• Sonuç bulunamadı

1. Hükümdar

İslam’da yürütme yetkileri esas itibariyle halifede toplanmıştır. Her ne kadar İslam tarihi içerisinde bu gücü kullanan vezirler olagelmiş ise de esas itibariyle onlar da yetkilerini halifeden almışlar, bir anlamda halifeyi temsilen hükümet etmişlerdir.567

Hamidullah’a göre İslam’da bir hükümdarın ihtiyaç duyduğu şey, ne zenginlik ne de dindarlıktır. Böyle bir görev için aranması gereken husus dünyevî bilimlerin yanı sıra fiziksel yetenekler, askerî ve diplomatik ehliyettir.568 Savaş zamanında askerî savunma ve barış zamanında ise adaletli bir yönetim, hükümdardan beklenen iki temel niteliktir.569 Bir kimse, sadece üstün biri olduğu için değil, bilgeliği, hikmet sahibi oluşu ve toplum menfaatine bir takım üstün meziyetlere sahip olması nedeniyle de başkan seçilir.570

Devlet başkanlığı hususunda seçimin birinci yol olduğu görüşü, âlimler arasında büyük bir çoğunluk tarafından kabul görmüştür.571

Pek tabidir ki devlet başkanını seçen, aynı şekilde onu bu görevden alma hakkına da sahiptir. Bir peygamber söz konusu olduğunda ise, onun atanması doğrudan doğruya ilâhî vahiyle olabilir. Ona inanan kişiler, onu peygamber olarak seçmezler, sadece onun bu

566 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 748. 567 Aydın, “Anayasa”, DİA, III/158–159.

568 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 728; krş. Aydın, “Anayasa”, DİA, III/155–156. 569 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 728.

570 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 728. 571 Aydın, “Anayasa”, DİA, III/156.

özelliğini kabul edip onu tanırlar. Din dışı (dünyevî) bir iktidarda peygamberin yerine geçecek bir halifenin seçilmesi ise doğrudan doğruya halk ya da onun yetkili kıldığı temsilcileri aracılığıyla gerçekleşir. Demek ki bu temsilciler (ehlu’l-hall ve’l-’akd, iktidari kurmaya ve

bozmaya yetkili kılınanlar), başkanı yetersiz gördükleri takdirde görevine son verebilirler.572

2. Biat

Arapçada yemin karşılığında kullanılan bey’a; sözcük anlamı itibarıyla satış sözleşmesi demektir. Allah müminlerin canlarını ve mallarını –karşılığında kendilerine Cennet’i vermek üzere- satın almıştır. Bu bağlılık yemini (biat), aslında Peygamberin şahsına değil, sadece onun aracılığı ile Allah’a verilmektedir.573Çünkü bir insanı Allah’ın Resulü olarak tayin eden Allah’ın kendisidir; ancak, siyasal-dinsel bir topluluğu oluşturan ise insanların yapmış olduğu bu bağlılık ve itaat yeminidir. Burada, bir devletin, bir hükümetin, bir başkan tarafından yönetilen bir toplumun temelinde yatan bir tür toplumsal sözleşme, vardır.574Bir başka ifade ile İslam cemaatine girmek isteyen kişinin, kendi hür iradesi ile

hiçbir zor ve baskı altında kalmaksızın, muayyen bir sosyal ve hukuki neticenin doğumu için yaptığı “ içtimai mukavele” söz konusudur.575

Bu mukavele, Rasûlullah’ın (sav) uygulamasında, erkeklerin peygamberle el ele vermeleri, kadınların ise bir kumaşın iki ucundan tutmaları ya da su kabının içine iki tarafın elini sokmasıyla gerçekleştirilmiştir.576

Peygamber nasıl biat’e başvurmuşsa, daha sonra dinî bir kimliği olmaksızın onun yerine geçen halifeleri de, iktidara gelişlerini meşrulaştırmak için en üst derecede böyle bir uygulamaya ihtiyaç duymuşlardır. Prensip olarak egemenlik Allah’a aittir ve onu istediğine veren de Allah’tır. Ancak uygulamada, İlâhî iradeyi temsil eden, toplumun genel iradesidir.

572 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 733; Hamidullah, İslam Anayasa Hukuku, s. 171; krş. Aydın, “Anayasa”, DİA, III/156; Maverdî, el-Ahkâmu’s-Sultâniye, s. 21–25;

573 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 732. 574 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 731.

575 Hamidullah, İslam Hukuku Etütleri, s. 28; Hamidullah, İslam Anayasa Hukuku, s. 156. 576 Hamidullah, İslam Hukuku Etütleri, s. 28.

Çünkü Peygamberin (sav), “Allah’ın eli, tek vücut olan topluluğun (cemaat) üzerindedir…

Ümmetim asla yanlış bir hüküm üzerinde ittifak etmeyecektir.” buyurmuştur.577

Biat yemini, bizi kamu erkine itaat etmeye yöneltir. Kimsenin kimseye boyun eğmediği anarşi durumu, devletin örgütleriyle ve bunlardan ortaya çıkacak olan karşılıklı işbirliğinin sağlayacağı nimetlerle bağdaşmaz.578

Devlet başkanlarının tebaalarına karşı görevleriyle ilgili olarak, onların da tebaaları gibi ortak yasalara tâbi olduklarını hatırlatmak yeterlidir.579

3. Kamu Görevlerinin Yerine Getirilmesi

Hamidullah’a göre Müslümanların en büyük şanslarından biri de Hz. Muhammed (sav)’in yalnızca dinini tebliğ eden bir peygamber değil, aynı zamanda en yüksek başkan olarak yönettiği İslâm Devleti’nin kurucusu olmasıdır. Çünkü o, (sav) Hz. Dâvud (as) ve Hz. Süleyman (as) peygamberlerin örneklerinde olduğu gibi, hem bir Rasul, hem de bir hükümdardır. Bir Peygamberin işlevi, bir hükümdarın işlevinden çok da farklı değildir; aksine, eğer bir peygamber aynı zamanda gönderildiği toplumun hükümdarı olma gibi bir görev üstlenmişse, bu o toplum için fevkalade bir değerdir. Çünkü maddî-dünyevî ve manevî- ruhî ihtiyaçları bu dünyaya ait hırs ve çıkarlardan arınmış bir başkan tarafından gözetilip kollanan bir toplum için bundan daha güzeli olamaz.580

Hamidullah’a göre, kamu görevinin yerine getirilmesi, İslam’ın ilk çıkışından itibaren önemli bir konudur. Çünkü daha Hicret’ten önce Akabe Biatleri’nin yapıldığı sıralarda, Medinelilerin henüz siyasal bir topluluk olarak ortaya çıkmaları söz konusu değilken bile, Medine’de İslâm’ı kabul eden halkın gündelik işlerini takip etmek üzere, Rasûlullah (sav), Nakipler ve bir de Nakîbu’n-nukabâ tayin etmişti. Nakîbu’n-nukabâ’nin, yetkilerini aşan konularda her bir nakîb’in ya da kabile başkanının kendisine başvurabileceği ve buna mecbur olduğu bir hükümdar vekili ya da bir vali olduğu düşünülebilir.581 Bu durumda Hamidullah’a göre, putperest bir toplumdan çıkmış olan tek Allah inancına sahip Müslümanlar, bir anlamda,

577 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 732. 578 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 733. 579 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 734. 580 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 757. 581 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 759.

başlangıçta Mekke’de zorunlu olarak devlet içinde devlet oluşturuyorlardı. Diğer yandan sanki Medine’ye hicret edildikten sonra da Muhammed (sav) Medine’deki bu sürgün döneminde, Mekke’deki hukukî hükümetin başkanı gibiydi, fiilî hükümet ise oradaki putperestlerin elinde bulunuyordu. Bu sebeple fetihten sonra Mekke, İslâmi yönetim altına girdiğinde, Rasûlullah (sav) kamu görevlerin mümkün olduğu kadar yine önceki ailelerin elinde kalmasına özen göstermiştir.582

Hamidullah, ilk İslam devletinin yapısı ile ilgili, yerinden yönetim ve dolaylı idare gibi yöntemlerin temel kural gibi gözüktüğünü söyler. Ona göre Medine Şehir Devleti, federal olmaktan çok konfederal bir yapıya sahip olup, burada merkezî bir yönetimin aranmaması gerekir.583 Çünkü her bir yeni kabilenin üyeleri İslâm’ı kabul ettikçe Resûlullah (sav) bunlara kendi vekili sıfatıyla, bir başkan tayin etmiştir. Merkezî hükümet, ihtiyaç duyduğu zaman müdahale hakkını mahfuz tutmaktadır. Ancak her kabile yönetimle ilgili konularda ilke olarak özerktir. Sadece kabile başkanını atama yetkisi merkezin elinde bulunmakta ve çoğunlukla Rasûlullah (sav) tarafından, iktidarının işaret ve sembolü olarak bu başkana bir de bayrak verilmektedir.584 Kabile başkanı, hem kendi kabilesinin idarî yöneticisi ve hem de gerek kendi

adına ve gerekse bütün kabile mensupları adına sadakat ve itaat yemini verdiği devlet başkanının naibidir. Ayrıca bu başkan, kendi emri altında çalıştıracağı kişileri de tam bir serbesti içinde seçebilmektedir.585

4. İktidarın Süresi

Siyasî başkan, görevinden alınabilir. Fakat sınırlı bir süre için bu göreve atanabilir mi? Hamidullah’a göre bu sorunun cevabı şudur:

İslâmiyet Hulefâ-i Râşidîn döneminde tevarüse dayanmayan bir cumhuriyet

yönetimine tanık olmuştur; fakat seçimler belirli süreler için yapılmamıştır. Devlet başkanları,

gerekli görülmesi halinde görevden alınabilmeleri hakkı saklı kalmak kaydıyla, ömür boyu görevde kalmak üzere seçilmişlerdir. Ancak sınırlı bir süre için seçim yapılmasına dair bir yasak bulunmamaktadır. Ömür boyu göreve getirilme ilkesi muhtemelen ilk Müslümanların,

582 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 758.

583 Hamidullah, İslam Anayasa Hukuku, s. 22; Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 759. 584 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 759;krş. Maverdî, el-Ahkâmu’s-Sultâniye, s. 94–105. 585 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 760; krş. Maverdî, el-Ahkâmu’s-Sultâniye, s. 94–105.

bütün Peygamberlerin Allah tarafından ömür boyu seçilmiş olduğunu düşünmelerinden kaynaklanmıştır. Çünkü ne Kur’an’da ve ne de hadislerde, Allah tarafından herhangi bir peygamberin görevine son verildiği yolunda bir kayıt yoktur. O halde, eğer insanın iktidarı yerinde ise, onun başkanlıkta giderek artan deneyimlerinden yararlanma yoluna gidilmeli, aksi takdirde, yani artık aciz ve yetersiz bir hale gelmişse, bu görevinden af edilerek yönetimden uzaklaştırılmalıdır. Çünkü İslâm, başkanlığın mutlak tevarüs yoluyla bir başkasına geçmesini kabul etmemiştir.586

5. İktidarin El Değiştirmesi (Hilâfet) Müslümanlara göre insan hayatının:

1. Dinle ilgisi olmayan (siyasî ve dünyevî), 2. İbadetler ve dini kurallarla ilgili,

3. Manevî ve ruhsal olmak üzere üç farklı yönü bulunmaktadır.

Hz. Muhammed (sav), bunların hepsiyle ilgili iktidarları kendi elinde toplamıştır. Onun vefatından sonra, devrin ileri gelen Müslümanları ilk iki iktidarı, yani dinî olmayan siyasî ve dünyevî iktidar ile ibadet ve dinle ilgili iktidarı birleştirdiler ve bunları, kendi aralarından seçtikleri bir başkana, yani halifeye bıraktılar. Manevî-ruhî iktidarı ise bunlardan ayırarak, müminleri bu alanda sevk ve idare etmek için, aynı zamanda Rasûlullah (sav)’ın yerini alacak çok sayıda kişiye (tarikat şeyhleri ya da onların halifelerine) bıraktılar. O dönemde başlayan bu durum, İslâm ülkelerinde halen devam etmektedir. “Siyasî ve dinî alanda Rasûlullah (sav)’in ilk halifesi Ebû Bekir olmuş ve bu iktidara hiçbir ortak düşünülmemiştir.587

586 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 735.

6. Hükümet Yönetimi ve Danışma

İslâm Hükümetinin temelinde danışma yatar. Bu danışmanın şekli ve nasıl uygulanacağı insanın tercihine bırakılmıştır.588

Söz konusu danışma meclisinin kararı herhangi bir nedenle kabul edilsin ya da edilmesin, diğerleriyle tam bir dayanışma içinde olmalıdırlar. Ancak Kur’an, Devlet Başkanının danışma meclisinin (Şûra’nın) kararını veto etme hakkı olup olmadığını açıkça göstermemektedir. Muhtemelen günün koşulları göz önünde tutularak bu kararı bizzat halkın vermesi daha uygun görülmüştür.589

Devlet başkanının vetosu hakkında Hamidullah şunları söylemektedir: “İtiraf

etmeliyim ki bu çok sayıdaki istişare örneklerine rağmen veto sorunu hakkında bir karara varmak oldukça zordur. İzlenimlerimize göre İslâm, göründüğü kadarıyla devlet başkanının veto hakkı konusunda lehte ya da aleyhte bir hüküm koymamıştır. Dönemin koşullarına ve başkanın kişisel yeteneklerine göre bu hakkı ona tanıyıp tanımamak, başkanı seçecek olan kimselerin elindedir. Bir kez daha yineleyelim ki, İslâm Devletinin bütün yasama ve idarî kararları daima Kur’an ve hadisler doğrultusunda ve bunlara bağlı olmalıdır.”590

Hiç kuskusuz, bir karar Şûra’da çoğunlukla ya da oybirliğiyle alınmış olsa bile, eğer Kur’an’da belirlenen ilkelere ters düşüyorsa bir değer ifade etmeyecektir. Devlet Başkanının böyle bir kararı reddetmesi gerekir.591 Hamidullah’ın başkana atfettiği bu görev bir anlamda günümüz anayasa mahkemelerinin işlevini hatırlatmaktadır.