• Sonuç bulunamadı

Vezirlik Müessesesinin Mâhiyeti

C. İslâm Tarihinde Vezirlik Müessesesinin Ortaya Çıkışı ve Mâhiyeti ve Mâhiyeti

2. Vezirlik Müessesesinin Mâhiyeti

İslâm tarihinde Abbâsîler’le birlikte ortaya çıkan vezirlik müessesesi ilk dönemlerde basit bir kurum olarak varlığını devam ettirmiş, zamanla sistemli ve kuralları daha belirgin bir yapı haline gelmiştir. Bundan dolayı vezirliğin tanımı ve çeşitleri, vezirlerin nitelikleri, yetki ve sorumlulukları, halife ve sultana karşı yükümlülükleri gibi vezirlik kurumunun nazarî yönlerine dair düşünce ve fikirler nisbeten geç tabir edilebilecek dönemlerde telif edilmiştir.3 Bu noktada Mâverdî (ö.

1 Bosworth, “Banû Wahb”, EI2, XI, 33-34. Ayrıca bk. Yılmaz, Mu‘tazıd ve Müktefî Döneminde Abbâsîler, s. 90-92; al-Hasan, “The Financial Reforms of The Caliph Al-Mu‘tadid (279–89/892–901)” s. 9-13.

2 Zaman, “Wazîr”, EI2, XI, 186. Ayrıca bk. Lambton, “The Internal Structure of the Saljuq Empire”, s.

213; Aykaç, Abbâsi Devleti’nin İlk Dönemi, s. 10; Ayaz, Memlükler Döneminde Vezirlik, s. 29; a. mlf.

“Vezir”, DİA, XXXXIII, 80.

3 Dûrî, en-Nüzumu’l-İslâmiyye, s. 197.

40 450/1058) ve çağdaşı Hanbelî hukukçusu Ebû Ya‘lâ el-Ferrâ’nın (ö. 458/1066) vezirlik kurumunun mâhiyetine dair ortaya koymuş oldukları düşünceler önem arz etmektedir.

Mâverdî, Kâim-Biemrillâh tarafından 422 (veya 423/1032), 428 (1037) ve 435 (1043-1044) yılları arasında Büveyhî emîrleri Ebû Kâlîcâr (436-440/1044-1048), Celâlüddevle (416-435/1025-1044) ve Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’e (431-455/1040-1063) elçi olarak gönderilmiş, İbnü’l-Müslime’nin 437/1045 resmen halifenin vezirliğine tayin edilmesiyle siyasî ve idarî görevlerinden ayrılmıştır. Bundan sonraki süreçte tedris ve telif faaliyetleriyle ilgilenen Mâverdî, 450/1058 yılında Bağdat’ta vefat etmiştir.1

Kâdılkudât Ebû Abdullah İbn Mâkûla’nın yanında şâhitlik (noterlik) yapan Ferrâ, İbn Mâkûla’nın 447/105 yılındaki vefatı üzerine Dârülhilâfe ve Harîm [Bağdat’ta bir semt?] kadılıklarına tayin edilmiştir. Sonraki yıllarda diğer bazı bölgelerin de yargı işleriyle ilgilenen Ferrâ, görev yaptığı süre zarfında ilmî ehliyetinin yanı sıra, titiz tavrı sebebiyle Kâim-Biemrillâh’ın güven ve iltifatına mazhar olmuş ve 458/1066 yılındaki vefatına kadar bu görevlerini devam ettirmiştir.2

el-Ahkâmü’s-sultaniyye isimli eserinde imâmet bahsinin ardından “Vezirliğe Tayin Hakkında” ismini taşıyan ikinci başlıkta, vezirliği tefvîz ve tenfîz şeklinde ikiye ayıran Mâverdî, vezirlerin yetki ve sorumlulukları hakkında bilgiler verdikten sonra, bu görevlere tayin edilme şartları ve her iki vezirliğin arasındaki farklar üzerinde durmuştur. Bu bilgileri, daha sonra Kâim-Biemrillâh’ın veziri İbnü’l-Müslime’ye veya Büveyhî emîri Celâlüddevle’nin (416-435/1025-1044) veziri Hibetullah b. Ali b. Mâkûlâ’ya yazıldığı sanılan3 Edebü’l-vezîr isimli eserinde teferruatlı bir şekilde yeniden ele alan Mâverdî, burada ayrıca vezirliğe tayin edilen kişilere bazı nasihatlerde bulunmuştur. Mâverdî’nin zikrettiği hususlar, çağdaşı Ferrâ tarafından, Mâverdî’ninki ile aynı ismi taşıyan, el-Ahkâmü’s-sultâniyye isimli

1 Geniş bilgi için bk. Kallek, “Mâverdî”, DİA, XXVIII, 180-186.

2 Geniş bilgi için bk. Kallek, “Ebû Ya‘lâ el-Ferrâ”, DİA, X, 253-255.

3 Kallek, “Mâverdî”, DİA, XXVIII, 181. Kallek, eserde sık sık melik kavramınn kullanıldığını ve bu kavramla da Büveyhî emîrlerine işarette bulunulduğunu göz önünde bulundurarak, ikinci ihtimalin daha güçlü olduğunu söylemektedir. Bk. “Mâverdî’nin Ahlâkî, İçtimaî, Siyasî ve İktisadî Görüşleri”, s. 225.

41 eserde de dile getirilmiştir. Mâverdî ile Ebû Ya‘lâ’nın el-Ahkâmü’s-sultâniyeleri arasındaki muhteva, metin ve tertib açısından yakın benzerlikler, birbirinin çağdaşı olan yazarların eserlerini telif ederken hangisinin diğerinden istifade ettiğine dair tartışmaları da beraberinde getirmiştir.1

Mâverdî’nin tasnifine göre tefvîz ve tenfîz olmak üzere iki çeşit vezirlik uygulaması vardır. Kılıç ve kalem yeterliliğine sahip olması gereken tefvîz veziri, yetki ve görevleri itibariyle diğerine göre daha geniş ve önemlidir.2 Halife tefvîz vezirliğine tayin edeceği kişiye “Seni kendime nâib tayin ettim.”, “Bütün işlerimde benim nâibim ol.” şeklinde hitap ederek onu bu göreve getirmelidir.3 Devlet işlerini yerine getirmede halifenin vekili sayılan tefvîz veziri, Kureyş’e mensub olma dışında, halifede aranan şartları taşımalı, ayrıca savaş ve haraç vergisi gibi konularda da bilgi sahibi olmalıdır. Tefvîz vezirliğine tayin edilen kişi, uhdesinde bulunan görevleri kendisi yerine getirebileceği gibi, gerektiğinde bir vekil de tayin edebilir. Ancak yetkisi dâhilinde olan, özellikle haraç vergisiyle ilgili konuları iyi bilmeli ki, vekil tayin edeceği kişinin de bu işlerden anladığını bilebilsin.4 Tefvîz veziri devlet işleriyle ilgili kendisi karar verebilir ve gerektiğinde devlet kademesinde görevlendirmeler yapabilir. Mezâlim mahkemelerinin başkanlığını üstlenebilir. Bizzat savaşta orduya komutanlık yapabilir. Bir başka ifadeyle, tevfîz veziri, veliaht tayin etme, halktan kendisinin azledilmesini talep etme ve halifenin tayin ettiği bir kişiyi azletme gibi halife için geçerli olan şartlar dışında bütün işlerde tam bir selâhiyete sahiptir.5

İşleri yürütmek olarak da tavsif edilebilecek tenfîz vezirliğine tayin edilen kişiler ise yetki ve sorumlulukları itibariyle daha zayıftır. Bu kişilerin temel görevi, halife ile idareci ve reâyâ arasında bir vasıta olmak ve halifenin emirlerini yerine getirmektir. Gayr-i müslimlerin ve kölelerin de tayin edilebildiği tenfîz vezirliği için kalem ve kılıç yeterliliği gibi şartlar aranmamaktadır. Ayrıca tefvîz vezirliğinden farklı olarak, tenfîz vezirliğine aynı anda birden fazla atama yapılabilir. Yani tefvîz

1 Bu tartışmalarla ilgili bk. Yûzbekî, el-Vizâre, s. 281-282; Erkal, “el-Ahkâmü’s-sultâniyye”, DİA, X, 556-557.

2 Bk. el-Ahkâmü’s-sultâniyye, s. 39; a. mlf. Edebü’l-vezîr, s. 65.

3 Bk. el-Ahkâmü’s-sultâniyye, s. 40-41; a. mlf. Edebü’l-vezîr, s. 137.

4 Bk. el-Ahkâmü’s-sultâniyye, s. 39.

5 Bk. el-Ahkâmü’s-sultâniyye, s. 41-42.

42 veziri bir tane olurken, tenfîz veziri ise zamanın şartlarına birkaç tane olabilir.

Tefvîz veziri yaptığı işlerden sorumlu iken, tenfîz veziri ise kendisine verilen emirleri yerine getirmekle yükümlü olduğu için her hangi işten dolayı sorumlu tutulamaz.1

Mâverdî ve Ferrâ’nın dışında benzer konuları ele alan bir diğer müellif Ebû Mansûr es-Seâlibî’dir (ö. 429/1038). Nişâbur’da dünyaya gelen Seâlibî, ellili yaşlarında iken önce Cürcân’a, daha sonra da Harizm’de hüküm süren Me‘mûnî hanedânının üçüncü emîri II. Me’mûn’un daveti üzerine Gürgenç’e gitmiş ve buradaki ikâmeti sırasında İbn Sinâ ve Bîrûnî ile görüşmüştür. Bir ara Gazne’ye giderek burada beş yıl kalan Seâlibî, ömrünün sonlarına doğru tekrar Nişâbur’a dönmüş ve son birkaç eserini 424-429/1033-1038 yılları arasında bulunduğu Nişâbur’da kaleme almıştır.2

Tuhfetü’l-vüzerâ ismiyle telif ettiği kitabında vezirliği “mutlak” ve “mukayyed”

şeklinde isimlendiren Seâlibî, mutlak vezirliği Mâverdî’deki gibi tefvîz veziri olarak tavsif etmekte, mukayyed vezirle ilgili ise her hangi bir açıklama yapmamaktadır.

Ancak Mâverdî’nin, tefvîz ve tenfîz vezirlerinin tayinleri, görev ve yetkileriyle ilgili zikretmiş olduğu hususların benzerlerini Seâlibî’nin de aktardığı göz önünde bulundurulursa, mukayyed vezirliğin, Mâverdi’deki tenfîz vezirine tekabül ettiği söylenebilir.3

Mâverdî’nin vezirliği tasnif ederken kullanmış olduğu bu iki ibarenin aslı ve tarihsel süreçteki kullanımı ile ilgili şu ana kadar araştırmacılar tarafından tatmin edici bir açıklama yapılamamıştır. Bununla birlikte, Abbâsîler döneminde görev yapan bazı vezirlerin sahip oldukları güç ve yetkiler sebebiyle tefvîz veziri olarak kabul edildiği görülmektedir. Nitekim Yıldız, Hârûnürreşîd’in iktidarını borçlu olduğu ve sınırsız yetkilerle kendisine vezirlik payesi verdiği Bermekî ailesinden Yahyâ b. Hâlid’in tefvîz vezirliği için güzel bir örnek olabileceğini dile getirmektedir.4 Bermekî ailesinin dışında, Me’mûn tarafından çıkarılan bir tevkî‘ ile askerî ve idarî yetkilerin büyük bir kısmının kendisine tevdi edildiği Fazl b. Sehl ile

1 Bk. el-Ahkâmü’s-sultâniyye, s. 44-47; a. mlf. Edebü’l-vezîr, s. 136-138.

2 Geniş bilgi için bk. Topuzoğlu, “Seâlibî, Ebû Mansûr ” DİA, XXXVI, 236-239.

3 Bk. Tuhfetü’l-vüzerâ, s. 53-54.

4 Bk. “Abbâsîler” DİA, I, 38.

43 Mu‘temid’in vezirliğini yapmış olan Ebü’s-Sakr İsmâil b. Bülbül’ün (ö. 278/891) isimleri de bu minvalde zikredilmektedir.1

Daha sonraki dönemlere gelindiğinde de bazı vezirlerin yetkileri bakımından benzer özellikler taşıdığı görülmektedir. Meselâ Muktedir tarafından iki defa vezirliği tayin edilen Ali b. İsâ, ileride detaylı bir şekilde zikredileceği üzere, gerek divanların idaresi ve vergilerle ilgili gerçekleştirdiği düzenlemeler gerekse Dîvânü’l-mezâlim’e başkanlık yapması gibi sebeplerden dolayı kendi dönemindeki vezirlere nazaran daha etkin bir konuma sahip olmuştur. Bu dönem vezirlerinden İbnü’l-Furât’ın da güç ve yetki bakımından Ali b. İsâ’ya benzediği söylenebilir.

Selçuklu nüfuzu sonrası dönemde görev yapan Abbâsî vezirlerinden Ebü’l-Muzaffer İbn Hübeyre ve İbnü’l-Alkamî’nin de geniş yetkilere sahip oldukları ve devlet işlerinde diledikleri tasarruflarda bulundukları zikredilmektedir.

Vezirliğin tefvîz ve tenfîz şeklinde tasnife tabi tutulmasının bizim çalışmamız açısından önemi, bu tasnifi yapan Mâverdî’nin, Kâim-Biemrillâh döneminin çağdaşı olması ve Selçuklu nüfuzunun arefesinde, yukarıda da zikredildiği üzere, bizzat halife tarafından birkaç kez elçi olarak görevlendirilmesidir. Dolayısıyla halifenin çok yakınında bulunması ve vezirin görevleri arasında sayılabilecek elçilik vazifesini üstlenmesi, Mâverdî’nin vezirlik müessesesinin işleyişini yakînen bilen bir şahsiyet olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte Abbâsîler döneminde vezirliğe tayin edilen şahıslar için, Mâverdî’nin yaşadığı dönem de dâhil olmak üzere, tarih kaynaklarında fiilî/pratik olarak tefvîz veya tenfîz veziri şeklinde bir ayrımın veya isimlendirmenin yapılmadığı ve halifelerin aynı anda iki tane vezir görevlendirmediği görülmektedir. Sadece Büveyhî emîrlerinden Adûdüddevle (338-372/949-983), Fahrüddevle (373-387/983-997), Samsâmüddevle (372-388/983-988) ve Bahâüddevle’nin (379-403/989-1012) aynı anda iki tane vezir görevlendirdiği bilinmektedir. Ancak hemen belirtilmesi gerekir ki, bu kişilerin tefvîz veya tenfîz veziri olduklarına dair ilgili kaynaklarda her hangi bir açıklama yapılmadığı gibi, bu uygulama da âdet haline gelmemiş ve diğer Büveyhî emirleri kendileri için bir tane vezir görevlendirmiştir.2

1 Ayaz, “Vezir”, DİA, XXXXIII, 80-81.

2 Geniş bilgi için bk. Zehrânî, Nizâmü’l-vizâre, s. 88-92.

44 Tefvîz vezirinin özellikleriyle ilgili Mâverdî’nin, aynı anda birden fazla vezirin görevlendirilemeyeceği, halife tarafından tayin edilip yine halife tarafından azledilebileceği, Dîvânü’l-mezâlim’e vezirin başkanlık yapabileceği ve ordunun başında savaşa katılabileceği şeklinde saymış olduğu şartlar bakımından incelediğimiz dönemde görev yapan vezirlerin genel olarak tefvîz vezirine tekabül ettiği ifade edilebilir. Ancak bir kez daha vurgulamak gerekirse, bu vezirlerin sahip oldukları güç ve yetki bakımından zaman zaman birbirinden ayrıldığı, bundan dolayı da söz konusu vezirlerin tefvîz vezirine benzetilmesinin dışarıdan yapılan bir bakış açısını yansıttığı unutulmamalıdır.