• Sonuç bulunamadı

4. BÖLÜM: ÇEVREYİ KURGULAMAK: TÜRKİYE’DE ÇEVRECİLİK

4.3. Çevreciliğin Ekonomi Kurgusu

4.3.1. Ekonominin Temel Nitelikleri: Üretim ve Tüketim

Çevreci ekonomi perspektifinin merkezi noktası üretim ve tüketim süreçlerinin tamamını kapsayan ekonomik ilişkileri ihtiyaç ve istek arasında yaptığı ayrımla kurguluyor olmasıdır. Üretim ve tüketim döngüsü içinde üretilen metaların üretim mantığının kendisini var etmek için değil insanların ve daha genel olarak canlıların ihtiyaçlarını gidermek için üretilmesini ve tüketilmesini vurgulayan bu ayrım, insan arzusunun üretim mantığının temeline yerleşmesine karşı planlı bir karşı duruşu içerir (Crane, 2010). Çevre ve çevre değerlerine felsefi bir bakışı gerektiren bu ayrımın Türkiye’deki çevre örgütlenmelerinin söylemlerinin içeriğine yerleştiğini söylemek mümkün değildir. İstisna oluşturan durumlarda ise üretim sistemini temelli dönüştürecek bir tavır olarak benimsenip üretim ilişkilerinin mantığına yerleştirilmek yerine, bireylerin etkinlikleriyle geliştirilebilecek ve çevre sorunları karşısında minimal bir etki oluşturabilecek bir pratik olarak ağılanmaktadır. Bu konuya ilişkin az örneklerden biri TEMA Vakfı’yla yapılan görüşmede dile getirilmiştir:

“Hayrettin Karaca’nın, Sayın Nihat Gökyiğit’in tüketim konusundaki hassasiyetleri;

yani yetecek kadar, ihtiyacın kadar tüket konusundaki hassasiyetleri bizi hep düşündürdü. Ve biz onu, geleneklerimize de döndüğümüzde paylaşım kültürünün, bunu onlar da çok söylerler, paylaşım kültürünün mutlaka yerleşmesi lazım.Sayın Karacan’ın çok güzel bir sözü vardır: “Fakirdik ama yoksul değildik” diyor…İşte üretimin de zaten bu şekilde gitmesi lazım. Önce yerelden, mahallenizden, semtinizden, ilçenizden olup ondan sonra ülkenize doğru, bölgeye doğru gitmesi lazım. O zaman hem masraflar azalıyor, hem sizin kesenize de daha çok para kalıyor, hem karşı taraf da kazanıyor. Bu bir bilinç işte, bu bir çevre bilinci, tüketim bilinci diye düşünüyorum”.

Üretim ve tüketim ilişkilerinin ihtiyaç kavramı üzerinden yeniden yorumlanması gerektiğini hisseden bu ifadeler aynı zamanda bu kavramı çevreci bir ekonomi perspektifi için dönüştürücü niteliğinin de farkındadır. Ancak bireyden başlayan toplumsal dönüşüm

187

söylemi içinde eriyerek ekonomik modele müdahalenin bireysel gücüne odaklanmaktadır. Türkiye’de çevre-ekonomi ilişkisinin ihtiyaç kavramı merkezinde kurgulanması gerekliliğini ifade eden söylem son kertede çevreci söylemlerin düştüğü temel hataya düşerek sorunları toplumsallaştırmak yerine bireyselleştirmektedir. Bununla birlikte Türkiye’deki çevreci söylemler içinde özgün bir noktada duran bu ifade, söylemsel bir güç kazanmaktan yoksundur. Bunun temel sebebi hem TEMA Vakfı’nın hem de diğer örgütlenmelerin ihtiyaç kavramından hareketle bir ekonomi eleştirisi geliştirememiş olmaları ve bu gibi ifadelerin temenniden öteye geçememesi böylece söylemsel bir etki gücü oluşturamamasıdır.

İhtiyaç kavramı, üretim ve tüketimi gereksiz meta fazlalığından temizleyerek mevcut ekonomi ilişkilerinin temelini değiştirmeyi hedefleyen bir tavrı üretme düşüncesi üzerine inşa edilmiştir. Ekonomi İlişkilerinin temeline yönelmemiş bir perspektif içinde ihtiyaç kavramını bireysel alışkanlıklara ve bu alışkanlıkların dönüştürülmesine indirgenirken üretim ve tüketim kavramları çevreci düşünceyle daha uyumlu hale getirilmesi için bu kavramların niceliğini yeniden tanımlamak ziyade toplumsal ilişkilerle olan ilişkisini yeniden şekillendirecek çeşitli pratikler üretilmektedir. Bu bağlam içinde üretim ve tüketim bir yaşam tarzının uzantıları olarak algılanırken yaşam tarzının dönüştürülmesine bağlı olan bir ilişkisellik bağlamında ele alınır. Yaşam tarzının dönüştürülmesinin üretim ve tüketimin niteliğin dönüşümüne neden olacağı, üretim ve tüketimin niteliğinin dönüşümünün ise çevreyle daha uyumlu toplum ve toplumsal ilişkiler oluşturacağı düşünülür. Yaşam tarzına değiştirme fikri bireylerden başlayacak bir değişimin ivmelenmeyle hükümetleri ve büyük şirketleri etkisi altına alacağı düşüncesini de içermektedir. Bu bağlamda WWF’in Yaşam Tarzınızı Değiştirin başlıklı yazısı üretim ve tüketim ilişkilerine müdahaleyi şöyle ifade eder:

188

“Yaşam tarzımızın ve tüketim alışkanlıklarımızın sonucu olan küresel iklim değişikliğini ve biyolojik çeşitliliğin kaybını durdurmak sadece yaşama yeniden saygı duymamızla mümkündür. Günlük hayatımızı daha yaşanabilir kılmak ve hükümete, sanayi liderlerine değişime gerçekten ihtiyaç duyulduğunu anlatan doğru bir mesaj vermek adına atabileceğiniz basit adımlar var”.

Metinde yer alan “basit adımlar” ifadesi Türkiye’deki çevre örgütlenmelerinin çevre ve ekonomi ilişkisine dair bakışlarında bir temenniden daha fazlasını ifade eder. Bu genel geçer ifade çevre örgütlenmelerinin ekonomiye ilişkin perspektiflerinin kökenini ifade eder. Ekonominin neden olduğu çevre sorunlarının kökten çözümü olarak tasarlanmıyorsa da bireysel pratiklerin dönüştürücü niteliğine olan inanç ekonomi-çevre ilişkisinin en önemli söylemsel ifadelerinden biridir. Bu söylem, farklı örgütlenmeler tarafında yürütülen farklı projeler ve çalışmalarla düzenli olarak desteklenmektedir.

TEMA Vakfı’nın gerçekleştirdiği gündelik hayatı doğa ile uyumlu olarak kurgulama amacı güden yeşil yaka projesi, ÇEKÜD’ün yürüttüğü sofrada sıfır atık projesi, Doğa Derneği’nin doğayla uyumlu ürünlerin tüketimini teşvik eden yavaş dükkân projesi gibi çalışmalar bireysel farkındalığı arttırıp üretim ve tüketim süreçlerinde bireysel eylemleri önceleyen ve dönüşümün bireysel etkinlikle başladığını söylemsel olarak benimsemiş projelerdir.

Bu bireysel pratikleri merkeze alan bütün uygulamalar için üretim ve tüketim birinci elden müdahale edilebilecek doğrudan insan yaşamına içkin ve onu yönlendiren faaliyetlerdir. Bu bağlamda ekonomiye ilişkin bilincin çevre sorunlarına dair de bir bilinç üreteceği varsayılır. Bu bağlamda Doğa derneğiyle yapılan görüşme bireysel pratiklerin üretim ve tüketim ilişkilerindeki konumunu çevre örgütlenmesi açısından özetlemektedir:

189

“…şimdi her şey çok statü, etiketler üzerine indirgendiği için dolayısıyla tabi ki aksi mümkün. Ama aksinin mümkün olabilmesi için insanların biraz kendini eleştirebilmesi, kendini daha yani o kalıpların, başkaları ne der’lerin dışına çıkarabilmesi, bunun olabilmesi için tersine bir akım olması gerekiyor… Yani, hani böyle hazır çözümler değil de, kaynağını bildiğimiz, nasıl üretildiğini, yani sebze yiyorsan onun da kaynağını sorgulaman gerekiyor.

Ayakkabı giyiyorsan onun da kaynağını aslında, yani her şeyin nereden geldiği, nasıl geldiğini sormaya başladığımızda, Ve onun markası değil nasıl geldiği, yani temiz mi kirli mi hakikaten, yani, gerçek mi değil mi bu havuç sorularını sormaya başladığımızda zaten cevapları geliyor bir şekilde”.

Aynı biçimde tüketimin yarattığı sorunları aşmanın ilk ve en temel adımı olarak bireysel faaliyetleri gören TEMA Vakfı 15 Mart Dünya Tüketiciler Günü başlıklı basın açıklamasında mücadelenin temelini bireysel karşı duruşla açıklamaktadır:

“TEMA Vakfı; 15 Mart Dünya Tüketiciler Günü'nde, sınırsız tüketimin toplumsal bir sorun olduğuna ve sadece tüketim peşinde koşmanın hem tüketici toplumlardaki yaşamın kalitesini azaltacağına hem de çocuklarımızın torunlarımızın yani gelecek nesillerimizin temel ihtiyaçlarını karşılama olanaklarının bile ellerinden alınmasına neden olacağına dikkat çekiyor. Bu sorunun çözümü; yaşamımızı sürdürecek kadar tüketip bundan mutlu olabileceğimiz bir toplum düzeni yaratmaktan ve herkesin bu hedefe ulaşmak için birlikte hareket ederek katkı sağlamasından geçiyor. Böylece bizden sonra gelecek tüm canlılara sürdürülebilir bir dünya bırakmış olacağız”.

Üretim ve tüketim süreçlerine bireysel olarak müdahale etme fikri, taşıdığı romantizmle birlikte teşvik edilmesi en kolay ve çevre örgütlenmeleri açısından en sorunsuz söylemleri ve pratikleri içerir. Ancak üretim ve tüketim süreçlerine bireysel bir etkinlik olarak değil genel bir ekonomi mantığı içinden bakıldığında çevre örgütlenmelerinin söylemleri bireysel ekinlikleri nüve olarak taşımakla birlikte

190

üreticilerin faaliyetlerine yönelmektedir. Bu bağlamda temel vurgu üretimin planlanması, çevre sorunlarına duyarlı ve çevreye uyumlu hale getirilmesi üzerine yoğunlaşır. Bu bağlamda söylemlerin içerikleri, tüketimin kontrol edilmesinden daha çok üretimdeki nitelik değişikliklerine ve çevreyle uyumlu olma anlamında niteliği arttırılmış ürünlerin üretilmesi gerekliliğini kapsar.

Greenpeace’in Temiz Üretim (tarihsiz) başlıklı yazısı çevreye duyarlı bir üretim biçiminin kampanyaya dönüşmesi gerekliliğini vurgulayarak, üretim süreçlerinde ihtiyaç duyulan nitelik değişimini şöyle ifade etmiştir:

“Çevresel koruma ikinci fikir yerine tüm üretim kararlarının ayrılmaz bir bileşeni haline gelmelidir. Bireysel ve toplumsal ihtiyaçlar dünyanın ekosistemi ile uyumlu yöntemler kullanılarak karşılanabilir ve karşılanmalıdır. Fakat bu her bir sosyal faaliyetin yeniden düşünülmesini ve şekillendirilmesini gerektirmektedir - gıda yetiştirmede, su dağıtımında, enerji sağlamada, imalatta ve ürünlerin taşınmasında ve diğerlerinde..

“Temiz üretim sistemleri şu prensipleri takip etmektedir: Bu sistemler sadece tekrar kullanılabilir ve yenilenebilir malzemeleri kullanmak ve enerji, su, toprak ve diğer hammaddeleri korumak için düzenlenmiştir. Toksik kimyasalların kullanımı ve imalatı ve böylece zehirli atıkların oluşturulması engellenmektedir”.

Greenpeace tarafından bir kampanya olarak tasarlanan temiz üretim söylemi temelinde yeni teknolojilerle birlikte üretim süreçlerinin çevreye uyumlu hale getirilmesi gerekliliğini vurgulayarak birçok çevre örgütlenmesinin üzerinde durduğu, üretimi çevreyle daha uygun hale getirme söylemini destekler. Ancak çevreyle daha uyumlu üretim fikri sadece projelerle değil üretici firmalarla kurulan iş birlikleriyle de pratik bir içerik kazanırken çevreci üreticiler söylemi bu örgütlenmelerin söylemlerinde yer almaktadır. WWF’in İş Dünyası (tarihsiz) başlıklı yazısı bu bağlamda üreticilerden beklentileri ve düzlemlerde ilişkiler kurulduğunu ifade etmektedir:

191

“ WWF-Türkiye, iş dünyasıyla doğa koruma konusunda işbirlikleri kurarak, çözüm odaklı, kalıcı projeler geliştirir. WWF-Türkiye’nin şirketlerle kurduğu işbirlikleri, değişim yaratmak üzere şirketin kendisinden başlayan ve topluma yayılan çalışmalarla bir dizi ortak hedefe ulaşır. WWF-Türkiye’nin iş dünyasıyla geliştirdiği işbirlikleri, hem doğa koruma hedeflerine ulaşılmasını hem de iş dünyasının sürdürülebilir kalkınmaya yönelik sözlerini tutarak çevreyle uyumlu iş uygulamalarını çoğaltmasını sağlar. WWF-Türkiye ile işbirliği yapan kuruluşlar; doğa korumaya önem verir, bu konudaki küresel yaklaşımları ve arayışları destekler ve en önemlisi kendi süreçlerinde değişim yaratarak bunu tüketicileriyle paylaşırlar”.

Eti firmasıyla WWF’in ortaklılığı yukarıda bahsedilen çevreyi korumaya odaklı üretime örnek teşkil eder. Keza TEMA Vakfı’nın Nestle firmasıyla kurduğu çevreye duyarlı üretim ortaklığı da aynı mantık çerçevesinde inşa edilmiştir. Ancak mantığın çevreci ekonomi perspektifinin vurguladığı üretilen malların niceliğini azaltma ve malları ihtiyaçlara bağlı olarak tüketme söyleminin içine ne kadar dahil olduğu soru işaretidir.

Çünkü üretimin niteliğini arttıracak kampanyalar ya da kurulan işbirliklerinin vurgusu çevre sorunlarına neden olan üretim sürecinin ürünlerinin azaltılması ve böylece zararın en aza indirilmesine yönelik değildir. Daha çok üretilen ürünlerin daha iyi koşullarda ve çevreye daha az zarar vererek üretilmesi yönündedir. Bu bağlamda mevcut üretim ve tüketim süreçlerini dönüştürecek bir müdahaleyi içermez sadece bu süreçleri çevre sorunlarına karşı daha duyarlı hale getirmiş olur.

Bireyleri tüketim konusunda bilgilendirmek ve daha duyarlı hale getirmek ve üreticileri çevreyle daha iyi ilişkiler kuracak biçimde üretime özendirmek gibi söylemler ve bunları teşvik edecek proje ve çalışmalar temelde çevreci ekonomi perspektifinin mevcut ekonomiye karşı geliştirdiği daha planlı ekonomi söyleminin alt başlıkları olarak kurgulanmış faaliyetlerdir. Amaç üretim ve tüketim süreçlerinin çevreye duyarlı olarak

192

kontrol edilmesi ve planlanmasını içerir. Ancak niyet edilenden daha ötesine baktığımızda planlanmış bir üretim tüketim ilişkisi oluşturma söylemi bireyleri ve üreticileri yönlendirme çabasından üreticiler tarafında yönlendirme ve bireylerin tüketim alışkanlıklarını biçimlendirme gibi karmaşık bir sonuca doğru evrilme tehlikesi taşımaktadır. Bir ekonomik perspektifi söylemsel olarak oluşturma pratik bir içerik kazandırma bir taraftan tüketicilerle diğer taraftan üreticilerle geliştirilecek ilişkiler üzerine kuruludur. Eğer çevre örgütlenmesi kendi varoluşunun temel niteliği olan baskı oluşturma görevi yeteri kadar yerine getirmezse üretim-tüktim süreçlerinin bir aracı kurumuna dönüşebilir ve böylece karşı durmaya çalıştığı ekonomik modelin bir parçası haline gelebilir.

Üretim ve tüketim süreçlerinin çevre sorunlarına duyarlı olması ve planlı bir ekonomi oluşturulması söylemine karşı yine çevreci örgütlenmeler tarafında geliştirilen eleştiri tam da dönüştürülmesi gereken ekonominin dönüştürücü niteliğine vurgu yapar.

Üretimin çevreci kontrolü ya da bireylerin yönlendirilmesi gibi kurguların mevcut ekonomik modeli kontrol edecek dış bir müdahale olamayacağını bunların ancak uygulayıcılarını mevcut modele daha iyi entegre edeceğini söylemsel olarak ifade edilir.

Bu bağlamda insanların tüketim süreçlerinde çevreye daha duyarlı hale getirme söylemi mevcut ekonomi modeline bireyleri daha fazla adapte ettiği yönünde, üreticilerin yönlendirilmesi söylemini de daha kapsayıcı ve modernize edilmiş bir kapitalizmin oluşmasına yol açtığı gerekçesiyle eleştirilir. Ancak daha önemlisi, bu tür tasavvurların üretim tüketim ilişkilerinin yarattığı çevre sorunları karşısında herkesi eşit derecede sorumlu tutuğunu ve eşit olmayan çıkarlar karşısında herkesin aynı ölçüde zararlara maruz kaldığını ifade eden eleştiridir. Ekoloji Kolektifi’yle yapılan görüşmede bu durum şöyle ifade edilmiştir:

193

“…tüm fatura yine yurttaşa ya da diğer günahsızlara yükleyen de bir tarafı var yani.

Evdeki bireysel tüketimini düşürerek aslında tüm meseleyi kurtarmaya çalışıyor yani onun faturasını. O fabrikayla girdiği şeyde ben bir çamaşır makinesiyle onun yanında birlikte aşık atıyormuşuz gibi bir durum oluyor. Yani beni bireysel tüketim yönünden daraltarak, o şeyin yaratmış olduğu bozukluğun şeyini, sonucunu kurtarmada beni kendine ortak ediyor. Ya da

“oradan tüketme, buradan tüket” demenin bir aracı”.

Üretim ve tüketim ilişkilerinin mevcut üretim biçimi içinde çevreci bir perspektifle planlanamayacağı savunan çevreci örgütlenmelerin söylemleri çevre-ekonomi ilişkisi içinde kapitalizm eleştirisine kaynaktadır. Bu bağlamda çevreci söylemler çerçevesinde bireylere ve üreticilere biçilen roller farklılaşmaktadır. Öncelikle ihtiyaç ve arzu arasındaki ayrım kapitalizm eleştirisi üzerinden çevre-ekonomi ilişkisi kurulduğunda anlamsız hale gelmektedir. Çünkü bu söylem içinde ihtiyaç kavramı pekala maniple edilebilecek bir kavram olarak ortaya çıkar. Kuzey Ormanları Savunması’nın enerji ihtiyacı söylemlerne yönelik geliştirdiği eleştiri ihtiyaç kavramının çevre ve ekonomi arasındaki ilişki bağlamında nesnel bir kavram olamayacağını vurgulamaktadır.

Enerji İhtiyacı Söylemi Çöktü (2017) başlıklı yazıda ifade edildiği üzere ihtiyaç kavramı

bu perspektiften okunduğunda tıpkı arzu kavramı gibi çevreyle uyumlu olamayacak bir tüketime neden olabilir:

“Enerji ihtiyacı söyleminin parçası olan verimsiz bir ticaret sektörü ve ışıl ışıl AVM’ler yarım Akkuyu, şişirilen tahminler ise 2 Akkuyu kadar yatırımın önünü açıyor. Açık olan şu ki “enerjiye ihtiyacımız var” söylemi nükleer ve termik için gerekçe oluyorken, yapılan AVM’ler bile elektrik talebini şişirmeye yetmiyor. Bu söylem yerseniz yaşamaya devam edecek. “Yok veriler ortada derseniz” başka bir boyuta geçmeye başlayacağız. Sadece kağıt üstünde enerji talebini yükseltmek ile “enerji ihtiyacı” söylemi yeterli olmuyor. Bunun alt yapısını oluşturmanız gerekiyor. Kış aylarında yaz saati uygulamasını sürdürürseniz tüketiminiz artar. Daha çok AVM yapar ve enerji verimliliği mevzuatını uygulamazsanız tüketimiz artar. Kentsel dönüşüm diyerek kırı, bahçeli evleri yok ederseniz kesilen ağacı