• Sonuç bulunamadı

Yeni İnsanın Osmanlı Bürokrasisine Karşı Oluşturulması

3. TÜRK ROMANINDA YENİ İNSAN (1923-1938)

3.1. Erken Cumhuriyet Dönemi Türk Romanında Yerleşik/Geleneksel İdari ve Dini Yapıların Ötekileştirilmesi Dini Yapıların Ötekileştirilmesi

3.1.1. İdari Yapının / İmparatorluk Kurumlarının Ötekileştirilmesi

3.1.1.2. Yeni İnsanın Osmanlı Bürokrasisine Karşı Oluşturulması

Romanlardaki ‘yeni insan’ın Osmanlı bürokrasisine bakışı oldukça olumsuzdur.

Yazarlar böyle bir kurguyla artık geride kalan Osmanlı İmparatorluğunu eleştirir. Dönemin iktidar ideolojisiyle hayatı anlamlandıran ve fikirde ve hissiyatta iktidar ideolojisi ile

156 Koçu, Reşat Ekrem (1933), Kızlar Ağasının Piçi, İstanbul: Türkiye Matbaası.

benzeşen yazarlar; böyle bir kurguyla okura imparatorluğun çokça köhneleştiğini ve gevşediğini, kurumlarının oldukça zayıfladığını göstererek Osmanlı İmparatorluğu’nun artık tarihte kalması gerektiğini telkin etmektedir.

Etem İzzet Benice’nin 1927 yılında yayımlanan Yakılacak Kitap romanında muallim çıkan ve romanın başkişisi olan Vicdan, İskilip’e tayin edilir. Vicdan, İskilip’e tayin edildiği vakit, yazar tayin ile ilgili bilgileri Vicdan’ın ağzından şöyle verir.

İstanbul’daki mektepler dopdolu imiş. Hele, birkaç mektepte talebeden çok muallim varmış. Değil, nazır, müsteşar, büyük adamdan himaye görmek;

maarif nezaretinde bir tanıdığı olan bile İstanbul’da kalabiliyormuş. […].

Bunu dün, kâtibeden öğrendim. Diyor ki: “Maarifte bir tanıdığın yoksa İstanbul’da kalman imkânsızdır. Mutlaka İskilip’e gideceksin. Bak, Vedia Üsküp’e tayin edilmişken dayısı maarif nazırına bir mektup götürmüş, hemen İstanbul’a alıkoymuşlar. Perihan da öyle. Onu da Kastamonu’ya göndereceklermiş, babası telefonu açıp da Sabih Bey’e çıkışınca vazgeçmişler.” Demek ki, şu köhne Osmanlı İmparatorluğu hudutları içinde yalnız ve kimsesiz olmak da günah. (Benice, 1944: 54).

İktibasta görüldüğü üzere yazar, adam kayırmacılık kurgusu üzerinden Osmanlı bürokrasisini olumsuz tasvir eder. Anlatısının sonunu ise eleştiri oklarını İmparatorluğa yöneltir. Yazar böyle bir olay örgüsüyle romanını ideolojik bir aktarım aracı haline sokar ve İmparatorluğu eleştirerek, zaten devlet kurumlarının lakayt olduğundan dem vurarak yıkılmaya yüz tuttuğunu okura telkin eder. Zaten yazar iktibasın sonunda romanın başkişisi olarak ürettiği Vicdan’a bütün bu nüfuzların süpürülmesini istetir.

Çalışmak, kendine güvenmek, hak kazanmak kâfi gelmiyor. İşini yürütmek için say değil, riya! Fazilet değil, arka lazım. Tavsiye alabilmeli, telefonla bağırtabilmeli; o yüksek daha yükseğini bulmalı, nüfuzu nüfuza kırdırmalı.

Fakat bütün bu haksız ve yersiz nüfuzların toptan süpürülmesi hepsinden daha keskin olamaz mı? (Benice, 1944: 54)

Aka Gündüz’ün Dikmen Yıldızı’nda romanın başkişisi Yıldız bir komşusunun evine uğradığında siyasi bir sohbete denk gelir. Yıldız’ın tasviriyle “geri kafalı bir şahıs” (1974:

86) şöyle bir bahis açmaktadır: “ Yok! Sadrıazam İzzet Paşa gelmiş gitmiş de aklı sıra Ankara’ya oyun oynamış! Yok, rakıyı yasak etmeyince savaş kazanılmazmış! Yok, eğer kadınların peçelerini bir karış daha uzatırlarsaymış İzmir’i alabilirmişiz!..” (1974: 85). Bir norm karakter olan komşu Peride Hanımefendi Yıldız’ın duygularına tercüman olur:

Son devrin en kuvvetlileri, akıllıları Reşit Paşa ile Ali Paşa değil miydi?

Mezarcı Mahmut gibi birbirinin kuyularını kazmışlar. Yetiştirdiğimiz Kamil Paşa ile Sait Paşa’nın bitmez tükenmez el yazılı skandallarına biz şahit olduk.

İzzet Paşa sadrıazamlıktan yol verildiği için ağladı, şimdi oyun ettiği için gülmeye çalışıyor. (1974: 86).

Şinasi’nin medeniyet resulü dediği Reşit Paşa dahi Osmanlı sadrazamı olduğu için olumsuz çizimden nasibini alır romanlarda.

Sadri Ertem ise Bir Varmış Bir Yokmuş adlı romanında Osmanlı bürokrasisinin yetersizliğinden ve sürekli bir ikbal kaygısından bahseder: “Babıalinin odalarında, Meclis-i Vükela salonunda Fransa, İngMeclis-iltere, Rusya, Avusturya polMeclis-itMeclis-ikaları harbederdMeclis-i. SankMeclis-i Babıali’de toplanan Osmanlı nazırları değil, Fransa, İngiltere, Avusturya hudut karakol nöbetçileridir.” (Ertem, 2014: 43). Sözü edilen romanda ise Reşit Paşa İngilizlerin her dediğini yapar şeklinde çizilmektedir. “Reşit Paşa İngiliz sultanından aldığı nasihatle mütemadiyen Osmanlı Devleti’nin Paris Sefaretini elde etmek isterdi.” (Erdem 2014: 43).

Cumhuriyet’in onuncu yılında yazılan ve ideolojik kaygılarını romanının merkezine alan Sadri Ertem görüldüğü üzere Osmanlı Bürokrasi’sini oldukça kötü bir şekilde tasvir etmiştir.

Yazarın “Sanki Babıali’de toplanan Osmanlı nazırları değil, Fransa, İngiltere, Avusturya hudut karakol nöbetçileridir.” (Ertem, 2014: 43) cümlesine odaklanırsak yazar onları ihanetle suçlamaktadır.

Etem İzzet Benice’nin Beş Hasta Var romanında da Osmanlı nazırları sürekli keyif çatan bir manzarayla tasvir edilirler. Yazar 1932’de yayımladığı Beş Hasta Var romanının konusu; zengin ve itibarlı diye, sevgilisi olduğunu hem ailesi hem de Mısırlı Abuk Paşa bildiği halde, Belkıys’ın Mısırlı Abuk Paşa tarafından zorla nikahına alması ve bunun neticesinde Belkıys’ın bohem bir yaşam sürmesi oluşturur. Yazar bu aşk olayını kurgularken ideolojik düşüncesini metnine yansıtmayı ihmal etmez. Olay örgülerini ideolojik merkezden yola çıkarak kurgular. Belkıys sevdiği/sevildiği Cahit’ten zorla koparılınca derbeder bir yaşam sürer ve kocasından intikam almak için onu aldatmaya başlar. Mısırlı Abuk Paşa’nın hanımının böyle lâkayt bir yaşam sürmesi Osmanlı nazırlarının Belkıys’ı çevrelemesiyle, farklı bir deyişle ondan murat almak istemesiyle olay örgüsü yapılanır. Böyle bir kurguyla yazar hem Osmanlı nazırlarının işretli bir yaşam sürdüğünü hem de bir kadını elde etmek için türlü hallere/dalaverelere girdiğini gösterir. Mesela, sabaha kadar Belkıys’ın evinde eğlenen Nafia Nazırı Hayati Bey Belkıys’la ayrılırken Belkıys şöyle der ve sorar:

Saat dokuzu çeyrek geçiyordu. – Şimdi doğru nezarete mi gideceksiniz.

Dedim. + Hayır. Bir banyo alacağım. – Sonra? + Sonrası yok. Nihayetinde on birde nezaretteyim. – Nasıl çalışabileceksiniz? + E… Bugün artık böyle geçer. Müdür i umumiler, müsteşarlar çalışsın. Dedi tuhafıma gitti. – Bir gün için zararı yok! Dedim. Biraz kalın kafalı galiba: +Yoo.. Ekseriya ben nezarete böyle giderim. Alıştık artık. Gene nazırların en düzgün çalışanı benimdir…” (Benice, 1932: 310).

Görüldüğü üzere yazar bir Osmanlı nazırını; eğlenceyi önceleyen, işini savsaklayan biri roman kişisi olarak çizmiştir. Nafia nazırı Hayati Bey romanın bir başka sayfasında ise Belkıys için her şeyini verebileceğinden, çocuklarını ve hanımını feda edebileceğinden bahseder. (Benice, 1932: 558). Yine bir alkollü sofrada ve Belkıys’ın olduğu ortamda arkadaşları Hayati Bey’e takılırlar. Bu takılma nazırların hırsızlık ettiğini açıkça söyleyen diyaloglardan oluşur. “-Nazırların cebi ile imparatorluk hazinesinin arasına oluk gibi bir şey konmuş mu dersiniz? – Devlet malı çalmanın günahı mı, sevabı mı daha fazladır?”

(Benice, 1932: 329). Hayati Bey bu sataşmalara ilk önce sükût eder sonra da dayanamayıp

“bana hırsız mı demek istiyorsunuz” (Benice, 1932: 330) diye çıkışır. Hayati Bey’i estağfurullah estağfurullah diyerek arkadaşları oturttururlar. Romandaki Belkıys Hanım’ın âşıklarından biri de Rıdvan Bey’dir. Dâhiliye Nazırı olan Rıdvan Bey “ İsviçre’deki sulh-u umumi konferansına Osmanlı murahhası olarak” (Benice, 1932: 435) gönderilir. Yazar Rıdvan Bey’i de devletin işlerinden ziyade nefsini düşünen bir şekilde tasvir eder. Rıdvan Bey bu mühim toplantıya Belkıys’ın da gelmesini ister. Belkıys’ın “ … ben de konferansa gidecek değilim ya” (1932: 435) sözüne karşılık Dahiliye Nazırı şöyle cevap verir: “ Canım konferans da, tetkikat da laftır. İşte, şöyle üç ayımızı Avrupa’da, canımızın istediği yerlerde geçireceğiz demektir.” (Benice, 1932: 435). Yazar Osmanlı bürokrasisini kötüleyerek aslında İmparatorluğun bittiğini, artık iflah olmayacak şekilde inkıraza uğradığını okura telkin etmektedir. Romanın sonuna doğru ise ‘rical-i sabıkadan’ Dâhiliye Nazırı mütekait Rıdvan Bey çok zengin bir şekilde tasvir edilir. “Dâhiliye Nazırı Beyefendi, şimdi artık devletle en küçük bir alaka sahibi bile değil. Mesele kesesini doldurup, yükünü tutuncaya kadarmış. […]. Her gün bir han, bir hamam, bir apartman satın aldığını söylüyorlar.”

(Benice , 1932: 532). Yazar böylelikle her ne kadar bir aşk romanını yazsa da olay örgülerini tasarlarken ideolojik tavrını ortaya çıkarır.

1923 yılında yayımlanan Salahaddin Enis’in Zaniyeler romanında da sefahat meclislerinin müdavimleri olan nazırlar vardır. “Müceyyip Paşa, bu âlemlerin temeli ve

merkezi olan bir kişidir. […]. Kerami Bey de yabancı bir kimse değildir. […]. Ve sadece bir mebustu. Fakat bir gün nazır sıfatıyla Meclis-i Vükelaya girince birden parladı.” (Enis, 2011: 76-77). Yazar okura bu şekilde tanıttığı zikrolunan iki Paşa’yı sefahat yaşantısının tasvirlerinde figür olarak kullanır.

İçki, Kerami Bey’i o görkemli Nazır Kerami Beyefendi Hazretleri olmaktan çıkararak, onu gerçek bir Kerami Efendi yapmıştı. Müceyyip Paşa ikide birde eğilerek onun kulağına “Ulan Kerami” diyordu. “ Sakın oyuna filan kalkayım deme… Sonra rezil oluruz… Biraz ağırbaşlı ol, sululuk etme…(Enis, 2011: 182).

Yazar görüldüğü üzere mezkûr iki nazırı oldukça gözden düşürücü bir şekilde okura tasvir eder. Bu iki nazırı olumsuzlar ve alaycı bir üslupla romanına dâhil eder. Bu ortamlarda nazırlara, bazı atama, sürgün ve ticaret işleri hallettirilir (Enis, 2011: 52-190).

Aka Gündüz’ün 1928 yılında yayımlanan Tank ve Tango romanında da Osmanlı memurları oldukça olumsuz bir şekilde ele alınmışlardır. Bihter kimsesiz Türk kadınları için açtığı atölyeyi teftişe gelen Osmanlı memurlarını şu şekilde tasvir eder: “ Dört kişi idiler.

Birisi Selime’yi görünce arkadaşının kolunu dürttü. Öteki kulağına fısıldadı: - Sen asıl içeridekisini gör. – Vay küçük fabrika vay! Burası cevap değil, kaymak yetiştiriyor.”

(Gündüz, 1928: 120). Bu anlatıda Osmanlı memurları işçi kızlara sulanan roman kişileri olarak üretilmişlerdir. Mezkûr romanlar evrak eksikliği bahanesiyle atölyeyi kapatmak isterler, fakat buna roman başkişisi Bihter karşı çıkar. Tartışma büyür ve sonunda Bihter şu cümleleri sarf eder: “ Bu kapının iç taraf ve iç tarafındaki bütün kimsesizler Anadolu Devletini, Türk Devletini tanıyorlar. Buraya ne sizin alçak hükümetiniz, ne çağırdığınız ecnebi düşmanlar giremeyecektir.” (1928: 129). Yazar ideolojisinin aktarımı için ürettiği roman kişisi olan Bihter’e bu meydan okumasıyla Osmanlı’nın artık bittiğini okurun gözleri önüne bilinçli bir ideoloji aktarımıyla sermektedir.

Sadri Ertem’in 1935 yılında yayımlanan Düşkünler romanı; Osmanlı bürokrasisini eleştiren ve Paşa çocuklarının gerçek yaşamdan oldukça uzak kaldıklarından dolayı, Cumhuriyet dönemlerinde düşkün hale geldiklerini konu edinir. Yazar bir paşa ve konağındaki insanları merkeze alarak anlatısını inşa eder. Romanın temerküz ettiği roman kişisi olan Ferhat Paşa şu şekilde tasvir olunur.

Ferhat Paşa herkesten başka, herkesten ayrı bir adamdır. Yaşı seksendir amma… Dört karısının yaşları sekseni bulmaz. Dört tane aygır gibi kadın ve

on sekiz odalık, kendi kavlince vız geliyormuş. Konağın kadın kadrosu – boşananlar, azat edilenler başka- bu kadardır. (Ertem, 1935: 16)

1939 yılında CHP’den milletvekili olan Sadri Ertem romanını propagandist bir amaçla yazar. Ferhat Paşa’yı tasvir ettiği ilk cümlelerinde okura hemen iktibastaki cümlelerle anlatan yazar, konağı hep sefih, rezil, müsrif bir şekilde tasvir eder. Yazar romanın başka bir yerinde ise Ferhat Paşa’nın torunu olan Sacit’i yine oldukça olumsuz bir şekilde yansıtır. Küçük Bey Sacit, bir gün halayık Emsal’i isterim diye ısrarcı olur. Kalfa Hanım, halayık Emsal’in yanına gelir ve onu küçük beyin yanına göndermek ister. Emsal ise “ Ama benim ağzım abdestane mi? Küçük bey ağzıma abdest bozmak istiyor” (Ertem, 1935: 47) diye Sacit’in yanına gitmek istemez. Kalfa’nın kızmasına ve konaktan gidersin tehditlerine daha fazla dayanamaz ve isteği yerine getirilir. “ Paşacım üzülme diye ağzını bir kubur gibi açtı… Mamaafih gözleri yaşla dolu idi. Sacid’in yüzü bakılır gibi değildi… Ağzı iri, gözü şaşı…” (Ertem, 1935: 49). Yazar oldukça çirkin sahnelerle Osmanlı bürokrasisinde olan bir adamın konağını tasvir eder. Yazarın böyle bir anlatımın yapmasındaki amacı ise Osmanlı kurumlarını ve unvanlarını kötüleyerek onları itibarsızlaştırmak, bu yapının artık geçmişte kalması, yıkılması ve değişmesi gerektiğini vurgulamak diğer taraftan da yeni kurulan idari yapının ve onun öncelediği paradigmaların meşruluğunu okur zihnine yerleştirmek olduğu açıkça görülmektedir.

3.1.1.3. Enver-Talat-Cemal Paşalara ve İttihat Terakki’ye Karşı Yeni İnsanın