• Sonuç bulunamadı

1968 yılında mezun oldum. Yüksek lisansa başladım ve Mimarlar Odasındaki üyelik kaydımda ilk imar planını aldım, annemin masasında çizmek üzere.

Şimdi nasıl bir yaşamdır bu? Bu toplantılarda ben şunları özetlemişim, demişim ki: Her okul kendi ekolünü yaratır. Otuz yıl olmuş. Daha sonra Mülkiye çok önemlidir demişim. Çünkü siz mülkiyetle ilgileniyorsunuz. Bir dahaki, bir sonraki şeyde de ya Avrupa Birliği'ne girerken; giriyoruz, gireceğimiz de meçhul; bir "planlama nedir?" diye tartışalım. Çünkü aramızda konsensüs yok demişim. Sonra şehirciliği ön plana çıkarmışım ve planlamanın şehirciliğin aracı olduğundan söz etmiştim. Meslek alanına ilişkin olarak bir dönem yargının bize sorduğu soruları çok önemsemiştim. Yani planlama ilkeleri ve şehircilik esasları diyor. Bir de kamu yararı diyor. Bu soruların yanıtının aslında planlama eğitiminde çok önemli olabileceğini vurgulamıştım. Daha sonra bir kentin projelerle üretildiğinden söz etmiştim. Yani projesiz kent, kent planlamasız proje, projesiz planlama olmaz demiştim. Raci bunun sıkıntısını çok yaşamış idi. Daha sonra bir çerçeve sonunda, yani bu ne tür plan çizerseniz çizin, aslında o bir tasarım planıdır. Bunu vurgulamıştım. Son olarak bir toplantıda benden yorum yapmam istendi. Kaç? 36 oturum, 140 bildiri. Ben yapamam dedim. Ancak İlhan Hocam becerir bunu dedim. İlhan Hoca'mı esir aldılar sanıyorum. Ama rahmetli hoca bu konuları, bu kargaşayı, bu çorbayı görseydi "so what" derdi. Çünkü aslında biz en çok eleştirdiğimiz neoliberalizmin içindeyiz, göbeğindeyiz. Ben onu gözlüyorum. Bu çerçevede gelmemiş beyefendi, iyi ki gelmemiş. Niye çağrıldığını anlamıyorum zaten. Hakikaten anlamıyorum. Kerameti kendinden menkul mu derler, nedir? Ama bundan yaklaşık 20 yıl önce Şehir Plancıları Odası’na kızmıştım. Hocam beni çağırmışlar, bir şey anlat diyorlar. 10 dakikada Güney Antalya turizm gelişim projesini anlatacağım? İstemeyin o zaman dedim yani ve konuşmadım hakikaten ve odaya da teessüflerimi ilettim.

Peki bizim alanımızın hep başkalarıyla ... İlhan Hocam'ın hayatı bununla geçti. Kuramı ve praksisi yok mu? Var kuşkusuz. Benim için şöyle bir basit adamın söylediği bir şey var. Diyor ki: "Bir planlama yapıyorsunuz, sonunda araziye bir şekil veriyorsunuz; o sonsuza kadar kalır" diyor. Bitti. Ne değiştirir bunu? İhtilal değiştirir, başka bir siyasi otorite değiştirir, yoksa kalır. Benim görevim bunu üretmek. Ben öyle gördüm hayatımı, öyle baktım. Bu konunun uzmanı Tuğrul Hoca'nın öğrenciyiz, Raci onun ekolü; ben bu ekolden geliyorum. Tuğrul Hoca'nın tanımı çok önemlidir ve bu kitapta inanır mısınız kaynakça yok. Çok güzel bir kitap, akedemyaya iletirim. Bunun yerine teşekkürleri var birilerine. İşte Ömer de burada, ona da bir teşekkür etmiş. Tuğba gelmedi galiba. Onun tezi ile benim tezime de bir gönderme yapmış hoca. Hoca bir şey anlatıyor aslında, yaşamdan geldiğin şeyi anlatıyor. Bir şeyler okuyup da onun sonuna bir şey takmıyor. Onun için o ekolü ben çok önemsiyorum. Planlama alanının kuramları yok mu? Var. Uzmanı İlhan Hocam burada, hepsini ondan öğrendik, buradaki isimlerin çoğunu. Bir kısmı tasarımdır, bir kısmı planlamadır. Bizim kuramcılarımızı yok mu? Var orada. Yani

ben kendimi yazmadım, ben kuramcı değilim çünkü. Ama böyle bir dünyadan gelmiş olmak bence çok önemli. Şimdi herkes Lefebvre diyor. Edmond Bacon'ı niye demiyor kimse?

Geçen gün birisine soruyorum bizim baba kitapları bilmiyor. Ama herkes Lefebvre biliyor. Buna ben biraz karşı çıkıyorum hakikaten. Mekan kuşkusuz iktisadi, toplumsal ve siyasi nedenlerle üretilir ve şekillenir. Ama kimileri sonsuza kadar yaşar. Onu öklitzi diye hor görüyor Lefebvre. Hayır efendim, onun içinde yaşıyorsunuz, ben onun içinde yaşıyorum. Onu üreten koşullar artık yok. St. Marco'da da yok. St. Marco Cumhuriyeti mi kaldı? Ama bütün dünya o mekanın içinde var oluyor. Ben bunu önemsedim. Bu çerçevede yaşama atıldım. Ben bu tezi yazdığımda Lefebvre daha La Produccion del Espacio'ı yazmamıştı ve bu tezin içinde sınıfsal analiz vardır. Türkiye'deki planlama sisteminin o sınıfsal analizi içindeki yeri vardır. Gene Raci'yi anacağım: Motosikletle evime getirirdim. Bunları çizerdi bana sağ olsun. Bunlar benim tezimin bütün çizimlerini yapmıştı. Kendisini rahmetle anıyorum.

Ama orada bir çerçeve var. Raci'nin o bütün sıkıntı sonunda sözlerini ben anı şeyinde yazmıştım. Edilgen planlama anlayışını eleştirir, şehir planlamasını etkinleştirme der stratejik düşünce... Bunları yaşayarak gördü ama bir başkasının kitabını okuyarak bulmadı. Dayağını yiyerek buldu. Bunu önemsiyorum. Belki İlhan Hoca'nın son çalışmasında Raci'nin özlemlerini gördüm. Yani sanki onun arzularının yansımalarının içine girdi İlhan Hocam o çalışmada. Demin de buradan söz etmedi ama buna ima etti aslında. Dolayısıyla bunları geçiyorum, Raci'nin şeyleri burada duruyor.

Son 30-40 yılda birçok filozofu tükettik. Aslında bunlar hep tükettiğiniz felsefe adamları. Ben onlardan bir ikisini seviyorum. Bir kısmını anlayamıyorum. Bir kısmını da okumuyorum, bilerek okumuyorum, onu da söylemem gerekiyor. Ben Lefebvre 25 yıl önce sırf mülkiyet dolayısıyla okumuştum. Sonra bırakmıştım; yahu peşimizi bırakmıyor adam. Nereye gitsem Lefebvre, Lefebvre, Lefebvre...

Peki, çok güzel. Lefebvre ne demiş? Mesela Lefebvre'in dediği laflardan birisi benim çok hoşuma gidiyor: Appropriation diye bir laf etmiş ve bunu da Paris'in Haller bölgesi için kullanıyor. Ne yapmış? Burada çok iyi bir iş yapıldı, haller atıldı oradan diyor. Şimdi tavsiye ederim Irma la Douce filmini seyredin. Haller bölgesinin 1963'teki live space'inden öyküler vardır. Filmde Jack Lemmon ve Shirley Maclaine oynar. Peki Lefebvre bu yıkılırken bu hayat değil mi? Hayat. Bu yıkıldı.

Lefebvre'in çok sevdiği bir bina yapıldı, o da yıkıldı. Şimdi bizim kritik analize tabi tutmamız gerekmez mi? Lefebvre'in appropriation kavramına en uygun mekanda yaşıyorsunuz şu anda. Şu anda gördüğünüz şu mekan edinilmiş, yeniden edinilmiş, Ankara Kolejlilerin arzuları ile yapılmış bir mekan bu. Başka türlü olmazdı. Burası pekala AVM olabilirdi.

Şimdi bu çerçevede ben neresindeyim Lefebvre'in diye baktığımda, orta bölümdeyim. Represantation of space diyor, ben onu yaşadım ve bunun sonunda da oklidien yapılarda yaşıyoruz. Çok hoşumuza da gidiyor, yani "iyi ki var" diyoruz. Habermas'ı siz başka türlü tartışın, ben hem araçsal, usçu bir adamım. Teknik olarak bu işi yapıyorum. Hiçbir şeyi de de kendi başıma yapmadım ki zaten. Yani bu mümkün bir şey değil. Şevki Vanlı'nın yanında çalıştım, orta büyüklükteki kentlerdi. Daha sonra Dinar projesini ODTÜ almış, çizememiş. "Raci ya şunu çiz, bitir" dedi, çizip bitirdim. Dolayısıyla ben çizgiyi çok önemsiyorum. Yani çizgi bütün o süreçte ben mekan oyuncuları neymiş onu öğrenmeye başladım. Şevki Bey'in bürosundayken İlhan Hoca gelir, Mübeccel Hanım gelir; ben de tıfıl olarak "ne yapıyorlar bunlar?" diye izlerdim orada, öyle bir çerçevede. Çizgi bir kavram aslında, her anlama gelebilir. Oklidien bir şey, yüzeyleri de çizgi yaratıyor, her şeyi çizgi yaratıyor aslında. Başlı başına bir dünya. Ben onun adamıyım, onu anlatacağım. Son dönem pek yapmıyordum ama adam bir şey demiş, hoşuma gitti. Kavram üzerinden gidiyor. Hepiniz kavram üzerinden gitmiyor muydunuz, Deleuze deyince mi kıymete bindi? Yani onun için kritik olmanızı diliyorum ve Türkçesi çok güzel ya: Çizmek sözcüğü çizgiden geliyor. Yani neyi çiziyorsunuz? Dünyanın coğrafyasına çizdiğiniz her çizgi o kadar kıymetli ki. Bence Lefebvre’in teorisinden daha kıymetlidir. Onun için o çizginin çizilmesi sorumluluk ister. Bu çerçevede Raci'yle ilk maceramız İzmit İmar Planı Yarışması. Yağ lekesi kazandı. Bize yeni mezunuz işte okutmuşlar bize Corbusier, ..., ....Biz onu biliyoruz. Öğretilen üzerinden gittik. Birinci seçilen yağ lekesiydi ve o yağ lekesi sürdü. Şimdi bunu İlhan Hocam hatırlayacak, çok kızmıştı. Yani bir mimarın dünyaya bakışı, öyle diyelim.

Peki ne öğrendin? Ülke henüz o zaman bile ilerlemeci değildi, onu öğrendim. Okulda öğrendiğimiz kent formatları çalışmıyordu. Bir de onu öğrendim. Ama çalıştırmayan aslında halk değil de gene entelektüel çaba idi ve kavram olarak form nedir? Form tartışması yapılırı öğrendim. Sonra imar planı dünyasına atıldım. İlk gittiğimiz imar planı yani çadırla giderdik. Yani öyle otel falan hak getire. Ama Piraziz'e bir gün havaalanının geleceğini kimse bilemezdi; bunları öğreniyoruz. Yani yaptığınız kestirimler falan şeydir, kulak memesi kıvamını aşamaz; bunu öğrendik. Ay'a ilk adım atıldığı gün biz şöyle bir kasabadaydık. Sonra devam ettik, böyle bir yere gittik? Türkiye'nin ilk koruma planıdır, detaylarını anlatmayacağım. Böyle bir yere de plan çizdik. Daha sonra hep bu tür yerlerde çalıştık ama konaklayacak yer yok. Bakın bu bir arzu. Ben size 1970'lerin henüz kır olan yerleşmelerini tarifi ediyorum. Bir arzuları var ama çok önemli. Burada başkanın evinde konakladık. Oradaki macerayı anlatmıyorum ve buralarda bir gün mekanın buna dönüşeceğini ben bilir miydim? Bilemem. Bu benim dünyamda önemli bir değişiklik yarattı ya da bu kasaba bir gün bir baraj gölü olacağını, sonra Banu'nun da oradaki ilkokulu okuyacağını bilemezdi kimse. Bunlar hep yaşamın bize öğrettiği şeyler ya da şu yerleşmede benim çok hoşuma giden bir şey var: Şu çizgiyi çizmişiz, kırmızı çizgiyi. O kırmızı çizgi aşağıda gördüğünüz, bugün beğenmediğiniz o binalar olmuş ama o bir arzu;

toprak evden, konforlu bir eve çıkma arzusu. O dönemde öğrendiklerimiz Sarıkent'te Tuğba gelmiş buraya, kaldığımız otel için kendisine tekrar madalya vermek lazım. Yani siz bilmezsiniz onları. Bazen cennet ya da cehennemi gördük. Harman yerinde rekreasyon alanı olur mu? Bunları yaşadık. Ama şunları öğrendim: O dönemdeki küçük yerleşme nedir? Erkek nüfusu nereye gitmiş? Avrupa'dan yağan Mark'ları öğrendik. Misafir ağırlayacak yerlerinin olmadığını öğrendik. Altyapı istiyorlar, konfor istiyorlar; onu öğrendik ve de o küçük yerleşmedeki insanları gördük. Kavram olarak da şunu anladık: Yani tamam, herkes arzu eder ama sonunda biri şekil verir. Çizgi basit bir geometri ifadesi değildir. Dikkat edin ne kadar çok kullanıyorsunuz çizgi sözcüğün?

Bir sonraki yarışma Gaziantep, sınıflar var. Her sınıfın ve iki merkez dedik. İlhan Hocam'dan iki merkezliliği öğrenmişiz. Diğer projeler gene böyle yağ lekesi. Biz burada iki merkezli, dikkat ederseniz hep formdan yaklaşıyorum; o benim, kim ne derse desin. O proje, o yarışmaya girdiğinde hala la production de l'espace yazılmamış. Sonra Tuğba'nın tezi geldi. İlk defa ciddi bir şekilde plan değişikliği nedir? İmar planı nedir? Onu sorguluyor. Yani biz bitmiş resim çizmiyoruz aslında. Onun her zaman açık olduğunu ve buna karşı o dönemde farklı bir planlama anlayışı getirilmesi gerektiğini vurguladı Tuğba. Sonra devam ettik, bir başka mekan üretimine geçtik. E var tabii öğrendik; basic, non basic; işte iş gücünü bilmeden nüfusa sahip olmaz. Yaptık basit olarak, ilk defa "turizm işgücü nedir?" diye bir soru sorduk ve araştırdık bunu. Çünkü onu araştırmamız gerekiyordu, havadan sormadık ve de kavramlara girmeye başladık. Yasal dayanağımız da vardı. Müzakere yaptık "kıyı nasıl olacak?" diye. Yani herkes sanıyor ki comprehensive planda biri yapar, herkes de onu... Yok kardeşim, öyle bir şey görmedim ben ömrümde. Hepsi her zaman müzakereye açıktır ve yapıldığı andan itibaren başka müzakerelere açıktır.

Bu çerçevede Güney Antalya Turizmi Gelişim Projesi'nde ben başarılı bir çalışma yaptığını Türkiye'nin inanıyorum. Gidip bakanlar herkes "o da olmuş." Ya kardeşim o da olmuş, bu da olmuş; hiçbir olmayana göre tartışılabilir. Daha sonra hayatım işte Behruz Bey'in yaptığı bu projeye karşı şunun olduğunu gördüm. Kendi yaşamım boyunca üretilen malların yıkıldığını gördüm, yok edildiğini gördüm. Bunları gördüm. Sonra önce tasarla, sonra plan çizi öğrendim. Kavramlarla mekân üret, öğrendim. Hiçbir şeyin sonsuza kadar var olmayacağını da öğrendim. Bunlar öğrendiğim şeyler, bunu geçiyorum.

Sonra İlhan Hoca'nın yönetiminde Ankara çalışması bana biraz eskiyi hatırlattı. Raci ile bize bir şeyler yaptırıyor adam, anlamıyoruz ikinci sınıfta. Meğer Boğaziçi Köprüsü'nün yerini buluyormuş. Sonra biz buna İlhan Hocam iyi bilir, kenti üreten süreçler nedir? Gorilarin nedir ve bunla mekân nasıl bütünleştirilir? Bana öğrettiği üç şey odur o çalışmanın. Ankara projesi bize çok şey öğretti. Rahmetli Raci'yi gene anacağım ama

o kendisi bilmez, ben kendi adımı atmadım. HABITAT 2'de en iyi partisi olarak önerdim bunu. Oldu mu? Olmadı Herhalde ki bize dönmedi. Ve de daha sonra başka şeyler bir mekan, bir yolla çarşı nasıl bütünleşilir? Bunlar kolay konular değil aslında. Ana duvarı diye bir kavram ürettik. Ulu Cami'nin ızgarasının önemini öğrettik.

Bir MESA maceram var. Birkaç ay önce MESA'cılar: "Yahu sen bize çok şey öğrettin. Biz tarih yazıyoruz, seni de anmak isteriz" dediler. Bu benim için gurur oldu. Oturduğum MESA'cılarla yaptığım çalışmalar üzerine şey yaptım. Şuradaki bütün kalemleri ben onlara ben vermişim. Burada Lefebvre yok, o yok, bu yok. Çizgi ve tasarımın bir gücü var. Doktora yeterlik, kentsel tasarım kapris ya da krema değildir. Bizzat içinde yaşadığımız yerin oluşturulmasıdır. Ben öyle bakıyorum. Sonra mülkiyet ilişkileriyle işte burada Lefebvre'e döndüm. Mekanın benzerliklerini koydum ben. Bunu yaparken Lefebvre'in belki çoğunuzun bilmediği kitabından tarif aldım. Adam burada Roma hukukunu ve onun gücünü "o basit bir kurum değildir" diyor. "Üst yapı olarak bakmayın" diyor. "Dünyayı kuran ve yöneten bir şeydir" diyor. Bunu öğrendim.

ODTÜ maceraları, 30’uncu yıl logosu benimdir, onu söyleyeyim. Yani logo da yapmışım, bölge de yapmış; ne yapayım işte o. Daha sonra rektörlük, Mimarlık Fakültesi’ne kötü bakıyor. Biz bunu yaptık konut bölgesini. Aa dediler; ondan sonra rektörlüğe mutlak bir mimarlıktan hoca girdi. Bundan sonra girdi bakın dikkatinizi çekerim. Acaba live space bu mu? Bu galiba. Bunu da Ağa Han Mimarlık Ödülü'ne gönderdim. Birinci elemeye girdik. Yani Ağa Han'da bu var, onu söyleyeyim ama almak önemli değil. En büyük hatam, Teknopark'ın ortasındaki araç park yerleri. Mustafa -burada yok- Kızıltaş'la bunu düzeltmeye çalıştık, olmadı, ne zaman olur, ne eder bilmiyorum. Bildiğin ilkelerden şaşma de basit olsun ilkeler, bunu öğrendim. Yöneticiler nasıl ikna edilir? Süreç nasıl denetlenir? Öğrenciler nasıl heyecanlandırılabilir? Bu çok önemli. Bir şey yaparsanız, yaptırırsanız heyecanlanıyorlar.

Kıbrıs kampüsü öğrencilerimin bir zaferidir, öyle söyleyeyim ve de bunda da çok mutluyum ki rahmetli Raci'nin ödülünü odamız bize verdi. O benim için bir mutluluktur. Şeye hazırdık, ODTÜ Kosova kampüsüne. Ahmet Acar'la Abdullah Gül'e gidecektik. Sonra olmadı. Ben 2 kere gittim, protokol nedir öğrendim. Cumhurbaşkanından başlayarak en alt kademeye kadar nasıl ziyaret edilir, ne yapılır, ne anlatılır onlara. Orada bir pazarlık yapıyorum belediye başkanıyla bizim Eyüp diyor ki: "Hocam dikkatinizi çekerim, uluslararası düzlemde bir pazarlık yapıyorsunuz" diyor. Ama orası bana lazım diyorum. Demek ki uluslararası bir düzlemmiş o yapılan pazarlık.

ODTÜ maceralarının son durağı meşhur yoldu, meşhur yol... Yoksa o meşhur yolda benim hiçbir sıkıntım yoktu. Rahmetli olmuş Haluk Alatan'dan, Raci'den başlayan ve o kentin ihtiyacı olan bir yola, ne yazık ki sonunda yalnız adam olarak kaldım. O da beni kırmıştır birçok yerde öyle söyleyeyim.

Çizgiler devam ediyor. Yalnız çizgiyle ve maketle yapılmış bir kent ... Ama düşünce var. Sonunda çok mutlu oldum. Orada yarattığım bir mekana metro durağı gelmiş. Bunlar beni mutlu ediyor. Ama öğrencilerime karamsarlık aşılamam. Öğrencilerime hep bir Polyannacılık oynarım, öyle diyeyim. Bunların hepsi içinden geçtiğim süreçler. Hepsinde bir mekan var ama mekan yoksa ben yokum ve çizgi var. İlyada'nın mekana yansıtılmasını ben yaptım, başkası değil. Okuyarak, buradaki dizeler İlyada'dandır, Sarıkamış'taki saçma sapan haritalardan Sarıkamış Savaşı'nı ben çıkardım. Genelkurmay bir harita verdi, dökülüyordu öyle paçavra. Bu olmadı bu üniversite ama plancı yaklaşımıyla tasarımcı yaklaşımının farkını lütfen görün. Burada birlikte çalıştık İlhan Hocam'ın liderliğinde, bunu önerdim ben. Tekrar at yarışı pistini... Neyse hocalar itiraz etmediler ama kimse bir şey ya... Bir şey demeniz lazım, sözler olmuyor bu. Bütün yaptığım işlerde buna baktım. Soldaki plancının çizdiği niye öyle olmuyor? Öğretmiyor muyuz acaba Lefebvre'le uğraşırken bunları. Niye Roma'nın göbeğinde bu doku oluyor da, aslında bildiğiniz kötü apartmanlar; herhalde Sicilyalı müteahhitler ama bir çarşısı var ya, yol boyu ticaret değil. Bu kadar zor mu bunları üretmek? Bunları ille neoliberal dünya mı bunu yapıyor ya da bir plancı şu üsttekini niye çiziyor? Niye bir etüt yapmıyor? Biz buna Tris Canebo Hocamızdan öğrendik. Kintergarden of design demiş. Bugün benim eğitimim bunun üzerinde sürüyor. Kintergarden of design...

İki şey üzerinde duruyorum bütün o felsefi tartışmalarda, bir tanesi çok hoşuma gitti. Dingan zinch, demiş Kant. Yani kendinde şey. Öbürü de da sein. Varlık. Varlıkla kendinde şey arasında bir dünya içinde dolaşıyoruz. Yaptığımız bütün çalışmalar bunun üzerinedir benim. Ben çocuklarımla bunu tartışırım. Kaos kuramı denmişse kaos kuramı nasıl biçimlendirilir? Ben bunu sorarım Jackson Pollock'un tablolarında ya da "görünmez kentleri resmedin bakayım" derim.

Okuyorsunuz hepiniz ya da Alice'le başlarım işe. Alice Müthiş bir mekan şeyi aslında, çocuk romanı falan değil. Işığın resmi olur mu? Sesin resmi olur mu? Harf nedir? İletişim nedir? Araziyle nasıl baş edilir? Ankara'nın bir bölümünde uluslararası toplum için yeniden tasarlanabilir mi? Tramvay niye yoktur Ankara'da? Bu soruları ne zaman soracağız biz? Dünyayı kurtarırken soramıyoruz bu sorunları. Dışarıda var bu örnekler. Geldim geldim, son çalışmamızda da şöyle bir oyun oynadık. Hans Poelzig'in iki tane binası Ankara için tasarlanmış, yapılmamış. "Bunları koyacaksınız" dedik. İki, dedik ki: Bauhaus kapandı ya, Ankara'da şube açıyor. Başka bir dünya yaratmak ya da yakalamak demektir diye düşünüyorum. Şimdi çivi yazısından yüzyıllık Bauhaus'a geldik. Planlama camiası hiç, atladı. Kimse konuşmadı bile.

Sonuç olarak kaç tür plancı var bilmiyorum. Bunu dert etmeyeceğim artık. Yani akademiayla meslek alanı birleşir mi? Bırakıyorum bu konuyu. Araştırmayı bir konu varsa yapıyorum. Yayın dünyası "yaptıklarımla ilgilenir mi?" diye ilgilenmiyorum. Dış dünya

gündeminde ne varı hiç merak etmiyorum artık, etmiyorum. Benim gündemim farklı çünkü. Madem mekan üretilir, iyi mekan nasıl üretilir? Ben bu kaygımı sürdüreceğim. Benim için kulak memesi kıvamıdır rakamlar. Kendimi orada varlık ile kendinde şeye verdim. Gestalt ilkeleriyle ilgileniyorum ve çizgiyi çok önemsiyorum. Kim yaptığı düşünceyi çizgisiyle anlatan bana bir meslek alanı gösterin. Yani mağara resimlerinden, Einstein'ın mekan kurgusuna kadar sözle olmuyor bu. Onun için çizgiyi ben başlı başına müthiş bir kavram olarak gördüm.

Prof. Dr. Ruşen KELEŞ (Oturum Başkanı): Baykan Günay'a çok teşekkür ediyoruz. Çok uzun olmayan meslek yaşamına çok önemli hizmetler sığdırdığı çok açık bir şekilde anlaşılıyor. Bunların analizini başarıyla yaptı.

Şimdi 3 konuşmacımız da konuşmalarını tamamlamış oldular. Yöneticilerin bana bildirdiklerine göre zaman bakımından büyük sıkıntı içerisinde değiliz. Dolayısı ile üç