• Sonuç bulunamadı

2. BATI’NIN BÜYÜK DÖNÜŞÜMÜ VE MODERN BATI’NIN OSMANLI AYDININA ETKİSİ OSMANLI AYDININA ETKİSİ

2.2. Modern Batı’nın Osmanlı Aydınına Etkisi (Uygarlık Krizi, Zihnî Dönüşüm, Edebî Dönüşüm, Politik Dönüşüm) Dönüşüm, Edebî Dönüşüm, Politik Dönüşüm)

2.2.2. Edebi Dönüşüm

Osmanlı modernleşmesi ile Osmanlı/Türk edebiyatının modernleşmesi hemen hemen aynı dönemde iç içe geçmiş bir bütünün parçalarıdır. Osmanlı Devleti’ndeki modernleşme ve daha sonraki vetirede, yıkılmış bir İimparatorluktan ulus devlete geçiş çalışmaları, her ne kadar kendine has tarihî dinamikler bulunsa da, Batı’daki mevcut düşünce akımlardan ve siyasi hareketlenmelerden bağımsız değildi. Modernizasyonun Batı’daki güçlü etkisi ve Karlofça antlaşması ile başlayan (1699) Batı karşısında mütemadiyen

yaşanan yenilgiler ve toprak kayıpları, Osmanlı Devleti’ni ve aydınlarını Batı’daki önemli değişikliklere yönlendirmişti.

Ulus devletlerin ortaya çıkışındaki tarihî izlenim, bizi Amerika ve Avrupa’da mevcut yönetim şekillerine yapılan ve yerine yeni bir idari yapı kuran burjuva devrimlerine götürmektedir. Çünkü idari ve sosyal yapıdaki değişimler genelde ülkelerin birbirlerinden etkilenmesiyle yayılmaktadır. Osmanlı ve Türkiye’deki meşrutiyete ve cumhuriyete geçiş serüvenleri; ilk olarak İngiltere’de, sonradan Amerika’da hemen aynı yıllarda Fransa’da ortaya çıkan benzer söylemlerin gecikmiş tipik bir örneğiydi.

XVII. yüzyılın sonlarına doğru (1688) İngiltere’de II. James’e yapılan burjuva darbesi; bir parlamenter yönetim şeklini idareye koymuş111, daha sonraki dönemler için, dizilmiş domino taşlarının ilkini devirmişti. XVIII. ve XIX. yüzyılda, dünyanın önemli devletlerinin burjuva ya da askerî/bürokratik aydın zümreleri, halk egemenliği söylemli darbeler yaptı ve ulusal hareketlenmeler ile bir meclis modeli geliştirdi. 1773 Amerika Bağımsızlık Savaşı ve Bildirgesi, 1789 Fransız İhtilali birer burjuva devrimleri idi112. İngiltere, Amerika ve Fransa’daki burjuva devrimlerini, Osmanlı’daki askerî/bürokratik zümrenin yine meşruti yönetim sistemini talep eden eylemleri izlemekteydi. Fakat söz konusu darbeler, dünya tarihinde meydana gelen önceki tüm devrimlerden çok farklıydı.

Sadece yöneticiyi ve yönetim şeklini değiştirmekle kalmıyor; bütünüyle ‘ancient regime’in değerlerine, alışkanlıklarına ve yaşam tarzlarına yönelik bir değişimi beraberinde getiriyordu. Tümel olarak topluma başka bir kimlik (ulus) sunuyor ve tikel olarak da bireye ayrı bir bağımlılık (vatandaşlık) tanımlıyordu. Açık bir belirmeyle dünya yeni bir boyuta evriliyordu.

Osmanlı Devleti’nin yöneticileri; hem devlet işlerine düzen getirmek adına hem de dünyadaki söz konusu olayların -devleti parçalayacağını düşündüklerinden- kendi bünyesindeki halklara sirayet etmemesi için bir takım önlemler almaktaydı. ‘Modern’ tarzda

111 Yıl 1688 İngiliz İhtilali, II. James tahttan inmiş yerine Guillaume D’ Orange geçmiştir. Orange parlamentodaki iki meclisin (Lordlar ve Avam Kamaraları) otoritesine uyacağını vadediyor ve böylece hükümdarlarla teb’a arasındaki yazısız bir anlaşmaya uymak suretiyle meşruti hükümet şeklinin zaferini garanti ediyordu. (Hazard, 1999: 293-294)

“ … bu tarih içinde çok önemli yeri olan Haklar Yasası (Bill of Rights) parlamentodan geçirildi. Vergi koyma ve ordu kurma yetkileri bununla kesinlikle parlamentoya verildi” bu bölüm ve geniş bilgi için bakınız:

(Belge, 2012: 38).

112 “ Mali idarenin intizam altına alınması, aristokrasinin savurganlığına son verilmesi, iç gümrüklerin kaldırılması, iktisadi serbestiyet, vergilerin aristokrasi ve din adamlarını da kuşatması, loncaların kaldırılması, soyluların ve ruhanilerin elinde bulunan arazilerinin işletilmesi hakkı burjuvazinin talepleridir.”

(Aster, Fransız 2004: 45 )

açılan okullar ve Fransız İhtilali’nden elli yıl sonra Tanzimat, 1856 Islahat, 1876 I.

Meşrutiyet, 1908’de II. Meşrutiyet; dünyadaki söz konusu parlamento, ulusçuluk, vatandaşlık, teknolojik ilerlemeler, toplumsal dönüşümler gibi olguların Osmanlı’daki akislerinin devlet katındaki çözüm tezahürleriydi.

Osmanlı Devlet yapısındaki yenileşmelerle yetişen kuşaklar, Batı’nın özellikle Fransızca eğitimleri vasıtasıyla kültürel yapısını, yaşayışını ve edebiyatını almaktaydılar.

Öncelikle Batı karşısında alınan askeri yenilgiler ile Batı’nın maddî gücü ve sonrasında ise Batı’daki yönetim mekanizmalarının dönüşümleri göz önünde bulundurularak yapılan düzenlemelerle Batı’nın kültürel gücü kabul edilmekteydi. Modernleşen dünyada yeni olgular ve kavramlar gündeme gelmekteydi. Geleneksel yapılar ve uleması bu yeni kavramlar, olaylar karşısında bir seçenek üretmekte zorlandılar. Hem Avrupa’da hem Osmanlı’da modernleşme çalışmaları zamanında, ifade ettiğimiz kavramlar karşısında yeni bilgi taşıyıcılarına gerek vardı.

XIX. asırda zirveye çıkan modernleşmenin işlevsiz bıraktığı ulemanın sahneden çekilişiyle doğan boşluğu doldurma sırası üdebaya gelmişti;

fıkıhtan sosyolojiye geçerek modern dünyayla hesaplaşmak, Namık Kemal ile öne çıkan Yeni Osmanlıların uhdesine düştü. (Gencer, 2008: s. 188).

Modern Türk Edebiyatı’nın kurucuları arasında yer alacak olan ve Osmanlı Devleti’nin bürokrat ihtiyacını karşılamak için yetiştirilen Namık Kemal, Şinasi, Ziya Paşa gibi aydınların İngiltere, Amerika ve Fransa’daki idari ve sosyal yapıdaki farklılaşmayı görüp, çıkarmış oldukları gazetelerde hem Osmanlı Devleti yöneticilerine yeni bir idari sistem (meşrutiyet) öneriyor hem de modern anlam katmanlarıyla donatılmış bir ‘millet’ fikri (Osmanlılık) geliştirmeye çalışıyorlardı. Böylelikle, Devlet’in modern okullar açarak yetiştirdiği aydın tabakası ile bir zihnî gerginlik başlamış oluyor ve 1908 Jön Türk Darbesi’ne kadar, büyük düşünür olmaktan çok genellikle edebiyatçı olan aydınlar, Devlet’in üst makamına ‘meşrutiyet’ temelli bir muhalefet kanadı geliştiriyorlardı.

Modern Türk Edebiyatı’nın kurucularının da arasında bulunduğu Yeni Osmanlılar’ın muhalefet ettiği Sultan Abdülaziz’in bileklerinin kesilerek katledilmesi (Lewis, 1993: 161), yerine geçen Sultan II. Abdülhamit’e yapılan 1878’deki başarısız darbe teşebbüsünde Ali Suavi’nin ölmesi (Lewis, 1993: 174) ve Namık Kemal’in bu başarısız darbe teşebbüsünde suçlu bulunup altı ay hapis yattıktan sonra Sakız Adası’na sürgün edilmesi (Lewis, 1993:

172), sultan amcasının katledildiğini bilen ve kendisine yapılan darbe teşebbüsünden sonra sıkı tedbirler alan Sultan II. Abdülhamit’e Yeni Osmanlılar’ın yurt dışından meşrutiyet

temelli muhalif dergiler çıkarılması113 (Mardin, 2008: 36-38), 1908’de Sultan II.

Abdülhamid’e darbe yapılması ve II. Meşrutiyet’in ilan edilmesi ve bu hususta şiir üretimlerinin olması (Sazyek, 1993: 263-281), 1909’da Sultan II. Abdülhamit’in hal edilişinin hemen akabinde Bulgaristan’ın bağımsızlığı, Avusturya Macaristan İmparatorluğu’nun Bosna Hersek’i işgal etmesi, 1911 Eylül’ünde İtalya’nın Trablusgarp’a saldırması, 1912’de Balkan Savaşları (Lewis, 1993: 213), 1914’te I. Dünya Savaşı, 1918’de İstanbul’un İngiliz ve Fransız Birlikleri tarafından işgali, sonrasında İstiklal Savaşı’nın başlaması, İstiklal Savaşı’nın başarıya ulaşmasından sonra 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in kurulması ve yine hemen akabinde medeniyet dönüştürme projesi kapsamında asırlarca

‘öteki’ görülen bir medeniyetin değer yargılarını F. Rıfkı Atay’ın tarihlendirmesiyle beş yıl bir ay süren kısa bir zaman içerisinde meclisten geçirilmesini göz önünde bulundurduğumuzda; bir milletin tarihsel serüveninin çölde kum tanesine denk gelen, elli yıl gibi bir zaman aralığında, çok muazzam bir tarihi hareketlenmeyi gözlemleriz.

Özetle on dokuzuncu yüzyılın yarısıyla yirminci yüzyılın yarısına kadar ki süreçte, bir taraftan Türk devletinin yöneticileri, aydını ve dolayısıyla toplumu; tarihi, sosyal ve siyasi birçok değişikliğin, hareketlenmenin, dönüşümün, savaşın, kimlik bunalımının içerisinde savrulurken diğer taraftan bu hengâmenin sanat alanına girmesiyle, sonradan

‘Yeni’ veya ‘Modern’ diye adlandırılacak edebiyat da kendine yeni bir dönem açıyordu.

Batı etkisinde yenileşen Türk Edebiyatı’nın başlangıcı, İbrahim Şinasi’nin Fransız şairlerden çevirdiği “Tercüme-i Manzume” adıyla yayınladığı şiir kitabının da tarihi olan, 1859 yılı olarak kabul edilir. Bu yıl, aynı zamanda “Şair Evlenmesi”nin yazıldığı yıldır. Yine hemen aynı yıllarda, Tanzimat Fermanı’ndan yirmi yıl sonra, Yusuf Kamil Paşa’nın

“Telemaque” ve Münif Paşa’nın “Muhaverat-ı Hikemiye” (Tanpınar, 1988: 185) eserlerinin tercüme edilmesi sadece edebiyatla alakalı bir gelişmeden ibaret değil; aynı zamanda Osmanlı bürokrasisinin/aydının yaşadığı, Batı’ya odaklanan zihnî değişiminin ve yaşam şeklinin dönüşümüyle de bağlantılıydı. Şinasi, Batı’nın sadece maddi uygarlıkta değil kültürel alanlarda da üstün olduğunu şöyle dile getirmektedir.

113 Yeni Osmanlılar kuşaklarının yurt dışında çıkan birçok gazete ismi için bakınız: (Mardin, 2008: 36-37-38).

Ayrıca Tıbbiye talebelerinin bu dergileri okuduğuna dair açıklama şu şekildedir. “Scalieri Komitesi dağıtıldıktan sonra Ali Şefkati Avrupa'ya kaçtı. 1879 yıllarıyla 1881 yılları arasında İstikbal Napoli ve Cenevre'de çıkmaya devam etti. İttihat ve Terakki'nin kurucularından İbrahim Temo'nun tanıklığından bu gazetenin bundan sonra da uzun aralıklarla yayımlandığını ya da eski sayılarının Tıbbiye öğrencileri arasında okunmaya devam edildiğini anlıyoruz.” (Mardin, 2008: 36).

Şimdiye kadar Avrupa uluslarının dil ve edebiyatını bilmeyenler, Batı uluslarının yalnız maddi uygarlıkta üstün olduğunu kabul ederler; fakat kültürde, özellikle edebiyat ve şiirde, tarihte, dil bilimlerinde bizden aşağı olduklarına inanırlardı. Bir kültürün her yanının birbirine bağlı olduğunu kavramamız gerekir. Bir uygarlık, sadece bir iki bilim koluyla yaşayamaz.

Eğer Batı kültürce aşağı idiyse, maddi uygarlığını geliştiremezdi... Avrupa dillerini ve edebiyatlarını bilenler, bizim dil ve edebiyatımızın geri ve gelişmemiş olduğunu anlarlar. Avrupa edebiyatıyla tanışan bir Türk şairi artık o muğbeceler, pir-i mugan, harabat şiirlerini yazamaz... Bizim kendi edebiyatımızda da, Avrupa edebiyatında olduğu gibi düzyazı, hikâye, oyun ve roman türlerini geliştirmek zorundayız... Bizden önceki edebiyat kuşağı Batı’yı bir şarklı kılığına sokardı. Bugünkü kuşak Batı’ya daha yakından bakıyor ve bunu yapmakla çağdaş uygarlığa daha da yaklaşıyor. (Şinasi, 1313: 89-91’den aktaran Berkes, 2012: 381).114

Modern Türk Edebiyatı’nın kurucu isimlerinden olan Şinasi’nin bu yazısı gösteriyor ki, dönemin Türk aydını hem edebi metnin muhtevasında hem de edebi türler de bir yenilik olmasını elzem görüyordu.

Modern Türk Edebiyatı bir nevi medyada doğmuştur.115 On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında çıkan gazetelerde, muhtevası farklılaşan şiirler yayımlanmakla beraber roman ve tiyatro gibi Batılı yeni edebi türler tefrika edilmeye başlanmıştı.116 Bu tutum, doğal

114 “Lisan ve edebiyatımız", Tercüman-ı Hakikat ve Musavver Servet-Fünûn özel sayısı (h 1313), s. 89-91. ‘den alıntıyla Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Haz: Ahmet Kuyaş, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 18. Baskı, 2012, s. 381-382)

115 Tanpınar, Modern Edebiyatın medyada / gazetede doğduğunu kendine has ifadelerle anlatır. Uzun olsa da üslubunun ve Türkçe’nin güzelliğinin akımına kapılarak bu anlatımı göstermek istedik.

“ Bu devirde gazete hemen hemen tek başına yeniliği idare eder. Birkaç senenin içinde ve birkaç el değiştirmede (daha ziyade Şinasi ile Namık Kemal arasında) ufak tefek hadiseleri nakletmek suretiyle dünya ile bir münasebet kuran, bazı faydalı bilgiler veren, okumayı zaman geçirme şekillerinden biri yapan bir vasıta olmaktan çıkar. Hakiki manasında kürsü olur. [...]. Vatan, millet, insanlık, hürriyet, hak, adalet gibi mefhumların etrafında hakiki bir insan teşekkül eder. Memlekette hatırı sayılacak bir efkâr-ı umumiye vücuda getirir. […] Bütün işaretler oradan gelir. Kalabalık onun etrafında kurulur. Okumayı o yazar. Mekteplerin uzak bir gelecek için hazırladığı ocağı o tutuşturur. […] Kitleye okuma zevkini o aşılar.[…] Birkaç büyük politika adamının –ve belki de bazı müderrislerin- dışında bu devrede şöhret kazananların hemen hepsi gazetecidir.[..]. Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal, Suavi, Ebuzziya Tevfik, Ahmet Mithat Efendi, hepsi gazetecidir. […] O zamana kadar muayyen ve kapalı bir zümrenin imtiyazı olan fikir ve edebiyat umumun malı olmuştur.[…] Edebiyatın ulaştığı alan değiştiği için kendisi de değişir.”( Tanpınar, XIX. Asır Türk Edebiyat Tarihi, 2003, s. 249-250-251)

116 “1860’da, ilk özel gazete olan Tercüman-ı Ahvâl’in yayınlanmaya başlamasının ardından, Osmanlı reformizmi artık üst düzey idari kademelerde alınacak kararlarla sınırlı kalmıyor; sınırlarını esas olarak basın aracılığıyla okur kitlesini kapsayacak derecede genişletiyor ve kamuoyunu yakından ilgilendiren bu tartışma konusu olarak gündeme giriyordu. Ayrıca belirtilmelidir ki, Tercüman-ı Ahvâl’in yayımcılarından birisi olan Şinasi, Batı

olarak yazılı kültürün medyalaşmasını beraberinde getiriyordu. Gazete ve dergi, zamanla edebiyatın yeni gelişiminin membaı ve merkezi haline gelmekteydi. Farklı edebi gruplar bu mecrada ortaya çıkıyor ve yayılıyorlardı. Tanpınar’ın dediği gibi; “edebiyatın ulaştığı alan değiştiği için kendisi de değişiyordu.” (1988: 251). Yazma faaliyetlerinin bu yeni merkezi;

siyaset, tarih ve toplum gibi konular ile edebiyatı yan yana, alt alta, üst üste getiriyor117, gazetede veya dergideki siyasi tutumla edebiyat metinlerinin muhtevası ekseriyetle örtüşüyor ve sanat, bazı zamanlar ideolojinin hizmetine giriyordu118. Şinasi, 1862’de çıkartmaya başladığı gazetesi Tasvir-i Efkâr’da bir taraftan Avrupalı yazarlarca telif edilmiş olan uluslararası hukuk, doğal tarih ve parlamenter sistemin esaslarını anlatan siyasi makaleleri tercüme ederken diğer taraftan Avrupa Edebiyatı’ndan tercümeler yapıyordu.119 Yine aynı duygularla Namık Kemal, Gazette de Levant’ın editörü De Launay’a yazmış olduğu mektupta şu notları düşmekteydi.

Osmanlıca olarak çıkan gazeteleri yönetmeye başlamış bulunan bu entelektüel cemiyetin bazı üyeleri, ilerlemenin başlıca vasıtası olan edebiyatta fevkalade bir değişime neden olmuşlardır. Eğer bundan böyle onun gerçek niteliği anlaşılabilir ve tıpkı Avrupa gazeteciliği gibi, medeniyetin patronlarının yardımından faydalanılabilirse, muhtemelen vatan için büyük şeyler başaracaktır. (Mardin, 1996: s. 46-47)

Modern Türk Edebiyatı’nda yazar; genellikle ve öncelikli olarak bürokrat, siyasi düşünür ve gazeteci olduğundan; devletin yaşadığı buhrandan ve geçirdiği dönüşümden hareketle kendisine siyasî bir görev seçti.

Gazeteciler olarak ise Batı uygarlığının bu yönlerini savunma ve ilerleme fikrini yayma doğrultusunda çaba göstermekteydiler. (…). Onların edebi

Edebiyatı’ndan tercümeler yapıyordu” (Ahmet Ö. Evin, Türk Romanının Kökenleri ve Gelişimi, Agora Kitaplığı, 2004, İstanbul, s. 3).

117 “Edebiyat zevkinden yönetime, Avrupa politikasından modernleşmenin yöntem ve ölçüsüne kadar birçok konu tartışılıyordu, hem de kahvehane sohbetiyle değil basın ve yayın aracılığıyla.” (Ortaylı, 1987: 208).

118 “ Bu doğrultuda, dönemin edebiyat okurları, ister bir gazete ya da dergide yayınlanan tek tek, ister kitap haline getirilmiş edebiyat ürünlerini okuyor olsunlar, sadece edebi olmakla kalmayan, edebiyatın ötesine geçen bir şey okuduklarını biliyorlardı. Edebiyatçılar kişilikleriyle, politik ve ideolojik konumlarıyla, edebiyat hakkındaki görüşleriyle, biçim ve içeriğe yönelik tercihleriyle kamusal alana müdahale ediyorlardı.” (Köroğlu Erol (2004), Türk Edebiyatı ve Birinci Dünya Savaşı (1914-1918), Propagandadan Milli Kimlik İnşasına, İstanbul: İletişim Yayınları, s. 254)

119 Geniş bilgi için bakınız: Şerif Mardin, Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu, Çev: Mümtaz’er Türköne, Fahri Unan, İrfan Erdoğan, İstanbul: İletişim Yayınları, I. Baskı, 1996, s. 290-291-292)

çabaları, idealist ve reformcu olarak yürüttükleri faaliyetlerin bir parçasıydı sadece. Dolayısıyla, yazarlar olarak da edebiyattan, fikirleri okurlara taşımanın bir kanalı olarak yararlanmanın peşindeydiler. (Evin, 2004: 4)

Batı etkisinde yenilenen edebiyatın siyasal fikirler temelinde oluşmasında, Modern Türk Edebiyatı kurucularının edebiyat dışı kimliklerinin yanında öykündükleri merkezin edebi ürünlerindeki içerikleri de etkili olmuştur. Modern Türk Edebiyatı’nın ilk kuşaklarının öykündükleri yer olan Fransa, büyük devrimi yaşamış ve 1850’lere kadar bir düzen oturtamamıştı. Fransa’nın yaşadığı bu siyasi, tarihi ve toplumsal çalkantılar edebiyatına da aksetmekteydi. Bu konuda Karaalioğlu şu açıklamayı yapar:

Türk Edebiyatı, Tanzimat’ın ilk yıllarında, Türkçeye yapılan çevirilerle bir Fransız edebiyatı kişiliğinde görülür. Özgürlük, vatan, millet, liberalizm, demokrasi, meşrutiyet, romantik duyarlıklar, acılar, aşklar, Batı ülküleri edebiyatımıza geçer. (Karaalioğlu, 1982: 10)

Edebiyat araştırmacıları tarafından 1839 Tanzimat Fermanı’ndan yirmi yıl sonra120 başlatılan modern edebiyatın özündeki bu etkiler, edebi metnin muhtevasında zamanla daha da yoğunlaşmaya başladı. Edebiyat giderek ideolojilerin aracı haline gelmekteydi.

İdeolojilerin edebiyata müdahale etmesiyle sanat, kendine has seyrinden çıkartılıp;

toplumsal, tarihî, politik bir mecraya yakınlaşmaktaydı. Osmanlı’daki modernleşme çabalarıyla doğru orantıda edebiyat da eşzamanlı bir tarih dizgesinde, muhtevasına sosyo-politik söylemlerin girmesiyle yenileniyor, kabuk değiştirmekten ziyade özünden kopartılıyor, kendine Batı yörüngesinde bir konum belirleniyordu. Böylelikle, mevcut geleneksel edebî türlere tiyatro, roman, eleştiri gibi Batı tarzında yeni edebî türlerde eklenmekteydi. Bu konuda Ahmet Evin, Türk Romanının Kökenleri ve Gelişimi adlı eserinde şunları söylemektedir.

Entelijensiya, Avrupa romanlarının tercüme edilmesiyle halkın giderek artan ilgisini kendi fikirlerine çekmeye çabalıyordu; roman yayınlamak, özellikle orta sınıflar arasından, yeni okur kitlesi kazanmanın yollarından biriydi. Yani roman, fikirlerin popüleştirilmiş biçimde daha geniş kesimlere yayılmasını sağlayabilecek avantajlı bir araç sunabilirdi. Romanın didaktik bir vasıta

120 “ Dilimizde garp nevilerinin ilk defa olarak göründüğü 1859 yılı…” (Tanpınar, 19’uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, 1988: 159).

olarak barındırdığı muazzam imkânlar, Tanzimat sonrası idealistler kuşağının idealizmi açısında son derece cazip bir tablo sunmaktaydı.

Türkiye’de bu cazibe o kadar güçlüydü ki, daha sonraki kuşaklardan birçok yazar da romana esas olarak toplumsal ve siyasal fikirler aşılamak amacıyla başvuracaktı.” (Evin, 2004, İstanbul, 14).

1908 darbesinden sonraki siyasi dönemde bir meclisin oluşumu ile Genç Osmanlılar’ın kuşakları olan Jön Türkler’in121 bir tarafıyla istemiş oldukları idarî yönetime geçilmiştir. Bu tarihe kadar genelde muhalefette kalan edebiyat iktidar katına geçiyordu.

Sonraki süreçte Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı ile imparatorluktan ulus devlete geçiş süreci yeni bir kimlik kurgusunu da beraberinde getirmiş, bu tutumda dönemin bir nevi kitle iletişim aracı olan gazeteye ve edebî ürünlere yansımıştır.

Modern dünyanın oluşumu ile eski geleneksel yapıların çözülüyor oluşu her alanda yeni birimlerin, yeni kavramların ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktaydı. Geleneksel yapıdaki toplumların yönlendiricisi olan din merkezli ulemada yavaş yavaş saygınlığını kaybetti. Topluma yön verecek yeni tiplere ihtiyaç vardı. Çünkü ulemanın çekilişiyle toplumu yönlendiren kürsü boş kalmıştı. Tüm dünyada ve Osmanlı’da ulemadan-üdebaya/aydınlara doğru bir geçiş süreci yaşanmaya başlanmıştı.

Bu gelişmeler bağlamında, Modern Türk Edebiyatı’nda da yazılan ilk romanlar kalemiye, mülkiye gibi okullarda eğitim gören, Fransızca eğitimi almış olan aydınlar tarafından kaleme alınmaktaydı.

Türkiye’deki ilk romanlar, devlet dairelerinde eğitim gören ve Fransız edebiyatına açık olan yeni entelijensiyanın üyeleri tarafından yazıldı. (…).

Avrupa’yı eski kuşaklardan çok daha iyi tanımaktaydılar ve Batılı ülkelere sağladıkları maddi ilerlemeler, gösterdikleri bilimsel başarılar ve sahip oldukları siyasal kurumlardan ötürü hayrandılar. (Evin, 2004: 4)

Anlatma ve ikna etme aracı olarak anlatı türlerinin modernleştirici rolünün anlaşılmasıyla; edebiyat ve özellikle roman, bir kitle uzlaşım aracı haline gelmekteydi.

Çünkü romanda “ gerçek hayattan alınmış unsurların muhayyilede yoğrulup yeni bir şekil alması, tasarımlarla zenginleşmesi suretiyle her konu anlatılabilir[di].” (Karataş: 2011:

121 Her ne kadar siyasi fikirleri farklı olsa da, meşrutî yönetim sistemini istemeleri ve Osmanlı siyasi yönetiminde görev veya idarî katılım talepleriyle Jön Türkler’i Yeni Osmanlılar’ın devamı olarak görmekteyiz.

486). Daha öncede söylediğimiz gibi Yeni Edebiyat ve roman, Türk Edebiyatı’nda ilk baştan beri, bir kitle iletişim aracı gibi görülür. Hakkı Özdemir’in bu konudaki açıklaması şöyledir.

Batılılaşma yahut modernleşme kavramlarıyla ifade edilen düşünceler, bir dünya görüşünü işaret etmekle beraber, aynı zamanda dönemin fikir hareketleri arasında yer alan Türkçülük yahut İslamcılıkta olduğu gibi ideolojik bir hüviyeti de izhar etmektedir. Artık dünya görüşüyle ideoloji arasında göz ardı edilemez bir akrabalık tesis edilmiştir. Haliyle roman da, bu akrabaların tumturaklı şatosu olacaktır. (Özdemir, 2013: 49)

Şinasi’nin şiirinin içeriğine sosyal ve siyasi konulu kavramlar koyması, Namık Kemal’in Osmanlıcılık mefhumuyla bir Osmanlı milleti122 oluşturmaya çalışması, Ziya Paşa’nın Âli Paşa’ya hicivlerinde siyasî olaylara gönderme yapması, Jön Türklerin Avrupa’daki dergi faaliyetleri ile siyasî örgütlenme hareketlerinin iç içe olması123, II.

Meşrutiyet için yazılan şiirler124, Balkan Savaşları’nda edebiyatın propagandist bir şekilde kullanılması125, Türkçülüğün bir edebî yapı olarak gelişmesi, Kurtuluş Savaşı yıllarında

‘modern bir epik’126 havasıyla romanlar yazılması, Ulus Devlet’in kurulması ile birlikte dönemin politik havasıyla uyumlu edebî üretimin olması127; edebiyatı başlı başına bir politik

122 Bu hususta Namık Kemal’in ‘Vatan Şarkısı’ , yeni bir millet kurgulamanın tebellür ettiği, şiiri örnek verilebilir.

123 1893’te Halil Ganem’in Paris’te yayımladığı Le Croissant, 1895’te Ahmet Rıza’nın Paris’te çıkarttığı Meşveret, 1897’de Tunalı Hilmi’nin Cenevre’de çıkardığı Osmanlı Gazetesi, 1904 yılında Abdullah Cevdet’in yine Cenevre’de çıkarttığı İçtihat gibi Jön Türk dergileri bir taraftan siyasi fikirlere yoğunlaşmakta diğer taraftan edebi yazılarla sayfalarını doldurmakta idiler. Geniş bilgi için bakınız: Şerif Mardin, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri 1895-1908, İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 15. Baskı, 2008, s. 121

124 Bu konu için şu makaleye bakılabilir: Hakan Sazyek, II. Meşrutiyet’in İlanı ve Şiirimizdeki Yankısı, Türkoloji Dergisi, Cilt: 11, Sayı:1, 1993, s. 263-281.

125 Bu konu için bakınız: Erol Köroğlu (2004), Türk Edebiyatı ve Birinci Dünya Savaşı(1914-1918), Propagandadan Milli Kimlik İnşasına, İstanbul: İletişim Yayınları.

126 ‘ Modern bir epik’ değerlendirmesi yazar Hakkı Özdemir’e aittir. Özdemir’in hükmü şu şekildedir.

“haddizatında modern çağın epiği roman, Türk Edebiyatı için kurtuluş ve kuruluş mitinin de destanına dönüşmüştür”. Bu konudaki eseri içi bakınız: Hakkı Özdemir, Yeni İnsan ve Ulus Oluşumunda Roman Aşkı, İstanbul: Dergah Yayınları, 1. Baskı, Eylül 2013, İstanbul, s. 64.

127 Bu konuda Orhan Okay şunları kayıt olarak düşmüştür: 1937’de dönemin İçişleri Bakanının, aynı zamanda parti genel sekreteri sıfatıyla yazarlara ve kitapçılara bir tamim gönderdiğini, bu tamimde birtakım dini, tarihi, kahramanlık aşk ve macera konularını ihtiva eden halk hikâyelerinin hemen hepsinin “ eski, bayat bir zihniyetin tekrarı ve yaratmak istediğimiz yeni insan idealine aykırı bir ideolojinin ve ananenin mahsulü”

olduğu, bunlar arasında “hurafelerle dolu ve irticaı telkin eden edici kitapların da yer aldığı” ifade edilerek yazılacak ve yayımlanacak eserlerin bu yönde olmaması istenmiştir. Reşat Nuri’nin bir halk komedisi olarak kaleme aldığı ve dini nikah, tesettür, namahremlik, cerre çıkmak gibi dini mesele ve adetlerin hep olumsuz örnek ve tipleriyle teşhir edildiği Hülleci (1933) adlı oyunu yayımlayan Basın Yayın Genel Direktörlüğü’nün kitabın baş tarafında bulunan “ halka yeni davalarını anlatacak piyeslerin azlığı, bunu telafi için ulusal tezlerimizi yığına anlatacak eserlerin tanınmış yazarlara ısmarlandığı, Hülleci’nin bu serinin ilk kitabı

faaliyet alanı haline getirildiğinin açık örnekleridir. Bu gelişim yirminci yüz yılın yarısına kadar Türk Edebiyatı’nda bir gelenek oluşturacaktı.

Edebiyatın ve toplumun yenileşmesinde gazetenin yeri çok önemliydi. Osmanlı Devleti’nde çıkan ilk gazeteler yabancı menşeliydi.128 Tarih 1831’e geldiğinde II. Mahmut yenilikleri arasında, halkın devletin çıkardığı kanunlardan haberdar olması için ilk resmi Türkçe gazete olan Takvim-i Vekâyi yayımlanır. 1840’ta ise bir İngiliz göçmeni olan Churchill’i çıkartmış olduğu mülkiyeti ve yayını özel olan, politik bilgilendirmelere de yer veren Ceride-i Havadis çıkmış idi (Zürcher,2000: 103). “Basın hayatına yeni düzenlemeler 1857’deki Matbaa Nizamnamesi ile getirilir. Bu nizamnamede, gazete çıkarılmasında hükümetin izninin olması şartı en önemli husustur.” (Karabulut, 2016: 52). Bu düzenleme sonrasında 1860’ta sahibinin Agâh Efendi, başyazarının ise Şinasi olan Tercüman-ı Ahval, 1862’de Şinasi’nin çıkardığı Namık Kemal’in de yazarlık yaptığı Tasvir-i Efkâr, 1872’de Namık Kemal ve Ebuzziya Tevfik tarafından İbret gazeteleri çıkarılmaktaydı (Karabulut, 2016: 52).

Osmanlı’nın modern kurumlarında yetişen genç bürokratlar, Fransızca bilmelerinin sebebiyle dönemin Batı’dan esen reformcu düşüncelerini benimsemekteydiler.

Benimsedikleri bu düşünceleri gündem oluşturarak, kitlelere gazete yoluyla ulaştırmaya çalışmaktaydılar. Halkı bilinçlendirmek için gazete çıkardıklarını, kendileri de ifade ediyorlardı. Mesela1860 yılında Şinasi, Tercüman-ı Ahval’in ilk sayısında yazmış olduğu makalede şunları demekteydi:

Mademki, hey'et-i ictima'iyyede yaşayan halk bunca vezâif-i kanuniye ile mükelleftir; elbette kalen ve kalemen kendi vatanının menafi'ine da'ir beyan-ı efkâr etmeği cümle-i hukuk-beyan-ı müktesebesinden addeyler. Eğer şu maddeye sened-i müsbit aranacak olursa ma'arif kuvvetiyle zihni açılmış olan milel-i

olduğu” şeklindeki ifade, dönemin resmî edebiyat anlayışını ifade eden önemli bir açıklamadır.” (Orhan Okay, Batılaşma Devri Türk Edebiyatı, İstanbul: Dergah Yayınları, 2016 6. Baskı, s. 204)

128 “1795’te Fransa’nın İstanbul Büyükelçiliğinin yayın organı olarak çıkan Le Bulletin de Nouvelles İstanbul’daki ilk gazetedir. Bunu 1796’da La Gazette Française de Constantinople izler. 1824’ten sonra İzmir’de Le Smyrnien, Le Spectateaur Oriental ve Le Courier de Smyrne gibi Fransızca gazeteler yayımlanır.

Karabulut, Mustafa (2016), Osmanlı İmparatorluğu’nda 19. Yüzyılda Değişim Süreci, Sosyal ve Kültürel Durum, Mecmua Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl 1 Sayı 2, 49-65

muhtelifenin yalnız politika gazetelerini göstermek kifayet edebilir. (Mardin 1996: s. 293’ten iktibasla Şinasi, Tercüman-ı Ahval, s.1)129

“hey'et-i ictima'iyye, vezâif-i kanuniyye, vatan, hukuk-ı müktesebesinden, ma'arif kuvvetiyle zihni açılmış olan milel-i muhtelifenin” gibi terkipler, hep Batı’daki sosyal ve siyasi gelişmelerin anlam alanlarıyla oluşturulmuştu. Ayrıca Şinasi, Tercüman-ı Ahval’de Batı Edebiyatı’ndan tercümeler yapmaktaydı (Evin, 2004: 3). Gazetedeki sosyal ve siyasi fikirlerle edebiyat yan yana, alt alta gelmekteydi. Zamanla edebiyatın içerisindeki sosyal, siyasi, ideolojik fikirler daha da yoğunlaşacaktı. Batı etkisinde gelişen Türk Edebiyatı’nın en önemli özelliği de zaten sanat dışında kalan alanların edebi metne etkisiyle hem muhtevasının hem de şeklinin dönüşmesi ve değişmesiydi. Mesela Tanzimat dönemlerinde eğitimini almış ve akabinde hem Sultan Abdülaziz hem de Sultan II. Abdülhamit dönemlerinde bürokraside önemli mevkilere gelebilecek kadar kendini yetiştirmiş olan Sadullah Paşa (1838-1891)130, Batı’nın sosyal hayatta gelişme gösterdiği hürriyet, eşitlik, hukukun egemenliği ve insan hakları gibi kavramlarına ve Batı’nın bilimsel gelişmelerine ayrıca Osmanlı devleti ve toplumunun aynı dönüşümleri geçirmesi gerektiğine inanmış biri olarak meşhur On Dokuzuncu Yüzyıl Manzumesini yazar. Sadullah Paşa’nın söz konusu şiiri;

Osmanlı devlet katında çok önemli görevler üstlenmiş kişilerin dahi yenilikten yana olduklarının, Batılılaşmanın ne kadar gerekli olduğuna inanmaları açısından dikkat çekicidir.

Yeni Osmanlılar fikirlerini gazetelerde yayımlarken edebiyatı da ihmal etmiyorlardı.

Düşüncelerinin kalabalıklarda bir aksülameli olması için siyasi ve sosyal olaylarla örülü şiirler kaleme alıyorlar, edebiyatı propagandist bir alan haline getiriyorlardı. Mesela Namık Kemal Osmanlılık fikri üzerinde durduğu coşkulu şiirlerini, siyasi makalelerin yanında yayımlamaktaydı.

Âmâlimiz efkârımız ikbâl-i vatandır Serhadimize kal’a bizim hâk-i bedendir Osmanlılarız ziynetimiz kanlı kefendir

129 "Mukaddime," Tercüman-ı Ahval, 2 Rebiülahir 1277 / 8 Ekim 1860, s. l .’den iktibasla Şerif Mardin, Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu, Çev: Mümtaz’er Türköne, Fahri Unan, İrfan Erdoğan, İstanbul: İletişim Yayınları, I. Baskı, 1996, s. 293)

130 Geniş bilgi için bakınız: Orhan Okay (1988), Sadullah Paşa, Başlangıçtan Günümüze Kadar Büyük Türk Klâsikleri, c.8, İstanbul: Ötüken-Söğüt, s.365.