• Sonuç bulunamadı

2. BATI’NIN BÜYÜK DÖNÜŞÜMÜ VE MODERN BATI’NIN OSMANLI AYDININA ETKİSİ OSMANLI AYDININA ETKİSİ

2.2. Modern Batı’nın Osmanlı Aydınına Etkisi (Uygarlık Krizi, Zihnî Dönüşüm, Edebî Dönüşüm, Politik Dönüşüm) Dönüşüm, Edebî Dönüşüm, Politik Dönüşüm)

2.2.3. Politik Dönüşüm, Gizli Örgütlenmeler ve Darbeler

2.2.3.1. Yeni Osmanlılar

On dokuzuncu yüzyılda Batı’da yaşanan siyasi ve toplumsal dönüşümler134, bilim ve teknik sahasındaki gelişmeler yavaş yavaş tüm dünya ülkelerinin aydın kuşaklarını etkisi

134 Bu konuda öz görünüm mahiyetindeki bilgi için bu çalışmanın on dokuzuncu sayfasında bulunan Batı’nın Dönüşümü: Aydınlanma, Modern Batı Kültürünün Oluşumu ve Edebiyatın İşlevi bölümüne bakılabilir.

altına almaktaydı. Avrupa’nın yaşamış olduğu Aydınlanma’nın düşün derinlikleri, toplumsal hareketlenmeler ve devlete hâkimiyet sağlayan sınıfın da değişmesi gibi olaylar, Batı devlet yönetim tarzını da değiştirmekteydi. On dokuzuncu yüzyılın başında Batı’nın maddi gücü, Osmanlı yönetim katında kabul edilmekteydi. Yüzyılın sonuna doğru ise Batı’nın siyasi ve kültürel gücünün de üstün olduğuna dair fikirler, gazetelerde Osmanlı aydınları tarafından dile getirilmekteydi.135 Osmanlı’nın modernleştirilen okullarında devlete hizmet için yetiştirilen gençler, İmparatorluğun zor durumdan kendisini kurtarmak için Batı’nın yönetim sistemlerinin de benimsenmesi gerekliliğine inanmaktaydılar. Bu inançla ve besledikleri duygularla, 1865 yılında Belgrad Ormanı’nda, altı genç tarafından bir piknik yapıldı.

Bu toplantıya katılan altı genç, Osmanlı hükümeti tarafından sürdürülen, felaket olarak mütalaa ettikleri politikalara karşı harekete geçmeye karar vermişlerdi. Bu genç ihtilalcileri birleştiren şey, Avrupa medeniyeti hakkındaki umumi bir bilgi ve Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılıp parçalanması hususundaki ortak endişe idi. Avrupa'nın Hasta Adam'ının çöküşündeki hızlı gidişin mesuliyeti, onlar tarafından, şimdi Ali Paşa ve Fuat Paşa'nın başını çektikleri küçük bir devlet adamı grubuna yükleniyordu.

(Mardin, 1996, 17-18).

Pikniğin yapıldığı gün İttifak-ı Hamiyyet adı altında gizli bir örgütün kurulmasına da karar veren ve hemen hepsinin Tercüme Odası’nda zaman zaman çalıştıkları bilinen bu altı kişi; Mustafa Fazıl Paşa, Mehmed Bey, Namık Kemal, Ayetullah Bey, Reşad Bey, Agâh Efendi ve vazifesi taşrada İttifak’ın fikirlerini yaymak olan Pazarköylü Ahmet isimli halktan biriydi (Mardin: 1996: 17)136. İttifak-ı Hamiyyet kurucularının Bab-ı Ali’nin Tercüme Odası’nda çalışmaları, onların hem devletlerin işleyiş tarzlarını hem de Batı’daki değişen yönetim mekanizmalarını öğrenmelerini sağlamıştı. Kendilerinin siyasi yönetim özelinde düşünceleri oluşmaktaydı ve geleneksel devlet yapısında bu düşünceler, muteber bulunmuyor hatta tehlikeli fikirler olarak telakki ediliyordu. Çünkü akıllarındaki siyasi yapı, Batı’daki idari dönüşümlerden farksız olarak mutlakıyetten meşrutiyete dönüşümü

135 Bu konuda şu yazıya bakılabilir: “Lisan ve edebiyatımız", Tercüman-ı Hakikat ve Musavver Servet-Fünûn özel sayısı (h 1313/1895), s. 89-91. ‘den alıntıyla Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Haz: Ahmet Kuyaş, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 18. Baskı, 2012, s. 381-382)

136 İtifak-ı Hamiyyet’i kuran altı genç için bazı hatırat ve çalışmalarda farklı isimler de belirtilmektedir. Bu hususta bilgi için “ Şerif Mardin, Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu, Çev: Mümtaz’er Türköne, Fahri Unan, İrfan Erdoğan, İstanbul: İletişim Yayınları, I. Baskı, 1996” künyeli eserin 17. ve 18. sayfalarının dipnot açıklamalarına bakılabilir.

sağlamaktı. İttifak-ı Hamiyyet “yurtsever, anayasal ve parlamenter bir yönetim biçimini getirmeyi amaçla[maktaydı].” (Zürcher, 2000: s. 105). Bu sebepten dolayı ilk örgütlü muhalefet olan İttifak-ı Hamiyyet, gizli bir hücre şeklinde yapılandı.

Pikniğin yapıldığı gün, İttifak-ı Hamiyyet adıyla anılacak gizli bir cemiyetin kurulmasına karar verildi. Ayetullah Bey, beraberinde, on dokuzuncu yüzyılın başlarında Fransa ve İtalya’da restorasyona karşı mücadele etmiş olan gizli cemiyet Carbonari137 teşkilatı hakkında iki kitap getirmişti. Bu kitaplar gizli cemiyetin teşkil edilmesinde rehber olarak kullanılacaktı.” (Mardin, 1996:

29)

Bu hususta Sina Akşin de “ İttifak-ı Hamiyyet’in kurucuları, örgütlenirken Avrupa’daki genç örgütleri, özellikle Genç İtalya örgütlerini örnek almışlardı” (Akşin, 1980: 315) hükmünü belirtmektedir.

Örgütün kuruluş amacının meşruti bir yönetim sistemine geçmek olduğunu ifade etmiştik. Örgütün bu amacı gerçekleştirmek için metodu ise öncelikle Ali ve Fuat Paşa’nın başarısızlıklarını gösteren bir dilekçe hazırlayıp Sultan’a verme düşüncesiydi (Mardin, 1996:

31) ama şartlar bu kadar masum bir davranış tarzına müsaade etmedi. Çünkü meşhur Fermanlar Osmanlı’daki gayrimüslim tebaanın milliyetçi saiklerini hafifletmek bir kenara, daha da arttırmıştı138. Ayrıca yabancı devletlerin gayrimüslim tebaa için özgürlükçü ve

137 Carbonari örgütü için Niyazi Berkes’in şu açıklamasına bakılabilir: “Carbonari (İtalyanca “kömürcüler"

demektir) örgütü İtalya’da Fransız Devrimi fikirlerinin etkisi altında 1820’de doğan ve amacı ulusal, cumhuriyetçi bir İtalyan siyasal birliği gerçekleştirmek olan örgütlerin en ünlüsüdür (Bunlardan biri olan Silvio Pellico’nun, konuldukları hapishaneleri anlatan unlu eseri Mes Prisons Osmanlıca’ya çevrilmiştir).

Mason örgütlenişini model alan Carbonaro'lar, devletlerin orduları ve polisleri karşısında her yerde başarısızlıklara uğradılar; hücre fedaileri hapishane hücrelerinde çürüyen kahramanlar oldular. 1834’te, bu hücrelerle devrim yapılamayacağını anlayan Mazzini’nin kurduğu Giovane Italia, İtalya’da ve daha sonra bütün Avrupa’da Jeune Europe akımı halinde 1850-1860 yıllarında yayıldı. Siyasal fikirlerin eğitim görmüş gençler arasında yayılması gençliği (jeune'lüğü) Avrupa'nın birçok ülkelerinde ilk kez görülen bir devrim gücü durumuna getirmişti. Fakat arkasında yurtseverlik ve ulusçuluk heyecanı geleneğini bırakan jeune girişimleri de her yerde bastırıldı. En güçlü olduğu İtalya'da bile bir başarı elde edilemedi. .” (Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Haz: Ahmet Kuyaş, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 18. Baskı, 2012, s.276-277)

138 Şerif Mardin Osmanlı’nın on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısı itibariyle reformist/ihtilalci kuşakların Bab-ı Ali’den uzaklaşmasına sebep olan bazı tarihi olayları zikreder: “Genel olarak 1860'ların başlangıcı, Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkan milliyetçiliğinin gittikçe artan baskısını hissetmeye başladığı ve milletlerarası ilişkilerinin Avrupa İttifakının gözetimi altında yürütüldüğü bir zamandı. Aşağıdaki gelişmeler, genç ihtilalcilerin Bab-ı Ali'den nefret etmelerinin doğrudan sorumlusu olarak gösterilebilecek olaylardan bir kaçıdır. 1859 ile 1864 arasında imparatorluğa bağlı Bağdan ve Eflak prenslikleri bağımsızlık için yola çıkarak kendi hükümdarlarını seçtiler, tek bir anayasa ilan ettiler ve sonunda otonomi elde ettiler. 1860'da, Hersek'te çok geçmeden Karadağlıların da katıldıkları bir isyan patlak verdi. Bu ayaklanma, ancak iki buçuk yıl sonra kontrol altına alınabildi. Sonunda Karadağlılar ile Türkler arasında bir antlaşma imzalandığında, Türkler Karadağ'ın anayolunu tutan garnizonlar kurma hakkı elde ettiler. Ancak, bu avantajlar daha sonra Türkler tarafından terk edildi (Mart 1863). 1862'de, Belgrad'daki Türk garnizonu ile şehrin yerli halkı arasında çatışma çıktı ve her iki taraftan önemli kayıplar oldu. Bu mesele, Osmanlı başkentinde toplanan milletlerarası

eşitlikçi bir söylem takınarak İmparatorluğun içişlerine müdahalesi yoğunlaşmaktaydı.139 İttifak-ı Hamiyyet’e göre; bu olaylar karşısında Ali ve Fuat Paşa’lar çözüm odaklı siyaset üretmekten acizdiler. Reformcu gençler çıkartmış oldukları gazetelerde, söz konusu vakaları gündeme getirerek muhalif bir tutum sergilemekteydiler. Muhalif hareket genişlemekte ve yayılmaktaydı. Osmanlı’nın gelişen basınında meşhur olan Ziya Paşa ile Muhbir gazetesinin yöneticisi Ali Suavi’de İttifak-ı Hamiyet’e sonradan katılanlar arasındaydı (Zürcher, 2000:

105). Örgütün maddi güç için en önemli ismi Mustafa Fazıl Paşa idi. Mehmet Ali Paşa’nın torunu ve Mısır Hidivi İsmail Paşa’nın kardeşi olan Mustafa Fazıl Paşa’yı muhalefete yönelten en önemli saik, Mısır Hidivliğinin İsmail Paşa’nın oğluna bırakılmış olmasından kaynaklanmaktaydı.140 Ayrıca Mustafa Fazıl Paşa, Fuat Paşa’nın ekonomiyi iyi yönetmediğine dair bir tezkerede hazırlamıştı. Bunu öğrenen Fuat Paşa devletin mali düzeninin dengelenmesi için kurduğu meclis-i hazain kurulundan Mustafa Fazıl Paşa’yı azletti ve Paşa’nın başkenti terk etmesi istendi (Mardin, 1996: 39-40). Bu olaylardan ötürü Mustafa Fazıl Paşa, Paris’e gitti ve orada kendisini özgürlükçü, meşrutiyetçi hareketin içinde olduğunu gösteren yazılar kaleme aldı. Bunlarla birlikte Osmanlı Devleti’nin yapısındaki bozulmaların sebebini, bir meşruti sistem olmadığına bağlıyor ve Sultan’a bu hususta açık

bir konferans tarafından halledildi. Netice olarak, Türkler Sırbistan sınırında hala elde tuttukları altı kaleden ikisini bırakmayı kabul ettiler. Bu gelişmelerin her biri Türklerin ağzında acı bir tat bıraktı. Mesela, 1860 Lübnan krizi esnasında, Fuad Paşa, ayaklanmaya sebep olan olayları araştırarak, Müslümanlarla Dürziler arasındaki çatışmayı zamanında durdurmadıkları için, bir Türk paşası ile iki yardımcısını kurşuna dizdirmişti.

Birçok Türk, haklı olarak, Avrupalı güçleri yatıştırma arzusuna bağladıkları bu sertlikten infial duydu. Daha sonra, Avrupalı güçlerin tavsiyesi üzerine, Lübnan valiliğine bir Hıristiyan tayin edildi ki bu, Osmanlı gururuna vurulan başka bir darbe idi. Romanya ile ilgili gelişmeler, Avrupalı Büyük Güçlerle alakası olmadan, kendi dinamiklerini takip etmişti; fakat bu, onları Osmanlı nokta-i nazarından mazur ve geçerli kılmadı.

Osmanlı ordusu Bosna'da çok az sayıdaki bir kuvveti bozguna uğratamamış; Karadağ ile yapılan antlaşmada kazanılan avantajlar, Türklerin kendileri tarafından terk edilmişti. (Mardin, 1996: 25)

139 “Kırım Harbi sırasında, Türkiye'nin müttefikleri, söz konusu eksiklikleri ortadan kaldıracak bazı reformlar yapması için imparatorluğa baskı yapmaya başladılar. İlk olarak, imparatorluğun Hıristiyan tebaası için özel haklar sağlama düşüncesi ciddi olarak ele alındı. Sonunda, bu hakları Hıristiyan olsun, Müslüman olsun bütün tebaa için garanti altına alan bir plan benimsendi. Bu ilkeler, 18 Şubat 1856 tarihli yeni bir Hatt-ı Hümayun'da bir araya getirildi. Söz konusu Hatt, gerçekte Osmanlı İmparatorluğu'nun iç işlerine yabancı müdahalesinin ürünü olduğu için, koruyucu bir tedbir olarak, Hatt'ın ihtiva ettiği şartların uygulanmasının IX. maddesi Hatt'a eklendi. Hakikatte, yabancı güçler Osmanlı İmparatorluğu’nun iç işlerine karıştılar.”

(Mardin, 1996: 23-24)

140 “Osmanlı İmparatorluğu'nda olduğu gibi Mısır'da da tahta geçiş, evlatların yaş sırasına göre belirlenmekteydi ve buna göre Mustafa fazıl tahta geçecek ilk kişiydi, ancak ağabeyi Hıdiv İsmail, bir süreden beri tahta geçme sırasının kendi oğlu lehine değişmesi için İstanbul hükümetine baskı yapmakta ve rüşvet vermekteydi. Sonunda l866'da tahta geçme sırasını değiştiren bir ferman elde etmeyi başardı. Bunun üzerine Mustafa Fazıl Fransa'ya gidip padişaha Osmanlı İmparatorluğu'nun zayıflığına dikkati çeken ve hükümete amansızca çatan açık bir mektup göndererek öç aldı. Mustafa Fazıl bu arada Avrupa basınında kendini "Genç Türkiye"nin temsilcisi olarak takdim etmeye başladı. (Zürcher, 2000: s. 106). Başka bir iddia için bakınız:

Mardin, 1996: 39-40.

bir mektup da yazıyordu.141 Mektup günlük Liberte gazetesinde 1867 yılının 24 Mart günü yayımlandı. Söz konusu mektup Liberte gazetesinden yayımlanmadan 16 gün önce İstanbul’da Namık Kemal ve arkadaşları tarafından edinilmiş ve tercüme edilerek 24 Mart’ta elli bin nüsha basılıp dağıtılmıştı (Mardin, 1996: 48-49). Hem gazetelerdeki Girit olayındaki muhalif tutum hem Osmanlı yönetim yapısına dair açık bir devrimi öneren Mustafa Fazıl’ın mektubunun Türkçe basılıp yayılması, hükümetin bir tavır almasına neden oldu. Osmanlı Hükümeti; Namık Kemal’i ve Ziya Paşa’yı taşra idaresine sürgüne göndermekteydi. Mustafa Fazıl Paşa yaşananları haber alınca reformcu gençleri Paris’e davet etti. (Zürcher, 2000: s.

107).

1867’de, kişisel nedenlerle Fuat Paşayla çekişmesi dolayısıyla Paris'te zengin bir sürgün hayatı yaşayan Mısır Prensi Mustafa Fazıl Paşa da Osmanlı ülkesindeki meşrutiyetçi akımın içinde olduğunu göstermek amacıyle, Fransızca bazı mektuplar yayımladı. Bunlardan birinde, kendisini Genç Türkiye Partisi’nin temsilcisi olarak sundu.

Bu yakıştırma Avrupa'da tutundu. Akımın böyle bir ad alması üzerine örgüt de, daha sonra Paris'te Namık Kemal, Ziya, Ali Suavi’nin katılmasıyla yeniden kurulduğunda, Yeni Osmanlılar Cemiyeti adını benimsedi.

[…]Böylece artık «hasta adam» denen Osmanlı Devletini özgürlükçü yollardan kalkındırmak amacını güdenlere, Fransızca «Jeune Turc - Jön Türk» denildi. Bilindiği üzere, 19. yüzyılda feodaliteye karşı mücadele eden liberal-köktenci hareketler «genç» adiyle anılıyordu.”) (Akşin, 1980: s. 315)

Böylelikle örgüt, İttifak-ı Hamiyet’ten Genç Osmanlılara oradan Jön Türk isimlerine evrilecekti. Dönemi itibariyle Jön terimi, Batı’da yenilikçi ve özgürlükçü bir tanımlamayı

141 Berkes, laikliğin bir manifestosu sayılabilecek mezkûr mektubu şöyle özetler: İlerlemenin baş koşulu özgürlüktür. Devletin çöküşünün ve Avrupa devletlerinin karışmalarının nedeni olan kötü yönetimin asıl nedeni özgürlük yokluğudur. Özgürlük olmayan bir ortamda reformlar yapılamaz. Asıl gerekli olan, sürekliliği garanti edilecek bir özgürlük rejiminin kurulmasıdır. Bu, padişahın bağımsızlığını kaldırmak demek olmadığı gibi, halkı dinlerinden ve geleneklerinden yoksunlaştırmak demek de değildir. Özgürlükçü bir yönetimin kurulması, içteki hastalıkları tedavi edecek, Avrupa devletleriyle ilişkileri normalleştirecek, Müslümanlar için de hayırlı olacaktır. Çünkü adalet her yerde birdir, evrenseldir. Dinin alanı sadece maneviyat alanıdır. İnsanı sadece ahirete hazırlar. Bir ülkenin kanunlarını belirleyen din değildir. Din, ebedi gerçeklerin ifadesi olmaktan çıkarılarak dünya işlerine karıştırılırsa hem kendini, hem halkını yıkan bir güç durumuna getirilmiş olur.

Anayasalı devlet rejimi de evrensel gerçekliği olan bir rejimdir. Her ülke için tek meşru devlet şekli budur.

Bundan ötürü Müslüman ya da Hıristiyan siyaseti ve devleti diye bir şey yoktur. Nerede olursa olsun tek bir adalet ilkesi vardır. İstibdat karşısında tek çıkar yol, sorumluluğu kontrol edilebilen bir yönetim kurmaktır. Bu devrime önderlik edecek aydınların ve hükümdarın yapacağı şey, Müslüman ve Hıristiyan halklar arasında eşitliği sağlamaktır. (Berkes, 2012: 287)

karşılamaktaydı.“ Jön Türklük özgün bir siyasal kimlikti. Köhneyen monarşilere karşı ayaklanan, direnen bütün ülkelerin muhalifleri bu isimle anıldı.” (Ortaylı, 1987: s. 208).

Paris’te Mustafa Fazıl Paşa’nın himayesinde; Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Ali Suavi ve İstanbul’dan uzaklaştırılan bürokratlar olan Nuri, Mehmet Bey, Reşat Bey, Rifat Bey’in de bulunduğu bir toplantıda yönetim tarzındaki meşrutiyetçi reform ilkelerini savunan yeni bir örgüt kurulması konusunda karar aldılar ve Yeni Osmanlılar ismini benimsediler (Mardin, 1996: 54-55). Çok zengin olan Mustafa Fazıl Paşa’nın yardımıyla Paris’te, Londra’da ve Cenevre’de yayınlanan gazetelerde Osmanlı yönetimini (Ali ve Fuat Paşaları) eleştirmeye devam etmekteydiler. Ali Suavi’nin Muhbir gazetesi Fransa’nın basın üzerindeki baskısı sebebiyle Londra’da çıkmaktaydı (Mardin, 1996: 55). Ayrıca 1868 yılında Ziya ve Namık Kemal tarafından Londra ve Cenevre’de yayımlanmış Hürriyet gazetesi de Yeni Osmanlıların önemli bir gazetesiydi. Söz konusu gazeteler posta teşkilatlarıyla İstanbul’a geliyor ve genç kuşakları etkiliyordu (Zürcher, 2000: s. 107). Aynı yayın çizgisini sürdüren fakat Muhbir ve Hürriyet kadar önemli olmayan gazetelerde Paris’te ve Avrupa’nın diğer merkezlerinde yayımlanmaya devam etmişti.142 Yeni Osmanlılar gazeteler vasıtasıyla fikirlerinin etki derecesini artırırken 1867 yılının Haziranı’nda Sultan Abdülaziz Fransa’ya resmi bir gezi düzenledi.

Hala İstanbul'da yüksek bir makam ele geçirmek ümidini besleyen Prens Mustafa Fazıl, Sultanın teveccühünü kazanmak için bu fırsatı kaçırmadı.

Sultan Toulon'da karaya çıktığı zaman hürriyetçi prens, "zat-ı hümayun-ı şahaneye hin-i muvasalat-ı hümayunlarında bir bende-i sadık sıfatıyla arz-ı ubudiyet etmek" ve selamlamak üzere orada idi. Sultanın sevgisini kazanmayı becerdi ve Paris, Londra, Viyana ve Budapeşte'ye onunla birlikte gitti.

Budapeşte'den, Sultanın izniyle İstanbul'a onun ardından gitmeden önce, Paris'teki işlerini düzenlemek üzere Paris'e döndü. […]. Prens, Genç Osmanlıların maişetlerini sağlamak ve yayınlarını karşılayacak fon tahsis etmek suretiyle onların mali işlerini düzenledi. İstanbul’a geldi ve daha sonra Nazır oldu. (Lewis,1993: 155-156 )

142 Bu gazetelerden bir kaçını Berkes zikreder: “Mehmet, gruptan ayrılarak Paris’te İttihat adında Türkçe, Rumca, Arapça, Ermenice bir gazete çıkarmaya kalkmış, daha sonra Cenevre'de Mütercim Rüştü Paşa’nm damadı Hüseyin Vasfı Paşa ile beraber İnkılâp adlı bir gazete çıkarmış ise de ikisi de yaşamamıştır.” (Berkes, 2012: 305)

Her ne kadar Mustafa Fazıl Paşa İstanbul’a dönerken Yeni Osmanlıların yayın organlarının yaşaması için bazı maddi düzenlemeler yaptıysa da Yeni Osmanlılar Avrupa’da tutunamadı ve üç buçuk yıl gibi sürede dağıldılar (Berkes, 2012: 287).143

Yeni Osmanlılar dağılmıştı fakat modernleşmenin/medeniyetleşmenin mahiyetini değiştirmişlerdi. Artık modern/medeniyetçi olmak, Batıvâri parlamenter bir yönetim mekanizmasını benimseyen muhalif anlamına gelmekteydi. Böylelikle modernleşme, devlet katındaki mutedil bir süreklilik çizgisinden farklılaşıyor ve ilk örgütlü muhalif bir yapının da politikleşmesinde önemli bir temel oluşturuyordu. Öncelikle Osmanlı yöneticilerinin; geleneksel medeniyet formlarına sadık kalarak bilim ve teknik ithali ile başlayan Batı’nın maddi (askeri ve devlet katındaki bazı düzenlemeler) ilerlemelerini örnekleme çalışmaları, Yeni Osmanlılarla beraber bir meclis modeli geliştirmesi hususunda muhalif, siyasi bir tutuma dönüştü. Modernleşme/medeniyetleşme, genç aydın kuşaklarda artık Bâb-ı Âli’ye karşı politik bir tavır haline gelmişti.

Osmanlı’daki Yeni Osmanlılar kuşağı; dünyayı etkisi altına alan Amerika, İngiltere ve Fransa’daki ulus söylemlerini, parlamenter sistem yönetim şeklini, yeni anlam katmanlarıyla oluşturulmuş vatan (patrie), ulus (national), anayasa (constution), hürriyet (liberty) gibi yeni olguları gözlemliyor ve bu kavramlarla İslami hassasiyetleri dolayısıyla da bir sentez yapmak istiyorlardı. Yeni Osmanlılar özellikle Namık Kemal ve Ziya Paşa, bir taraftan Batılı tarzdaki Tanzimat düzenlemelerine karşı çıkıp devletin felakete gittiğini ifade ediyor diğer taraftan sorunların çözüm kaynağını ise Batı şeklindeki bir model olan parlamenter sistem olarak gösteriyorlardı. Söz konusu bu ikilem, genç bürokratların da zihinlerinin karışık olduğunu bizlere gösteren bir veri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu konuda Durakbaşa şu açıklamaları dile getirmektedir:

Yeni Osmanlıların politik düşüncesi aslında bir paradoks içeriyordu.

Tanzimat paşalarını eleştiriyor, Avrupa’nın, büyük devletlerin giderek artan nüfuzundan dolayı imparatorluğun Hristiyan ahalisine olağandışı ayrıcalıklar tanıyan ve Hristiyanlara kıyasla Müslümanların gücünü

143 Berkes bu hususta şu açıklamaları yapar: Kemal Hürriyet'ten ayrılınca onu Ziya çıkarmaya devam etmiştir.

Bir aralık Ziya, Osmanlı hükûmeti ajanları ile uzlaşarak gazetenin 2.000 tanesinin hükûmetçe satın alınması teklifini kabul etti. Daha sonra Ali Paşa aleyhine bir kampanya açan Hidiv İsmail'den para almaya başladı.

Londra’dan kaçıp Cenevre’ye gelince orada çıkarmaya başladığı gazetede Mehmet’in gazetesinde padişah aleyhine yazılan yazılara karşı padişahı savundu. Kemal, bir Kur’an basımı işi için bir süre Londra'da kaldıktan sonra Viyana'da, elçi Halil Şerif Paşa'nın davetlisi olarak Ekim 1870’te kısa bir süre kalıp İstanbul’a döndü. 6 Eylül 1871’de Mehmet ve Suavi dışında, Yeni Osmanlıların ileri gelenleri İstanbul’a dönmüş bulunuyorlardı. Ne bir parti olabildiler, ne aralarında görüş birliği vardı, ne de devrimci idiler. (Berkes, 2012: 305).

azaltan modernleşme reformlarına karşı çıkıyorlardı. Batılı anlamda meşrutiyetten yanaydılar ve Osmanlı idaresinin içkin ilkelerini kapsayacak bir modernleşmeyi savunuyorlardı. (Durakbaşa, 2014: 115)

1869’da Fuad Paşa’nın 1871’de de Ali Paşa’nın ölümü, Tanzimat döneminin sonlanışının bir göstergesi olarak da kabul edilmektedir (Berkes, 2012: 310). Ali ve Fuad Paşa’nın ölümleri Genç Osmanlıların yapmış olduğu muhalefeti de boşa çıkarmıştı. Böylece muhalefetin yönü, devletin idari katındaki egemen bürokratlardan Sultan’a doğru bir değişim geçirdi. Sultan Abdülaziz, Genç Osmanlılar ve modern temelli eğitim alan talebelerin çoğu için parlamenter bir yönetim mekanizmasını istemediğinden dolayı hürriyet karşıtı bir müstebit, ulema144 için ise modern uygulamaları sebebiyle hoşnutsuzluk duyulan biri haline gelmişti. Kronikleşmiş ekonomik sıkıntılar ise devam etmekteydi (Mardin, 1996: 38).

Ayrıca Sultan, askeriyede modern teçhizatı güçlendirmiş, deniz kuvvetlerini Avrupa’nın en büyük üçüncü donanması haline getirmiş ve yavaş yavaş da olsa demir yolu ulaşım ağını kurmaya ve yaymaya çalışmıştı (Zürcher, 2000: 89). Bu gibi gelişmeler de Batılı devletlerin dikkatini çekmekteydi. Sultan Abdülaziz, söz konusu şartlar altında 30 Mayıs 1876’da darbeye maruz kaldı. Birkaç gün sonra da Feriye Sarayı’nda bilekleri kesilerek katledildi (Lewis, 1993: 161).

30 Mayıs 1876’da, Şeyhülislam’dan Sultan’ın hal'ine cevaz veren bir fetva silahını elde eden ve gerekli siyasi ve askeri hazırlıklarla kuvvetlenen nazırlar, Abdülaziz'in hükümdarlığının sona erdiğini resmen ilan ettiler ve onun yerine Murat'ı padişah yaptılar. Bunun başlıca sorumluları Mithat Paşa, Hüseyin Avni Paşa ve Harbiye Komutanı Süleyman Paşa idi.(Lewis, 1993: 161).

Bir taraftan bürokrasi ve Süleyman Paşa’nın yönlendirilmesi altında Harbiye talebeleri diğer tarafta Şeyhülislamlığın medresedeki öğrencileriyle (Berkes, 2012: 311) palazlandırılan darbeden sonra V. Murat sultan olmuştu. Mason olan (Berkes, 2012: 316) Sultan V. Murat’ın tahta çıkması Yeni Osmanlılar için çok önemli bir gelişme idi.

Murat yıllarca Genç Osmanlılarla temasta bulunmuş ve onlara sempati göstermişti; bunlardan birçoğu şimdi saray memuriyetleri aldı. Kıbrıs’tan

144 Şerif Mardin dini hassasiyetlerin Abdülaziz’in hal’ edilişinde önemli bir diğer saik olarak zikreder. “1876'da Abdülaziz'e karşı harekete geçenlerin hitap edebildikleri bir diğer his halk tabakalarının dine bağlılığıydı.

Abdülaziz'in tahttan indirilmesinden üç hafta önce "softalar kıyamı" sonucunda Sadrazam Mahmut Nedim Paşa'nın azli sağlanmıştı. Şeyhülislâm Hayrullah Efendi'yse Abdülaziz'in hal'ini vacip kılan fetvayı imzalamıştı” (Mardin, 2008: 70 )

çağrılan Namık Kemal onun özel sekreteri oldu; Sadullah’a Mabeyn Başkâtipliği gibi kilit bir mevki verildi. (Lewis, 1993: 161).

Fakat Yeni Osmanlılar adına parlamaya başlayan bu talih fazla uzun sürmedi. Çünkü Sultan V. Murat aklî dengesini yitirmişti, Nazırlar ve Şeyhülislam V. Murat’ın hal’ine mecbur kalmış ve taht Sultan V. Murat’ın kardeşi Sultan II. Abdülhamit’e geçmişti.

31 Ağustos 1876 yılında tahta geçen Sultan II. Abdülhamit dört ay gibi bir sürede bürokratların ve Şeyhülislam makamının iki sultanı hal’ ettiğini doğal olarak gözlemledi.

Aynı zamanda dönemi itibariyle hürriyetçi fikirler olarak telakki edilebilecek Batılı parlamenter sistemi isteyen, eli kalem tutan, fikirlerini estetize ederek edebiyat aracılığıyla propaganda eden bir Yeni Osmanlılar grubunun da varlığını hissetmekteydi. Ayrıca Harbiye talebelerinin darbedeki eylemlerini gözlemleyip askeri bir zümrenin gücünü de fark etmişti.

Osmanlı geleneksel tanımlamalarla ifade edecek olursak kalemiye, ilmiye ve seyfiye birlikteliği Sultan’ı devre dışı bırakacak bir güce ulaşmıştı. Tahta yeni geçen Sultan, söz konusu hareketlerin/güçlerin muhalif tutumlarına bir nevi olumlu cevap vermek zorunda kalmış; I. Meşrutiyet’i kabul etmiş ve Teşkilat-ı Esasiye’yi145 uygulamaya koymuştu. Kısa zamanda Sultan Teşkilat-ı Esasi’nin kabul edilmesinde gayretleri olan Mithat Paşa’yı azletti.

19 Mart 1877’de ilk Osmanlı parlamentosu toplandı. Meşruti bir gelenekten ve yoksunluktan dolayı oldukça cansız146 bir görünüm sunan ilk parlamento macerası 14 Şubat 1878’de, Osmanlı-Rus savaşı mütarekesinden hemen sonra Sultan tarafından kapatılmıştı. Bu olaylar zinciri Genç Osmanlılar için tam bir hayal kırıklığı oluşturmaktaydı. 19 Mayıs 1878’de Ali Suavi147, Basiret Gazetesi’nde devletin bulunduğu güç durumdan nasıl çıkılacağını anlatan bir konuşma yapacağını bildiren bir manifesto yayımladı. (Lewis, 1993: 174)

Bu, daha önceden tertiplenmiş bir bildiri gibi görünüyor; çünkü ertesi gün sabah saat 11 sıralarında Çırağan Sarayı önünde, çoğu kaybolmuş vilayetlerden gelmiş Müslüman göçmenler olan 500 kadar kişi toplandı.

Bunlardan 100 kadarı başlarında Ali Suavi olmak üzere zorla saraya girdiler, Murat'ı kurtarıp Padişah ilan etmek istediler. Saray idarecileri tarafından

145 Teşkilat-ı Esasiye konusunda geniş bilgi için bakınız: Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Haz: Ahmet Kuyaş, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 18. Baskı, 2012, s. 309-339

146 Parlamentonun oldukça hareketsiz bir görünümü olduğuna dair açıklamaları Lewis, 1993: 167-168’inci sayfalarındaki İngiliz bir gazetecinin tasvirlerine bakılabilir.

147 Ali Suavi Sultan Abdülaziz’e yapılan 1876 Darbesi’nden sonra İstanbul’a gelmişti ve yeni Sultan tarafından Galatasaray Sultani’sine müdür olarak tayin edilmişti.

çağrılan bir polis müfrezesi hemen yetişip hareketin hakkından pek çabuk geldi.(Lewis, 1993: 174)

Ali Suavi bu kalkışmada öldü ve Sultan II. Abdülhamit’e karşı ilk ayaklanma başarısız bir şekilde sona erdi. Hemen aynı yıllarda V. Murat’ı tekrardan sultan yapmaya çalışan Cleanthi Scalieri-Aziz Bey Komitesi bir darbe tertip hazırlığı yapmaktaydılar ve bu tertip de daha plan aşamasındayken öğrenilip dağıtıldı.

Scalieri İstanbul’daki Prodos Locası’nın üstatlarındandı. Sultan Murat'ın da mason olduğu, uluslararası masonluğun hareketinin hazırlanmasında önemli bir rol oynadığı ileri sürülmüştür. İkincisi, Scalieri Komitesi'nin önemli üyelerinden Ali Şefkati Bey hem Namık Kemal'in bir arkadaşıydı ve hem de Avrupa'da ilk Jön Türk yayınlarını çıkaracaktı. (Mardin, 2008: 35)

Yaşanan vahim bir o kadar da kendisine tehditkâr olan vakalar karşısında Sultan, Teşkilat-ı Esasiye’yi de yürürlükten kaldırdı (Lewis, 1993: 176). Namık Kemal söz konusu olaydan sonra yaklaşık altı ay İstanbul’da hapis yattı. Sonrasında ise Sakız Ada’sına sürgüne yollandı. Geriye kalan Yeni Osmanlılar da Namık Kemal gibi ya sürüldüler ya da hapsedildiler (Lewis, 1993: 172). Söz konusu olaylar belki, bir darbe için çok önemsiz vakalardı. Fakat geçmişteki masonluk ilişkisinden dolayı (Lewis, 1993: 172) daha özgürlükçü bir kimliğe sahip olan Sultan V. Murat’ın tahta getirilmesi için örgütlü bir uğraş verilmişti. Çok daha önemlisi bir Hristiyan olan Skalieri ile müslüman olanları ortak bir hedefte birleştirmiş olmasıydı. Bu hususta Lewis şunları söylemektedir: “ bu belki de en ilginç özelliktir - fesat tertibi, bir Hıristiyanı ortak bir davada -"millet" in selameti - Müslümanlarla birleştirdi ki, ‘millet’in bunlardan bazısı için hiç olmazsa laik bir anlamı olmalı ve artık salt dini bir anlamı bulunmamalıydı.” (Lewis, 1993: 176)

Hem Ali Suavi’nin Sultan V. Murat’ı tekrardan başarısız tahta geçirme girişimi hem de mason üstatlarından Skalieri’nin bir jön Türk olan Ali Şefkati Bey ile 1878’deki eyleme geçmeden dağıtılan darbe tertibi (Mardin, 2008: 35) gösterdiği üzere; Yeni Osmanlılar sadece gazetelerde siyasi fikirler neşrederek, edebiyatı propagandist bir şekilde kullanarak bir kamuoyu oluşturmaya çalışıp halka ulaşmakla yetinmiyor aynı zamanda darbe planlamalarının bir ayağı haline geliyordu. Artık siyasi fikir (ideoloji), edebiyat, ihtilal, medeniyetçilik (genç kuşakların zihninde parlamenter rejim talebi olarak tecessüm etmekteydi) bir bütün oluşturuyordu.