• Sonuç bulunamadı

Post-Yapısalcı Düşünce Akımının Planlama Kuramı Üzerindeki Etkileri ve Bunun Pratikteki Sonuçları

Planlama Kuramı ve Pratiği Çevresinde Gelişen Yeni Yaklaşım ve Tartışmalar: Türkiye Koşulları Açısından bir Değerlendirme

3. Post-Yapısalcı Düşünce Akımının Planlama Kuramı Üzerindeki Etkileri ve Bunun Pratikteki Sonuçları

Planlama alanında, özellikle 2000 sonrası, post-yapısalcılık düşünce akımından beslenerek gelişen tartışmaların etkileri görülmeye başlamıştır. Burada post-yapısalcılık üzerine detaylı bir değerlendirme yapılmayacak olmakla birlikte, bu düşünce akımına kısaca değinmekte yarar görülmektedir. Esasen geniş bir toplumsal düşünce bağlamı içerisinde oluşmuş olan post-yapısalcılık, toplumsal yaşam, devlet, demokrasi, siyaset gibi pek çok alanda yerleşik düşüncelerin bir yeniden okumasıdır. Temel amacı; tek bir evrensel doğrunun varlığı, tanımlanabilir bir kamu yararı kavramı ve akılcı düşünce ve bilimsel bilginin üstünlüğü gibi Aydınlanmacı ilkeler ile her türlü meta-anlatıyı sorgulamak ve temellerini sarsmaktır. Planlama alanında post-yapısalcı akımdan etkilenen yeni tartışmalar, esasen modernite projesini ciddi biçimde eleştirmeleri bakımından hem akılcı kapsamlı planlamadan hem de iletişimsel planlamadan farklı, yepyeni bir planlama anlayışını beraberinde getirmektedir. Bu anlayış, modernite eleştirisi yaparken, yine planlama disiplininin kendi içinden doğması bakımından planlamayı topyekûn reddetmemesi, ancak daha farklı, siyasallaşmış bir planlama alternatifine gereksinimi vurgulaması açısından, ülkemizdeki tartışmalar için oldukça yeni ve verimli bir zemin oluşturmaktadır. Kent planlama kuramını derinden etkileyen bu tartışmaların merkezinde her türlü uzlaşı arayışını, güçsüz olanın dışlanması ile sonuçlanacağı için sorunsallaştıran ve eleştiren düşünceler yatmaktadır. Bu tartışmalar esasen daha geniş anlamda bir demokrasi açığı ile ilişkilendirilmektedir. Burada demokrasi açığı terimi ile kastedilen, çağdaş Batı liberal toplumlarındaki uzlaşı yöneliminin, özellikle daha az güçlü olanların siyasi taleplerini dışlayarak, marjinalleştirerek veya susturarak, zaten güçlü olana hizmet etmesi ve var olan güç ilişkilerini sürdürmesi ve böylece toplumsal eşitsizlikleri yeniden üretmesi ve arttırmasıdır. Bu eleştiri pek çoklarınca post-siyaset (post-politics) kavramsallaştırması kullanılarak yapılmaktadır (Žižek 1999; Mouffe

1999, 2005; Rancière 1999, 2010; Swyngedouw 2005, 2009, 2014)3. Bu kapsamda,

günümüzde sıkça başvurulan veya başvurulması gerektiği savunulan kurumsallaşmış yönetişim biçimleri birer uzlaşı arayışı mekanizması olarak bu eleştirinin hedefi haline gelmektedir. Planlama ise, özellikle iletişimsel planlama, böyle bir uzlaşı mekanizması olması nedeniyle (Özdemir ve Taşan-Kok, 2017), söz konusu tartışmaların planlama kuramı ve pratiği açısından önemli sonuçları olmaktadır.

Bu noktada, Mouffe’nin (2005) Habermas’ın iletişimsel eylem teorisine, toplumsal ilişkilere içkin ve hatta onların bir kurucu öğesi olan çatışma (conflict) olgusunu dışlaması ve reddetmesi nedeniyle yaptığı eleştiriler ön plana çıkmaktadır. Mouffe, bu eleştirisinin devamında, “agonistik çoğulculuk”4, yani, bir uzlaşı arayışı yerine, farklı

gruplar arasındaki düşmanlıkların (antagonisms), tarafların aralarındaki farklılıkların ve karşıtlıkların meşruiyetini karşılıklı olarak kabul ettiği ve sürdürülebildiği bir ilişki biçimi olan agnozime evrildiği bir çoğulculuk kavramını ortaya atmaktadır. Çatışma yok olmamakta, ancak şiddet içerme potansiyeli olan bir durumdan, barışçıl bir duruma dönüşmektedir. Burada Mouffe’nin “siyaset” (the politics) ve “siyasal olan” (the political) arasında yaptığı ayrım da planlama açısından önemli bir konudur. Siyaset kurumsallaşmış siyasa oluşturma işini, siyasal olan ise bir duruşu, bir müdahaleyi, bir eylemi ifade eder (Mouffe, 2005). Siyaset, yönetimsel bir görev olarak yürütülen belirli siyasa sorunlarıyla ilgilenirken, siyasal olan, bu sorunların neden birer gündem maddesi olarak kabul edildiğini sorgular. Yani siyaset, menfaatler, haklar vb. konuları değerlendirirken, siyasal olan bunların varlığını değerlendirir ve sorgular. Rancière bu tartışmaya bir kavram daha ekler; toplumsal hiyerarşiyi yeniden üreten kurumlar ve prosedürler kümesi anlamına gelen ve “yapma yollarının, olma yollarının ve söylenme yollarının tahsisi”ni tanımlayan (Rancière, 1999: 29), bir başka deyişle neyin, ne zaman, nasıl ve kim tarafından söylenebileceğinin sınırlarını çizen polis (police) kavramı. Bu kavramlar planlama yazınını, özellikle iletişimsel planlamanın eleştirisinde kullanılmaları açısından önemli ölçüde etkilemiştir. Bu kapsamda kent planlama, özellikle iletişimsel biçimi ve plancının uzman bilgisine dayalı olması nedeniyle dolaylı olarak bir polislik işlevi görmekle eleştirilmiştir (Hillier, 2003). Bununla ilişkili olarak iletişimsel planlama, plancıyı bulunduğu güç ilişkileri ağından soyutlamak ve bilme, muhakeme yapma ve değerlendirme işlevlerinin yalnızca uzmanlarca yapılan biçimlerine değer atfetmekle eleştirilmiştir (McGuirk, 2001). Daha genel anlamda da, Habermas’ın uzlaşı yönelimli ve açık iletişim idealine dayalı iletişimsel planlama süreçleri ve bu kapsamda plancının

3 Mouffe, Rancière ve Žižek, post-yapısalcı ontolojinin önde gelen düşünürleridir (Swyngedouw

ve Wilson, 2014).

arabulucu ve iletişimci rolü; gerçek hayattaki güç ilişkileri ile sıkı sıkıya bağlı olan planlama sorunları için geçerli olamayacağı (Fainstein, 2000; Flyvbjerg, 1998; Hillier, 2003; Pløger, 2004; Tewdwr-Jones ve Allmendinger, 1998, vb.), böyle bir iletişimin güçsüz olanı dışlayacağı (Allmendinger and Houghton, 2012; Fainstein, 2000; Flyvbjerg, 1998; Hillier, 2003; Inch, 20014; Tewdwr-Jones ve Allmendinger, 1998; Purcell, 2009), fazlasıyla prosedürel bir yönelime sahip olduğu (Campbell, 2006) ve sonuç yerine sadece sürecin nasıl olduğuna önem verdiği (Purcell, 2009; Fainstein, 2014) eleştirilerine maruz kalmıştır. Planlamada uzmanlık bilgisi yoluyla pozitivizmin baskın olması ise, elit, dışlayıcı ve baskıcı bir kent kuramı, politikası ve planlamasının temel nedeni olarak görülmüştür (Wyly, 2011).

Planlamanın maruz kaldığı bu eleştiriler karşısında çeşitli çıkış yolları aranmış ve planlamanın siyasal niteliğini yeniden kucaklaması, yeniden siyasallaşması çağrıları bu çıkış yollarının temel ekseninin oluşturmuştur (Albrechts, 2010; Fainstein, 2010; Grange, 2017; Gualini, 2015; Metzger, 2011; Nicholls and Uitermark, 2016 etc.). Planlamanın adil bir kent nasıl olmalıdır sorusuna ilişkin normatif kavramlara önem vermesi (Fainstein, 2010, 2014) ve hegemonya karşıtı hareketleri desteklemesi gerektiği (Purcell, 2009); toplumsal hareketlerin alternatif planlama için önemli olduğu Porter (2011); bu bağlamda, planlama ve toplumsal hareketlerin birlikte evrimi ve karşılıklı etkileşimi üzerine düşünülmesine gereksinim duyulduğu ve karşı direnişlerin planlamayı dönüştürücü bir potansiyeli olduğu (Nicholls and Uitermark, 2016) vurgulanmıştır. Agonsitik çoğulculuk kavramı ise, planlamanın yeniden siyasallaşması doğrultusundaki yeni arayışlarda önemli bir yer edinmiş ve bu kavram çerçevesinde “agonistik planlama” yaklaşımı geliştirilmiş (Hillier, 2003;) ve bu yaklaşım zaman içerisinde planlama yazınında önemi giderek artan bir yere sahip olmuştur (Brand and Gaffikin, 2007; Bäcklund and Mäntysalo, 2010; Bond, 2011; Glover, 2012; Gunder, 2003; Hillier, 2003; Legacy, 2017; McClymont, 2011; Mouat et al., 2013; Pløger, 2004, 2015). Bu yaklaşımda planlama, salt bir uzlaşı arayışı ve teknokratik yönetişim alanı olmaktan çıkmakta; çatışmanın dışlanmadığı, her durumda sürece dahil edilebildiği siyasallaşmış bir süreç olarak işlemektedir. Örnek olarak, uzman temelli yönetişim mekanizmaları ile yetinmeyip, yerel ile birlikte bilgi üretme ve benzer biçimde formel karar alma mekanizmaları ile yetinmeyip, enformel kanallar açma (Legacy, 2017; Özdemir ve Taşan-Kok, 2019; Metzger, 2011), tartışma ortamını farklı yollarla her zaman açık tutma (Fougère ve Bond, 2016), planlamayı nihai değil geçici kararların verildiği bir süreç olarak tasarlama (Pløger, 2015) gibi yollar, bu yaklaşım çerçevesinde görece somut öneriler olarak ortaya çıkmıştır. Buna karşın, planlamanın doğası gereği bir şekilde karar almayı zorunlu kıldığı ve bunun da sonuçta uzlaşı gerektireceği; ayrıca agonistik çoğulculuğunun pratikte nasıl somutlaştırılabileceğine dair büyük belirsizliklerin olduğu biçiminde karşı savlar da üretilmektedir (Bond, 2011; Mäntysalo vd. 2011; Özdemir, 2019). Bunlara ek olarak, çatışma ve direnişin romantize edilmemesi gerektiği (Gualini,

2015); planlamanın nihayetinde bir uzlaşı mekanizması olduğu (Özdemir ve Taşan-Kok, 2019); çatışmanın ötesine geçebilmek için belirli bir seviyede anlaşmalara gereksinim duyulacağı (Bond, 2011); plancının görevinin, bir sosyal bilimci gibi anlamak ve açıklamanın ötesinde eyleme geçmek olduğu (Porter, 2011); mekânsal kararların bazen dışlayıcı oluşunun kaçınılmazlığı (Hoekveld and Needham, 2013) ve dışlamanın her zaman ‘kötü’ olmayabileceği (Allmendinger and Gunder, 2005) gibi uyarılar da yazında yer almıştır.