü kentsel-kırsal projenin durdurulması için örgütlenen, mücadele eden, özgür ve gönüllü bireylerin oluşturduğu bir harekettir”

(Kuzey Ormanları Savunusu, TarihsizB)

“Genel olarak Karadeniz’in özel bir eko-sistemler topluluğunu barındırdığının farkındalığıyla hareketle doğal yaşamın korunmasını sağlamak amacıyla tüm yıkıcı, yok edici, kirletici ekonomik ve kültürel faaliyetlere karşı çıkar. Tahribatların durdurulmasına yönelik çaba sarf eder. Platform; iktidara karşı duruşunun referansı ne olursa olsun ekolojik yıkıma karşı verilen doğa ve yaşam mücadelesinde tarafını doğadan yana belirleyen tüm kesimlerin ortak hareketinin zorunlu bir ihtiyaç olduğunu düşünür ve buna göre hareket eder”

(Karadeniz İsyandadır Platformu, Tarihsiz).

Ancak bu eko-merkezci vurgunun tıpkı ikinci tür insan-merkezci perspektif gibi yumuşak ve geçirgenliğe müsait olduğunu vurgulamak gerekir ve pratikte insan-merkezci biçimler alması neredeyse kaçınılmazdır. Araştırmaya konu olan bu lokal örgütlenmelerin, siyasal olarak aktif bir faaliyet alanı oluşturduğu bilgisi Türkiye’deki çevre siyasetlerinin insan merkezli özelliğiyle beraber düşünüldüğünde, bu örgütlenmelerde yumuşak bir doğa-merkezcilikten insan-merkezci perspektife kayma söylemsel olmasa bile siyaset üretme, mevcut siyasete karşı çıkma gibi pratiklerde ortaya çıkma potansiyelini taşır. Bunun en temel sebebi siyaset söylemsel hedefleriyle, siyasete yapma pratiğinin öznesi arasında Türkiye’deki çevre örgütlenmelerinde daima var olan farklılıktır. Hedefler doğrudan bir ekolojik bütünlüğün varlığına yönelikken, pratikte siyaseti ön plana çıkaran nokta ekolojik bütünlük içinde doğrudan insanı ilgilendiren problemlerindir. En somut örneği Kuzey Ormanları Savunusu’nun söylemsel olarak

80

bütün ekosistemi vurgularken yerel halkın sorunlarını pratik siyaset için başlangıç noktasına yerleştirmesidir.

Çevreci düşünce içerisinde iki farklı kutbu temsil eden eko-merkezcilik ve insan-merkezcilik Türkiye’deki çevre örgütlenmeleri içinde mutlak bir karşıtlık oluşturacak biçimde gelişmemiştir. Zayıf olan eko-merkezcilik insan-merkezci çevre algısıyla geçirgen bir ilişki içindedir. İnsan-merkezcilik ise özellikle siyasal söylemde ve örgütlenmelerin pratik faaliyet alanlarında etkisini somut olarak hissettirmektedir. Bu durum Türkiye’deki çevre örgütlenmelerin söylemsel çelişkilerin ilk belirtisini de oluşturur. Doğrudan insan-merkezci çevre örgütlenmeleri dışarda bırakıldığında eko-merkezcilik bilinmeyen ya da reddedilen bir konumu ifade etmez. Eko-eko-merkezcilikten insan-merkezciliğe olan sapma söylemsel düzlemde açığa çıkıyor olsa bile pratik, ikisi arasındaki farkın belirginleştiği noktayı ifade eder.

Eko-merkezcilik ya da insan-merkezcilik, çevrecilik söylemlerinde sorunların ve çözümlerin anlaşılması, ifade edilmesi ve geniş anlamıyla bir çevre politikasının belirlenmesinde bütüncül ve parçacı yaklaşımların geliştirilmesinde etkin bir rol üstlenmektedirler. Bir sorunun ifade edilişi ve çözüm önerilerinde diğer toplumsal ve çevresel olgularla ilişkisini bütünlüklü olarak düşünen yaklaşımlar bütüncül yaklaşım çatısı altında yer alırken, sorunun kendisine odaklı, görece diğer toplumsal olgularla olan ilişkisinden soyutlanmış çözüm arayışı içinde olan perspektif parçacı olarak ifade edilir.

Eko-merkezci perspektif genellikle bütüncül yaklaşımla ilişki içindeyken, insan-merkezci perspektif parçacı yaklaşımla ilişkilendirilir. Bunun temel sebebi birbirleriyle eşleşen perspektif ve yaklaşımların söylemsel olarak ifade ettikleri şeylerin kapsayıcılık bakımından birbiriyle örtüşmesidir.

81