• Sonuç bulunamadı

TÜRK ROMANINDA YENİ İNSAN TASAVVURU (1923-1938)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2023

Share "TÜRK ROMANINDA YENİ İNSAN TASAVVURU (1923-1938)"

Copied!
332
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

ANKARA YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TÜRK ROMANINDA YENİ İNSAN TASAVVURU (1923-1938)

DOKTORA TEZİ AHMET AKGÜL

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI

ANKARA 2020

(2)
(3)

T.C.

ANKARA YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TÜRK ROMANINDA YENİ İNSAN TASAVVURU (1923-1938)

DOKTORA TEZİ AHMET AKGÜL

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI

PROF. DR. MÜNİRE KEVSER BAŞ DANIŞMAN

ANKARA 2020

(4)

ONAY SAYFASI

Ahmet Akgül tarafından hazırlanan “Türk Romanında Yeni İnsan Tasavvuru (1923-1938)”

adlı tez çalışması aşağıdaki jüri tarafından oy birliği ile Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı’nda Doktora olarak kabul edilmiştir.

Unvan Adı Soyadı Kurumu İmza

Prof. Dr. Münire Kevser Baş Ankara

Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Prof. Dr. Turan Karataş Karaman

Karamanoğlu Mehmet Bey Üniversitesi Prof. Dr. Aytaç Yıldız Ankara

Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Prof. Dr. Ayşe Demir Ankara

Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Doç. Dr. Melih Erzen Ankara

Hacı Bayram Veli Üniversitesi

Tez Savunma Tarihi: 17.12.2020

Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı’nda Doktora tezi olması için şartları yerine getirdiğini onaylıyorum.

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü Unvan Ad Soyad

………..

(5)

BEYAN

Bu tez çalışmasının kendi çalışmam olduğunu, tezin planlanmasından yazımına kadar bütün aşamalarda patent ve telif haklarını ihlal edici etik dışı davranışımın olmadığını, bu tezdeki bütün bilgileri akademik ve etik kurallar içinde elde ettiğimi, bu tezde kullanılmış olan tüm bilgi ve yorumlara kaynak gösterdiğimi beyan ederim.

Tarih (17-12-2020)

İmza

Adı SOYADI: Ahmet Akgül

(6)

Büyük medeniyet enkazının üzerinde biten nesillere ithaf olunur.

(7)

TEŞEKKÜR

Tez danışmanım sayın hocam Prof. Dr. Münire Kevser Baş’ın hem tezimizin belirlenme esnasında hem de olgunlaşması ve sonlandırılmasında büyük katkıları oldu. Bu süreç içerisinde bana sürekli özgüven veren ve güvenen, kişiliğiyle ve çalışmalarıyla bana örnek olan hocama minnettarım.

Prof. Dr. Turan Karataş çalışmamıza yaptığı değerli yönlendirmelerinin yanı sıra bazı kelimelerin inceliklerini öğrettti. Kendisine şükranlarımı sunarım.

Prof. Dr. Aytaç Yıldız’ın tezimizin akademik bir hüviyet kazanmasında yaptığı haklı ve yapıcı eleştirilerin çok katkısı var. Kendisine müteşekkirim.

Çalışmamızın başlıkları hususunda dile getirdiği düşüncelerle bize bu hususta farklı bakış açıları kazandıran Prof. Dr. Ayşe Demir’e teşekkür ederim.

Bir taraftan kelime kullanımlarındaki tercihler hususunda değerli görüşlerini sunarken diğer taraftan önemli kaynaklara yönlendiren Doç. Dr. Melih Erzen’e müteşekkirim.

Sosyoloji alanında Öğretim Görevlisi olan Niyazi Özdemir ile tezimiz üzerine yaptığımız konuşmalar öğretici oldu. Hem bu sohbetler hem de seçkin kitaplığını gönlünce tarafıma açtığı için kendisine teşekkür ederim.

İyi bir akademisyen olacağına inandığım Arş. Gör. Halil İbrahim Yücel’e de çalışmanın okumalarını yapıp değerli görüşlerini paylaştığı için teşekkürü borç bilirim.

Ahmet Akgül - Tokat

(8)

ÖZET

Türk Romanında Yeni İnsan Tasavvuru (1923-1938)

Modernleşmenin düşün ve eylem planı gelenek karşıtı bir düşünce temelinden hareket etmesidir. Bu dünyanın dinamiğini, Kilise’nin dolayısıyla dinin hegemonyasından uzaklaşan düşünce, bilgi, yönetim ve yaşam oluşturmuştur. Modernizmin uç vermesi ve Burjuva sınıfının güçlenip imparatorlukların parçalanmasıyla bir taraftan Avrupa’da üst bir bağ oluşturan dini yapıların geri çekilmesi diğer taraftan soyluların himaye ettiği ve Kilise’nin meşrulaştırdığı toplumsal katmanlaşmanın çözülmeye yüz tutması; yeni bir devlet teşekkülü, toplum yapısı ve birey tanımı ihtiyacını doğurmuştur. Yönetime egemen yeni güç;

bu süreçte zikrolunan ihtiyaçlara karşılık devlet organizasyonunu hegemonik bir ulus devlet inşası ile teşekkül etmiş, ‘ancient regime’in toplum yapısındaki kalabalıklara yeni bir duygu sahası oluşturmak için ulusalcılık kavramını üretmiş ve bireyleri de din/Kilise ile mesafeli ulusçu bir hissiyatla yeniden tanımlamaya çalışmıştır. Böylelikle Ortaçağ Avrupası’ndan farklı olarak yeni bir birey belirmiştir. Türkiye’deki ulus devlet kurucu kadrosu da Batı’nın geçirdiği süreçleri kısa bir zaman diliminde kendi topraklarında geçirerek Batı’nın güçlü ekonomik, politik ve devlet yapısına ulaşmayı ummuştur. Dönemin kitle iletişim araç yoksunluğunda edebiyat ve özellikle roman, zikrolunan kapsamlı dönüşümün bireylere ulaşmasında önemli bir araç haline getirilmiştir.

Anlatılanlar dâhilinde Türk Romanında Yeni İnsan Tasavvuru (1923-1938) adlı çalışma, imparatorluk tabiiyetinden ulus-devlet tabiiyetine geçiş sürecinde yazarların romanlarında; iktidar ideolojisine uygun olarak tasarlanan roman kişilerinin konuşmalarına, tasvirlerine, düşüncelerine, dışlayıcı ve kabul edici özelliklerine işaret ederek yeni bir insanı belirtmesini ve bu yeni insanın romanlarla bireylere dolayısıyla topluma benimsetilmesini incelemektedir.

Anahtar Kelimeler: Roman, Yeni İnsan, Cumhuriyet Dönemi, Orta Çağ Avrupası, Modernizm, Birey

(9)

ABSTRACT

New Human İmagination in Turkish Novel (1923-1938)

Mindscape and action plan of modernization, in short, is to act on the basis of an anti- traditional thought. The dynamics of this world are thought, knowledge, management and life that move away from the hegemony of the Church, accordingly religion. As a result of the rise of modernism and the strengthening of the bourgeois class and the disintegration of the Empires, both the withdrawaling of the religious structures that formed a higher bond in Europe and tending the dissociaton of the social stratification legitimized by Church and patronized by nobility, it has created the need for a new state organization, social structure and individual definition. Bourgeois, the new power dominating the rule, established the state organization as a hegemonic nation-state for the needs mentioned in this process, produced the concept of nationalism to create a new feeling in the society of ‘ancient regime and tried to redefine individuals using a nationalist feeling which is distant from the religion/Church. Thus, a new individual, different from the Medieval European, emerged.

The founders of the nation state in Turkey, in a short period of time, in its own territory, has experienced the similar of the West's experience . They hoped to reach the strong economic, political and state structure of the West.

Within the scope of what has been told, the work named New Human İmagination in Turkish Novel, by emphasizing to their speeches, descriptions, thoughts, exclusionary and accepting characteristics of characters/types/representations of novel designed in accordance with the ideology of power, examines to being indicated new human in the novels of the authors in the process of transition from empire to nation state, and being imposed this new human to the society by novels.

Keywords: Novel, New Human, Republic Period, Medieval Europe, Modernism, Individual.

(10)

İÇİNDEKİLER

ÖZET ... i

ABSTRACT ... ii

İÇİNDEKİLER ... iii

KISALTMALAR ... v

ÖNSÖZ ... vi

1. GİRİŞ ... 1

2. BATI’NIN BÜYÜK DÖNÜŞÜMÜ VE MODERN BATI’NIN OSMANLI AYDININA ETKİSİ ... 27

2.1. Batı’nın Büyük Dönüşümü (Aydınlanma, Modern Batı Kültürünün Oluşumu ve Edebiyatın İşlevi) ...27

2.1.1. Aydınlanma Öncesi Avrupa’ya Genel Bir Bakış ... 29

2.1.2. Aydınlanma Tanımlamaları ve Düşün Biçiminin Değişimi ... 34

2.1.3. Modern Batı Kültürünün Oluşumu, Ulus Devletin Kökeni ve Edebiyatın İşlevi ... 40

2.1.3.1. Bilimsel Devrim ve Zihniyetin Değişim Kökenleri ...41

2.1.3.2. Siyasal Devrimler, Manifestoları ve Ulus Devlet’in Kökeni ...46

2.1.3.3. Modern Kültürün Kökeni ve Edebiyatın İşlevi ...53

2.1.4 Sosyal Dönüşümün Edebi Türü Olarak Roman ...56

2.1.5. Batı’nın Büyük Dönüşümü İçin Sonuç ... 66

2.2. Modern Batı’nın Osmanlı Aydınına Etkisi (Uygarlık Krizi, Zihnî Dönüşüm, Edebî Dönüşüm, Politik Dönüşüm) ...70

2.2.1. Zihniyetin Dönüşümü ... 71

2.2.2. Edebi Dönüşüm ... 83

2.2.3. Politik Dönüşüm, Gizli Örgütlenmeler ve Darbeler ... 99

2.2.3.1. Yeni Osmanlılar ...99

2.2.3.2. Jön Türkler ...109

2.2.4. Modern Batı’nın Osmanlı Aydınına Etkisi İçin Sonuç ... 112

3. TÜRK ROMANINDA YENİ İNSAN (1923-1938) ... 114

3.1. Erken Cumhuriyet Dönemi Türk Romanında Yerleşik/Geleneksel İdari ve Dini Yapıların Ötekileştirilmesi ...123

3.1.1. İdari Yapının / İmparatorluk Kurumlarının Ötekileştirilmesi ... 124

3.1.1.1 Yeni İnsanın İmparatorluğa, İstanbul’a ve Sultan’a Bakış Açısının Belirlenmesi ...125

3.1.1.2. Yeni İnsanın Osmanlı Bürokrasisine Karşı Oluşturulması ...142

3.1.1.3. Enver-Talat-Cemal Paşalara ve İttihat Terakki’ye Karşı Yeni İnsanın Belirlenmesi ...147

(11)

3.1.1.4. Yeni İnsanın II. Abdülhamit’e Karşı Bakış Açısının Oluşturulması ...154

3.1.2. Dinin ve Dinî Değerlerin Ötekileştirilmesi ... 156

3.1.2.1. İslam Dininin Ötekileştirilmesinin Aracı Olarak Araplar ...172

3.1.2.2. Dönem Yazarlarının Kutsal Metinlere Yaklaşımı ...176

3.1.2.3. Tanrı Sorunsalı ...178

3.1.3. Dini ve İdari Hüviyeti Olan Kurumların Erken Cumhuriyet Dönemi Romanlarında Ötekileştirilmesi ... 181

3.1.3.1. Dönem Romanlarında Medreselerin Kapatılmasına Meşruiyet Sağlama Çabası ...181

3.1.3.2. Halifeliğin Kaldırılmasının Romanlarla Bireylerin Zihninde Meşrulaştırılması ...184

3.1.3.3. Şer’î Mahkemelerinin Kaldırılmasının Romanlardaki İzdüşümü ...186

3.1.4. Türk İslam Kimliğinin Ötekileştirilmesi ... 187

3.1.4.1. Yeni İnsanın Şarklı olarak Nitelendirilen Türk İslam Kimliğe Bakışının İnşası ...188

3.1.5. Anadolu Halkının ve Değerlerinin Ötekileştirilmesi ... 192

3.1.5.1. Düğün Geleneğinin Yerilmesi ...200

3.1.5.2. Nikâh ...201

3.2. Yeni İnsanın Erken Cumhuriyet Dönemi Romanlarında Ulusalcı Kimlik ile İnşa Edilmesi ...209

3.2.1. Ulusalcı Hissiyatın Pekiştirilmesi Bağlamında Atatürk’e Düzülen Methiyeler ... 226

3.2.2. Ulusalcı Hissiyat Oluşturmada Ankara’nın Romanlarda Yüceltilmesi ... 232

3.3. Yeni Bir Tarihi Köken Kurgusu ...235

3.4. Yeni İnsanın Yaratımında Gündelik Hayatın Yeniden Tasarımı ...240

3.4.1. Yeni İnsan’ın Kılık Kıyafet Yapılanışı ... 241

3.4.1.1. Erkekler İçin Yeni Kılık Kıyafet ...242

3.4.1.2. Kılık Kıyafet ve Kadın ...246

3.4.2. Selamlaşma ... 251

3.4.3. Romanlarda Batıcı Yaşam Tarzının Telkin Edilmesi ... 256

3.4.4. Yemek Adabı ... 262

3.4.5. Alkollü İçeceklerin Yeni İnsana Telkini ... 266

3.4.6. Harem Selamlık ... 273

3.4.7. Piyano ve Keman ... 275

4. SONUÇ VE ÖNERİLER ... 283

5. KAYNAKLAR ... 299

(12)

KISALTMALAR

akt. : Aktaran a.s : Aleyhisselam C. : Cilt

CHP : Cumhuriyet Halk Partisi

DTCF : Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi ed. : Editör

haz. : Hazırlayan Hz. : Hazreti

İTC : İttihat ve Terakki Cemiyeti TDK : Türk Dil Kurumu

TTK : Türk Tarih Kurumu

TBMM: Türkiye Büyük Millet Meclisi vd. : ve diğerleri

vb. : ve benzeri, bunun gibi

(13)

ÖNSÖZ

Orta Çağ Avrupası’nda bir nevi Tanrı’nın yerine oturan Kilise’nin telakkileriyle meşrulaştırılan kanın kutsanmış hali olan soyluluk kurumunun çözülmesi, dini yapının geri çekilmesi, Burjuva sınıfının güçlenmesi ile imparatorlukların dağılması ve kapital üretim ilişkilerinin yoğunlaşmasının getirisi olarak insanların köylerden (tebaadan) şehirlere göçmesi (topluma geçmesi) ile yalnızlaşan bireylere yeni bir tanımlama ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Geleneksel yaşamda bir soyluya, efendiye, prense, Kilise’ye, piskoposa, krallıklara, İmparator krala bağlılık gösterip bir nevi ona temessül ederek kendini tanımlayan bireye ve topluma, Burjuva sınıfı ve aydınlar; ‘ancient regime’in her türlü çözülen yapısına karşılık ‘ulus devlet’i kurmuş ve söz konusu yeni vakalar karşısında bireylere kendilerini tanımlamanın ihtiyacı olarak ve kalabalıkların dayanışmalarını artıracak, beraber hareket etmelerine imkân sağlayacak, herhangi bir olay karşısında ortak bir refleks gösterecek bir duygu sahası olarak da ulusçuluk kavramını üretmişlerdir. Böylelikle hem yönetimde yeni egemen güç olarak beliren Burjuva sınıfı hem de Orta Çağ Avrupası’nda bireyin oldukça silikleştiğine inanan aydınlar; geleneksel idari ve dini yapıların ve geleneksel kıymetlerin şekillendirdiği toplum yapısının değiştirilmesi gerekliliğine inanmışlardır. Zikrolunan düşünce saikleriyle hareket eden iktidar; yüzyıllarca yaşanarak geleneksel bir kıymet oluşturmuş dini ve idari yapıların ve toplumsal formasyon içerisinde biçimlenen bireylerin değiştirilmesine, diğer bir değişle yeniden yaratılmasına uğraş vermiştir. Böylelikle yeni bir insan tasarımı kendini göstermiştir. İktidara egemen yeni gücün ve aydınların yeni bir insan tasarımı da; geleneksel gündelik davranış ve düşün biçimlerinden farkı belirten ifade olarak kullanılan modern Batı kültürünün bir taşıyıcısı olarak, edebi metinler vasıtasıyla kitlelere ulaşmıştır. Böylelikle edebiyat toplumsal bir mutabakatın soyut mekânı haline gelmiştir.

Batı’nın kendi tarihi serüveni içerisinde oluşturduğu kavramlar (liberty, constitution, equality, patrie), yazılı kültür, güçlü siyasi, ekonomik ve askeri yapı, üretim ilişkilerinin artmasıyla şehirleşmenin hızlanması, süratli ulaşım ağı gibi etkenler; 1699 Karlofça Antlaşması’ndan beri genelde ricat dönemine giren Osmanlı devlet adamlarının ve aydınlarının dikkatini çekmiştir. Bu durum zaman geçtikçe Osmanlı aydın kuşaklarında tedricen Batı’ya kapılma ve onlar gibi olma isteğini uyandırmıştır. Sonraki süreçte ise son dönem Osmanlı askeri ve bürokrat aydın zümreler; işgale uğramış topraklarını kurtarıp Batı tipi devlet, toplum ve birey tasarımlarını kendi memleketlerine getirerek güçlü olabileceklerini varsaymışlardır. Anadolu’daki ulus devleti kuran yeni yönetici güç için

(14)

modernlikle/medeniyetçilikle Batıcılık aynı idi. Onlar da Avrupa’nın yeni paradigmalarını kendi coğrafyalarına taşıyıp radikal devrimler yaparak kısa zamanda Batı’nın güçlü ekonomik, siyasi ve toplumsal yapısına ulaşma hedefiyle Batı’nın geçirmiş olduğu süreçlerin aynısını, bir ozalit kâğıdı minvalinde kendi toplumuna uygulama yoluna koyulmuştur. Bu bağlamda birinci aşamada mecliste kararlar alınmış, ikinci aşamada ise mecliste geçirilen maddelerle, diğer bir değişle yeni devletin ideolojisiyle toplumun büyük uyumu kaçırmaması için iktidar ideolojisiyle aynı düşün çizgisinde olan yazarlar tarafından iyi kötü demeden bir edebi üretim yapılmıştır. Bu ideolojik temelde yapılan edebi üretimin başlıca alanlarından biri de roman olmuştur. Böylelikle imparatorluktan ulus devlete geçişi inşa eden kurucu kadro, toplumu dolayısıyla bireyi de yine Batı’da olan örneklemelerle ulusçu, seküler bir şekilde yeniden yaratmaya uğraş vermiştir.

Biz de çalışmamızda, Türk Tarihi içinde önemli dönüşümlerin yaşandığı bir dönem olan 1923-38 yılları arasında; bireyi ve toplumu ele alıp değiştirmeye ve onlara yeni bir Türk insanını belirlemeye ve benimsetmeye çalışan yazarların romanlarında, iktidar ideolojisine uygun olarak tasarlanan temsillerin nasıl olduğunu incelemeye gayret ettik. Tez; 1923-1938 yılları arasında, yönetici erkin ideolojisiyle uyum içerisinde olan yazarların toplumu ve bireyi değiştirmek için roman ürettiği iddiasından hareket etmektedir. Değerler dizisindeki köklü değişimin romanlar vasıtasıyla insanlara benimsetilmeye çalışıldığını düşünmekteyiz.

Farklı bir deyişle; söz konusu yıllar aralığındaki büyük dönüşümün emrine amade/etkisinde kalmış aydınların/yazarların romanlarında, bilinçli bir birey üretiminin yapıldığını varsaymakta ve bu bireyin ne olduğunu tespit etmek istemekteyiz. Amacımız; yazarların bireyi ve toplumu kendilerince doğru gördükleri bir hayat tarzına, düşünme biçimine dönüştürmek için romanı bir araç olarak kullandıklarını ve benimsetmek istedikleri insanın ne olduğunu ortaya çıkarmaktır.

Çalışmanın konusu, 1923-38 yılları arasındaki kimi yazarların eserlerinde görülen küçük farkları olsa da genelde aynı özellikleri ihtiva ettiği için tasavvur diye adlandırdığımız roman kişilerindeki; davranış tarzlarının, düşüncelerinin, adab-ı muaşeretinin, olumladığı veya olumsuzladığı durumların, yazarlar tarafından bilinçli bir şekilde belirlendiğini, böylelikle yeni bir Türk insanı profili çizildiğini ve söz konusu profilin Türk toplumunda yaratılmak ve kitlelere benimsetilmek için roman yazıldığı temelinden hareket etmektedir.

Yazarların böyle bir edebi üretime girişme sebeplerinin başında ise tarihsel, politik ve toplumsal şartların belirleyici olduğunu düşünmekteyiz. Romandaki kahraman yaratımıyla sosyo-politik ve tarihi gelişmeler arasında ilişki kurarak, kahramanların ve romanın (dolayısıyla yazarın) aslında neyi hedeflediğini çözümlemek istemekteyiz.

(15)

Genel olarak bakıldığında tezimiz üç mevzu üzerinde durmaktadır: 1) Toplum ve bireyin egemen bir devlet tarafından ulusçu kimlikle inşa edilmesi. 2) Bireyin gündelik davranış biçimlerinin seküler temelde yapılanması. 3) İlk iki maddenin edebi bir tür olan roman aracılığıyla topluma ulaştırılması. Çalışma sahamızın bu üç kavram ile şekillendiğini söylemek mümkündür: Ulusçuluk, modernite ve kanon.

Çalışma, 1923-1938 yılları arasında yayımlanmış konumuza uygun 41 romanın incelenmesini kapsamaktadır. 1923-38 tarihi sınırlandırmasının temelini; yönetim mekanizmasını, toplumu ve bireyi yeniden inşa etmek isteyen ve bu isteği eyleme döken kadroların iktidarı olarak ele almaktayız. Siyasi ve ideolojik bu bütünlük, romanlarda arayacağımız kimlik tanımlaması, bireye sunulan yeni davranış biçimlerini ve düşünce şekillerini gözlemleme özelinde önem arz etmektedir. Hülasa; anlatılanlar bağlamında roman üretiminin, söz konusu tarih sınırlandırmasında, özel/edebi yatağından çıkarak politik ilişkilerle şekillendiğini, romandaki olay örgüsünün gelişiminin ve kahraman oluşturulmasındaki temel saiklerden en önemlisinin bu ilişkiler olduğunu iddia etmekteyiz.

Tezde, 1923-1938 dönemi yayımlanan romanlar, yazarları tarafından olumlanan ve olumsuzlanan kahramanlar açısından incelenmiştir ve mezkûr tarihler arasından yönetici erke yakın bir duruş sergileyen ve dönemin sosyo-politik havasına uygun metinler üreten yazarların romanları üzerinde durulmuştur. Böyle bir araştırmada; Türk siyasi, kültür ve toplum tarihi açısından geleneksel olandan hızla kopuşun yaşandığı söz konusu yıllarda, Türk romanının kendi seyri içerisinde önemli bir konuyu ele aldığı düşünülmektedir. 1923- 38 döneminde yayımlanan kimi romanlar, zikredilen tema çerçevesinde değerlendirilerek alana farklı bakış açıları kazandırılması hedeflenmiştir.

Kütüphane kataloglarında, edebiyat ansiklopedilerinde ve edebiyat tarihlerinde yaptığımız taramalarda 1923-38 yılları arasında, yayımlanan 290 roman tespit ettik. Milli mücadele konulu, popüler aşk konulu, popüler tarih konulu, macera konulu, geleneği olumsuzlayıp yeni olanı benimsetmeye çalışan romanlardan oluşan tezimize açık bir şekilde veri sağlayan, başka bir deyişle aşırı yorum yapmamıza imkân tanımayacak ve bir doktora tez çalışmasının sınırlarını aşmayacak şekilde 41 roman belirledik.1 İncelediğimiz 41 romanın seçiminde içerik olarak bir sınırlandırmaya gidilmemiştir. Çünkü Yeni İnsan’ın düşünce yapısını, his dünyasını ve dış görünüşünü belirlemek isteyen yazarlar her türlü konu içerisinde söz konusu tutumlarını öne çıkarabilmektedirler. Romanları yöntem olarak iç içe geçmiş iki teknik açıdan inceledik. Birinci aşamada, romanların muhtevalarından tespit

1 İncelenen romanlar kaynakçadan hemen önceki sayfada gösterilmiştir.

(16)

edilen ortak temaları ortaya çıkararak ana ve alt başlık (Erken Cumhuriyet Dönemi Türk Romanında Yerleşik/Geleneksel İdari ve Dini Yapıların Ötekileştirilmesi, Yeni İnsanın Erken Cumhuriyet Dönemi Romanlarında Ulusalcı Kimlik ile İnşa Edilmesi, Yeni Bir Tarihi Köken Kurgusu, Yeni İnsanın Yaratımında Gündelik Hayatın Yeniden Tasarımı gibi) tasnifi oluşturduk. İkinci aşamada ise, metnin söylem analizini yaparak aslında yazarın okura ne gibi bir telkin verme uğraşı içerisinde olduğunu veya ideolojik aktarım yapmasındaki amacının özünde ne olduğunu belirlemeye çalıştık. Bu konuda, yani bir metnin ideolojik söylemini çözümleme özelinde; Jhon B. Thompson’ın İdeoloji ve Modern Kültür eserindeki anlam inşa etme kuramı ilham verici oldu.

John B.Thompson sözkonusu eserinde ideolojik temelde yapılanan bir söylemin bazı göstergelerle tespit edilebileceği hususuna eğilmiştir. ‘İdeoloji’ kavramının 1796 yılında Destutt de Tracy tarafından ‘düşünceler bilimi’ olarak üretildiğinden bu zamana kimi aydınlarca olumlu ve olumsuz çağrışımlarla kullanıldığını gösteren (2013: 41-70) Thompson; ideolojiyi, “sembolik biçimlerin seferber ettiği anlamın tahakküm ilişkileri kurma ve sürdürmeye hizmet etme biçimleri bakımından”(2013: 76) kavramsallaştırır.

Thompson ideolojiyi, bir güç mevkiinde olan kişinin veya grubun elindeki güç noktasında egemenliklerini sürdürebilmek ve bulundukları mevkinin toplumun öteki olarak görülen aktör gruplarına erişilemez olduğunu belirtmek için anlam inşa ettiğinden bahseder (2013:

76-77).2 Bu konuda Münire Kevser Baş şu açıklamayı yapar:

Thompson’a göre ideolojinin metne yansıması, belirli bir zümreye toplumun diğer kısmından daha fazla yarar sağlayacak şekilde yapılandırılmış sosyal ilişkilerin, özel durumlar çerçevesinde sembolik biçimler yoluyla baskın birey ve gruplara hizmet etmek üzere harekete geçirilmesi ve bu doğrultuda bir anlam inşa etme sürecidir. (2013: 1015).

Thompson ideoloji kavramına vermiş olduğu üç manada işlevsellik kazandırır. 1.

İdeoloji, anlam inşa etmede kullanılır. 2. İdeoloji, onu üreten muktedirler tarafından iktidar ilişkilerinin kurulmasını ve sürdürülmesini sağlar. 3. İdeoloji, sembolik biçimler aracılığıyla

2 Thompson demek istediğimizi şu şekilde açıklar: “Toplumsal olarak yapılandırılmış bağlamlar içerisinde konumlanmış olan kişiler mevcut kaynaklara, konumlarına istinaden, farklı miktarlarda ve farklı düzeylerde erişime sahiptir. Kişilerin toplumsal konumu ve toplumsal bir alan veya kurumdaki pozisyonlarının kendilerine kazandırdığı yetkiler onlara farklı seviyelerde "güç" bahşeder. Bu düzeydeki güçten kasıt, bazı kişilerin karar almalarına, hedeflerinin peşinden gitmelerine ya da çıkarlarım gerçekleştirmelerine olanak sağlayan ya da bunun için yetki veren, toplumsal ya da kurumsal olarak bahşedilmiş bir kapasitedir. Kurulu güç ilişkileri

"sistematik olarak asimetrik" olduğunda, yani belirli aktörlere ya da aktör gruplara, başka aktör ya da aktör gruplarım dışlayan ve onlara önemli ölçüde erişilemez kalan —bu dışlanmanın yürütüldüğü temele bakmaksızın— bir güç kalıcı bir şekilde bahşedildiğinde "tahakküm" den söz edebiliriz.” (Thompson, 2013:

76-77).

(17)

tasavvur edilir ve harekete geçer (Thompson, 2013: 76). Thompson sembolik biçimlerden kastının ne olduğunu ise şu şekilde açıklar: “Özneler tarafından üretilen ve onlar ve başkaları tarafından anlamlı yapılar olarak kabul edilen geniş bir eylemler ve sözceler, imgeler ve metinler yelpazesidir.” (2013: 76). Thompson’ın bahsettiği sembolik biçimlerin geniş yelpazesine (eylemler, sözceler, imgeler) dikkatlice bakıldığında bir metindeki ideolojik yapının da karşılıkları oldukları göze çarpar. İdeolojik aktarımın harekete geçme sürecinin sembolik biçimler üzerinden çözümlenebileceğini ileri süren Thompson; “anlam inşa etme stratejisi olarak niteleyebileceğimiz” (Baş, 2013: 1016) beş teknik üzerinde ideolojinin faaliyet sürecini açıklar: “1-Meşrulaştırma 2-Taslama 3-Birleştirme 4- Parçalama 5-Şeyleştirme” (Thompson, 2013: 78). Biz burada çalışmamızın söylem analizinde kullandığımız anlam inşa etme yöntemlerini açıklayacağız.

1. Meşrulaştırma: Thompson’a göre ideolojinin işlevsellik özelliklerini sıralarken anlam inşa etme ve iktidar tarafından yerleşmesi istenen düşünceyle bir egemenlik alanı kurup ve bu egemenlik alanına sürdürebilirlik kazandırma, kısaca tahakküm sağlama olduğunu söylemiştik. İdeoloji aktarım temelinde söylemini geliştiren bir metnin en çok başvurduğu yollardan biri “Tahakküm ilişkilerinin meşru olarak temsili, belirli temellere dayanan, belirli sembolik biçimlerde ifade edilen ve verili durumlarda az ya da cok etkin olabilen bir ‘meşruluk iddiası’ ”dır (Thompson, 2013: 79). Thompson’a göre bu yöntem ussallaştırma (biz makul hale getirme/makûlleştirme kelimesini kullanacağız), evrenselleştirme ve öyküleme şeklinde gerçekleşir ve öne sürülen fikrin herkes için meşru olduğu telkinini vererek okuru/dinleyeni/izleyeni iknaya yönelik üretim yapar. Böylelikle metinlerde kabul ettirilmek istenen iddia, her kesimin kabul edeceği şekilde üretilmesine uğraş verilir. Ayrıca bazı kişilerin çıkarlarına hizmet eden düşünceler, düzenlemeler ve olayların bu hususta becerisi, yatkınlığı olan herkesin faydasınaymış gibi ilkesel olarak genelleştirilir ve evrenselleştirilir. Böylelikle ideoloji bir inşa etme yöntemi daha kullanır ve kitleyi iknaya yönelir (Thompson, 2013: 79).

2. Taslama: Thompson, ideolojinin ikinci işleyiş süreci olarak belirttiği bu yöntemi,

“Tahakküm ilişkileri, gizlenerek, inkâr edilerek veya örtbas edilerek ya da dikkatler mevcut ilişki veya süreçlerden başka yöne çevrilerek ya da bunlar göz ardı edilerek kurulabilir ve sürdürülebilir.” (2013: 80) şeklinde tanımlar. Savunulan iddiaya kitleyi ram etmek üzere belli olgular görmezden gelinebilir veya parlatılabilir. Böylelikle kitlenin dikkati bir yönden başka bir yöne çevrilerek bir anlam üretilme yoluna gidilir.

3. Birleştirme: Anlam inşa etme stratejisi üreten kişiler; bireylerin farklarını ve ayrımlarını görmeyerek onları ortak bir kimlikte buluşmalarını sağlayıp bir tahakküm kurma

(18)

yöntemi belirleyebilir (2013: 82). Thompson bu yöntemin standardizasyon ve birliğin sembolleştirilmesi şeklinde işleyiş süreçlerinin olduğunu belirtir. Ulus devlet yapısındaki hiyerarşinin özellikle ulusal bir dilin üretimi konusundaki tutumu, kollektif bir kimliği oluşturmada önemli bir değer olarak görülür. Yani bir yönetici grubun belirli sınırları içerisindeki halkın bir dile/ağza standardize etmesi, kolektif bir bilinç sağlama hususunda önem arz eder. Kullandıkları söylemde ideoloji aktarımı içerisinde bulunanlar birleştirme yöntemini (biz ‘birliktelik sağlama’ ifadesini kullanacağız) kullanırken, savunulan iddianın dışında hiç herhangi bir durumun, vakanın, fikrin varlığına bakmadan sanki tek yaşayan olguymuş gibi ideolojilerini yansıtırlar.

4. Parçalama: İdeolojinin işleyiş süreçlerindeki anlam inşa etme yöntemlerinden biri de parçalama olduğunu ileri süren Thompson, bu yöntemin farklılaştırma ve ötekiyi sansüre uğratma stratejilerini kullandığını belirtir (2013: 83). Mevcut egemen düzene karşı ortaya çıkma potansiyeli olan karşıt görüşlerin/grupların güçlenmemesi için bu yöntem kullanılır.

Bu yöntemi kullananlar, egemen yapılara güçlü muhalefet edebilecek grupları parçalamaya sebebiyet vermesi için söylem geliştirir. Parçalama yöntemi, tesis edilen düzenin tahakkümüne karşı koyabilecek grupların arasında farklılıklar, ayrımlar oluşturarak güçlü bir muhalif söylemi farklılaştırarak en aza indirir veya “habis, muzır ve tehditkâr olarak betimlenen ve bireylere kolektif olarak ona karşı koymaları ya da onu sansürlemeleri çağrısında bulunulan, içeride ya da dışarıda bir düşmanın inşasını” (2013: 83) içererek onu / ötekiyi sansüre uğratır. Bu stratejiyi kullanarak ideoloji aktarımını yapmaya çalışan hâkim güç, ötekiyi sürekli bir olumsuzlama uğraşına girer.

5. Şeyleştirme: Tahakküm kurma ilişkileri kapsamında yaşanan tarihsel bir süreci, durumu sanki sürekli varmış gibi gösteren bir anlam inşa etme yöntemidir. Böyle bir söylem geliştirerek bir ideoloji aktarımı yapmak isteyenler yaşanılan mevcut halin geçmiş dönemde de aynı olduğu vurgusunu yapar. Böylelikle toplumsal ve tarihsel gerçeklikler karartılabilir ve değiştirilebilir. Şeyleştirme anlam inşa yöntemiyle yaşanılan durum geçmişte de aynı şekildeydi mesajı verilerek doğal ve ebedi bir durum izlenimi yaratılır.

Bunlarla birlikte, tespitlerin daha sağlıklı olması için metnin bir nevi arka planını oluşturan tarihî, siyasî ve toplumsal verileri artzamanlı bir dizgiyle de ele almaya çalıştık.

Romanın üretim aşaması, anlatı ve sembolik dil söylemi gibi özelliklerle dönemin tarihî, siyasî ve sosyolojik olayları arasında bağlantı kurarak, romanın gerçekte neyi amaçladığı hususunda doğru bir yoruma ulaşmaya uğraş verdik. Bu açıklamalara binaen; toplumsal, metin ve yazar merkezli inceleme kuramlarına göre roman kişilerinin çözümlenmesine çalıştık. Seçilen romanların edebi estetik tarafını tartışmak, hak verileceği üzere, bizim çıkış

(19)

noktamız göz önünde bulundurulduğunda çok makul bir eylem değildir. Mühim olan, edebî metin (roman) tarzında üretim yapan yazarların eserlerinde dönemin egemen ideolojisiyle kaleme alınan kısımlarını bulmak, amaçlarını ortaya çıkarmak ve ‘yeni insan tasavvuru’nun ne olduğunu göstermektir. Temel olarak sunmak istediğim konulardan biri ulus devletin kurulduğu yıllarda söylemini bulan egemen ideolojiye ve tarihi olaylara atıfta bulunarak romandaki olayların/temaların, kişilerin esas dayanaklarını göstermektir. Bir nevi metni, üretilen dönemin şartlarına ve söylemine göre çözümlemektir. Bunlarla beraber araştırmamızla alakalı sosyoloji, politik, tarihi, kültürel eserlerin, makalelerin, tezlerin incelenmesinin yanı sıra devlet başkanının ve bürokrasinin söylev ve demeçleri, tamimleri, mecliste çıkartılan kanunlar, yazarların söz konusu yıllar aralığında milletvekili olması gibi durumların da dikkate alarak çalışmayı kuramsal/kavramsal açıdan sağlam dayanaklarla yapılandırmaya gayret ettik.

“1923-38 yılları arasında yaşanan toplumsal, siyasal ve kültürel topyekün bir dönüşümle beraber, yeni bir bireyi inşa etmede ya da bir seküler-ulusal kimlik oluşturmada, roman ve romandaki kişiler bir araç olarak kullanılmış mıdır?” cümlesi çalışmamızın temel problemini oluşturmaktadır. Tezin alt sorunsallarını ise şu şekilde sıralayabiliriz: 1. Tarih, siyasi ve sosyal olaylar ile edebiyat arasında ne ölçüde bir ilişki vardır? 2. Batı’da modern kültür ortaya çıkarken, geleneksel olanın yıkımında - yeni olanın inşasında edebiyat veya roman kullanılmış mıdır? 3. Romanın ortaya çıkışıyla toplumsal veya ferdî dönüşüm arasında bir ilişki var mıdır? 4. Batı etkisinde gelişen Türk Edebiyatı ile politika arasında niçin önemli bir bağ vardır? 5. Aydınlar ve devlet ricali ideolojilerinin aktarımında niçin edebiyatı kullanmak istemişlerdir? 6. Modernleşmeyi doğuran Batı’nın geçirdiği tarihsel süreç nedir ve niçin örnek alınmaktadır? 7. 1923-38 yıllar aralığında yönetici erkin savunduğu ideoloji doğrultusunda, yazarlara bir yönlendirilme olmuş mudur? 8. Edebi metinlere tarihi, politik ve sosyolojik bir yorumla yaklaşmak ne kadar doğrudur? 9. Batı’da romanın ortaya çıkışındaki ana etkilerden biri bireyin değeri ve keşfi iken Türk Edebiyatı’nda niçin genellikle toplumsal tipler yaratılmıştır? 10. Son dönem Osmanlı aydını kendini niçin yavaş yavaş Batı’da bulmuştur?

Bu bağlamda incelememiz; giriş, iki ana bölüm, sonuç ve kaynakça bölümlerinden teşekkül etmektedir.

‘Giriş’ bölümünde oluşturulmaya ve halka benimsetilmeye çalışılan değerler dizgesinin, devlete egemen ideoloji (ile uyum içerisinde olan bürokrasi ve yazarlar) tarafından edebiyatla aktarımının yapılmasını ve yönlendirilmesini isteyen açıklamalar

(20)

gösterilmeye çalışılarak, iddialarımızı sağlam dayanaklara göre temellendirmesine uğraş verilmiştir. Ayrıca ‘Yeni İnsan’ derken neyi kastettiğimizi bu bölümde göstermeye çalıştık.

Söz konusu dönem itibariyle her kavramın önüne getirilen ve dolayısıyla başlığımızdaki en önemli kelime olan ‘Yeni’nin bizi götüreceği yer ‘Modernizm’dir. Birinci bölümde tezimizin anlam boşluklarını doldurması için ‘modernizm’in ne olduğu ve nasıl bir ortamda zuhur ettiğini ‘Batı’nın Dönüşümü’ başlığı altında ortaya konulmaya çalışılmıştır.

Birinci bölümün ikinci kesitinde ise ‘Modern Batı’nın Osmanlı Aydınına Etkisi’ başlığıyla

‘modernizm’in Osmanlı’yı etkileyişi üzerinde durulmuş ve son dönem Osmanlı aydınının yaşadığı zihinsel dönüşümü, edebi dönüşümü ve idari sistem arzusunun dönüşümü ve kökenleri, bu başlıklar etrafında irdelenmiş ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kadroların nasıl bir düşünme biçimine sahip olduğu gösterilmek istenmiştir.

Birinci bölüm, edebiyat ve onun bir türevi olan romanla sosyal, politik ve toplumsal dönüşümlerin ilişkisini göstermesi bakımından değer taşımaktadır. Bu bölüm; modernizmin nasıl bir ortamda doğduğu ve ne olduğunu, Batı’nın dışında kalan aydın zümreler için niçin bir pusula haline geldiğini, Batı’da yeni dünyanın kurulmasında edebiyatın ne gibi bir işlevi olduğunu ve Osmanlı-Türk aydının yaşadığı politik-zihinsel-edebi ve kültürel dönüşümünün nasıl meydana geldiğini incelemesi gibi, disiplinler arası verilerin bir bütün halinde değerlendirilmesi bakımından çalışmayı önemli kılmaktadır. İktidar ideolojisinin bir yansıması olarak romanlarda yeni insanın tematik ayrımlarla kültürel belirlenmesinin açığa çıkarılması, disiplinler arası bakış açılarına ihtiyaç duyduğundan, sonraki çalışmalar için farklı bir kavrayışı/görüşü beraberinde getireceğini umuyoruz.

Çalışmanın iddialarının incelenmesini, esas kısmını oluşturan Türk Romanında Yeni İnsan Tasavvuru bölümünde ise artık; romanlar üzerinde durarak, yönetici erkin tasarladığı yeni birey/milli kimlik değerlendirilmiş ve tematik ayrımlarla detaylandırılmaya çalışılmıştır. Yine romanlarda yazarların oluşturduğu kahramanların, dünyaya/yaşama bakış açılarını ele alarak; ‘yeni insan tasavvur’larının ne olduğu bağlamında etraflıca tespit ve değerlendirmelere gidilmiştir.

Böyle bir çalışma yapılmasının amacı; estetik, kültürel veya sanat dışında kalan bir alanın edebî üretime müdahale ederek; edebiyatın ideolojilerinin aracı haline getirildiğini ve söz konusu dönemin iktidar söylemiyle uyumlu veya güdümlü bir paydada, aydın zümrelerin bireyi kendilerince doğru gördükleri değerler dizgesiyle kuşatmak isteğini, romanlar üzerinden göstermeye çalışmaktır. 1923-1938 yılları arasındaki toplumsal, siyasi ve tarihi olaylar ile özdeşleşen kimlik kurma stratejilerini roman üzerinden izini sürmektir.

(21)

1923-1938 dönemi içerisinde yayınlanan bütün romanların savunduğumuz tezle ilintili olduğunu iddia etmiyoruz. Yalnız, aynı dönem itibariyle söz gelimi birkaç edebî eser, ideoloji ya da siyasetin bir aracı haline gelse, edebiyat araştırmacıları tarafından incelenmeye ve çözümlenmeye değer bir çalışmadır. Kaldı ki; sözü edilen tarih aralığında edebi üretimin ideolojinin, yönetici erkin, savaş propagandasının bir aygıtı haline dönüştüğünün çokça örnekleri mevcuttur.

Açıklamalar bağlamında, ‘Türk Romanında Yeni İnsan Tasavvuru’ adlı çalışma, 1923-38 yılları arasında yayımlanan romanlarda, kahramanların ideolojik söylemini- düşününü-tasvirlerini çözümleyerek, yönetici ve aydın kadronun istediği ‘Yeni İnsan’ın kültürel belirlenmesini, boyutlarını göstermeye uğraş verecektir. Başka bir deyişle, yapmak istediğimiz, Cumhuriyet’i kuran kadronun, medeniyet dönüştürme projesi döneminde, yaratmak istediği yeni insan tasavvurunu romanlarda aramaktır. İddia ettiğimiz bağlamda

‘yeni insan tasavvuru’ derken, yönetime hâkim ideolojinin belirlediği kültürel bir öznelliğin roman temsillerine aksettiğini vurgulamaktayız. Siyasi hayatın içinde ve bir tarafıyla da merkezinde olan yazarın; roman tekniğiyle, mesela; tema, zaman, mekân, tiplerin diyolojik özündeki siyasi mesajı, tasvir, yeğlenen/olumsuzlanan kahraman, kahramanların beğenisi/kötülemesi gibi, bir edebi metni kurgulaması özelinde, doğal görülebilecek her yapının, yeni kurumsal politik düzenin ulusal-modern-ideolojik anlamlarıyla bezenmiş olarak ele aldığını; roman aracılığıyla egemen ideolojinin bir aktarıcısı olduğunu ve böylelikle yeni bir insanı yaratmaya çalıştığını düşünmekteyiz. Vurgulamak istediğim nokta, dönem iktidarının pratik söylem ve eylemleriyle roman kahramanları ilişkisinin uygunluğudur. Söz konusu romanların kaleme alınış biçiminin ideolojik bir üst- belirlenmecilik ile olduğunu iddia etmekteyim. Ulusal söylemli-modern (civilization) görünümlü bir kültürün üretiminde ve yaygınlaştırılmasında roman kahramanlarının önemli bir araç olduğu görülmektedir. İktidarın ideolojik söylemlerinin halka ulaştırılmasında, kalabalıklar nezdinde meşrulaştırılmasında ve benimsetilmesinde kaynaklardan birinin de roman ve romandaki kişiler olduğunu öne sürüyoruz. Yeni oluşturulmak istenen toplum biçimlenmesinde, iki ana söylemin temel olduğunu söylemiştik: Ulus ve medeniyetçilik.

Ulusal söylem ile bireyin/toplumun iç dünyası kurulur. Medeniyet ile dış dünya alanı inşa edilir. Bu çalışma; bireyin romanlardaki kahramanlar aracılığıyla iç mana âleminin ulusal bir inançla3 ve dış dünyasının (giyim/kuşam, bilgi, eğitim, yeme-içme, insan ilişkileri,

3 “Dil Kurumu’nun Türkçe Sözlüğünde altmışlara kadar, ‘din’ maddesinde bu kelimenin ‘mecazi’ kullanımına örnek olarak “Atatürkçülük Türk’ün dinidir.” gibi bir cümle yer almaktaydı.” (Belge, 2009: 37)

(22)

hukuk, düşünme biçimi vb… gibi) da medeniyetçi/modern Batıcı bir söylemle inşa edildiğini, böylelikle yeni bir insan yaratılmaya uğraş verildiğini savunmaktadır.

(23)

1. GİRİŞ

Gideceğimiz yolu hepimiz biliyoruz. Fakat yol uzadıkça ayrıldığımız âlem, bizi her günden biraz daha meşgul ediyor. Şimdi onu hüviyetimizde gittikçe büyüyen bir boşluk gibi duyuyoruz, biraz sonra, bir köşede bırakıvermek için sabırsızlandığımız ağır bir yük oluyor.

İrademizin en sağlam olduğu anlarda bile, içimizde hiç olmazsa bir sızı ve bazen de bir vicdan azabı gibi konuşuyor.

Sade millet ve cemiyetlerin değil, şahsiyetin de asıl mânâ ve hüviyetini, çekirdeğini tarihîlik denen şeyin yaptığı düşünülürse, bu iç didişme hiç de yadırganmaz. Mazi daima mevcuttur. Kendimiz olarak yaşayabilmek için, onunla her an hesaplaşmaya ve anlaşmaya mahkûmuz.

Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir Önsözünden (Vurgular bize ait)4

Türk Edebiyatı’nın meşhur eserlerinden olan Beş Şehir, eski ile yeni arasında sıkışan bir insanın ‘hesaplaşma ihtiyacının doğurduğu’ konuşmasıdır. Tanpınar eser boyunca mahzun bir beste tınısıyla ‘biz neydik, neyiz ve nereye gidiyoruz?’ sorularına; sırasıyla Ankara, Erzurum, Konya, Bursa ve İstanbul şehirlerini gezerken cevap bulmaya çalışır.

Yazarın, yaklaşık yüz yirmi sayfa, âşıkane bir tarzda anlattığı İstanbul bölümünün son kısmında ruhundaki bunalım cümlelere daha açık yansımaktadır.

En büyük meselemiz budur; mazi ile nerede ve nasıl bağlanacağız;

hepimiz bir şuur ve benlik buhranının çocuklarıyız; hepimiz Hamlet’ten daha keskin bir “olmak veya olmamak” davası içinde yaşıyoruz. Onu benimsedikçe hayatımıza ve eserimize daha yakından sahip olacağız. Belki de sadece aramak ve bütün kapıları çalmak kâfidir. (Tanpınar, 1992: 259)

Tanpınar’da bir iç geçirmeden çok sarsıntı halinde temsil edilen bu hâl; sırt çevrilen medeniyetin kendisidir. Bir ‘şuur ve benlik’ bunalımı içerisinde olan Tanpınar, meşhur eserinin bütününde, ‘geçmiş’ tapınağına girerek bu âraftaki halinden bir nebze olsun kurtulmaya, rahatlamaya ve serinlemeye uğraşmaktadır. Kuşkusuz Tanpınar yalnız değildir.

4 Bundan sonraki iktibaslardaki vurgulanmış ifadeler, aksi belirtilmediği takdirde bize aittir.

(24)

Aynı topraklarda ve toplumda, bugün dahi söz konusu buhranın farkında olarak veya olmayarak yaşandığını görmekteyiz.

Tanzimat, Islahat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet gibi siyasi tarihimizin önemli dönemlerinde, yönetim yapısını düzenlemek hedefiyle, devlet kurumlarını ve toplum yaşayışını tedricen artan ölçüde Batı’yı benimseme ve en nihayetinde, medeniyet dönüştürme projesi5 kapsamında, Batılı gibi olma çalışmaları bulunmaktadır. Bu süreç içerisinde, yönetici erkin ‘öteki’ bir kültürün değerler dünyasını rol model olarak sunma girişimleri, Müslüman bireylerin kimliğinde çözülmeye sebep olmaktadır.

Toplumun en küçük hücresi olan birey yaşadığı çevrenin değer yargılarıyla kuşanır.

Olgunlaştıkça fark eden, eyleyen, anlamlandıran birey; zaman geçtikçe cemiyetin ekseriyeti ile birlikte, bir aidiyet hissiyle büyük halk tablosunda kendi yerini alır. Din, örf ve töre gibi alışılagelen davranış biçimleri, bir taraftan toplumsal hafızayı oluştururken diğer taraftan kuşaktan kuşağa geçen geleneği de husule getirmektedir. Bu bağlamda, aslında bireyi yapılandıran, onu bezeyen kıymetler dizgesi, toplumun değer yargılarının küçük ölçekteki bir fenomenidir, diyebiliriz. Sosyal yaşantıyı temelinden sarsan büyük ve keskin dönüşümler böylelikle bireyi de etkilemektedir. Yeni değerler dizisi, yeni davranış biçimleri, yeni yaşam tarzları, yeni giyim kuşamlar, yeni sanat anlayışları… Özetle hayata değin ne varsa hem biçim hem öz olarak köksüz bir değişime uğramaktadır.

Modernleşme çabalarıyla geleneğin (Batıcı bir nazar ile bakarsak ‘ancient regime’in) yok sayılması, hayatın her alanında yeni değerler oluşturma gereksinimini beraberinde getirdi. Batı’nın dışında kalan ve Batı’nın ekonomik, devlet ve askerî gücüne ulaşmak isteyen farklı devletlerin aydın zümreleri; mevcutta örnek alınacak Batı modernleşmesini kurtarıcı bir pusula hükmünde gördü. Tarihî gecikmenin de vermiş olduğu refleksle ‘öteki’

bir dünyanın hazırdaki yeni yaşayış tarzları ve kıymetleri, geleneksel değerlere tercih olundu.6

5 ‘Medeniyet değiştirme projesi’ ifadesini kullanma sebebim; Yusuf Akçura’nın, önce Darülfünun’daki bir konferansı olan, sonra da Türk Yurdu’nda makale olarak çıkan çalışmasından mülhemdir. Akçura ‘medeniyet değiştirme’ ifadesini şu cümlelerle kullanır: “ Efendiler, tekrar ediyorum. Çağdaş bir devlet kurmak gayesiyle halkına çalıştığımız en önemli mesele, işte şu “medeniyet değiştirme” meselesidir.[…]. Batı’da aralıklarla meydana gelip, gericilikle çarpışarak, kanlı fedakârlıklar sayesinde nihayet galebe çalabilen Rönesans, dini reform ve ihtilal hareketlerinin semerelerini; biz kısa bir zamanda elde etmeye mecburuz ve bunun için o hareketler karşısına çıkan engellerin hepsine birden hemen bir anda göğüs germek mevzindeyiz. Avrupa’da birkaç asra yayılmış olan olguları Türkiye’de birkaç on seneye sıkıştırmak icap eder. Türkiye çağdaş devleti az zaman zarfında başarıyla kurulamazsa, fırsatın elden kaçırılmış olmak tehlikeleri vardır.” (Akçura Yusuf (2017), Çağdaş Türk Devleti ve Aydınlara Düşen Vazife, Türk Yurdu, Ekim, 1925. İçinde: Yusuf Akçura: Türk Devleti’nin Programı, Sadeleştirme: Kurtuluş Güran, Ankara: Kaynak Yayınları, s. 24).

6 Tanpınar’ın Tanzimat Fermanı için verdiği iktibastaki hüküm sonraki siyasi safhalarda keskinleşerek devam etti. “Çok vahim siyasi hadiselerin ve İktisadi şartların beraberinde yürüyen bu yenilikler hakikatte, bir medeniyet dairesinden öbürüne geçmek, asırlardan beri inanılmış ve uğrunda mücadele edilmiş değerler

(25)

Genel olarak Tanzimat Fermanı’yla başlatılan Osmanlı’nın Batı’ya yönelişi 1856 Islahat, 1876 I. – 1908 II. Meşrutiyet ve 1923 Cumhuriyet’le hızlanarak devam etti.

Cumhuriyet ile İmparatorluktan ulus-devlete geçişi sağlaya askeri-bürokrat yarı aydın kadro, ulusal temelde bağımsız bir devleti kurduktan sonra, tesis ettikleri egemenliğin milletin ve devletin menfaatine daha uygun gördükleri için toplumlarını bir sıfır noktası oluşturarak yeniden tanzim etmeyi planladılar. Bu sıfırdan başlayan tanzim planı devlet, toplum ve birey gibi her bir katmanın sınırlarını içine almaktaydı. Bu bağlamda toplum ve birey, ulusçu bir hissiyat ile yapılandırılıyor ve yeni toplumsal günlük davranış şekilleri bireylere aktarılmaya çalışılıyordu. Edebiyat ise bu köktenci inşanın kitlesel iletişim aracı olarak iktidar ideolojisiyle aynı çizgide olan yazarlar tarafından ideolojilerinin aracı haline getirilmekteydi. Cumhuriyetin kurucu kadrosu dönüşümünün temelini Batı Modernleşmesi olarak görmekteydi7.

Ulus Devlet’i kuran kadronun; hem devlet yönetiminde hem sosyal planda hem düşün biçiminde hem de kültürel konularda kullanmış oldukları söylemlerin ve yapmış oldukları eylemlerin; farklı tarihi şartlar içinde olsa da, Batı’daki dönüşümün bir kopyası olduğu görülür8. Avrupa’yı örneklemek isteyen Osmanlı’nın geç dönem aydın zümreleri ve Cumhuriyet’i kuran kadro; Batı’nın tarihini kendi tarihine eşitleyip, Batı’nın kendi doğal süreci içerisinde yaşadığı tarihi, siyasi, toplumsal aşamaları topraklarında, radikal bir tutumla kısa bir zaman diliminde gerçekleştirerek Batı’nın güçlü ekonomik, siyasi ve askeri yapısına ulaşmayı umuyordu.9

dünyasından ayrılmak demekti.” (Ahmet Hamdi Tanpınar, 19’uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul:

Çağlayan Kitabevi, 1988, 7. Baskı, s.64)

7 “Yenik düşenin konumunda yapılan bir karşılaştırmadır bu; yenilgi, yenen tarafın model, yenilen tarafınsa öğrenci, izleyici, kısaca kopya konumuna yerleşmesiyle sonuçlanmıştır. Düşman, aynı zamanda bir model (erişilmesi gereken ideal) olarak da içselleştrilmiştir, bu süre içinde.” (Koçak, 2009: 372)

8 Bu hususta Kemal Karpat şu açıklamaları yapar: “Cumhuriyet idaresi, kültürel ve ekonomik alanlarda devrimler yaparken Batı’yı, adeta kayıtsız şartsız, ilham kaynağı olarak gördü ve örnek aldı. Tatbikatta ise bu örnek bir çok değişikliğe uğradı. Türkiye’de öteden beri Batı denilince Baltık’tan Adriyatik’e kadar çekilecek bir çizginin batısında kalan bütün ülkeleri içine alan bir bölge anlaşılmıştır. Bu bölgeye dahil olan bazı ülkelerin Türkiye üzerindeki etkisi de Türkiye’nin ekonomik ve politik bakımından onlara bağlılık derecesine ve bu ülkelerin “en iyi” taraflarının Türkiye tarafından değerlendirilişine göre değişegelmiştir. Almanya’nın etkisi orduda ve bundan daha az olarak da endüstride güçlü bir şekilde hissedilmiş; devlet felsefesinde İngilizlerin etkisi görülmüş; politika, edebiyat, sanat, felsefe ve özellikle sosyal adetlerde ise devamlı surette Fransa’nın etkisi altında kalınmıştır. “ (Karpat,2010: 403-404). Karpat ayrıca aynı eserinde İsviçre Medeni kanunu hakkında şu yorumları yapar: “1926’da İsviçre Medeni Kanunu bütünü ile kabul edilerek, şeriata dayanan Mecelle’nin yerini aldı. Böylece, aile ilişkileri, kadının aile ve toplumdaki yeri Batı esaslarına göre düzenlendi.”(2010: 140).

9 5 numaralı dipnota bakınız.

(26)

Batı ise Ortaçağ Avrupası’ndan, Aydınlanma ideolojisinin eyleme geçiş hali olan modernite ile çıkmıştır. ‘Ancient regime’ döneminde toplumları tanımlamada/kimliği belirlemede üst bir bağ olan Kilise’nin yorumladığı itikadi inanış yani din; aydınların eleştirileri10 ve bilimin Kilise’nin görüşlerini boşa çıkarmasıyla geri çekilir (Guryeviç, 1995:

11)11. Diğer taraftan Batı’nın geleneksel yönetim yapısını oluşturan soyluluk kurumunun görüngüleri olan prenslik, monark, krallık gibi özerk yönetimler çözülmeye yüz tutar. Son olarak ise İmparatorluklar yönetim sınıfının değişmesiyle parçalanmaya başlar. Batı’da inanış ve yaşayış tarzını belirlemede asal bir kurum olan Kilise’nin geri çekilmesi ve toplumsal formasyonu belirleyen geleneksel özerk yönetim yapılarının çözülmeye başlaması; kendisini Kilise’yle, hükümdarlarla ve monarklarla özümseyip tanımlayan birey için yeni bir tanımlama ihtiyacını doğurur. Farklı bir değişle, ‘ancient regime’de bir soyluya, krala veya piskoposa bağlı olarak kendisini tanımlayan insanın, mezkûr yapıların çözülmesiyle kendini nasıl tanımlayacağı sorunu ortaya çıkmıştır. Bu mühim vakalar, bireyin inanış ve yaşam şekillerinde de farklılıklara yol açar ve yönetime egemen güç ve aydınlar tarafından yeni bir insan inşa edilmeye gayret edilir.

Bu bağlamda, yönetime hâkim zümre tarafından topluma; kalabalıkları harekete geçirecek, kendilerine hem bir tanımlamanın karşılığı olarak hem de bir devlete ve millete bağımlı kılacak şekilde ulusçuluk üretilir.12 Farklı bir deyişle, tümel olarak topluma başka

10 Mesela Voltaire, Diderot ve Rousseau’nun Hristiyanlık öğretisindeki ilk günahı kabul etmeyip ‘doğuştan günahkârlık’ yerine ‘doğuştan masumiyet’ tezini geliştirmeleri gibi eleştiriler, Kilise’nin toplum üzerindeki etkisini kırmaya başlamıştı. Bu hususta “çocuk ve çocukluğa ilişkin "iyimser" bir bakış açısının hâkim olmaya başlamasında 18. yüzyılın belli başlı düşünürlerinin, özellikle de Voltaire, Diderot ya da Helvetius'un katkılarını unutmamak gerekir. Çocukluğu kötülük ve günaha eğilim duyulan bir dönem olarak sunan Hıristiyan anlayışına karşı onu bir saflık dönemi olarak yücelten düşünürlerle2 ve çocuk eğitiminde "ilk günah" düşüncesine karşı çıkan deizmle birlikte yeni bir anlayışın ilk belirtilerine tanık olunur. Ancak C.

Heywood'a göre, 18. yüzyılda "çocukluğun yeniden yapılanması konusunda ana figür", Hıristiyanlığın doğuştan günahkârlık öğretisine, doğuştan masumiyet iddiasıyla karşı çıkan jean-jacques Rousseau'dur.

1761'de yayımlanan ve Paris Parlamentosu'nun kitabın dinle ilgili bölümünün yakılmasına, yazarının da tutuklanmasına karar verdiği Emile: ou de l'education'da (Emile Yahut Terbiyeye Dair) Rousseau, insan doğasına, çocukluğun özgüllüğüne ve "negatif eğitim"e ilişkin görüşleriyle geleceğin yurttaşını da tanımlamıştır.” (Üstel: 2008: 12)

11 Aron Guryeviç ‘Orta Çağ Avrupası’nda Birey’ adlı eserine Başrahibe Herrard’ın XII. yüzyılın sonunda yaptığı portre tabloların yorumu ile başlar. Guryeviç’i bu portrelere bakarken hayrete düşüren neden

“resmedilen kişilerin çokluğu değil, bütün "portre"lerin neredeyse tamamen aynı olması[dır]” (Guryeviç, 1995: 10). Yazar aynı zamanda ortaçağ bireyinde Kilise’nin ne kadar etkili olduğunu anlatır: “ İS 1234’ten kalma bir metinde şöyle denmektedir: İsa’nın Kilisesi’nde vaftiz edilmekle insan, bir kişi olur.” (1995: 100).

Guryeviç Batı Avrupa’nın geleneksel toplumun hudutlarını aşmasının etkenlerini sıralarken biri dinin diğeri soyluluğun oluşturduğu toplumsal formasyon anlayışını, bireyin kendini algılayış veya genelin bireyi telakki edişini ‘sürü hayvanı’ ve ‘klan yaratığı’ tanımlamasıyla ifadelendirir (1995: 11) ve bu ifadelerin modernite ile birlikte geride kaldığını belirtir. Guryeviç bu örnekleme ile bireyin tekil olmadan çok tebaa şeklinde anlaşıldığına işaret eder.

12 Benedict Anderson bu hususta öz bir açıklama yapar: “Batı Avrupa’da 18. yüzyıl yalnızca milliyetçiliğin doğum çağı değil, aynı zamanda dinsel düşünce tarzlarının da gün batımıdır. Aydınlanma çağı, dünyevi akılcılık çağı, beraberinde, kendi modern karanlığı da getirdi. Dinsel inançların geri çekilmesiyle, onların

(27)

bir kimlik (ulus) sunulmuş ve tikel olarak da bireye ayrı bir bağımlılık (vatandaşlık) tanımlanmıştır. Burjuvanın, Kilise’nin devlet katındaki gücünü kırmak istemesi ve aydınların Kilise’yi kendi menfaatleri için halkı kandıran, zulme meşruiyet sağlayan bir kurum olarak görmesiyle de Kilise’nin belirlediği halkın günlük yaşamdaki değerlerini de seküler bir temelde yeniden oluşturma işine girişilir. Böylelikle “Batı Avrupa’nın Burjuvazisi ortak bir kültür inşa et[meye]” (Jusdanis, 1998: 156) uğraş verir.

Özetlersek; idareye muktedir zümrenin yaklaşımları doğrultusunda ulusalcı kimlikle inşa edilmeye ve Burjuva günlük davranış tarzlarını dini temelde yüzyıllarca yaşanılarak gelenekselleşen görgü kurallarına tercih ettirilmeye çalışılan; özetle sil baştan yapılandırılmaya çalışılan bireye ‘yeni insan’ diyoruz. Batı’daki büyük dönüşümün karşılığı olarak Anadolu’da yeni kurulan devletin de aynı ilkelerle devleti, toplumu ve bireyi yapılandırdığı görülmektedir.13 Bu bağlamda; Yakup Kadri inkılaplara kayıtsız kalan insanlar için 1933 yılında şunları demekteydi:

“… onları omuzlarından tutup sarsmak ve “ Ne yapıyorsunuz? Bu ne tembellik, ne uyuşukluk. Bilmiyor musunuz ki, burası da bir inkılap diyarıdır.

Burada da tıpkı benim geldiğim yerlerdeki gibi her şey yeni baştan yapılmakta, cemiyetin mimarisi temellerinden değiştirilmekte; topraklar, taşlar, kafalar, ruhlar hep kökünden işlenip imar edilmektedir. Bilmiyor musunuz ki, bir hummalı oluş içindeyiz? Burada da, her taraf tekevvün halinde bir dünya gibi durmaksızın fıkır fıkır kaynamalı değil mi?”

(Karaosmanoğlu, 1933: 32).

Y. Kadri’nin yukarıda zikrolunan cümleleri Türk aydınının geleneksel olmayan bir kimlik inşası için gayret ettiğinin açık göstergesidir.

Yönetici zümre, belirlediği Batıcı-ulusçu kimlik kurgusunu kalabalıklara ulaştırarak yeni bir milli kimlik oluşturmayı amaçladı. Bu aşamada, yönetici kadroların dünya

kısmen yatıştırdığı ıstırap ortadan kalkmadı. Cennetin çözülmesi: Hiçbir şey mukadderatı daha rastlantısal kılmaz. Kurtuluşun, selametin abesliği: Hiçbir şey başka bir süreklilik tarzını daha gerekli kılmaz. O halde gereken, mukadderatı sürekliliğe, rastlantıyı anlama, dünyevi bir tarzda dönüştürecek yeni bir şeydi. Daha sonra göreceğimiz gibi, bu işi yapmaya çok az şey ulus kavramı kadar elverişliydi ve elverişlidir.” (Anderson, 1995: 25)

13 Karpat Cumhuriyet’in nasıl yeni bir insan tipi yaratmaya gayret ettiğini açıklar. “Bütün devrimlerin son gayesi, toplumun gelenekçi adetlerini yerme, bunların yerine çağdaş ve akılcı fikirleri yerleştirerek Türk toplumunu günün ihtiyaçlarına göre yenileştirmekti. Cumhuriyet rejiminin yaratmak istediği yeni insan akılcı, gelenekçiliğe ve medreseye karşı cephe almış, her konuyu nesnel olarak ele alacak bir insan tipiydi.” (Karpat, 2010: 140).

(28)

görüşlerinin halka ulaşması ve sosyolojik kabul/toplumsal rıza için edebiyata önemli bir rol biçildi. Bu hususta Kemal Karpat şu hükmü belirtir: “aslına bakılırsa Cumhuriyet, Türk kültürünü yeniden yoğurmaya giriştiğinde bireyi ve sosyal düşünceyi kendi kalıpları doğrultusunda şekillendirmenin temel aracı olarak edebiyatı seçti” (2009: 129).

Türk aydın ve yazarları, ana temalarla bir ulus oluşturma gayretinin yanı sıra geleneksel davranış biçimlerinin artık geride kalması gerektiğini düşündüğünden; alt anlatılarla da geleneği/dini olumsuzlayan veya yok sayan, modernite çerçevesinde yeni bir ahlak, yeni bir davranış, yeni bir düşünüş tarzını özetle yeni bir insanı, model olarak kalabalıklara sunan bir teknik içerisinde romanlar kaleme almaktaydı. Roman, yapısında bulundurduğu özelliklerle (sıradan/halktan bireylerin roman karamanlarıyla kendilerini özdeşleştirmesi/eşitlemesi, roman kahramanlarının diyaloglarında fikirlerin aktarılması ve kahramanın iç sesinin görünür kılınması… gibi özelliklerle) bireylerin (ayıp, giyinme, iyi, kötü, yanlış, yeme içme, düşünme tarzı, oturup kalkma, arkadaşlık, evlilik gibi…) geleneksel davranış tarzlarını metinden görünür olmaktan çıkarıp veya olumsuzlayıp, bunların yerine modern tarzda bir yaşam biçimiyle bezenmiş bireyi inşa etmek için büyük fırsatlar barındırmaktaydı.

1923-38 olarak belirlediğimiz yıllar, modern Türk edebiyatı için altmış dört yıllık bir mazisinden sonraki zamanı ele alır.14 Modern edebiyat diye tabir ettiğimiz edebiyatın yeni döneminin belirgin özelliklerden biri ise Batı’dan gelen yeni edebi türlerin yanında sosyal ve siyasi konuların metne çokça etki etmesidir. Modern Türk Edebiyatı’nın böyle bir hususiyetinin olması, her şeyi yeni baştan ele almayı eylem planı haline getirmiş Türk yönetici erki ve aydını tarafından, edebiyatı/romanı bir kitle iletişim aracı olarak görmesine neden oldu. Böylelikle edebiyat/roman mevcut kültürden ayrılma faaliyetinin başlıca alanlarından biri haline geldi.

1923-38 yılları içerisinde, çalışmamız özelliklerinde kaleme alınan romanların tema tasnifini kabaca şöyle sıralayabiliriz: 1) Bir kuruluş miti/destanı oluşturmak için Milli Mücadele’yi konu alan romanlar. 2) Geçmişi/geleneği eleştirip yeni olanın/hedeflenenin propagandasını yapan romanlar. 3) Adab-ı muaşereti/davranış biçimlerini, gündelik hayat tarzını eserlerine taşıyan aşk temalı romanlar. 4) İktidar ideolojisi tarafından belirlenen bir tarih tasavvuruyla oluşan tarihsel macera romanlar. (Türkeş, 2009: 425-448)

Romanlar, yazıldıkları tarihin siyasi, sosyolojik, ferdi, edebi hususiyetlerini yansıtırlar. Batı’da aristokrasinin ve kilisenin gerilediği, burjuvazinin ortaya çıktığı yıllarda

14 “ Dilimizde garp nevilerinin ilk defa olarak göründüğü 1859 yılı…” (Tanpınar, 1988: 159).

(29)

zuhur eden roman, geleneksel olanın dönüşüme başladığı Rönesans ve Reform dönemlerinde (Arslan, 2007: 11-12); ferdin ve yeni hayatın kendisini anlatacağı yeni bir edebi tür ihtiyacının karşılığıdır. Roman, Osmanlı Edebiyatı’nda görüldüğü dönemde de, Batı’da olduğu gibi önemli siyasi, toplumsal dönüşümlerin yaşandığı Tanzimat ve Islahat yıllarına denk gelmektedir. Hem Batı’da hem Osmanlı’da romanın ortaya çıkışındaki tarihi koşulları göz önünde bulundurduğumuzda siyasi-sosyolojik koşulların romanda ne derece etkili olduğu çıkarımını yaparız. Roman Biçimlerinin yazarı Franz K. Stanzel, roman tipolojisinin oluşumundan bahsederken yaptığı açıklamalar anlattığımız bağlamda dikkat çekicidir: “ Tipoloji, yazarların, eleştirmenlerin veya tipologların beğenisini çekecek örnekler önermez, bilakis düşünce yapılarından hareketle romanın dünyayı biçimlendirmek, bunun anlamını anlatma imkânlarını gösterir.” (1997: 11) Ayrıca roman, diğer edebi türlerle karşılaştırıldığında, yapısı açısından bir bütünlük içerisinde herhangi bir düşünceyi, olayı, durumu ve yorumu mümkün olduğu kadar çok bünyesinde bulundurmaktadır.

Bu bağlamda, 1923-38 yılları arasındaki hızlı siyasi-toplumsal dönüşümün yansımalarının iyi izlenebileceği edebi türlerden biri, roman olarak karşımıza çıkmaktadır.

Özetle yazar, eserinin okunması için olayları estetize etmeye çalışır. Bunun sebebi; yazarın ideolojisini merkeze alarak metnini inşa etme çabasıdır. Estetize edilip, edebiyata sokulan ideoloji veya dünya görüşü eserin özünü oluşturur. Kitap; bir iletişim icra ettiğinden, özellikle romanın sağladığı alt-anlatılar ile kalabalıklara istedikleri tarzda yaşam biçimi ve insan modeli önerdiğinden, döneminin de gazete ile birlikte önemli bir kitle iletişim aracı olduğundan, dünya ve Türk aydınları için edebiyat ve türleri bilhassa roman, elverişli bir alan olarak önlerinde duruyordu. Modern Türk Edebiyatında roman, genellikle sözü edilen özellikleri barındırdığından tezimizin veri kaynağını oluşturmaktadır.

Bireyin hayat tarzını belirgin şekilde etkileyen ve din-töre gibi ögelerle kalıtsal hale gelen geleneğin sosyolojik manada da açık bir tesiri/kıymeti olduğu ve toplumların yaşamını biçimlendirdiği hakikattir. Her milletin inancı ve düşüncesinin yaşam tarzına aksettiği, böylelikle kültürün de o inancın uç vermiş misalleri olarak gündelik hayata yansıdığı görülür. İnanç, düşünce ve kültür ögelerinin özü olarak da sanat ve edebiyat, neşet ettiği milletin/kültürün özelliklerini ihtiva etmektedir. İnanç, kültür ve sanatla beraber birey de sözü edilen kıymetlerle yapılanır.

Muktedir erkin zihnî dünyası, devlet ve toplum yapısına bir ölçüde kültüre, sanata, edebiyata, tikel olarak bireye de tesir eder. Sosyal, siyasi ve kültürel hemen her alanda radikal dönüşümlerin yaşandığı Cumhuriyet’in ilk on beş yıllık süreci çerçevesinde bireyin de sabitlenmesi/belirlenmesi/yeniden yapılandırılması ihmal edilmez. Söz konusu dönemde,

Referanslar

Benzer Belgeler

Yakup Kadri ise bu roman­ la ilgili olarak yayınladığı iki "açıklama" ile kendini savunmuştur.Nur Baba tü­ müyle bir Bektaşi romanı olarak düşünülmüş ve

Roman vatandaşlardan boşaltılıp, AKP’liler ve yandaşlarınca kapatılan Sulukule için CHP Milletvekili çetin Soysal, TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nun hakem olduğu 1.5

Tabloda görülebileceği üzere, RAM’da görev yapan psikolojik danışmanların olumsuz mükemmelliyetçilik düzeyi aritmetik ortalamalarının Ram kıdem yılı

Alanda bizden sonra araş- tırma yapan arkadaşlarımız da çok az noktada kelebeği göz- lemleyebildi.. Bu da onun ne denli nadir bir canlı olduğunun

zarı ve Türk dostu Pierre Loti’den alan bu kahve, Eyüp’te Haliç’e bakan yüksek bir tepenin üzerinde bulunuyor.. Açılış tarihi ke­ sin olarak

yılını kutladığımız bu müzik kuru- munda yetmiş yıl önce böylesi bir kaynaşma yaşanırmış, Ce­ mal Reşid Rey gibi bir Batı kül­ türü temsilcisi ile

Hedeflenen sermaye: 1,200,000$ Toplanan sermaye: 1,200,000$ Destekleyici sayısı: 14 Destek türü: Sermaye (kar/zarar) ortaklığı Bağış Yoluyla Fonlama – Herkese Açık

S9 karışımı varlığında tartrazin ile 3 saat muamele edilen insan periferal lenfositlerinde, tartrazinin konsantrasyon artışına bağlı olarak MI değerlerini ve