• Sonuç bulunamadı

1. Adlî Teşkilat

İslam devletinde yargı fonksiyonu da esas itibariyle devlet başkanının sorumluluğundadır. Ancak İslam tarihi boyunca adliye teşkilatından bağımsız bir yargı

588 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 741. 589 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 741. 590 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 744. 591 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 741.

teşkilatı var olmuştur.592 Bu sebeple İslam’da adliye bağımsızdır. Devlet ve hükümet yetkilileri hâkimin işlerine müdahalede bulunma yetkileri yoktur.593 Ancak bununla birlikte bazı konularda hâkimin yargı faaliyetlerinin sınırlandırılması hususu kabul edilmiştir.594

Rasûlullah (sav) Medine’ye varır varmaz, meşhur Medine Anayasası’nı ilan etmiştir. Bu anayasa, bireylerin ve hatta kabilelerin kendi haklarını kendilerinin savunması usulünü kaldırmış ve bu yetkiyi merkezî bir otoriteye, yani devlet başkanına vermiştir. Bu yasa, aynı zamanda yargı kararlarını infaz etmek için de merkezî otoriteyi görevlendirmiştir. Allah ve Resulü, yani Kur’an ve Hadis, ikisi birlikte en üst yargı mercii ve ülkenin yasalar dizgesi olarak ilân edilmiştir.595

Rasûlullah (sav), mevcut kurumları yıkıp tahrip ederek bir boşluk meydana getirmek yerine bunlardan yararlanmayı tercih etmiştir. Hicretten önce bir grup Medineli, İslâm’a geçtiklerini bildirmek üzere Minâ yakınındaki Akabe’ye geldiklerinde, Muhammed (sav), müttefik on iki kabileyi temsil etmek üzere her birinden birer nakîb ve bunların da üstünde bir nakîb’un-nukabâ’ tayin etmiştir. Bunlar, nihaî başvuru makamı Rasûlullah olmak üzere temyiz hâkimi olarak görev yapmışlardır.596

Medine’de yargı ve adliye ile ilgili davaların sayısı giderek artınca, Rasûlullah (sav) hâkim sıfatıyla taşıdığı yetkilerden bir kısmını devretme ve yargı konusunda sadece temyiz yetkisini kullanma yolunu tercih etmiştir.597

2. Hukuksal Kavramların Gelişmesi

Rasûlullah (sav), İslâm’dan önceki Araplara ait hukukî kurumlardan en az ikisini devam ettirmiştir. Bunlar tahkim ve kur’a müesseseleridir. Eğer taraflardan hiçbirinin elinde kanıt yok ise ya da hâkim, aynı değere sahip iki seçenekten hangisini tercih edeceğini bilemezse, kur’a çekmesi caizdir. Aynı şekilde, Kur’an’ın da hukukî bir kurum olarak tavsiye ettiği hakeme müracaat yöntemi, İslâm öncesindeki Araplarca da biliniyordu. Ancak o

592 Aydın, “Anayasa”, DİA, III/160.

593 Hamidullah, İslamın Hukuk İlmine Katkıları, s. 45–46. 594 Mecelle, md. 1802.

595 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 765. 596 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 767.

dönemdeki hakemlerin kusuru, verdikleri kararın uygulanmasını temin edecek yaptırım gücünden mahrum olmalarıdır.598

Mahkeme ve hâkimlere tanınan özgürlük, Kur’an’ın emriyle iyice pekiştirilmiş, sorumluluk kişisel bir nitelik kazanmıştır. Kur’an’da sıkça tekrarlandığı gibi, suçlunun yerine vekil biri cezalandırılamaz: “Hiçbir nefis bir başkasının yükünü çekemez” yine Rasûlullah (sav)’in şu “Şüpheli bir durum varsa cezayı kaldırınız.” sözler gereğince, şüpheli durumlarda sanığın lehine karar verilmelidir.599

Kişisel sorumluluğun bir başka yönü ise, erkek ya da kadın, hür ya da köle olsun, her bireyin kendi yaptığı suçun cezasını çekmesidir. Ancak bu hususta köleler lehine bir istisna bulunmaktadır. Eğer köleler bir zarara yol açarak bir para cezasına çarptırılırlarsa, sahibi olan kişi bu cezayı ödemekle yükümlüdür; çünkü kölelerin, ilke olarak kişisel ve bağımsız bir mülkleri yoktur.600

İslam’dan önce, gerek Araplar ve gerekse Yahudiler arasında, sorumluluk taşıma bakımından bir eşitsizlik vardır. Güçlü kabileler, kan diyeti gibi örf ve âdetle belirlenmiş tazminatların ancak yarısını ödemektedirler. Hz. Muhammed (sav) bu âdeti de yürürlükten kaldırmıştır.601

Hz. Muhammed (sav)’in getirdiği bir başka önemli yenilik de, “insanlar dışında kalan bütün varlıkların her türlü sorumluluktan muaf olduklarını” açıklaması olmuştur. XIX. Yüzyıl ortalarında ilan edilen Judicature Act yürürlüğe konuluncaya kadar, İngiltere mahkemelerinin, eğer bir kimsenin ölümüne neden olmuşlarsa, arabaları, ağaçları, duvarları, gemileri, hayvanları vs. “ölüm cezasına” çarptırdıkları tarihî bir gerçektir.602

3. Muhakeme Usûlü

Peygamber (sav), hâkimlerin davada söz konusu tarafların sunmuş olduğu delillerle yetinmeleri gerektiğini emretmiştir. Hatta hâkimin, şayet edindiği bilgi normal tanıklık

598 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 768–769. 599 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 770. 600 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 771. 601 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 771. 602 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 771.

şeklinde elde edilmemişse, bu bilgiyi esas almaması gerekmektedir. Ancak, yeterli delil olmaması halinde, davalının kendini savunurken karşı iddiasını bir yeminle desteklemesi gerekmektedir.603

Muhakeme usulü ile ilgili temel kurallardan birini Peygamber (sav)’in, kendisini kadı tayin ederken, Hz. Ali’ye verdiği şu talimattan anlıyoruz:“İki taraf senin karşındaki yerlerini

alınca, her iki tarafı da dinlemeden haklarında karar verme! Bu, (doğru) karar verebilmen için daha elverişlidir.”604

Şu hadis ise, muhakeme usulü ile ilgili bir başka temel kuralı oluşturmaktadır: “İddia

makamına düşen, delil göstermek, savunma makamına düşen ise yemin etmektir.” 605

Hamidullah bu konuda Kur’an’ın mahkeme ile ilgili tasvirlerine de dikkat çekmektedir. Çünkü Kur’an’da Haşirden sonraki Kıyamet Günü ile ilgili tasvirler yapılırken, hâkimin, tarafların, şahitlerin ve meleklerin tuttuğu amel defterlerinin o sırada hazır bulundurulacağı ifade edilmektedir. Ayrıca, hesabı görülen kimseye meleklerin tespit ettiği şeylerin bir örneği de verilecektir. Yine o gün, günahkâr kimseyi hâkimin huzuruna zorla çıkaracak olan görevliler de olacaktır. Kıyamet Günü’nde o büyük mahkeme kurulduğunda, insanın eli, ayağı, dili vs. organlarının her biri, bu dünyada iken yapmış oldukları şeyleri itiraf edip şahitlik yapacaklardır. Liyakatler doğrultusunda ceza ya da mükâfatlar verilecektir; bazen sadece Allah’ın hakkı ile ilgili işlenmiş günahlar için doğrudan doğruya, kul hakkıyla ilgili olanlarda ise karşı tarafın rızasının alınması koşuluyla af söz konusu olacaktır. Yapılmış olan iyilik ya da kötülükleri tartmak için teraziler bulunacak ve ağır gelen taraf o kişinin kaderini belirleyecektir. İşte mükemmel bir şekilde yapılan bu açıklama ve tasvirler şüphesiz ilk Müslümanları muhakeme usulü konusunda aydınlatmıştır.606

Muhakeme usulü zaman içerisinde gelişme göstermiştir. Bunlardan biri gizli soruşturmadır. Başlangıçta hâkimler açıktan açığa soruşturma yaparak bilgi toplarlarken Kadı Şureyh, bu hususta bir yenilik getirmiş, soruşturmanın gizlice yapılmasına karar vermiştir.

Bir başka değişiklik ise, Ali (ra)’nin halifeliği zamanında vuku bulmuştur: Önceleri her iki taraf, şahitleri ile birlikte hâkimin huzuruna çıkarlardı. Ali (ra), ilk kez tanıklık

603 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 774. 604 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 774. 605 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 774. 606 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 774–775.

sırasında şahitleri birbirinden ayırmış ve böylece şahitlerin birbirlerinin ağzından bir şey öğrenmelerini engelleyerek, sadece kendi bildikleri şeyleri anlatmak zorunda bırakmıştır. Hz. Ali’nin “Ben şahitleri birbirlerinden ayıran ilk kimseyim” sözü meşhurdur.607

Hâkimin maddi bakımdan kendi kendine yeter olmasına büyük önem verilmiştir. İlk dönemde Devlet memurları içinde en yüksek maaşı alanlar hâkimler olmuştur. O dönemde adaletin sağlanması ile ilgili işlerden bir ücret alınmadığından, dava konusu ister hukukî, ister cezaî olsun, taraflardan hiçbiri mahkemeye kesinlikle bir ödemede bulunmamışlardır.608

4. Mahkeme

Rasûlullah (sav) adlî duruşmalara mahsus sabit bir yer kullanmamıştır. Mescit, pazaryeri, konaklama yerinde bir çadır, hepsi de duruma göre mahkeme olarak kullanılmıştır. Daha sonra halifelerin yanı sıra onların atamış olduğu daimî statüdeki hâkimler, tarafları ya mescitte ya da kendi konutlarında kabul etmişlerdir. Henüz Halife Osman (ra) döneminde bir

“mahkeme evi” olduğundan bahsedilir. Halifeler kendi tebaasından Gayrimüslim veya

yabancılar da dâhil bütün şikâyetçi tarafları, eğer duruşma sırasında orada bulunuyorlarsa mescitlerde kabul etmişlerdir. Aslında mescit, Rasûlullah (sav) ve onu takip eden Halifeleri tarafindan hem “devlet konuk evi” olarak, hem de mahkeme salonu ve dinî yükümlülüklerin yerine getirildiği bir yer olarak kullanılmıştır.609

5. Hâkimler

Hâkim atamaları her zaman merkezî hükümetin yetkisi içinde kalmıştır. İkinci sınıf hâkimler için ise daha farklı bir uygulama göze çarpmaktadır. Örneğin Halife Ömer(ra)’in valilerine göndermiş olduğu bir mektupta şöyle denilmektedir: “Aranızdan sâlih ve muttaki kimseleri hâkim olarak görevlendirin ve onlara yeterli miktarda ödemede bulunun.” Bu, o sırada şehir ve kasabalara yapılan hâkim atamalarının eyalet valilerine bırakıldığını göstermektedir.610

607 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 775–776. 608 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 777. 609 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 779.

V. DEVLETLER HUKUKU