• Sonuç bulunamadı

C. İslam İktisadının Prensipleri

1. İktisadî Kanunlar

Hamidullah, bir miras hukukunun, ferdin ve toplumun hakkını gözetmesi gerektiğini, yani hem bireyin kendi servetine sahip olma hakkını, hem de toplumun kendini meydana getiren bireylerin mallarındaki hakkını koruması gerektiğini düşünmektedir. Ona göre işte bu sebeple İslam, miras konusunda iki temel hüküm öngörmüştür: Mirasın ölenin yakın akrabaları arasında zorunlu olarak paylaştırılması ve vasiyet yoluyla miras bırakma yetkisinin sınırlandırılması.498

Miras kanunu, Nisa süresi 11, 12 ve 176. ayetlerine dayanmaktadır. Burada sayılan akrabalar, kendiliğinden mecburi olarak mirasa dâhil olurlar. Vasiyet sadece kanunen miras hakkına sahip olmayan, mesela; azatlı köle, uzak akrabalar, dostlar, hayır müesseseleri ve benzeri kimseler lehine yapılabilir. Öldükten sonra yürürlüğe girecek olan vasiyetle, terekenin sadece 1/3’lük bölümü bırakılabilir, geriye kalan 2/3’lük bölüm ise, ek bir irade beyanına gerek kalmaksızın kanuni mirasçılara gider. Bu hüküm sayesinde, servetin birkaç kişinin elinde yığılması önlenmiştir. Özel mülkün taksimi ve bunların da tali taksimi İslam’da mutlak bir kaidedir ve mülkün bir elde toplanması daima engellenmiştir. İslam, miras konusunda, yaş durumundan doğan bir öncelik hakkı tanımamış, büyükler ve küçükler arasında bir ayrım da yapmamıştır. 499

Vasiyetin kaldırılmayıp kısıtlanmasında çifte gaye güdülmüştür. Bir yandan, normal kuralın bir haksızlığa sebep olabileceği olağan dışı durumlarda, bireye adaleti sağlamaya yetecek oranda vasiyet etme fırsatı sunulmakta, diğer taraftan malın tamamının vasiyet edilmesine izin verilmeyerek normal hak sahipleri korunmaktadır.500

b. Devlet Bütçesi ve Gelirleri

Hamidullah, Kur’an’ın vergiye tabi tutulacak servet kategorilerinden ya da alınacak vergi miktarlarından hiç bahsetmemesini oldukça dikkat çekici olarak nitelemektedir. Allah,

498 Hamidullah, İslam’a Giriş, s. 222; krş. Karaman, Anahatlarıyla İslam Hukuku, 2/176–182. 499 Hamidullah, Modern İktisat ve İslam, s. 16; Hamidullah, İslam’a Giriş, s. 222; Hamidullah, İslam

Peygamberi, s. 801–802; krş. Şafiî, el-Ümm, s.708–711; Çalış, İslam Hukukunda Özel Mülkiyet ve Sınırlamaları,

s. 332–342.

bu miktarı tayin edip gerekirse toplumun ihtiyaçlarına ve günün koşullarına göre gözden geçirerek yeniden belirleme işini insana, yani devlete bırakmıştır. Böylece, vergi tarifelerini tabu haline getiren, onu değişmez kılan şer’î bir hüküm konmamıştır. Nitekim Halife Ömer’in, Nebatlı tüccarlar tarafından Medine’ye ithal edilen gıda maddelerine, Rasûlullah (sav) zamanında uygulanmış olan oranın yaklaşık yarısı civarında bir gümrük indirimi yapmış olması bunu göstermektedir.501

Hamidullah’a göre İbn Hazm gibi klasik yazarlar, toplumun refah ve mutluluğu için yeni vergilerin yürürlüğe konulabileceğini, ayrıca daha önceden konulan vergi oranlarının artırılabileceğini özellikle belirtmişlerdir. Onlar, Rasûlullah (sav)’in belirlediği zekât miktarlarının asgari düzeyde olduğunu ve devlet’in gerekli görmesi halinde geçici olarak yeni vergiler konulabileceğini söylerler. Kuraklık ve kıtlık zamanlarında hükümet, zenginlere geçimleri için yeterli miktarın dışındaki tüm servetlerini içine alacak oranlarda, vergiler koyabilir ve topladığı bu vergileri ülkedeki ihtiyaç sahipleri arasında paylaştırabilir.502

İlk İslam devletinde devletin, düzensiz ve sabit olmak üzere iki türlü gelir kaynağı olduğuna dikkat çeken Hamidullah, “düzensiz” olarak nitelendirilen gelirlerin içine savaş ganimetlerinin yani sıra, Rasûlullah’ın talebi üzerine Müslümanlardan alınan ve miktarı onların zühd ve takvalarıyla örtüşen malî yardımların (tasadduk, infak gibi) girdiğini belirtmektedir. Bu bağışlar, devlet başkanı tarafından tahsil edilip, yine onun talimatları doğrultusunda, askerî gaye ve ihtiyaçlar için olduğu kadar, nüfusu her geçen gün artan bir toplumdaki fakir-fukaranın yardımına koşmak için de harcanmıştır. Bu gelirlerin miktarı oldukça yüksek olmuştur. Sabit gelirlere gelince; bunlar daha çok aynî ve nakdî olarak ortaya çıkmaktadır. Büyük sürü sahipleri vergilerini deve, koyun vb. hayvanlar üzerinden ödemişlerdir. Ziraatla uğraşanlar ise, hububat, hurma, kuru üzüm, bal, kumaş vb. şekillerde aynî ödemelerde bulunmuşlardır. Paranın vergisi ise yine para seklinde tahsil edilmiştir.503

Müslümanlara, nakit olarak sahip oldukları ve piyasada dönen paraları için “gelir vergisi” adı altında bir vergi tahakkuk ettirilmemiştir. Ancak biriktirdikleri tasarrufları üzerinden zekât vergisi alınmıştır. Devletin almış olduğu bu önlem, insanları, birikimlerini

501 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 807. 502 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 808. 503 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 822–823

piyasaya sürerek değerlendirmeye zorlamakta ve kadınlara özgü süs eşyalarından hazineler oluşturmalarını önlemektedir.504

b1. Zekât Vergisi

Zekât kelimesi; temizlenme artma, artanı temizlemek ve saf hale getirmek için bir kısmını vermek anlamlarına gelmektedir.505

Zekât terimi; bir Müslüman’ın, Müslüman bir hükümete ödediği vergi manasına gelir. Gerek Hz. Peygamber ve gerekse halifeler devrinde, Müslümanlardan tahsil edilen bütün vergiler bu tabirle ifade edilmişlerdir. Kur’an’da aynı manaya gelen ve aynı devirlerde kullanılmış iki tabir daha vardır ki bunlar, sadaka ve hak’tır. Bunların ödenmesi zorunludur, miktar muayyendir ve ödeme devreleri evvelden gösterilmiştir. Bütün bu hususlar devlet vergilerini normal manadaki sadakadan ayıran mümeyyiz vasıflardır. Bu vergi (zekât, sadaka, hak), ziraî mahsuller, madenler, umuma mahsus meralarda otlayan hayvan sürüleri, ticaret malı, birikmiş altın ve gümüş, hülasa hükümet tarafından her ne şey üzerine olursa olsun vazedilmiş vergiler manasına gelmektedir.506

İslâm, dünyevî olan şeyi manevî bir konu haline getirerek, vergi ödeme yükümlülüğünü insan bilincine yerleştirmiştir. Bu, insana veya Devlet’e karşı duyulan bir yükümlülük değil, Allah’a karşı bir borç, bir görev, dinî bir kaidedir.507

Bu anlayışın faydası; Mümin-Müslüman vatandaşın bilinç ve vicdanına, herhangi bir denetleme olmaksızın, hükümete vergisini ödeme yükümlülügünü yerleştirmiş olmasıdır. Çünkü zekât vermek, namaz, oruç ve hac’la birlikte, dinin dört temelinden biri olup, Allah’a karşı yerine getirilmesi gereken bir görevdir.508

Vergi tarifeleri muhakkak ki üzerine vergi vazedilen şeye göre değişik nisbetlerdedir. Semere ve kâr elde edilmesinde güçlük artıkça, buna mukabil vergi nisbeti de düşmeye başlar.

504 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 807.

505 Hamidullah, “Hz. Peygamber Zamanında Bütçe Esasları ve Vergi Tahsili”, s. 99.

506 Hamidullah, Modern İktisat ve İslam, s. 17; Hamidullah, İslam’a Giriş, s. 112; Hamidullah, İslam

Peygamberi, s. 809.

507 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 603, 816. 508 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 816.

Bu temel ilke, İslam memleketinde Müslümanlardan alınan her vergi için hüküm ifade etmektedir.509

Hz. Peygamber (sav) zamanında zekât, Müslüman’dan toplandığı sürece devletin bütün gelirlerini ihtiva etmiştir. Çünkü o dönemde zekât, yalnız nakit para üzerinden alınan vergi değil, aynı zamanda; tarım, hayvancılık, arıcılık ve madenden alınan vergileri de içeriyordu. Hamidullah, “vergiye tabi tutulan maddeler ve bu vergi mevzularına tahmil edilen nisbetlerin zamanla ahvalin zaruretiyle değiştirilemez olarak va'z edilmiş olduğuna inanmamız için elimizde bir delil yok” demektedir. Hamidullah bu bağlamda klasik Müslüman âlimlerin bu değişimi açıkça kabul ettiklerini belirtir ve Hz. Ömer'in Medine'ye gelen istihlak malları için mevcut vergiyi %10 dan %5 indirmesini hatırlatır.510

Yine o, Kur'an’ın zekâttan teferruatına girilmeksizin bahsetmesinden hareketle hukukçuların bundan, zekâtta müteallik sair ahkâmına zamanın icap ve ihtiyaçlarına göre amme iktidarını elinde bulunduranların takdirine bırakıldığı neticesini çıkardıklarını söylemektedir..511

Fakat devlet giderlerine müteallik hususlarda durum hiç de bu merkezde değildir. Hamidullah’a göre Kur’an yeryüzüne devlet giderlerini ve bu giderlerden istifade edecek olan kimseleri gösteren kaideleri muhtevi yegâne dini kitaptır.512 Bu hususa temas eden kısım şudur:

“Mutlak olarak sadakalar (Müslümanlardan gelen Devlet gelirleri), fakirlere mesakine, bu işte çalışanlara, kalpleri kazanılması lazım gelenlere, kölelikten azad işlerine, ağır borç altına girmiş olanlara, Allah yolunda, ve yol oğluna (seyahat eden kimselere) dır; bu, Allahın bir farzıdır. Allah bilendir ve hakim olandır.” (Tevbe, 9/ 60)

Ayette zekâttan yararlanacak sekiz sınıfın bu şekilde sıralanması, sosyal adaleti gerçekleştirmeye çalışan başarılı bir devletin bütün ihtiyaçlarını karşılayacak mükemmelliktedir. Görüldüğü gibi Kur’an, ganimet, haraç vs. gibi bazı geçici ve olağanüstü vergilerin harcanması konusunda Devlet Başkanına büyük yetki ve serbestlik tanımışken,

509 Hamidullah, Modern İktisat ve İslam, s. 17, 18.

510 Hamidullah, “Hz. Peygamber Zamanında Bütçe Esasları ve Vergi Tahsili”, s. 104. 511 Hamidullah, Modern İktisat ve İslam, s. 18.

512 Hamidullah, Modern İktisat ve İslam, s. 18; Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 809; Hamidullah, “Hz.

normal ve düzenli vergiler (sadaka) konusunda, bunların nerelere tahsis ve sarf edileceğini açıkça beyan etmiştir.513

Şimdi Hamidullah’ın, sadakadan yararlanacak olan bu sekiz sınıfı sırayla ele alışına bir göz atalım.

1. Yoksullar: Hamidullah’a göre bu terim tartışmasız Müslüman fakirlerini ifade eder.514Çünkü ortada Resûlullah (sav)’in birçok defa “Zekât, aranızdaki zenginlerden alınıp

yine aranızdaki yoksullara dağıtılacaktır.”seklinde yinelemiş olduğu bir vergilendirme ilkesi

vardır.515

2. Düşkünler: Mesâkin kelimesi ise İslam devleti içerisinde yaşayan gayrimüslimlerin fakirlerini ifade eder. Halife Ömer ve İkrime’nin yorumu bu yöndedir ve bu görüş, dil yapısı yönünden de daha tutarlı görünmektedir. Gerçekten de Sâmî dillerinde miskin sözcügü, Hammurabi yasalarında geçen ve uzun uzadıya açıklanan moskîn teriminde olduğu gibi, bir başka ülkeye yerleşmiş bulunan yabancı anlamına gelmektedir.516

3. (Zekat toplayan) Memurlar: Açıkça anlaşılacağı gibi, devletin bu işle görevlendirdiği kimselerdir. Belki de belirtilmesi gereken husus, burada sadece vergi tahsildarlarının değil, toplanan vergilerin muhasebesi, hesapların tasfiyesi, harcama kalemlerinin belirlenmesi, denetlenmesi gibi işlerle uğraşan memurların da söz konusu olduğu ve maaşlarını (ya da emekli maaşlarını) alırken bu sınıfa dâhil edilmeleri gerektiğidir. Hatta bütün askeri ve milkî memurlar bu kapsamda değerlendirilir.517Hamidullah bu işlerde gayrimüslimlerin de görev aldığını hatırlatmaktadır.518 Dolayısıyla gayrimüslimlerin bu yolla da zekattan istifade ettiğini görüyoruz.

4. Gönülleri (İslam’a) ısındırılacak olanlar: Bu terim, devletin az çok gizlilik gerektiren işlemler sırasında yaptığı harcamalar için kullanılmıştır.519Bu daha ziyade bugünkü

513 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 809.

514 Hamidullah, “Hz. Peygamber Zamanında Bütçe Esasları ve Vergi Tahsili”, s. 107. 515 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 809.

516 Hamidullah, “Hz. Peygamber Zamanında Bütçe Esasları ve Vergi Tahsili”, s. 107; Hamidullah, İslam

Peygamberi, s. 810; Hamidullah, Modern İktisat ve İslam, s. 18.

517 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 810; Hamidullah, Modern İktisat ve İslam, s. 18; Hamidullah, “Hz.

Peygamber Zamanında Bütçe Esasları ve Vergi Tahsili”, s. 108.

518 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 810. 519 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 811.

hükümetlerin elinde bulundurulan “örtülü ödenek” tarifine girmektedir. Klasik devir hukukçularından bazıları meselenin bu şekilde hallinde şüphe bırakmayan fikirler ileri sürmüşlerdir.520

İmâm Sâfiî’nin yanı sıra İmâm Ebû Hanîfe de, söz konusu âyetin bu bölümünün hiç bir şekilde yürürlükten kaldırılmadığını ve bundan sonra da asla ilga edilmemiş olduğunu belirtmişlerdir. Ayetin hükmünün Halife Ömer tarafından yürürlükten kaldırıldığını söylemek büyük bir hatadır. Söz konusu olayda kesinlikle özel bir kişi söz konusu olup, Ömer (ra) bu kimseye devletin harcama kaleminden bir avantaj sağlanmasını reddetmiş, ama bundan böyle hiç kimse lehine hiçbir iş yapmayacağını söylememiştir.521

5. Köleler (Hürriyetlerini satın almaya çalışan): Fıkıh ve tefsir bilginleri, bu terimi sürekli olarak İslâm Devleti’ndeki iki tür tebaa için kullanmışlardır: Köleler ve savaşta düşman tarafından esir alınan kimseler. Savaş esirleri konusunda Müslüman ve gayrimüslim şeklinde bir ayrım yapılmamıştır. Nitekim bu konuda resmî ve kesin belgeler bulunmaktadır.522

İslâm, kendi fidyesini sahibine ödemek koşuluyla her kölenin kölelikten kurtulmaya hakkı olduğunu ve sahibinin böyle bir talebi reddetme selahiyetinin bulunmadığını; böyle bir taleple gelen kölenin, gerekli meblâğı kazanıp sahibine ödeyebilmek için kendi hesabına çalışma iznine sahip olduğunu; ayrıca, bu borcunu ödeyinceye kadar her türlü zekât vergisinden muaf olduğunu hükme bağlamıştır. Kur’an, sadece Müslümanlar arasında takva sahibi ve hayırsever kimselerin elleri altındaki köleleri azat etmelerini veya başkalarına ait kölelerin bu durumdan kurtulmaları için yardımda bulunmalarını emretmekle kalmamış, aynı zamanda, burada açıkça görüldüğü gibi, “boyunduruk” altında yaşayan ve aralarında kadın ve erkek kölelerin bulunduğu kimseleri kurtarmak için devlet bütçesinden yıllık ödenek ayrılması gibi bir hususu da İslâm Hükümeti için ön görmüştür.523

520 Hamidullah, Modern İktisat ve İslam, s. 18–19; Hamidullah, “Hz. Peygamber Zamanında Bütçe Esasları ve

Vergi Tahsili”, s. 108.

521 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 811; Hamidullah, “Hz. Peygamber Zamanında Bütçe Esasları ve Vergi

Tahsili”, s. 107.

522 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 814; Hamidullah, Modern İktisat ve İslam, s. 19.

523 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 814; Hamidullah, “Hz. Peygamber Zamanında Bütçe Esasları ve Vergi

6. Borçlular: Bu tabir ise, su baskını, yangın, deprem gibi doğal afetlerden zarar gören ya da, hiç bir kasıt olmaksızın kaza sonucu birinin ölümüne neden olan ve kan bedeli (fidye) ödemek zorunda kalan ve borcunu ödeme imkânından yoksun bulunan vb. kimseler için kullanılmıştır.524

Halife Ömer (ra), borçlu duruma düşenlere yapılan bu yardımı daha da geliştirerek, hali vakti yerinde olduğu halde geçici bir süre için sıkıntıya düşen kimselere, yardım şeklinde değil de sadece borç para vermek suretiyle onları bu uygulamadan yararlandırmıştır. Hamidullah, bu sistemin daha da geliştirildigi takdirde, toplumu tefecilik denilen bir vebadan tamamen kurtaracağını söylemektedir.525

7. Allah yolunda çalışıp cihat edenler: Bu deyim, İslâm uğruna yapılacak her türlü hayır işlerini ve savunma ile ilgili harcamaları kapsamaktadır. Dul kadınlar ve yetimlere yardım edilmesi, okullara ve öğrencilere bağışlarda bulunulması, hastanelere ve camilere ödenek ayrılması ve ordunun her türlü araç ve gereçlerinin temini, ülke savunması için bazı tesislerin kurulması vb. ile ilgili bütün harcamalar buna dahildir.526

8. Yolcular: Buradan anlaşılması gereken, yolculuk halindeki yabancılara karşı misafirperverlik göstermektir. Herhangi bir şehir, kasaba ya da köyden geçen her yabancıya üç gün süre ile yiyecek-içecek verilmesi ve yatacak yer gösterilmesi, Müslüman toplumlarda gelenek haline gelmiştir. Daha geniş ifadeyle, bu terim turist akımı içinde bir ülkeye gelen yabancıların yararlanacağı her türlü faaliyet ve çalışmaları kapsar: Yol, köprü ve konaklama tesislerinin yapım ve bakımı, yollarda güvenlik ve asayişin sağlanması, yolcular için sağlık önlemlerinin alınması vs.527

Hamidullah, zekât konusunda, İslam toplumunun ilk resmi politikasında, ikna ve tavsiyeden başlayıp en yüksek vecibeler noktasına varan dört aşamalı bir “Tedricilik” ten bahseder. Bu aşamalar söyle sıralanmaktadır:528

524 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 815; Hamidullah, Modern İktisat ve İslam, s. 19.

525 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 815; Hamidullah, “Hz. Peygamber Zamanında Bütçe Esasları ve Vergi

Tahsili”, s. 109.

526 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 815–816; Hamidullah, Modern İktisat ve İslam, s. 19; Hamidullah, “Hz.

Peygamber Zamanında Bütçe Esasları ve Vergi Tahsili”, s. 109.

527 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 816; Hamidullah, Modern İktisat ve İslam s. 19–20. 528 Hamidullah, “Hz. Peygamber Zamanında Bütçe Esasları ve Vergi Tahsili”, s. 101–103.

1.İkna ve Tavsiye

Bu başlık altında Hamidullah, Hz. Peygamber (sav)’in hutbelerindeki infak tavsiyelerini ve muhacirlerin hallerini düzeltmek için gerçekleştirilen “Kardeşlik” uygulamasını hatırlatmaktadır. 529

2. Sadakaların Sistemli Bir Biçimde Toplanıp Dağıtılması

Hz. Peygamber (sav) bu uygulama ile sadakaların en çok ihtiyacı olanlara ulaştırmaktaydı. Suistimale mahal vermemek için Efendimiz (sav) kendisine ve yakın akrabasına bunları yasaklamıştır. 530

3. Sadakanın Devlet Vazifesi ve Hakiki Bir Vergi Haline Getirilmesi

Bu aşamada da henüz zekât memurları yoktur. Ancak İslam’ı kabul eden kabilelere artık namazın yanında zekât da emredilmektedir. Hamidullah, tarihi verilerden hareketle bu aşamanın başlangıcını hicretin sekizinci yılından öncesine dayandırmaktadır. 531

5. Miktar ve Hadlerin Belirlenmesi

Bu son aşamada artık memleketin dört bir köşesine zekât memurları atanmış. Bu memurlara çeşitli vergilerin miktarı ve hadleri hakkında bilgi verilmiştir.532

b2. Gayrimüslimlerden Gelen Gelirler

Gayrimüslim tebaa, ziraî ve ticarî vergi ödemekle birlikte, birikmiş tasarrufları ve ticarî mallarına karşılık zekât ödemekten muaf tutulmuşlardır. Gerçekten de, göründüğü kadarıyla gayrimüslim tebaa, Müslümanlarla karsılaştırıldığında vergi açısından çok daha uygun koşullarda yaşamaktaydılar ve onlar aynı zamanda Müslümanların ödedikleri vergilerden de yararlanmışlardır.533

529 Hamidullah, “Hz. Peygamber Zamanında Bütçe Esasları ve Vergi Tahsili”, s. 101–103. 530 Hamidullah, “Hz. Peygamber Zamanında Bütçe Esasları ve Vergi Tahsili”, s. 101–103. 531 Hamidullah, “Hz. Peygamber Zamanında Bütçe Esasları ve Vergi Tahsili”, s. 101–103. 532 Hamidullah, “Hz. Peygamber Zamanında Bütçe Esasları ve Vergi Tahsili”, s. 101–103. 533 Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 808; Hamidullah, İslam’da Devlet İdaresi, s. 77, 133–134.

Gayrimüslimler (zımmîler) hususunda Kur’an’da “...el (gelir)lerinden cizye

ödesinler...”534denmektedir. Bundan başka şayet bunlar askere alınacak olurlarsa hizmet ettikleri yıl boyunca bu vergiyi ödemezler. Kadınlar, çocuklar, köleler ve herhangi bir kazancı olmayan kimseler yine bu vergiyi ödemekten muaftırlar. Hz. Peygamber devrinde her bir mükellefin ödediği cizye miktarı yılda 10 dirhemdir ki bu 10 günlük iaşe masraflarına denk bir kıymettir.535

Biriktirilmiş şeyler üzerinden alınan vergiden muafiyet önemli bir ayrıcalıktır. İşte bu durumu dengelemek için dışardan mal getiren gayrimüslimlerden iki misli gümrük vergisi tahsil edilmiştir. Ziraî mahsuller üzerinden Müslüman çiftçiler 1/10 nisbetinde öşür vergisi öderlerken, buna mukabil gayrimüslim çiftçiler umumiyetle muahedelere dayanan arazi vergisi (harac) ödemişlerdir.536

Faiz, Müslümanlara yasak edilmiş olduğu halde gayrimüslimlere yasak değildir. Faiz yoluyla elde edilen kazançlar her zaman normal ticarî yollardan sağlanan kazançtan daha yüksek seviyededir. Muhtemelen işte bu sebeptendir ki, gümrük vergileri Müslüman ve gayrimüslimlere değişik miktar ve nisbetlerde tatbik edilmiştir.537

Bu şekiller altında gözüken teknik farklar, Müslim ve Gayrimüslim tebaa gruplarından hangisinin daha fazla vergi ödediğini tespit hususunda güçlükler çıkarmakta ve adeta katî bir neticeye varmayı imkânsız kılmaktadır. Aslında fark verginin miktarından çok niteliği ile ilgilidir ve psikolojiktir. Çünkü cizye ve harac vergisi ödemede bir zillet hissi söz konusudur.538

2. İktisadî Yasaklar