• Sonuç bulunamadı

4. BÖLÜM: ÇEVREYİ KURGULAMAK: TÜRKİYE’DE ÇEVRECİLİK

4.1. Temelleri Oturtmak: Çevre ve Teknoloji Kavramlarının Anlamı

4.1.1. Ayrımı Netleştirmek: Doğa, Çevre, Ekoloji

Çevrecilik çalışmalarında Pepper’ın da (2008: 34) ifade ettiği gibi birbirinden farklı sınıflandırmalar, çalışmaların ilgi alanlarına göre yapılıyor olsa da mekânsal sınıflandırma, bütün sınıflandırmalar arasında en yaygın kullanılan sınıflandırmadır.

Bunun temel sebeplerinden biri mekânsal sınıflandırmanın çevrecilik çalışmalarının doğal bir niteliği olarak temel bir başlangıç noktasını ifade etmesi, diğeri ise en geniş sınıflandırma kategorisini oluşturuyor olmasıdır. Mekânsal sınıflandırma, doğa ve çevre tanımları arasındaki ayrıma, bu ayrımlardan doğan farklılıklara ve farklılıkların çevrecilik bağlamında siyasal, sosyal ve iktisadi anlamda içeriklerinin hangi şekillerde doldurulduğuna doğru geniş bir tartışma içeriği oluşturmaktadır.

Doğa kavramı, çevre kavramından farklı olarak insan ve dolayısıyla kültürün dinamik olarak müdahalede bulunmadığı, kendi oluşunu ve örgütlenmesini oluşturan coğrafi alanların tamamını ifade eder (Keleş vd., 2012: 49; Connelly & Smith, 2003: 14).

Çevre kavramı ise insan ve kültürün müdahalesiyle kurgulanan ve inşa edilen, insan ve insan dışındaki canlı ve cansız varlıkların ilişkisinin mekânı olan coğrafi alanları ifade eder. Doğa ve çevre kavramsallaştırmalarındaki temel ayrım doğrudan insan etkinliğinin niteliğiyle ilgilidir. Doğa kavramı, çevre kavramına göre ve hatta ondan arta kalanları ifade etmek adına tanımlanmasına rağmen, bu tanımlama sadece doğanın sınırlarını ifade eder. Kültürel bir müdahale, doğanın işleyişi için değil, en fazla doğanın kendi

64

tutarlılığını koruması için yapılır. Çevre kavramsallaştırması ise insan ve insan kültürünün pratik müdahalesine açıktır ve hatta bu müdahale çerçevesinde şekillenir. Bu anlamda çevre ve toplumun sınırları bir geçirgenliği içerirken doğa kavramsallaştırmasıyla oluşan sınırlar geçirgenliğe imkân vermez.

Şekil 4: Doğa-Çevre-Toplum İlişkisi

Doğa kavramsallaştırmasının sahip olduğu kendine özgü özellikler, insanın doğayla kurduğu ilişkiyi çevrecilik bağlamında hem söylemsel olarak hem de pratik anlamda çeşitlendirmiştir. Söylemsel düzeyde doğayı, yaban hayat (wilderness) ve pastoral kavramlarının sahip olduğu anlamlarla beraber düşünülme eğilimi yaygındır.

Pastoral, doğayı idealleştirerek, kırsal-şehir karşıtlığını kırsal lehine inşa eden ve kırsalı romantik bir kurgu malzemesi haline getiren geleneği ifade eder (Garard, 2016: 59-61).

Yaban hayat ise doğayı insan tarafından kirletilmemiş, insan kültürü tarafından üretilmiş gereçlere ihtiyaç duymayan, kendi kendine yeten idealleştirilmiş bir yer olarak tanımlanır (Payne, 1996). Pastoral geçmişe duyulan bir özlemi ifade ederken, doğayla ilişkilendirilen yaban hayat ifadesi şimdinin yarattığı olumsuzluklara karşı farklı, alternatif olanı vurgular. Doğayla bu iki kavramsallaştırma üzerinden kurulan ilişki ise doğaya yüklenen anlamları farklılaştırdığı gibi doğaya ilişkin perspektif ve kabullerin yaratmış olduğu toplum kurgularını da pekiştirir.

65

Türkiye’de çevreciliğin, doğa kavramıyla kurduğu ilişkinin, şehirli bir çevreciliğin hegemonyası içinde kurgulanmış ve gelişmiş olduğu söylenebilir. Tarihsel ve örgütsel seyirleri içinde Türkiye’deki çevreci örgütlenmelerin üstlendikleri misyon ve sahip oldukları siyasal perspektif, doğanın ne anlama geldiği, bir değerler ağı içinde ne ifade ettiği, sorularına verilecek yanıtları doğrudan belirleme kudretine sahip olmuştur.

Araştırma sürecine dahil edilen çevre örgütlenmelerinin kendilerini tanımladıkları amaçlar ve hedefler incelendiğinde doğa kavramının belirli ifadelerle sıklıkla bir arada kullanıldığı görülmektedir. Bu belirli ifadelerin başında ise “koruma” kavramı yer almaktadır.

TEMA Vakfı’nın kendini tanımladığı misyon ve vizyon bölümü, üç farklı yerde doğa ve doğal varlıklardan bahsederken bunları doğrudan koruma ifadesiyle beraber kullanmaktadır (TEMA, TarihsizA). Aynı şekilde ÇEKÜD, TÜRÇEK ve DOÇEV gibi örgütlenmeler de doğayla birlikte koruma ifadesini aynı sıklıkta kullanmaktadır. Doğayı, insan merkezli bir perspektif içinde ele alma eğilimden olan Doğa Derneği de doğayı korunması gereken bir yaşam alanı ve değerler sistemi olarak değerlendirmektedir.

Doğanın korunması gereken bir alan olarak algılanması, koruma-yağmalama karşıtlığında bir taraf olma anlamıma gelmekle birlikte, koruma güdüsünün sahip olduğu anlamlandırma pratiğini de söylemsel olarak içinde taşımaktadır. Pratikte koruma eylemi, yok oluşa, içsel işleyişin bozulmasına, işlev yitimine dair bir tepkiyi ifade eder. Ancak bir motivasyon olarak koruma aynı zamanda belirli düşünsel yatırımları da içinde barındırmaktadır. Bu anlamda doğanın işlevsizleşmesi ve yok oluşuna karşı harekete geçmek aynı zamanda ideal bir doğanın olabileceğine dair ön kabulü de beraberinde getirir.

66

Doğanın idealleştirilmesi ve doğayı, koruma kavramı üzerinden söylemsel olarak tasarlamak, doğanın pastoral bir romantizm içinde algılanmasını da beraberinde getirmektedir. Türkiye’deki çevreciliğin şehirli niteliği göz önüne alındığında doğa tasavvuru, kırsal alan ve köyle ilişkilendirilmekte, doğa ve köy ilişkisi ise mevcut durumda çevre sorunları karşısında geçmişin nostaljik bir imgesine dönüşmektedir.

Gerçekleştirilen görüşmede Ekoloji Kolektifi’nden görüşmecinin ifadeleri, doğaya ilişkin tasarımda nostaljik köy imgesiyle romantik bir doğa kurgusunu örtüştürür:

Ya bizde doğa biraz daha şey böyle, hani kırdaki bir varlıkmış da biz şehirde ondan çok uzaktaymışız gibi bir durum olabiliyor mesela. Benim de aklım, ister istemez o yanılgıya düşebiliyorum. Direk aklıma köy geldi vesaire. …doğayla ilişkileri biraz köye gidince biraz daha yakından hissediyorsun mesela o şey ilişkilerini. Köyde tek katlı evler vardı, taş evler.

Bu evlerin, dağlık bölge olduğu için arka kısmı daha çok toprağa kazarsınız şu şekilde, daha şöyle gelir. Evi şöyle bir şekilde inşa edersiniz ve arka kısmı daha çok toprağın içinde olduğu için o sizi aslında soğuktan, görece nemden vesaire şeyden koruyan bir özellik taşır. Sonra gittiğimde köyde iki katlı ev görebildim. Daha önceki süreçte de, mesela bu taş evler şeydir, çamur bir de ayrı otlarla falan sıva yaparlar beton olmayan. O şekilde yaşanan evlerin iç kısımlarını yaylada özellikle mesela sıva yaptılar, boyadılar falan filan. Ve bu evler sonrasında rutubetten durulamayan evler haline geldi.”

Aynı biçimde doğa ve köy arasında ilişki Doğa Derneği tarafından da dile getirilmiş, köy yaşamıyla beraber kaybolan farklı deneyimlerin doğayla kurulan ilişkiyi de olumsuz anlamda etkilediği söylenmiştir:

“…bağların kopması söz konusu. Sonuçta burada işte büyük şehirlerde kiminle konuşsanız yüzde doksanının bir köyü vardır. Fakat artık bunların işte köyünde kapısı bir bir kapanmıştır, gidilecek şeyi kalmamıştır. Yani kendi köklerimizle bir kere, ilk kopan bağ bu…

Görerek öğrendiğiniz şeyler, deneyimlediğiniz bilgiler daha başka ve bu bağın kopması tabi aynı zamanda bizim işte doğadan da kopuşumuzun bir başlangıcı.”

67

Her iki yorumda da görülebileceği gibi, doğayı kavramsallaştırma çabasında ilk elden sahip olunan araçlar, geçmişteki ideal bir doğa tasavvuru ve bunun sahip olduğu erdemlerdir. Öze dönme düşüncesi kendini köy aracılığıyla açığa çıkarırken romantik bir doğa kurgusunu oluşturmaktadır.

Romantik doğa kurgusunun mevcut koşullarda Türkiye’deki çevrecilik düşüncesine yansımasının izlerini, koruma vurgusunun doğadan doğal varlıklar ifadesine doğru kaydırılmasında bulabiliriz. Bir romantizm biçiminde ifadesini bulan doğa kavramsallaştırması, korumacı perspektifi bırakmadan gerçekliğe geçişi “doğa”yı “doğal varlıklar”a dönüştürerek yapar. Belli belirsiz ya da küçük bir ayrım olarak görünen bu ayrım, söylemsel olarak önemli bir noktayı ifade eder. Doğal varlıklar ifadesi doğanın soyut, tanımlanması zor anlamını insan toplumları için somut bir kullanım değerine dönüştürmektedir. Doğanın korunmasından doğal varlıkların korunmasına geçiş, aynı zamanda doğanın insan için ifade ettiği pratik anlamı da ortaya çıkarır. Doğal varlıklar insan etkinliklerinin devam etmesi için ihtiyaç duyduğu ekonomik hammaddelerin de kaynaklarıdır. Bu anlamıyla doğal varlıkların korunması aynı zamanda insan ihtiyaçlarının giderilmesi için gerekli olan kaynakların da korunması anlamına gelir.

WWF (Dünya Doğayı Koruma Vakfı)’nin Yaşayan Gezegen Raporu’nda da (2016) doğa insan ihtiyaçlarının giderilmesi için ilk elden bir materyal olarak değerlendirilmekte ve doğa kavramsallaştırmasının söylemsel olarak hammadde ve kaynak olarak algılanmasıyla bir ilişki oluşturulur:

“İnsan yaşamını destekleyen mevcut tüm yenilenebilir ve yenilenemeyen doğal kaynaklara (örneğin; bitkiler, hayvanlar, hava su, toprak, mineraller) “doğal sermaye”

68

diyebiliriz. Doğal sermaye insanlara hem yerel hem de küresel ölçekte bir dizi fayda sağlar”

(WWF, 2016; 12).

İnsan yaşamının doğaya ihtiyaç duyması eşyanın tabiatından olsa da oluşturulan kavramsallaştırmaların içeriği ve en azından söylem düzeyinde doğayla bir ast-üst ilişkisinin ekonomik nedenlerle kuruluyor olmasını özellikle ifade etmektedir. Söylemin bu biçimde kurulması, belirli bir doğa algısını da ifade etmektedir. Farklı biçimlerde kurulabilecek ilişkilerin farklı söylem biçimlerinde ifade edilebileceği göz önüne alındığında özellikle iktisadi kavramlar üzerinden bir doğa kurgusu oluşturmak söylem aracılığıyla pratik hedefin de ipucunu vermektedir. Doğa ile kurulan ilişkide gerçekliğin bu biçimiyle inşa edilmesi, doğal varlıkların korunması gereken bir alan olduğunu göz ardı etmez. Sadece romantik duygularla korunması gerekliliği tahayyül edilen doğa, artık pratik ihtiyaçlar üzerinden bir koruma alanına dönüşür.

Bu bağlamda iktisadi içerikli söylemler çerçevesinde değerlendirildiğinde, doğanın birbirine eklemlenen iki anlamından bahsetmek mümkündür. Öncelikle doğa, doğal varlıklar aracılığıyla insan yaşamının kaynağını ifade etmesi anlamında ve daha sonra ideal bir yaşamın göstereni olması anlamında korunması gereken bir alan olarak söylemsel bir işlev kazanmaktadır.

Köy imgesi üzerinden tasavvur edilen pastoral-romantik doğa söylemi, kent ve kentin ürettiği tahribata karşı bir savunun da köklerini oluşturur. Bu romantik doğa söylemi, doğanın koruması algısını yeniden üretecek bir işlev üstlenir. Bununla birlikte Türkiye’deki çevre mücadelelerinin tarihi göz önüne getirildiğinde doğanın koruması gereken bir alan olması düşüncesi, doğanın sadece kendi içinde bir bütünlük olmasından kaynaklanmaz. Aynı zamanda insan yaşamı için bir araç, bir hammadde, en temelde

69

yaşamın sürekliliği için ekonomik bir kaynak olarak değerlendirilmesinden de ileri gelmektedir

Romantik ve iktisadi doğa tasavvurlarına karşılık çevre kavramı, toplumun kültür dışındaki kalan doğal alanla ilişki kurması anlamında gerçekçi bir çerçeve içinde değerlendirilir. Doğayı, koruma ifadesiyle birlikte kurgulayan Türkiye’deki çevre örgütlenmelerinin organizasyon şemaları ve faaliyet alanları incelendiğinde çevre kavramsallaştırmasıyla birlikte kullanılan kavramların “sürdürülebilirlik”, “eğitim” ve

“bilinç” olduğu görülmektedir. Bu kavramların temelini oluşturduğu söylem,

“sürdürülebilir bir çevre için eğitim aracılığıyla oluşturulacak bir bilinçlilik” durumunun bütün kombinasyonlarını içermektedir.

TEMA Vakfı temsilcisiyle yapılan görüşme çevre kavramının, sürdürülebilirlik ve eğitim kavramlarıyla beraber değerlendirildiği görülmektedir:

“Tema adına bunu gururla söylemek istiyorum, yediden yetmiş yediye kadar eğitim programımız var …Minik Tema, ilkokulda yavru tema, ortaokul tema, lise tema diye eğitim programlarımız var. Bunlar hep farkındalık çalışmaları… burada eğitimin, bilinçlendirmenin, bilinçli tüketimin önünü açmak lazım… Bizim temel amacımız eğitimle kamuoyu oluşturmak, bilinçlendirmek.”

Eğitim ve bilinçliliğin beraber ele alındığı tüketim kavramının sahip olduğu işlev temelde sürdürülebilirlik üzerinden bir çevre algısını tamamlamaktır. Doğayı tamınlarken kullanılan kavramların aksine buradaki kavramlar, toplumsal bir yaşam biçiminin standartlaşmasını içermektedir.

70

Doğadan farklı olarak insan yaşamının merkezinde olan çevre kavramı, insanla doğrudan ilişki içinde değerlendirilmekte ve bu bağlamda insan pratikleriyle daha somut bir alaka kurulmaktadır. Araştırmaya konu olan örgütlenmelerden TEMA, ÇEKÜD, Doğa Derneği, TÜRÇEK ve DOÇEV doğrudan eğitim üzerinden faaliyetler üretmekte, bunlara ek olarak birçok çevre organizasyonu da eğitim aracılığıyla bilinç yükseltme faaliyetlerinin çevre sorunlarının azaltılması sürecinde etkili bir rol oynayacağından hareketle eğitime örgüt faaliyetleri içinde önemli bir yer ayırmaktadırlar.

Bilinçli ve eğitimli bireyler yetiştirme amacındaki bu çevre örgütlenmelerinin çevre kavramına ilişkin tasavvurları, kent ve kent sorunları etrafında şekillenmektedir.

Çevre, doğa kavramı aksine insan pratiklerinin doğrudan muhatabı olan ve aynı zamanda insan pratiklerini etkileyen mekânsal dağılımın sorunlarına odaklanmaktadır.

Çevre örgütlenmeleri içinde ekoloji kavramsallaştırmasının kullanımı ise birbirinden farklı iki temel anlam üzerine inşa edilmiştir. Bu anlamlardan ilki Türkiye’deki çevreciliğin söylemsel olarak etkili olsa da görece küçük bir alanını ifade eden, doğrudan siyasal bir eğilim içinde olan örgütlenmelerin ürettiği ekoloji kavramsallaştırmasıdır. Bu anlamıyla ekoloji başlı başına ideolojik bir anlama geldiği gibi aynı zamanda çevreyi siyasal ve ekonomik bir bütünlük içinde algılayan çevreci bir düşünme biçimini de tanımlamaktadır.

Bu anlamda ekoloji kavramsallaştırmasının diğer kavramsallaştırmalardan farkını açıklamak için Ekoloji Kolektifi görüşmede şunları söylemiştir:

“Ekolojinin daha kapsayıcı bir durum olduğunu, yani çevre biraz daha dar, kendini merkezde gören, o şekilde bir bakış açısını aslında yansıtıyor. Ekoloji biraz daha kapsayıcı…

sadece insanın değil doğa üzerindeki tüm tahakküm ilişkilerinin vesairesinin de hani analizini

71

yapma ihtiyacı hisseden ve ona göre bir pozisyon alma ihtiyacı hisseden, hani nasıl diyeyim kapsam olarak, öyle de bir farkı var.”

Ekoloji kavramsallaştırmasının siyasal kapsamına ilişkin bu vurgu Toplumsal Ekoloji Grubu’nun amaçlarını açıkladığı metninde de kendini göstermektedir:

“Bizler gezegenimizi giderek daha fazla tehdit eden ve daha fazla görünür hale gelen ekolojik, politik, ekonomik, bürokratik, sosyal adaletsizlik ve diğer problemlerin asıl olarak insanın insan üzerindeki tahakkümünden ve bunun insansız doğaya yansıtılmasından kaynaklandığını, bu problemlerin birbirinden bağımsız ve kısmi çözümlerinin olamayacağını düşünüyoruz” (Başlarken, 2002: 3).

Türkiye’deki çevre örgütlenmeleri içinde ekoloji kavramının diğer bir anlamını, bu siyasal niteliğinden bağımsız olarak insan dışında kalan doğanın içsel işleyişini ifade etmek için kullanılmaktadır. Anlaşılacağı üzere ekoloji kavramının bu kelime anlamıyla kullanımı, sorunların tanımlanmasında çevre ve doğa kavramını kullanan örgütlenmeler tarafından kullanılmaktadır.

Çevre, doğa ve ekoloji kavramları, çevre örgütlenmeleri ve çalışmaları içinde birbirinden farklı anlamlarda kullanılıyor olsa da sahip oldukları kesişme noktaları, zaman zaman anlam kargaşasına neden olmaktadır. Bu kargaşanın giderilmesi iki biçimde önemlidir. Öncelikle bu kavramların doğru kullanılması daha sonra bu kavramlarla ilişkili diğer kavramların doğru kullanılmasına ve bu kavramlarla ilişkili olguların daha net anlaşılmasına imkân verecektir. Diğer bir husus ise belirli bir kavrama daha çok odaklanan çevreci örgütlenmelerin ürettikleri söylemlerin niteliğini ve farklı söylemler olan ilişkininin anlaşılmasına olanak vermesidir. Doğa, çevre ve ekoloji kavramlarının yaygın olarak beraber kullanıldığı kavramlar şöyle kategorileştirilebilir.

72

Kavramlar Arası İlişki

Doğa ___ Koruma/Hammadde

Çevre ___ Eğitim / Bilinç

Ekoloji ___ Siyaset/Doğal Bütünlük

Tablo 2: Kavramlar Arası İlişki

Kavramların yaygın kullanımları, kavramların söylemsel olarak taşıdıkları anlamlarla beraber düşünüldüğünde, Türkiye’deki çevre örgütlenmelerin insan ve insan dışında kalan doğa arasında kurdukları ilişkinin niteliği göstermek için de başlangıç noktasıdır. Çevre örgütlenmeleri içinde insan ve doğa ilişkisini kavramsallaştırmak, söylemin doğayı mı yoksa insanı mı merkeze aldığına göre farklılıklar göstermekte ve bu da en gelen anlamda, Türkiye’deki çevreciliğin çekirdeğinin hangi sıçramalar aracılığıyla diğer toplumsal olgularla ilişki içinde olduğunu gösterme potansiyeli taşır.

4.1.2. Doğa-İnsan İlişkisinin Algılanışı: Eko-merkezcilik Karşısında