• Sonuç bulunamadı

*Bu metin 43. DŞG Kolokyumu Şehir Plancıları Odası’nın 50. Yılı Konuşmaları deşifresinden elde edilmiştir.

Küreselleşme/yerelleşme, sürdürülebilir kalkınma, sosyal devletin küçülmesi, özelleştirme, post-modernizm, post-fordizm, esnek üretim, yönetişim, katılım vb. bu dönemin popüler kavramları olarak öne çıkmaktaydı.

Ülkemize gelince; 1980 darbe yönetiminin, toplum üstündeki ağır baskıları giderek azalmakla birlikte sistemin devam ettiği, buna karşın daha demokratik ve örgütlü bir toplum için çabaların/mücadelelerin sürdüğü, toplumda örgütlenme ve dayanışma çabalarının arttığı bir dönemdi.

Mühendis, mimar ve şehir plancıları ve onun örgütü olan TMMOB, 1980 darbesinden en fazla etkilenen, toplum kesimlerinden biri olarak, bu dönemde örgütsel varlığını ve mesleki dayanışmasını sürdürebilme başarısını gösterebilmişti.

Bunda, TMMOB’nin ve üyelerinin bugün de geçerli olan, geleneksel dayanışma kültürü ve özverili yöneticileri ve çıkarsız yurtseverliğinin çok önemli payı olduğunu teslim etmek gerekir.

1969 yılında kurulan Şehir Plancıları Odası’nın (Şehir Planlama Mimar ve Mühendisleri Odası) ilk 10 yılı kuruluş yılları olarak değerlendiriliyor. 1980 sonrası dönem ise, daha çok Odanın kurumsal varlığını sürdürmesi açısından önem kazanmaktadır. Öyle ki yalnızca Oda üyelerinin ödentileri ile ve o dönemin sınırlı sayıdaki yöneticilerinin özverileri ile Odanın kurumsal varlığını sürdürmüştü.

80 darbesinin sonrasında toplumda demokratik taleplerin arttığı toplum üzerindeki ağır baskıların göreli azaldığı, nispi demokratikleşme çabalarının görüldüğü bir dönem yaşandı. Siyasal partilerin yeniden kurulması ile ANAP sonrası koalisyon hükümetleri devam etmekteydi. Yerel yönetimlerde 80 Darbesinin arkasından gelen ANAP yönetiminin toplumsal tabanı erimekte, yerel yönetimler 89’da sosyal demokrat partilere geçmekteydi. Şehir Plancıları Odası, 90’lı yıllara bir yönetim değişikliği ile başladı. 1990 yılında yapılan Genel Kurulda çoğu ODTÜ mezunu genç plancıların (Senih Kitapçı ve arkadaşları) yönetime talip olup seçilmesi salt yönetimde sıradan bir değişiklik olarak değil niteliksel bir değişimi de işaret etmekteydi.

Şehir Plancıları Odası’nın Şehircilik/Planlama alanındaki rolü/iddia konusunda inisiyatif almak isteği, o dönem şehir plancılarından da önemli destek görmüştü. Plancılar toplumda daha görünür, yetkili ve etkin olmak istiyordu. ŞPO’nun 1990’lı yıllardaki tüm yönetimi şehircilik, planlama, kentleşme alanındaki sorunlarla uğraşmayı ve mesleki alanındaki sorunları çözmeyi amaçlamak üzere yola koyuldu.

90’lı yıllar odanın kurumsal yapısının gelişip güçlendiği yıllar. Bölüm sayısının artışı ile her yıl daha fazla plancının aramıza katıldığını ve plancıların Ankara, İstanbul ve İzmir dışında yurt düzeyinde yaygınlaştığı, illerde ve büyük ilçelerde de görev yaptığı bir

süreç yaşanmış, oda örgütlüğünde buna göre yaygınlaşmıştı. Antalya, Samsun, Trabzon, Bursa, Kayseri daha sonra da Diyarbakır, Adana (Çukurova) şubeleşmişti. Şube, işyeri ve il temsilciliklerinin aktif olarak çalıştığı bir dönemdi. Bunda, plancıların ülke düzeyindeki dağılımının yanı sıra, bu kentlerin sorunlarına/planlamasına müdahale ve katkı talepleri de öne çıkmaktaydı.

Yine bu dönemde, plancılar salt İller Bankası, Bayındırlık ve İskân ve Büyükşehir Belediyelerinde değil, daha küçük belediyelerde ve Karayolları, Çevre Bakanlığı, Kültür ve Turizm, Ulaştırma Bakanlıkları gibi kurumlarda da istihdam edilmeye başlamıştı. 1985’ten bugüne Planlama yetkilerinin yerel yönetimlere devri planlama anlayışındaki değişmeler, yeni plan türlerinin ortaya çıkması plan kademelerinin yeniden kurgulanması meslek gündemini oluşturmaktaydı.

Yerel yönetimlere verilen yetkilerin kullanılmasındaki sorunlar, Büyükşehir Belediyeleri çevresindeki Belde Belediyelerinin planlama ve uygulamaları, kentlerin saçaklanması, büyük kentlerin çeperlerinde ihtiyacın çok üstünde yerleşimin planlanması, tarım alanlarının, kıyıların yerleşime açılması, şehircilik, planlama sistemindeki değişmeler, planlamada yetkilerin merkeze parçalı olarak geri dönüşü sektörel planlama yetkileri, planlamada bütünselliğin ve kademeli birlikteliğin kaybedilişi vb. olumsuz süreçlerin yaşanması, bu süreçte kentsel mekâna ilişkin kaygıların giderek artması planlamanın gündemini belirlemekteydi.

Özelleştirme uygulamalarının kentsel mekân kalitesine etkileri, gecekondu olgusu/ barınma-rant ikilemi. Gecekondu mahallelerinden gecekondu kentlere geçiş, gecekondunun nitelik değiştirmesi başlıca gündem konuları idi.

1980’lere kadar göçler, nüfus artışı ve gecekondulaşmanınoluşturduğu mekânsal ve toplumsal yapı formal ve informal olarak ikili bir yapı oluşturmaktaydı. Planlı imarlı kesimle/plansız ya da düzensiz oluşan gecekondu bölgeleri olarak değerlendirilebilir. 1980’lerden sonra kentlere olan göçler giderek azalmasına rağmen, kentlerin/ özellikle metropollerin hızlı nüfus artışı 1990’larda da sürmekteydi. 1985’te 2981 sayılı kanunla getirilen imar affı ve buna göre yapılan ıslah planları ve işgalciler tapu verilmesi gibi uygulamalarla gecekondular yasallaştırılmış oldu. Bu gelişmelerle daha önce formal planlama sürecinin dışında kalan gecekondu bölgeleri de planlama sistemine dahil oldu ve kentin “Planlı Bölgelerine” dönüştüler. Önceden daha çok kente gelenlerin barınmalarına yönelik toplumsal bir mekanizma olarak görülen gecekondulaşma 1990’larda artık “rant aracı” olarak görülmeye/değerlendirilmeye başladı. Bu konuda bir anlayış değişikliği yaşandı (Dikmen Vadisi’ndeki gecekonduların barınma hakkı). Odamız, imar aflarını plansız gelişmeyi kışkırtan ve toplumsal/mekânsal adaleti zedeleyen bir karar olarak değerlendirmekteydi. Bu nedenle imar aflarına karşı çıktığı gibi, ıslah planlarını da

pek çok yönü ile eleştirmekteydi. Nitekim, 1990’lı yıllara gecekondulaşma, niteliksel ve niceliksel bir değişim yaşadı. Büyük kentler çeperlerinde dini grupların örgütlülüğünde/ himayesinde kaçak kent parçaları oluşturmaya başladı. 90’lı yıllarda bu gelişmeler bugünkü iktidarın yolunu açan önemli bir etken oldu.

90’lar dünyada çevrecilik akımlarının yükseldiği, Birleşmiş Milletlerin Rio ve Habitat konferanslarında çevre ve barınma hakkı gibi 3. kuşak insan hakları konusundaki ilerlemelerin yanısıra, Gündem 21 Eylem Planının yaşama geçirilmesi konusundaki çalışmalar, hükümet dışı sivil toplum organizasyonların çevre ve katılım konusundaki inisiyatiflerini artırmaktaydı. Ülkemizde de Gündem 21 Eylem Planına dayalı olarak özellikle yerel yönetim alanında organizasyonlarla farkındalık ve kapasite geliştirme çalışmaları sürdürülmüştü. Odamız bu alanda Habitat-II çalışmaları kapsamındaki faaliyetler, toplantılar, yayınlar yapmış, “Çevre ve Katılım”, “ÇED ve Planlama” yayınlarını gerçekleştirmişti.

90’lı yıllar odamızın da içinde bulunduğu demokratik kuruluşların, kente doğaya karşı işlenen suçlara karşı hukuk mücadelesinin de başladığı bir dönem sayılabilir. Daha önce de idarelerin yanlış kararlarına karşı odamız yargıya gitmişti. (Örneğin 1970’li yıllarda çatı katlarının tam kata dönüştürülmesine karşı oda dava açmıştı.)

90’larda planlama yetkilerinin yönetimlere geçmesi ile büyük kentlerde ve turizmin geliştiği kıyı yerleşmelerinde plan ve uygulamalardaki olumsuzluklara karşı toplumda bir karşı çıkış ve demokratik kuruluşların idari yargıya gitme süreci uç vermeye başladı ve bu eğim güçlenerek günümüze dek süregeldi.

Turizm merkezi planlamasındaki ayrıcalıklı kararların kentlerin plan bütünlüğünü bozmasına karşı 90’ların başında odamız dava açmıştı. Yine Gökçek’in katlı kavşak uygulamalarına karşı mimarlar odası ile birlikte yargı yoluna gitmiştik.

Ancak Antalya nazım imar planlarının yargı kararı ile iptali en çok tartışılan ve bu dönme damga vuran bir gelişme olarak görülebilir.

Bu döneme ilişkin özelleştirmeyle ilgili konudan söz etmekte, ortaya koymakta yarar var. Özelleştirme Kanunu 1994 yılında yasalaştı. Oda olarak bu konuya dikkat çekmiş, sempozyum düzenlemiştik. Odanın kuruluş yıllarında “kent toprakları kamulaştırılmalıdır” sloganı öne çıkıyordu. Ama daha sonra öyle gelişmeler oldu ki, bırakın kamulaştırmayı eldeki mevcut kamu arazilerinin de elden çıkması söz konusuydu özelleştirme uygulamaları ile. Bu gelişmeleri birlikte yaşadık, gördük. Bugün İstanbul’da deprem alanlarının kalmadığından söz ediliyorsa, yoğunluktan, hava kirliliğinden, trafikten, söz ediliyorsa bunların pek çoğu kent içinde kalmış olan kamu arazilerinin özelleştirilmesi ve bu alanlarda AVM’ler, rezidanslar yapılmasından kaynaklanıyor. Teşekkürler.

Odamızın nice 50 yılları olsun. Daha örgütlü bir mücadeleyle, büyüyen bir örgütlülük ile.. Ben 10 yıllık bir şehir plancısıyım ve Odanın son 10 yılına yakından tanıklık ettim. Mezun olduğumda, bir pazar günü diplomayı aldım ve ertesi gün pazartesi sabahı saat 9'da kendimi Odanın kapısının önünde buldum. Mezuniyet töreni için Ankara’ya gelmiş olan babam memlekete geri dönüş yoluna çıkarken beni de üye olmam için Ankara’da odanın önünde bırakmıştı. O tarihten bu yana da odanın çalışmalarını daha ilgiliyle izledim, odada çalıştım ve yönetim kurullarında çeşitli görevler aldım.

Ama bu tanıklık ettiğim, içinde yer aldığım, emek ettiğim dönem zorlu bir süreç idi, bu nedenle ben odanın farklı bir sürecine tanıklık ettiğimi düşünüyorum. Çatışmalı bir süreçte odanın da çatışmanın bir tarafı olduğu bir sürece tanıklık ettim. Keşke az evvel aktarılan kuruluş dönemindeki hikayeler gibi daha iyi şeyler anlatabilsem ama Odanın son 10 yılı bir mücadele, bir kavga dönemi, zor bir dönem. Siyasi iktidara karşı bir mücadelenin örgütlendiği, yükseltildiği, yükseltmek zorunda kaldığı; Odanın bu tutumu sahiplenmek zorunda kaldığı bir dönem oldu. Aslında Selman Bey de, Remzi Bey de bahsetti. Ülkenin siyasi tarihine ve aslında kapitalizmin tarihine ilişkin olarak kentlerde değişen, dönüşen yapılanma durumlarına ilişkin Oda hep bir pozisyon aldı. Bu pozisyon da bu dönem şöyle şekillendi: Son 10 yıllık süreçte kamusal varlıklara ve kamusal alanlara el koymanın hızlandığı, mülksüzleştirmenin arttığı ve palazlandığı, sermaye birikim süreçlerinin mekan üstünden yürüdüğü, toplum aleyhine çeşitli tahakküm süreçlerinin işletildiği bu süreçte, kamusallıklarımızı korumaya yönelik, kamu yararını korumaya dönük ciddi bir mücadele örgütleme gereği oluştu ve Oda da bunu gerçekleştirdi. Hala da bu mücadeleyi sürdürüyor. Bu bakımdan sabahki oturumda yer alan Tarık Hoca'nın