• Sonuç bulunamadı

Batı’nın Dönüşümü Bölümü İçin Sonuç

2. BATI’NIN BÜYÜK DÖNÜŞÜMÜ VE MODERN BATI’NIN OSMANLI AYDININA ETKİSİ OSMANLI AYDININA ETKİSİ

2.1. Batı’nın Büyük Dönüşümü (Aydınlanma, Modern Batı Kültürünün Oluşumu ve Edebiyatın İşlevi) Oluşumu ve Edebiyatın İşlevi)

2.1.5. Batı’nın Dönüşümü Bölümü İçin Sonuç

benimsetmeye çalışır. Böylelikle roman sosyal ve siyasal dönüşümlerin başat bir edebi türü olarak temayüz eder.

tanımalarına imkân vererek Kilise ve onun tanımladığı hayata eleştiriler getirmesine sebep olacaktı.

Batılı insanların düşünme biçimindeki değişiklik ikinci aşamada ise; ilk halkada yaşanan iktisadi pratikleri hızlandırmak ve karşılaşılan sorunları çözmek amacıyla bulunan tekniklerin matematikle yaşama aksetmesidir.92 Batı dünyasının geleneksel-dinî yaşamın ve düşüncenin değişmesinde, modern dünyanın kurulmasında en önemli katkı Newton, Leibniz, Descartes ve Kant gibi matematikçilere aitti. Kilise’nin yorumlamalarıyla anlamlandırılan tabiat; onlarla birlikte artık matematiksel ifadelerle anlamlandırıldı ve Kilise söylevlerinin bilim karşısında bir şey söylemediği temellendirildi. Hatta tabiatın matematiksel, mekaniksel, müşahede edilebilir, neden-sonuç ilişkisi içinde açıklanabilir olması seküler bir hayat nizamının da temelini attı.

Canlanan modern matematik ve üretilen metaların deniz aşırı yerlere gitmesi için buhar gücünün ulaşıma sağladığı kolaylık; bir ticari ve üretim yenileşmesinin yanında (atölyeden sanayiye geçiş), Batılı insanların düşünme biçimindeki değişikliğin üçüncü aşaması olan dünyayı keşfetmeyi de beraberinde getirdi. Batı’da geleneksel yapıların çözüldüğü bir dönemde, yeni bir genelleştirilmiş nizam nasıl sağlanabilir sorusu, dünyayı keşfeden yazarların/seyyahların eserlerindeki politik, sosyolojik ve yerel ögeler çok önemliydi. “1619'da P. Bergeron adlı tanınmamış bir yazar ve 1636'da Tommaso Campanella şunu ortaya koymuşlardı: Dünyanın keşfi, eski felsefenin dayandığı verilerin bazılarını yıkarak eşya hakkında yeni bir telakkiyi yol açmaktadır.” (Hazard, 1973: 9).

Seyyahların külliyatları ve ürettikleri romanlar bir taraftan geleneksel hayat düzeninin ve düşünme biçimini değiştirirken93 diğer taraftan muhtevadaki bu mühim farklılaşma

92 Ana metinde çok uzun bir alıntı olacağından Nef’in matematikle ilgili önemli gördüğümüz bir diğer paragrafını dipnot açıklamasına aldık. “Yeni matematik sayesinde ilk defa olmak üzere fiziki kâinatın sırlarını kalem ve kağıttan başka hiçbir alet kullanmadan tetkik etmek mümkündür. Üstelik, matematik muhakeme sağlam olduğu takdirde, bulunan neticeler sadece muhtemel olmakla kalmayıp Descartes’in istediği gibi fiilen mutlak olabiliyordu. İlmi keşif yapanların önüne o güne kadar tamamen kapalı olan yeni bir yol açılmıştı matematiğin mücerret planındaki fonksiyonellik fikri, tabiatın matematikle ifade edilen kanunları halinde bizzat tabiat nizamına aksetti. Matematiğin bu inkişafı olmasaydı 17. asırda ilimde görülen gelişme mümkün değildi” (Nef, 1980: 52)

93 “Seyahat: o henüz baş döndüren güzellikleri arama, çeşitli ülkelerin değişik semaları altında her birine ait his ve intibaları kaydetme anlamına gelmiyordu. O günlerde seyahat örf ve adetleri, normları, felsefeleri, dinleri karşılaştırmak ve bir izafiyet kavramına ulaşmak, münakaşa ve şüphe etmek demekti. Bilinmeyenleri bulup göstermek için dünyayı köşe-bucak dolaşanlar arasında birden daha fazla serbest fikirli kişi vardı. Bu seyahat hikâyelerini okumak realiteden kaçma vesilesi oluyordu. İnsan bunları okudukça istikrarlı, durgun bir zihin âleminden hareketli ve değişik bir âleme gidiyordu. Çin İmparatoru veya Büyük Moğol krallığı hakkında bilgiler edinmekle nice mütereddit, cesaretsiz zihinler harekete geçiyordu. Her biri yegâne ve mutlak hakikat diye ortaya atılmış birbirine zıt dogmaları görmek, her biri sadece kendinin mükemmel olduğunu iddia eden farklı medeniyetleri öğrenmek şüpheci kafalar için ne büyük bir bilgi yığını idi!” (Hazard, 1973: 32-33)

edebiyatın geleneksel özünü değiştirmekteydi. Böylece edebiyata, geleneksel yaşamın ve düşüncenin yıkımında önemli işlevsel bir sorumluluk yüklenmekteydi.

Daha sonraki safhada Batı dünyası; burjuva sınıfının güçlenmesi ile krallık yönetimlerine darbeler yapılmasına şahit olmuştu. Maddi kazançlarla toplumda itibar kazanan burjuva, devletin neredeyse ağır vergi yükünü taşımasına rağmen, vergi vermeyen soylular ve kiliseden daha aşağıdaki bir sınıftan görülmekteydi. Eğitimli bu orta sınıf kentli büyük tüccarlar için artık yönetimde söz söyleme hakkı gelmişti ve kanaatim burjuva sınıfının yerinde kim olsa bu ihtilalleri yapmak isterdi. Dönemin siyasi şartları, onları gizli yapılanmalara ve darbelere yönlendirecekti. Zaferle sonuçlanan mücadelesinin ardından burjuva sınıfı yepyeni bir devlet yönetim metodu belirledi ve uyguladı: Hareketliliğini ekonomik temelden almış, Kilise’nin/Tanrı’nın egemenlik meşruiyet kaynağını ulus söylemine dayandırmış, hukukunu Aydınlanma düşünürlerinin fikirleriyle yenilemiş, parlamenter bir katılım sistemiyle oluşmuş ulus devlet. Yönetici erkin/sınıfın değişmesiyle birlikte; Krala, soylulara ve Kilise’ye tebaiyet oluşturan kalabalıklara, bu sınıfsal katmanlaşmanın çözülmesiyle birlikte yeni bir kimlik gerekti. 3. États’da olanlar, geçmişte adil olmayan rastlantısal bir durumdan imparatorlukları parçalayacak yeni, büyülü bir kavram doğurdu: Ulus.

Batı aydınlarının daha iyi bir dünya, daha mutlu bir insan, geleneksel yapıdaki idari yönetimden ve kıymetler âleminden uzak, daha yaşanabilir seküler bir dünya kurma düşünceleri, Burjuva sınıfının da çok güçlü bir vaziyete gelmesiyle birlikte İngiltere’de, Amerika’da ve Fransa’daki ihtilalleri, bilim ve tekniğin yaşanılan hayatta karşılığının olması, sanayileşme ve endüstrileşmenin artması, şehirleşme ve zenginleşme; tüm dünya genelinde siyasi, toplum, düşün, tarihi ve edebiyat sahalarında radikal değişimleri beraberinde getirmekteydi.

Ancient Regime döneminin en baskın değerleri dini temellerdi. Düşün biçiminden yaşam pratiğine kadar hemen her şeyi dini yapı kuruyor, yapılandırıyor ve yönetiyordu.

Burjuva, dini otoriteyi zayıflatarak ve devlet yönetimlerine darbeler yaparak yönetici güç haline geldi. Gelenek karşıtı bu sınıfın yönetim erkine ulaşma süreciyle birlikte dönüşüm daha hızlı sağlanmaktaydı.

Devlet yönetiminden hukuka, düşün biçiminden yaşam pratiğine kadar hemen her şeyi daha seküler hâle getirme projesinin ve ulusal kültür üretiminin kalabalıklara ulaştırma mecrası ve mercii gazete ve edebiyata tevdi edildi. Seyyahların metinleriyle geleneksel dünyanın yıkımına sebep olan edebiyat böylelikle yeni bir dünyanın yapılandırılmasına da hizmet etmiş oluyordu. Ulaşımın hızlanması ve kolaylaşması ile Hristiyan dışındaki

dünyaları tanıyan seyyahların oluşturduğu yazın külliyatı hem geleneksel Batı dünyasının yıkımında hem de modern Batı kültürünün yapımında en önemli bir temeli oluşturmaktaydı.

Roman ise modern dünyanın hemen başında tezahür etmişti. Yerleşik idari ve dini yapıların çözülmeye yüz tutması, bir bakıma alt sınıflardaki insanların tutkularını, hayata bakış açılarını anlatan bir edebi tür ihtiyacını getirdi. Sosyal dönüşümün başında ortaya çıkan bu yeni tür, yepyeni anlamındaki ‘novel’ yani ‘roman’ oldu. Romanı Batı’da ortaya çıkartan en önemli özelliği, geleneksel olan toplum yapısının tenkit edilmesi temelinde sosyo-politik ve tarihi gelişmeleri bünyesinde bulundurmasıydı.

Batı’da edebiyatın böyle bir dönüşüm geçirmesi, önemli bir siyasi ve toplumsal işlev görmesi sonraki süreçte Türk modernleşmesine de örnek oluşturacak ve geleneksel Osmanlı/Türk Edebiyatı farklılaşarak modern bir adlandırmaya/hüviyete bürünecekti.

Aydınlanma temelinde oluşan Modern Devlet; kanunlarını doğal hukuktan, ekonomi gücünü sanayii devriminden, söylevini heterojen grupları homojen hale getirerek daha kolay yönetmek için ulus pratiğinden ve düşün biçimini de pozitif bilimden almaktaydı.

Modern Batı’daki bu dönüşüm; daha sonraki vetirede tüm dünyada tek tip bir ekonomi, tek tip bir politik ve hatta tek tip kültürel bir dünyanın kökenini oluşturduğunu daha önceden ifade etmiştik. Batı’nın maddî plandaki başarısı, zamanın ruhunu değerlendiremeyen ve kendi medeniyetlerini tahkim edemeyen Osmanlı son dönem aydınının niçin Batılı gibi olmak isteklerinin kökenini oluşturmaktadır. Bu bölümün gösterdiği verilerden biri de; yine Osmanlı son dönem aydınının ve Cumhuriyet kadrolarının;

hem devlet yönetiminde hem sosyal planda hem düşün biçiminde hem de kültürel kodlarda kullanmış oldukları söylemlerin ve yapmış oldukları eylemlerin özgünlükten uzak, değişik tarihi koşullar içinde olsa da, Batı’daki söz konusu dönüşümün bir kopyasını yapmak istekleridir. Avrupa’yı örneklemek isteyen Osmanlı’nın geç dönem aydın zümreleri, geleneksel veya dini olanı terk/ret etmek istemelerinin sebebi; Batı’nın geçmişini kendi tarihiyle eşitleyip, Batı’nın kendi doğal seyri içerisinde yaşadığı tarihi, siyasi, toplumsal aşamaları kendi ülkelerinde radikal bir tutumla kısa bir zaman diliminde gerçekleştirerek Batı gibi maddî bir güce ulaşmak istemelerinden kaynaklanmaktaydı.

2.2. Modern Batı’nın Osmanlı Aydınına Etkisi (Uygarlık Krizi, Zihnî