• Sonuç bulunamadı

B. Kendine Mahsus Vasıfları

11. Yaptırımlar

Hamidullah İslam hukukunda; maddi yaptırım, manevi yaptırım ve kanun önünde eşitlik ilkesi şeklinde her biri diğerini güçlendiren üçlü bir yaptırım sisteminin varlığına vurgu yapmaktadır. Ona göre maddi yaptırım, tarihte bütün medeniyetlerde mevcut bulunan bir husustur. Ancak İslam, buna ilaveten iki önemli yaptırım gücünü daha devreye sokmaktadır: Bunlardan biri; kanun önünde eşitlik ilkesidir. İslam, ülkenin lideri bile olsa, kimsenin kanundan yakasını kurtaramayacağını ilan etmiştir. Devlet başkanı en ufak bir sınırlama söz konusu olmaksızın veya bir dokunulmazlıktan bahsedilmeksizin, kendi ülkesinin mahkemelerince yargılanır. Diğeri manevi yaptırımdır. İslam, bir yandan adalet sistemini olduğu gibi korurken, diğer yandan da kendine bağlı olanların zihinlerinde; ölümden sonra dirilme, İlâhî yargılama ve ahirette bir kurtuluş veya mahkûmiyet kavramını yerleştirmiştir. Böylece bir mümin ceza görmeden çiğneyebileceği kanunlara bile riayet etme mecburiyeti hissetmektedir.431

C. Özgünlüğü

Bugünün dünyasında kendilerini hukukun hamisi sayan Avrupalılar, geçmişte hukuk alanında Romalılardan başka bir otorite tanımadıklarından Hamidullah, İslam hukukunu (fıkhı) tanımlarken genelde Roma hukukuyla mukayese yolunu tercih etmiştir.432 Bu bağlamda İslam hukuku ile Roma hukuku arasında evvel emirde ifade edilmesi gereken en önemli farka, İslam hukukunun İlâhî menşeli oluşuna, dikkat çekmiştir. Bu anlamda İslam’ın hukuk anlayışı, ona göre, elbette Romalıların hukuk mefhumundan daha önemli bir mevkie sahiptir.433 Çünkü Fıkhın bu şekilde İlâhî bir kaynağa dayanması; kendisine, diğer Roma hukuku ve benzeri beşerî hukuk sistemlerinde bulunmayan “İnsanların tesis ettiği kanunlarda

mümkün olmayan bir yaptırım gücüne sahip oluşu” ve “İnsanın hem bedenî hem de ruhî yönüyle ilgilendiği; bu yönlerden birini diğeri lehine terk etmediği için bütüncül ve kuşatıcı olması” gibi temel iki hususiyet kazandırmıştır.434

431 Hamidullah, İslam’a Giriş, s. 198, 199.

432 Hamidullah, İslam’ın Doğuşu, s. 88; Hamidullah, “İslam Devletler Genel Hukukunun Başlangıçtaki Teori ve

Pratiği”, s.119.

433 Hamidullah, İslam Devletler Genel Hukukunun Başlangıçtaki Teori ve Pratiği, s. 119. 434 Yaman, “İslam Hukuku Araştırmaları Açısından Muhammed Hamidullah”, s. 9.

Hamidullah, İslam Fıkhının Roma hukukundan etkilendiğine dair iddiaları son derece komik olarak tanımlar ve bu iddiaları tamamen çürüten, Roma tesirinin aleyhine, şu önemli delilleri sıralamaktadır:

1. İslam kanunlarının en son kaynağı olan Hz. Peygamber, ashabına Kur’an'ı ve sünnetini bırakmıştır. O, (sav) ne Yunanca, ne Latince ne de Süryanice bilmektedir. Bu itibarla o devrin Roma hukuku ile doğrudan doğruya temasa geçmesini sağlayacak bu tür imkânlardan yoksundur. 435

2. Diğer taraftan O, (sav) bütün hayatını doğduğu memlekette, kendi kavmi arasında geçirmiştir. Bizans'a olan seyahatleri bahis konusu edilmeye bile değmez; zira ilkinde henüz sekiz yaşındadır. Yirmi beş yaşındaki ikinci yolculuğunda ise sadece on beş gün kalmıştır.436

3. Hz. Peygamber’in ashabı arasında da Roma hukukunu bilenlerin olduğuna dair hiçbir bilgi yoktur. Gerek Ashab, gerekse kendilerinden sonra gelenler içinde Roma hukukunu tetkik edecek bir hukukçu yoktur. Bilakis o devrin Müslümanları Hz. Peygamber’in, seçkin sahabisi Hz. Ömer’i, Katab-ı Mukaddesi okuduğu için sert bir şekilde uyarmasını unutmamışlardır.437

4. İslam hukuku, doğal olarak, kendi doğmuş olduğu Mekke ve Medine'nin de içinde bulunduğu Arabistan'ın örf ve âdetine dayanıyordu. Oysa Roma hukukunun Arabistan'a nüfuz ettiğini gösterecek bir iz yoktur.438

5. Araplar, tüccar olarak İran topraklarına gittikleri gibi Bizans topraklarına da gidiyorlardı. Onların bu seyahatlerde bir takım hukukî bilgiler edinmiş olmalarından hareketle, bu tacirlerin Roma hukukunun tesirinde kaldıklarını söylemek, eşyanın tabiatına

435 Hamidullah, “İslam Hukuku Üzerine Roma Hukukunun Tesiri”, s. 14–22; Hamidullah, İmam-ı A’zam ve

Eseri, s. 72.

436 Hamidullah, “İslam Hukuku Üzerine Roma Hukukunun Tesiri”, s. 14–22; Hamidullah, İmam-ı A’zam ve

Eseri, s. 72.

437 Hamidullah, “İslam Hukuku Üzerine Roma Hukukunun Tesiri”, s. 14–22; Hamidullah, İmam-ı A’zam ve

Eseri, s. 72.

438 Hamidullah, “İslam Hukuku Üzerine Roma Hukukunun Tesiri”, s. 14–22; Hamidullah, İmam-ı A’zam ve

aykırıdır. Çünkü kaynaklarda, Arapların yabancı hukuk unsurlarını topraklarına getirdiklerine dair her hangi bir bilgiye rastlanmamaktadır.439

6. Sünnî ya da Şiî olsun bütün fıkıh mezhepleri, Hicaz, Irak gibi Bizans'a ait olmamış bölgelerde doğmuştur. Önemli İslam hukukçularından Evzaî’nin Beyrut'a, Şafii’nin de Mısır'a gitmiş olması bu gerçeği değiştirmez. Çünkü bu iki hukukçu da buralara ancak olgun birer İslam hukukçusu iken ve hayatlarının sonlarına doğru gitmişlerdir.440

7. Arap kaynakları, bazı yabancı kanunların kabul edildiğinden bahseder. Ancak bunların hiç biri Romalıların kanunları değildir. Nitekim Hz. Ömer (ra), İran’dan aldığı topraklarda, adaletli bulduğu için, onların emlak ve arazi kanunlarını uygularken, Suriye ve Mısır gibi Bizans’tan alınan topraklarda böyle bir yol izlememiştir.441

8. Her ne kadar Şam, Emevî’lerin başkenti olmuş ise de onlar; Kur’an, Hadis, Arap edebiyatı ve tıp bilimiyle ilgilenmişlerdir. Hukukla onların varisi Abbasiler ilgilenmiş, fakat onlar da başkenti, Roma nüfuzundan bir hayli uzakta olan, Bağdat’a taşımışlardır. Bu şehir, o dönem İslam hukukunun Arabistan dışında belki de tek bayraktarı olan Kûfe’nin yakınında kurulmuştur.442

9. Mantıkta, felsefede, coğrafyada, tıpta ve skolâstik vs'de görülen örneklerin aksine, ne Yunanca ne de Latinceden alınmış bir tek fıkıh ıstılahına, İslam hukukunun başlangıç safhasında dahi, tesadüf edilemez. Latince ve Arapça aynı şeyi ifade eden ıstılahlar ebetteki vardır ancak, İslam hukukunda kullanılan bu ıstılahların hemen hemen hepsi Kur’an’dan istihraç edilmiştir.443

439 Hamidullah, “İslam Hukuku Üzerine Roma Hukukunun Tesiri”, s. 14–22; Hamidullah, İmam-ı A’zam ve

Eseri, s. 72.

440 Hamidullah, “İslam Hukuku Üzerine Roma Hukukunun Tesiri”, s. 14–22; Hamidullah, İmam-ı A’zam ve

Eseri, s. 72.

441 Hamidullah, “İslam Hukuku Üzerine Roma Hukukunun Tesiri”, s. 14–22; Hamidullah, İmam-ı A’zam ve

Eseri, s. 72.

442 Hamidullah, “İslam Hukuku Üzerine Roma Hukukunun Tesiri”, s. 14–22; Hamidullah, İmam-ı A’zam ve

Eseri, s. 72.

443 Hamidullah, “İslam Hukuku Üzerine Roma Hukukunun Tesiri”, s. 14–22; Hamidullah, İmam-ı A’zam ve

10. Yine diğer ilim dalları için vaki olanın aksine, İslam hukukunun teşekkül ve gelişimi sırasında, Roma hukuku eserlerinin Müslüman dillerine tercüme edildiğini gösteren herhangi bir kayda rastlanmamıştır.444

11. Meşhur fakihlerin hemen hemen hepsi, Roma toprağı olmayan memleketlerde yetişmişlerdir. Sayıca en fazla olanlar İran ve Türkistan'dan idiler ki, buralarda Roma değil, Çin ve İran gelenekleri yaygındır.445

12. Kur'an, gayrimüslim vatandaşlar için hukuki ve adli özerklik öngörmüştür (Maide, 5/43–50). Gayrimüslim kanunların gayrimüslimler tarafından gayrimüslimlere tatbiki ilkesi, İslam hukukunun orijinal kalmasını sağlamış;446 bu durum Müslüman kanunlarıyla gayrimüslim kanunları arasında herhangi bir zorunlu etkileşimi ortadan kaldırmıştır.

13. Müslümanlar, Hz. Peygamber’in vefatından daha on beş sene geçmeden İspanya’dan Çin'e, Güney Kafkasya'dan Batı Hind'e kadar uzanmışlardı. Bu geniş devletin halkı, hiç değilse bir düzine dil konuşuyor, yarım düzine medeniyete mensup bulunuyordu. Her birinin kendine mahsus kanunu ve kültürü vardı. O halde ancak gülünç derecede bir ifrat, İslam hukukunun diğerlerinin değil de, sadece Roma tesirinde kaldığını iddia edebilir.447

14. Söz konusu iki hukuk sistemi arasında temelde de büyük farklılıklar vardır. Şöyle ki: Roma hukukunda, dini inanç ve ibadetlere dair hükümler yoktur. Roma hukukundaki, şahıs, eşya ve kaza şeklindeki üçlü bölümleme, hiçbir fıkıh ekolünce benimsenmemiştir. İslam hukukundaki taksim ibadat, muamelât ve ukubat şeklindedir. Roma medeni kanununun temeli, baba hâkimiyeti iken; fıkıh, ferdî sorumluluk esasını getirmiştir. Romalılar için kanun, halk iradesinin ifadesidir, İslam hukuku için ise Allah’ın iradesidir. Roma hukukunun formalitelerle dolu düzeni, İslam mahkemelerinin merasimden uzak sadeliği ile tamamen zıtlık teşkil etmektedir. Müslümanların ve Romalıların hukuk sistemleri arasındaki büyük farkın izahı, birincilerin muvahhit, ikincilerin putperest olmalarıdır.

444 Hamidullah, “İslam Hukuku Üzerine Roma Hukukunun Tesiri”, s. 14–22; Hamidullah, İmam-ı A’zam ve

Eseri, s. 72.

445 Hamidullah, “İslam Hukuku Üzerine Roma Hukukunun Tesiri”, s. 14–22; Hamidullah, İmam-ı A’zam ve

Eseri, s. 72.

446 Hamidullah, “İslam Hukuku Üzerine Roma Hukukunun Tesiri”, s. 14–22; Hamidullah, İmam-ı A’zam ve

Eseri, s. 72.

447 Hamidullah, “İslam Hukuku Üzerine Roma Hukukunun Tesiri”, s. 14–22; Hamidullah, İmam-ı A’zam ve

15. Roma hukuku denilen şey, sırf Romalıların eseri de değildir. Kuzey Afrika, Suriye ve Küçük Asyanın katkıları olmasaydı, bu hukukun, az gelişmiş olmaktan kurtulamayacağı bir gerçektir. Üstelik birçok Batılı hukukçu ve tarihçinin de belirttiği gibi Justinyen Kanunları, kendi tebaasının tamamı tarafından bile uygulanamamıştır. Çünkü bu kanunlar Latincedir, ama halk, Yunanca, Süryanice ve başka dilleri konuşmaktadır. Samimi Hıristiyanlar da, putperest pagan kültürünün ürünü olarak gördükleri için bu hukuku benimsememişlerdir.

16. İslam’ın zuhur ettiği dönemde Roma hukuku, Doğu Roma İmparatorluğu'nda yani Bizans'ta bile -bazı taşra merkezleri istisna edilirse- hiç uygulanmamış; buradaki hukuk düzenini rahipler belirlemişlerdir. Onlar da gerek hâkimiyet gerekse dinsel sebeplerle Roma hukukunu uygulamamışlardır.

II. İBADETLER

İslam’a Giriş adlı eserinde verdiği ibadetlerle ilgili bilgilerden de anlaşılacağı üzere Hamidullah’ın, ibadetler hususunda genel olarak İmam Şafii’nin mezhebini takip ettiğini söyleyebiliriz. Bu sebeple biz burada onun, ibadetlerle ilgili verdiği bilgileri tekrar etmeyeceğiz. Onun bu ibadetler hakkındaki düşünce ve mülahazalarını ifade etmeye çalışacağız. Onun ibadetlerle ilgili değerlendirmelerinde bir hukukçudan çok, bir mutasavvıf edasını hemen yakalamak mümkündür. O, ibadetlerin şekilleri ile ilgili ayrıntılı ve düzenli bilgi vermekle beraber bu dini vecibelerde asıl maksadın, insanı manevi yönden olgunlaşması olduğunu daima tekrarlar. Fakat bunun yanında ibadetlerle müminlerin sosyal yaşamı arasındaki sıkı ilişkiye de dikkat çekecek ölçüde vurgu yapmaktadır. Şimdi sırasıyla onun, İslam’ın temel ibadetleri; namaz, oruç, hac ve zekâtla ilgili görüş ve yorumlarına bakalım.

A. Namaz

İslam inancında namaz, dinin direği kabul edilmiştir. Kur’an namazdan yüz kereden fazla bahseder ve onu değişik şekillerde adlandırır: Salât (eğilim, rağbet), dua (yakarış), zikir (anma), tesbih (ululama, övme), inabe (itaat), vb.448

İslam, sabahleyin güneş doğmadan önce, gündüz; öğle ve ikindi vaktinde, akşamleyin ve gece yatmadan evvel olmak üzere, her gün ortaklaşa beş vakit namaz kılınmasını

emrederek, yeryüzünde Allah’ın hükümranlık atmosferini inananlara hissettirmeyi amaçlamaktadır. Bu sebeple her namaz için, Yaradan'ımıza boyun eğdiğimizin ve minnet duyduğumuzun bir delili olarak, bütün maddi çıkarlarımızdan birkaç dakikalığına vazgeçmemiz gerekmektedir. Bu mecburiyet, kadın erkek her yetişkin mümini ilgilendirmektedir.449

Hamidullah’a göre İslami dua şekli olan namaz, Allah’a ibadetin evrendeki bütün değişik şekillerinin bir birleşimidir. Kâinattaki varlıkların zikirleriyle namazda yapılan hareketler arasındaki benzerliklere dikkat çeken onun şu sözlerine şaşmamak gerekir.

“Kur’an’ın bir yerinde şöyle denilir: “Göklerde ve yerdekilerin, güneşin, ayın ve

yıldızların, dağların, ağaçların ve hayvanların Allah’a boyun eğdiğini, birçok insanın O'na secde ettiğini görmez misin?”450 Bir başka ayette de: “Yedi gök, yer ve onlarda bulunan

varlıklar, Allah’ı tesbih ve tenzih ederler. Aslında hiçbir şey yoktur ki, hamd ile Allah’ı tesbih etmesin. Ne var ki, siz onların tesbih etmesini anlamazsınız”451 İslam’ın namaz ibadeti, bütün yaratıkların dua biçimini bir araya toplar. Güneş, ay ve yıldızlar, doğma ve batma hareketlerini (tıpkı namazların rekât rekât kılınışı gibi) tekrarlar. Dağlar daima dik dururlar (Namazındaki ayakta duruş/kıyam gibi). Hayvanlar sürekli olarak eğilmiş haldedirler (namazda ayakta durduktan sonra ikinci hareket olan rükû gibi). Bitkilerin besinlerini köklerinden aldıklarını biliyoruz, yani onların başları her zaman secde halindedir (namazdaki üçüncü hareket olan secde gibi). Ayrıca Kur’an’a göre suyun başlıca görevlerinden biri temizlemedir452 (o yüzden namaz için abdest alınır). Bir diğer ayette: “Gök gürlerken Allah’ı

hamd ile tesbih eder”453 denilmiştir. Bu ise bize, bazı namazlarda Kur’an’ın yüksek sesle

okunmasını düşündürmese bile, müminin namaza başlama ve ondan sonraki her hareket değişikliğinde gürlercesine yüksek sesle Allahu Ekber (Allah büyüktür) deyişini düşündürür. Başka bir ayette de şu husus belirtilir: “Göklerde ve yerdekilerin, kanatlarını çırparak sıra

sıra uçan kuşların, Allah’ı tesbih ettiğini görmez misin? Her biri kendi niyaz ve tesbihini bilir”454 Tıpkı kanat çırpan kuşlar misali, Müslümanlar da cemaatle kıldıkları namazları

sıkışık saflar halinde yerine getirir. Gün boyunca gölge nasıl uzayıp kısalıyorsa (Kur’an’a

449 Hamidullah, İslam’a Giriş, s. 102; Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 603. 450 Hac, 22/18.

451 İsrâ, 17/44. 452 Enfal, 8/11. 453 Râd, 13/13. 454 Nur, 24/41.

göre bu da gölgenin Rabbine yaptığı kendine özgü bir ibadettir.455 Namaz kılan Müslüman da namazını kıldığı sırada, ayakta dururken genişleyip uzar, secde etmek için kısalır ve secde eder veya otururken kıvrılıp bükülür.”456

Namazın da içinde yer aldığı ibadet kelimesinin, abd/kul kelimesi ile aynı kökten geldiğini hatırlatan Hamidullah, her varlıktan kendine uygun düşen ve Rabbin kendisinden beklediği şeyin istendiğine dikkat çekmektedir. O halde namaz kulun yaptığı ve efendisinin kendisinden yapmasını istediği harekettir. Allah dağlardan ayakta durmalarını, hayvanlardan eğik kalmalarını, bitkilerden secde halini sürdürmelerini istemektedir. Onların itaati, ibadeti, namazı da bu işlerdir. Akılla donanmış bir canlı, yaratıkların içinde üstün bir varlık ve Allah’ın halifesi olmasından ötürü, elbette, insandan da kendisine uygun bir ibadet istenmektedir.457

Namaz, elbetteki yukarıda belirtilen benzeşmeden ibaret değildir. Onda tamamen insani bir yön de vardır. Onun için namazın, müminin miracı olarak nitelenmesi sebepsiz değildir. Kul ayakta ilk tekbirle Allah'tan başka her şeyi reddederek Rabbi'nin iradesine boyun eğer. Allaha hamd-u sena ettikten sonra kendisini o kadar aciz hisseder ki bu sırada “Yüce

Allah’ım seni her türlü noksanlıklardan tenzih ederdim” der. Ardından doğrulur ve kendisine

hidayet verdiği için Rabbi'ne şükreder. O an düşünür ve Allahın azameti karşısında secde etmek ve tam bir tevazu içinde başını toprağa koymak gerektiğini hisseder ve bu esnada da "yüce Allah’ım seni noksanlıklarımdan uzak bilirim"der. İnsan, bu hareketleri bedenini ruhaniyete alıştırmak ve maddi dünyadan alınıp semavi atmosfere ulaşmak için tekrarlar. Bu noktaya eriştiğinde Allaha selam verir ve kendisinden selam alır. Gerçekten de kul, bu selamlaşmada Rasûlullah’ın miraçta kullandığı kelimeleri tekrarlar. Mümin maddi semboller kullanmadan bir bakıma yüce Allahın katına bu şekilde yükselir ve O'na doğru ruhî seyahatini yapar.458

Hamidullah, “Müslümanların kıldıkları namaz, çok güçlü düzenlenmiş, müminlerin

çevresinde Allah'ın egemenliğini hissedecekleri şekilde tasarlanmış sosyal bir yöne sahiptir”

diyerek namazın manevi yönünün yanında onun sosyal hayata etkileri üzerinde de durmaktadır. Ona göre namaz, bir mahallenin sakinlerini günde beş defa bir araya getirir,

455 Râd, 13/15; Nahl, 16/489.

456 Hamidullah, İslam’a Giriş, s. 104–105; Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 604–605. 457 Hamidullah, İslam’a Giriş, s. 106; Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 605.

gündelik bireysel çabalarımızın monotonluğunun ortasında bir kaç dakikalık bir rahatlama imkânı sağlar ve toplumun önde gelenleri ile en mütevazı kimseleri tam bir eşitlik içinde yan yana toplar. Böylece toplumun yalnızca diğer fertleriyle değil, aynı zamanda o bölgenin sorumlu devlet memuruyla da buluşulur. Bu insanlar formalite ve engelleme olmadan birbirlerine yaklaştırılır. Yine namazda, hemen hemen askeri bir disiplin söz konusudur. Müezzinin çağrısıyla birlikte insanlar ortak buluşma yerine koşar, imamın arkasında saflar halinde dizilir. Tam bir eşitlik ve ahenk içinde herkesle birlikte ortak hal ve hareketlerde bulunurlar. Ayrıca dünyanın dört bir yanındaki müslümanların hepsi de tek bir merkezi noktaya, Mekke’deki Allah’ın evine yönelirler. Bu ise sınıf, ırk, bölge vb. farklar nedir bilmeyen İslam toplumunun birlik ve bütünlüğünü gösterir.459

B. Oruç

Oruç, diğer dinlerde olanlara çok zor gibi görünen oldukça sıkı bir disiplindir. Ramazan ayının her günü şafaktan gün batımına kadar yemek, içmek, sigara vb. her ne olursa olsun başka bir şey kullanmak, cinsel ilişkide bulunmak yasaktır. Orucun ruhî tedavi değerinden istifade edebilmek için cinsel zevklerden fikren bile uzak durulması gerekmektedir.460

Hamidullah, İslam’ın ay yılını esas aldığını, bu yüzden orucun sırasıyla senenin bütün mevsimlerine rastladığını, böylece boğucu sıcaklarda olduğu gibi sert soğuklarda da müslümanların bu mahrumiyete alıştıklarını söylemektedir. İster doğrudan doğruya olsun, ister ay yılına gün ilave etmek suretiyle olsun Hıristiyanlar, Yahudiler ve Hindular güneş yılını kullanırlar. Böylece oruç zamanı daima aynı mevsime rastlar. Müslümanlar ise ay takvimi kullandıkları için tabii olarak oruç ayı olan Ramazan senenin bütün mevsimlerini dolaşmaktadır.461

Hamidullah’a göre bir ruh disiplini olan oruç, Allah’a itaat anlayışı içinde yerine getirilmelidir. Bununla beraber tıpkı namazda olduğu gibi sağlık, askeri eğitim, iradenin gelişmesi gibi konularla ilgili orucun maddi yararları da vardır. Ancak her şeyden önce oruç esas itibariyle dini bir ibadet, Allah’a yaklaştıran ruhi bir eğitimdir. O yüzden bir kimse bu

459 Hamidullah, İslam’a Giriş, s. 109.

460 Hamidullah, İslam’a Giriş, s. 112; Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 608–609.

amaç dışında doktorun tavsiyesi veya başka bir sebeple oruç tutacak olsa dînî görevini yerine getirmiş olmaz.462Oruç yalnız Allah için tutulmalıdır.

Yemeyi ve içmeyi bırakarak İslamî anlamda oruç tutmanın, soğuk bir iklimde insan sağlığına zararlı olduğunu söyleyenleri Hamidullah, haklı olarak, safsatalıkla nitelemektedir. Ona göre biyolojik gözlemler göstermiştir ki; vahşi hayvanlar kar yağdığı zaman yiyecek bir şey bulamazlar. O zaman kış uykusuna yatar ve zamanlarını oruç tutmakla geçirirler. Bu, onları ilkbaharın gelmesiyle gençleşmiş bir halde harekete geçirir. Ağaçlar için de aynı durumlar geçerlidir. Kışın yapraklarını kaybeder ve uyurlar hatta su bile almazlar. Bir kaç ay oruç tutuktan sonra ilkbaharda gençleşir ve daha zinde hale gelirler. Madenlerin bile oruca ihtiyaca vardır, motorlar ve makineler bir kaç saat çalıştıktan sonra durdurulmalıdır. Bu dinlenme onlara yeni bir güç vermektedir. 463

Her iyi hareket Allah katından on katı ile ödüllendirilir. Kur’an bundan şöyle bahseder: “Kim bir iyilik yaparsa ona o iyiliği on katı vardır.”464 İşte bu Hz. Peygamberin şu

sözünde açıklanmıştır: “Kim bütün Ramazan ayı oruç tutar ertesi aydan da buna altı gün

eklerse, bütün yıl oruç tutmuş sayılır.”465 Hakikaten de Müslümanların kullandığı ay

takvimine göre bir yıl 355 gündür ve Ramazan ayı bazen 29 bazen 30 çeker onun için bu 6 günlük fazlalıkla birlikte, yıllara göre 35 veya 36 gün oruç tutmuş olan Müslüman bunun on katını hak etmiş olur bu da 350 veya 360 gün eder. Ortalama ise ay yılının gün sayısı olan 355 güne denk gelmektedir.466

Mutasavvıflar, hayvanî yaratılışımızın kudretini insanın ruhunun olgunlaşmasını engellediğine dikkat çekerler. Bedenin ruha boyun eğmesi için açlık susuzluk, cinsel arzulardan vazgeçme ve dilin kalbin ve diğer organların kontrol altına alınmasından daha etkili bir şey yoktur. Günah işlerse tevbe etmesi ve oruçla kefaret yolunu seçmesi onun hem günah ve rezillikleri bir daha işlemeyecek şekilde iradesini güçlendirirken bir yandan da kendisini teselli eder ve ruhunu arındırır. Ayrıca yememe ve içmeme yoluyla insan meleklere daha çok benzer hale gelir. Bir de bunu sırf Allahın buyruğunu yerine getirmek için

462 Hamidullah, İslam’a Giriş, s. 112, 113; Hamidullah, “Ramazan Orucunun Hikmeti”, s. 12–13. 463 Hamidullah, İslam’a Giriş, s. 114.

464 En’âm, 6/160. 465 Müslim, Sıyam 204.

yaptığında ona daha fazla yaklaşır ve insan için son gaye olan Allah’ın rızasını kazanmış olur.467

C. Hac

Batı dillerinde “kutsal sayılan yerleri ziyaret” anlamında kullanılan468 bu ifade kelime olarak; hem Rabb'e doğru yönelme hareketi, hem de bir şeye egemen olma çabası anlamına gelir. Gerçekten de insan Allah’ın evinin eşiğine vararak O’na yönelir, benliğinden sıyrılma duygusuyla Cenabı Hakk'a yakınlık duyuncaya kadar nefsine hâkim olmaya gayret eder.469

Kur’an-ı Kerim, bu müesseseyi açıkça İbrahim (as)’a isnat etmiştir. İbrahim (as)’dan sonra içlerinde Musa (as) ve Harun (as)’un da bulunduğu pek çok peygamber Kabe’yi ziyaret etmiştir. İslamî dönemde hac hicretin 6. yılında farz kılındıktan sonra İslam Peygamberi bu farz haccı hicretin 10. yılında ilk ve son olarak ifa etmiştir.470

İslam zamanla bozulan hac müessesesini ıslah ederek, putperest ve hurafe teşkil eden uygulamalardan temizlemiştir. İslamî dönemde yapılan değişiklikler özetle şunlardır:471