• Sonuç bulunamadı

Vezirlik Müessesesinin Ortaya Çıkışı

C. İslâm Tarihinde Vezirlik Müessesesinin Ortaya Çıkışı ve Mâhiyeti ve Mâhiyeti

1. Vezirlik Müessesesinin Ortaya Çıkışı

İslâm dünyasında vezirlik kurumunun Abbâsîler zamanında ortaya çıktığı ve devlet bürokrasisinde çok önemli görevleri yerine getirmeye başladığı genellikle kabul edilen bir görüş olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca söz konusu kelimenin ıstılahî anlamında da bir ittifakın olduğu görülmektedir. Buna göre vezir, halife veya padişahın hemen hemen bütün işlerini yerine getiren ve hükümdarlıkla ilgili

1 Kâim-Biemrillâh dönemiyle ilgili ikinci yüksek lisans tezine bütün çabalarımıza rağmen ulaşamadığımızı belirtmeliyiz. Bk. Maşide Kamit, Büveyhîlerden Selçuklu Hâkimiyetine Geçiş Süreci:

Kâim-Biemrillâh Dönemi (Yüksek Lisans Tezi, Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü), Konya 2014.

26 konularda görüşleri ve uygulamaları ile hükümdara yardımcı olan kimse anlamına gelmektedir.1 En yüksek devlet memuru konumunda olan vezir, icrâî, teşrîî ve kazâî selahiyetleri kayıtsız ve şartsız elinde bulundurarak hükümdarın vekili sıfatı ile devletin bütün işlerini sevk ve idare eden kimsedir.2 Vezir kelimesinin ıstılahî anlamı ve vezirin selâhiyeti ile ilgili bu genel kabule karşın, vezirliğin İslâm toplumunda ne zaman ortaya çıktığına dair kaynaklarda doğrudan bir bilgiye yer verilmemiş olması, bu kurumun menşeine dair tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Bu konuda öne sürülen iddiaları temelde iki kategoride incelemek mümkündür: İlk iddiaya göre söz konusu kelimenin kökeni Farsça’dır ve müslümanlar, bu kurumu bürokrasisi oldukça gelişmiş olan Sâsânîler’den (261-651) miras almışlardır. İkinci görüşe göre ise vezir kelimesi Arapça kökenlidir, zira farklı formlarda Kur’an-ı Kerim’de ve Hz. Peygamber’in hadislerinde geçmektedir. Ayrıca İslâm’dan önce de Araplar tarafından bilinen bu kurum İslâm tarihinin sonraki dönemlerinde müesses bir yapı haline gelmiştir.

Bu iki temel görüş etrafında şekillenen tartışmaların detayına girmeden önce vezir kelimesinin lügat anlamı üzerinde durmak faydalı olacaktır. Ayaz’ın3 da belirttiği gibi vezir kelimesinin kökeniyle söz konusu kurum arasında bazı araştırmacılar benzerlik kurmak suretiyle kendi görüşlerini delillendirmeye çalışmışlardır.

Vezirliğin menşei konusunda ileri sürülen görüşlerden birincisine göre, vezir kelimesi, eski Farsça yani Pehlevice’de kullanılan ve karar vermek ve hükmetmek anlamlarına gelen vicira veya v(i)cir kelimelerinden türemiş, dolayısıyla müessese olarak da Sâsânîler’in devlet teşkilatından alınmıştır.4 Bu görüşü kabul eden bir kısım araştırmacılar söz konusu kurumun İran menşeli olduğunu kabul etmekle birlikte, vezir kelimesinin yardımcı anlamıyla Araplar arasında daha önceden kullanıldığını söylemiştir. Meselâ Corci Zeydan, vezir kelimesinden maksat

1 Ahmed Âsım Efendi, Kâmus Tercümesi, II, 142. Mağrib ve Endülüs’te kurulan devletlerde vezirlere hâcib isminin de verildiği söylenmiştir. Bk. Pakalın, Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, III, 589-590.

2 “Vezir”, İA, XIII, 309; Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti Teşkilâtına Medhal, s. 6

3 Bk. “Abbâsîler’den Mısır’da Kurulan Hanedanlara Vezirlik Müessesesi”, s. 118.

4 Bowen, The Good Vizier, s. 14; Hitti, İslâm Tarihi, II, 452, 490; Lewis, The Arabs in History, s. 89;

Barthold, İslâm Medeniyeti Tarihi, s. 301; “Vezir”, İA, XIII, 309-310. Ayrıca bk. Hasan İbrahim Hasan, İslâm Tarihi, III, 71; Abbâdî, Fi’t-târîhi’l-Abbâsî, s. 34; Sâlim, el-Asrü’l-Abbâsiyyü’l-evvel, s. 251; Yıldız,

“Abbâsiler Devri”, DGBİT, III, 317.

27 halifenin kendisine arka çıkacak bir başka kişiden yardım alması ise, o zaman vezirliğin İslâm’ın ilk dönemlerinden itibaren mevcut olabileceğini dile getirmiştir.1 Kremer de benzer hususa işaret ederek, bir meslektaş/yardımcı edinme zaruretine dayananan vezirlik kurumunun menşe itibariyle tamamen Arap kökenli olduğunun kabul edilebileceğini belirtmiştir. Ancak Kremer, kurumsal bir yapı olarak vezirliğin yabancı bir etkileşim[in ürünü] olduğunu ve İran etkisinin hissedilmeye başlanmasıyla birlikte müslümanlar arasında ilk defa Abbâsîler döneminde tesis edildiğini, dolayısıyla vezirliğin İran menşeli kurumlardan birisi olduğunu söylemiştir.2

Vezir kelimesinin kökenine yönelik ortaya atılan yukarıdaki iddialara Sprengling ve Dûrî’nin yöneltmiş oldukları eleştiriler dikkat çekmektedir. Sprengling, İslâm dünyasında vezirin konumunun, faaliyetlerinin ve vezir kelimesinin Farsça’dan Arapça’ya geçmiş olabileceğini, ancak bu etkilenmenin ne zaman, nerede ve nasıl gerçekleştiğine dair şu ana kadar bir sonuç elde edilemediğini, muhtemelen eldeki bilgilerle de bir neticeye varılamayacağını dile getirmiştir.3

Dûrî ise vezir kelimesiyle bu kelimenin Farsça’daki karşılığı olarak ileri sürülen vicira (veya v(i)cir) kelimeleri arasındaki [şekil bakımından] benzerliğin Araplar’ın söz konusu kelimeyi Farsça’dan iktibas ettiklerine dair delil olarak ileri sürülemeyeceğini söylemiştir. Dûrî ayrıca, Pehlevîce’de vezirlik için başka bir kelimenin (wazurg-framâhar) kullanıldığını belirterek, Arap dilcilerinin diğer dillerden Arapça’ya intikal eden kelimelerin köklerini özellikle zikretmeye çalıştıklarını, ayrıca bu dilcilerin hem Kur’ân’da geçen hem de İslâm’ın ilk dönemlerinden itibaren müslümanlar tarafından kullanılan vezir kelimesinin kökeninin Arapça olduğunu ittifakla kabul ettiklerini söylemiştir.4 Dûrî’nin konuyla

1 Corci Zeydan, İslâm Medeniyeti Tarihi, I, 202-203. Ayrıca bk. Yûzbekî, el-Vizâre, s. 18 vd.; Kürevî, Nizâmü’l-vizâre, s. 13-14, 28; Zaman, “Wazîr”, EI2, XI, 185.

2 Kremer, Contributions to the History of Islamic Civilization, s. 243-244; a. mlf. The Orient under the Caliphs, s. 220. Kremer’in dile getirdiği bir hususa daha işaret edilmelidir. Kremer başta Spreingling olmak üzere diğer araştırmacılardan farklı olarak, vezir kelimesinin son zamanlara kadar Arapça olarak kabul edildiğini, ancak yapılan filolojik çalışmalardan sonra söz konusu kelimenin kökeninin “şüpheye mahal vermeyecek” bir şekilde Pehlevice olduğunun kanıtlandığını ileri sürmüştür.

3 Bk. “From Persian to Arabic”, s. 332, 334. Springling, kendisinin görebildiği kadarıyla, sadece bir yerde vezir kelimesinin “hâkim” anlamında kullanıldığını söylemiştir.

4 Bk. en-Nüzumu’l-İslâmiyye, s. 183, 185. Subhi Salih de vicira (veya v(i)cir) kelimesinin “hâkim” veya

“hakem” anlamına geldiğini bundan dolayı söz konusu kelimeyle vezirlik arasında büyük bir fark

28 ilgili işaret ettiği bir başka husus, Araplar’ın yazı sanatında zayıf oldukları için vezirliğin Farslar’a nisbet edildiğinin iddia edilmesidir. Bunun doğru bir tesbit olmadığını belirten Dûrî, Abbâsiler’in edebiyat ve kültürle Emevîler’e kıyasla daha fazla ilgilendiğini, hatta bazı Araplar’ın Emevîler döneminde yazıyla uğraştığını, Abbâsîler dönemine gelince bu kişilerin ön plana çıktıklarını ifade etmektedir.

Üzerinde durulması gereken önemli bir husus da bu dönemde yazı dilinin Arapça olmasıdır.1 Sâsânî idarî sisteminde, Abbâsîler’de olduğu gibi, bütün birimlerin tek bir şahısta toplandığı bir makamın bulunmadığını belirten Morony ise, Abbâsîler’deki vezirlik kurumunun Sâsânîler’den intikal ettiğini iddia eden araştırmacıların, Nizâmülkmülk’ün Siyâsetnâme’sinde aktarmış olduğu bilgiden etkilendiklerini söylemektedir.2 Buna göre Emevî halifelerinden Süleyman b.

Abdülmelik (96-99/715-717), bir komutanının tavsiyesiyle Belh’te ikamet eden ve babaları ve dedeleri Sâsânî kisrâlarından Erdeşîr-i Babekan’ın (M. 226-240) vezirliğini yapmış olan Ca‘fer el-Bermek’i kendisine vezir olarak tayin etmek istemiş, bunun için onu Dımaşk’a davet etmiştir. Siyâsetnâme’de, Dımaşk’a gelerek Süleyman b. Abdülmelik’le görüşen ve onun beğenisini kazanan Ca‘fer el-Bermek’in vezirliğe tayin edilip edilmediğine dair bir bilgi yer almamaktadır.3 Ancak Ca‘fer el-Bermek’in Hârûnürreşîd’in meşhûr veziri Yahyâ b. Hâlid’in oğlu olması muhtemeldir. Diğer taraftan vezirlik müessesesinin İslâm toplumunda resmî bir kurum olarak Abbâsîler’le birlikte ortaya çıktığı göz önünde bulundurulursa, söz konusu hadisenin erken bir döneme tekabül ettiği görülmektedir. Dolayısıyla Siyâsetnâme’de geçen bilginin sıhhati konusunda ihtiyatlı olunmalıdır.

Vezir kelimesinin ve vezirlik müessesesinin kökenine dair yukarıdaki yorumlardan farklı olarak başka görüşler de ileri sürülmüştür. Meselâ Christensen, halifeler [Abbâsîler] zamanında ve daha sonraki İslâm devletlerinin tamamında bulunan reîsü’l-vüzerâ ile Sâsânîler’de hükümdarın mührünü taşıyan ve “wazurg-framâhar” olarak bilenen vekilin konumunun tamamıyla aynı olduğunu iddia

olduğunu söylemiştir. Bk. İslam Kurumları, s. 181 “Wazurg-framâhar” kelimesinin Farsçada vezir için kullanılmasıyla ilgili bk. Taberî, Târîh, II, 80.

1 Dûrî, İlk Dönem İslâm Tarihi, s. 51.

2 Bk. Iraq after the Muslim Conquest, s. 71.

3 Nizâmülmülk, Siyasetnâme, s. 238-245.

29 etmiştir.1 Ancak Goitein, Sprengling’in yukarıda zikredilen görüşünü dile getirerek, bu iki kurum arasındaki benzerliği ortaya koyacak delil olmadığı için Christensen’in

“wazurg-framâhar”ın vezirliğin bir prototipi olduğuna dair ileri sürdüğü iddiayı delillendirmek için söz konusu kurumla, Mâverdî’nin vezirliği tarif ederken kullanmış olduğu bilgileri eşleştirme yoluna gittiğini, dolayısıyla bu iddianın kabul edilmesinin mümkün olmadığını söylemiştir.2

Cevherî’de yer alan bir kayıttan hareketle Hire krallarının vezirlik kurumunu redif adı altında Sâsânîler’den aldıklarını dile getiren Enger3 ise bu uygulamanın, Abbâsiler’deki vezirlik müessesesinin kökenini teşkil ettiğini ileri sürmüştür.

Cevherî ridf kelimesiyle ilgili olarak cahiliye döneminde ridfin, kralın sağ tarafına oturduğunu, kral savaşa giderse onun yerine geçtiğini ve dönünceye kadar kralın halifesi sayıldığını aktarmaktadır.4 İbn Manzûr, buna ek olarak ridfin görevine ridâfe dendiğini, konumunun da İslâm devletlerindeki vezire tekabül ettiğini söylemektedir.5

Vezir kelimesinin düşük rütbeli köy yöneticisi anlamına gelen Ârâmice

“gezirpat” isminden Farsça’ya intikal etmiş olabileceği de dile getirilmiştir.

Nöldeke bu kavramın Talmut’ta da geçtiğini ve Sâsânîler zamanında vezirin (prime minister) dışında diğer bütün üst düzey yöneticiler için kullanılmış olabileceğini söylemiştir.6 Ancak Christensen, Sâsânîler zamanında hükümdarın tahta çıkmasıyla bazen vezirlerin ve kâtiplerin değiştiğine işaret ederek halen ismi Pehlevîce olan bu makamların tam olarak bilinmesinin mümkün olmadığını ifade etmiştir.7

Kelimenin kökenine dair diğer kaynaklardan farklı olarak Seâlibî’nin Tuhfetü’l-vüzerâ isimli eserinde zikredilen bir başka görüş daha dikkat çekmektedir. Buna

1 Christensen, Îrân fî ahdi’s-Sâsâniyyîn, s. 102. Ayrıca bk. Köprülü, Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Etkisi, s. 45; “Vezir”, İA, XIII, 310; Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti Teşkilâtına Medhal, s. 6 dn. 6.

2 Goitein, “The Origin of the Vizirate”, s. 168.

3 Bk. “Ueber das Vezirat”, s. 240. Ayrıca bk. Alaslan, “İslâm Devletlerinde Vezirlik Müessesesine Genel Bir Bakış”, s. 3. Yûzbekî ise Sourdel’e (Le Vizirat, I, 42) dayanarak idarî işlerde Sâsânîler’e yardımcı oldukları için Lahmîler’in ridf olarak isimlendirildiğini söylemiştir. Bk. Yûzbekî, el-Vizâre, s. 17. Hâlbuki bu iddia Sourdel tarafından değil Enger tarafından dillendirilmiştir.

4 Bk. Sıhah, IV, 1363.

5 Bk. Lisânu’l-Arab, IX, 116.

6 Geniş bilgi için bk. Springling, “From Persian to Arabic”, s. 333, Goitein, “The Origin of the Vizirate”, s. 170; Yûzbekî, el-Vizâre, s. 17.

7 Christensen, Nöldeke’nin kendisine gönderdiği bir mektupta yukarıdaki görüşünden vazgeçtiğini bildirmiştir. Bk. Îrân fî ahdi’s-Sâsâniyyîn, s. 125, ayrıca bk. dn. 6.

30 göre vezir kelimesi Farsça asıllı olup sonradan Arapçalaşmış (muarreb), güç ve şiddet anlamını taşıyan ve bir kişiyi ilgilendiği işte güçlü kılmak anlamına gelen

“zûr” kelimesinden türemiştir.1

Vezirliğin menşei konusunda ileri sürülen görüşlerden ikincisine göre ise, vezir kelimesinin kökeni Arapça’dır ve sığınılacak yer (melce’) anlamında “vezer” veya ağır yük, günah, sorumluluk manasında “vizr” ya da güç, kuvvet ve dayanak anlamlarını taşıyan “ezr” kökünden türemiştir.2 Kaynaklarda kelimenin bu üç anlamıyla vezirin görevi ve hükümdarın vezirle olan ilişkisi arasında da bir bağlantı kurulmuştur. Birincisi, hükümdar [zaman zaman] devlet işlerini yürütürken vezirinin görüşlerine ve yardımına sığınır; ikincisi, vezir hükümdarın sorumluluğunu ve devlet işlerindeki yükünü hafifletir; üçüncüsü de nasıl ki bir bedenin güçlü ve kuvvetli olması sırtını dayayacağı şey ile kaim ise hükümdar da vezirine dayanır ve ondan destek alır.3

Başta Goitein olmak üzere bir kısım araştırmacılar, vezir kelimesinin Arapça kökenli olduğunu ve müessesenin Araplar’da daha önceden bilindiğini söylemektedirler. Goitein’in bu noktada dile getirdiği görüşleri genel olarak dört başlıkta ele almak mümkündür. Birincisi, Sâsânîler’in yıkılışının üzerinden yüz yıldan daha fazla bir süre geçtikten sonra kurulan Abbâsîler’in bu müesseseyi Sâsânîler’den hangi yollarla miras aldığına dair şu ana kadar hiç kimse net bir açıklamada bulun(a)mamıştır.4 İkincisi, vezir kelimesi farklı şekillerde Kur’an-ı

1 Seâlibî, Tuhfetü’l-vüzerâ, s. 22. Yûzbekî (el-Vizâre, s. 16) ve Alaslan (“İslâm Devletlerinde Vezirlik Müessesesine Genel Bir Bakış”, s. 2) ise Kalkaşendî’ye (Subhu’l-a‘şâ, V, 448-449) dayanarak vezir kelimesinin Farsça asıllı olup sonradan Arapçalaştırılan “Zûr” kelimesinden türediğini söylemişlerdir. Ancak Ayaz’ın da ifade ettiği gibi bu bilgi Kalkaşandî’nin söz konusu eserinde yer almamaktadır (“Abbâsîler’den Mısır’da Kurulan Hanedanlara Vezirlik Müessesesi”, s. 120). Vezir kelimesinin geçirdiği değişimle ilgili olarak kelimenin Farsça’dan Arapça’ya geçtikten sonra zaman içinde tekrar Farsça’ya intikal ettiğine dair başka bir görüş de dile getirilmiştir. Bk. “Vezir”, İA, XIII, 309-310.

2 Ezherî, Tehzîbü’l-lüga, IV, 3883; Cevherî, II, Sıhah, 845; Mâverdî, Edebü’l-vezîr, s. 64; a. mlf. el-Ahkâmü’s-sultâniyye, s. 33; Ferrâ, el-el-Ahkâmü’s-sultâniyye, s. 29; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, VI, 88-89;

Kalkaşendî, Subhu’l-a‘şâ, V, 448. Vezir kelimesinin yukarıda geçen her bir kökeni Kur’an’da zikredilmiştir. Bk. Kıyâme 75/11, İnşirah 94/2, Tâhâ 20/29, 31, Furkân 25/35.

3 Seâlibî, Tuhfetü’l-vüzerâ, s. 21; Mâverdî, Edebü’l-vezîr, s. 64; Ferrâ, el-Ahkâmü’s-sultâniyye; s. 29; İbn Talha el-Kureşî, el-İkdü’l-ferîd, s. 143. Vezir kelimesinin yardımlaşma anlamındaki muvâzera kelimesinden de türemiş olabileceği söylenmiştir. Bk. Mes‘ûdî, et-Tenbîh, s. 294. Subhi Salih ise halkın geçim işlerinde vezirlere başvurduğunu ve onlara sığındığını dile getirmiştir. Bk. İslam Kurumları, s. 181.

4 Goitein, “The Origin of the Vizirate”, s. 167. Yukarıda zikredildiği üzere Goitein’in burada ifade ettiği husus ondan daha önce Sprengling tarafından da dile getirilmiştir.

31 Kerim’de, bazı hadislerde1 ve şiirlerde2 yer almaktadır.3 Üçüncüsü, Araplar, İslâm öncesi Arap krallıklarında olduğu gibi Yunanlılar’da, Roma, Hindistan ve Çin imparatorluklarında vezirlik kurumunun varlığı ve işleyişi ile ilgili bilgilere sahiplerdi. Hatta Ebû Bekir, Ziyâd b. Ebîh (ö. 53/673) ve Muhtâr es-Sekafî (ö.

67/687) gibi bazı kişilere4 vezir unvanını vermişlerdi.5 Dördüncüsü de vezirlik kurumunun menşei, câhiliye dönemindeki Araplar’ın bazı uygulamalarıyla ilişkilendirilerek vezirliğin esasında Arap kabile geleneğinin bir uzantısı olduğu düşünülebilir. Goitein’e göre Araplar’ın kabile geleneğinde bir köle, bir çocuğun eğitimiyle veya efendisinin yetim kalan evladını korumakla görevlendiriliyordu. Bu noktada Arap kabile geleneği içindeki uygulama ile Abbâsî idarî teşkilatı için son derece önemli olan bu müessesenin temelini atan Halife Mansûr’un (136-158/754-775) uygulamaları arasındaki benzerlik dikkat çekmektedir. Şöyle ki, Mansûr veliaht oğlunu yetiştirmek ve devlet işlerinde kendi tecrübelerini ona aktarmak üzere valilik yapmış veya diğer resmî makamlarda görevlendirilmiş olan kişileri seçmiştir. Bu kişiler söz konusu görevi üstlendikten sonra oldukça karmaşık olan devlet işlerini veliahda öğreterek onların hizmetinde bulunmuşlardır. Daha sonra bu veliaht halife olunca kendisini yetiştiren kişi de hâciblerin başı unvanını almıştır.6

1 Bk. Ebû Dâvûd, “Harâc”, nr. 2932; Nesâî, Kitabu’s-süneni’l-kübrâ, IV, 434.

2 Bk. İbn Kuteybe, eş-Şi‘r ve’ş-şu‘arâ, s. 414; Taberî, Târîh, V, 280; Mes‘ûdî, et-Tenbîh, s. 293.

3 Goitein, “The Origin of the Vizirate”, s. 167

4 İbn Haldûn, Kisrâ, Kayser ve Necâşî’nin hükümdarı oldukları devletlerin durumunu bilen Araplar’ın Hz. Ebû Bekir’e Peygamber’in veziri ismini verdiklerini söylemektedir. Bk. Mukaddime, I, 484-485. Kettânî, Hz. Ebû Bekir’le birlikte Hz. Ömer’in de Hz. Peygamber’in veziri olduğunu nakletmiştir. Bk. et-Terâtibu’l-idâriyye, I, 17. Muhtar es-Sekafî’nin Muhammed b. Hanefiyye tarafından vezir olarak isimlendirilmesiyle ilgili bk. Belâzurî, Ensâb, VI, 386. Yine Hz. Ebû Bekir, Hz. Peygamber’in vefatından sonra Sakîfe’de yaptığı konuşmada vezir kelimesini kullanarak ensâra “Emirler bizden vezirler de sizden.” demiştir. Bk. Taberî, Târîh, III, 202. Ayrıca bk. el-İmâme ve’s-siyâse, I, 13. Kaynaklarda Hz. Osman ve Hz. Ali’nin de daha sonraki dönemlerde yaptıkları konuşmalarda vezir kelimesini kullandıklarına dair bilgiler bulunmaktadır. Bk. İbn Ebü’l-Hadîd, Şerhu Nehci’l-belâga, II, 135, VII, 33. Wellhausen, Harise b. Bedr’in Ziyâd b. Ebîh’i överek kendisini büyük bir vezir olarak vasıflandırmasından (Taberî, Târîh, V, 223) hareketle bu tabirin ilk defa burada geçmiş olabileceğini söylemektedir. Bk. Arap Devleti, s. 61 dn. 1. Ayrıca bk. Sourdel, Le Vizirat, I, 46-47. Goitein ise bu yaklaşımı tenkit ederek, vezir kelimesinin burada idarî /teknik anlamda değil, genel olarak yardımcı manasında kullanıldığını belirtmiştir. Bk. “The Origin of the Vizirate”, s. 171 dn. 1.

5 Goitein, “The Origin of the Vizirate”, s. 169. Vezir kelimesinin Emevîler dönemi boyunca farklı şekillerdeki kullanımları için bk. Sourdel, Le Vizirat, I, 54-55.

6 Goitein, “The Origin of the Vizirate”, s. 178, 191-193. Ayrıca bk. Kimber, “The Early Abbasid Vizierate”, s. 65

32 Vezir kelimesinin tekil veya çoğul olarak “yardımcı” anlamıyla Arap kökenli olduğunu söyleyen1 Sourdel ise, giderek daha karmaşık bir hale gelen devletin idarî ihtiyaçlarına cevap vermek amacıyla Abbâsîler’in böyle bir kurumu ihdas ettiklerini söylemektedir. Sourdel’e göre Goitein’in zikretmiş olduğu halifelerin çocuklarına özel bir hoca tutup onların yetişmelerini sağlamalarıyla ilgili uygulama, kurumun ortaya çıkışını ancak ikincil dereceden etkilemiştir.2

Vezir kelimesinin Arapça olduğunu söyleyen De Goeje ise diğer araştırmacılardan farklı olarak Abbâsîler’in bu kelimeyi önceden kâtip olarak isimlendirilen kişilere verdiklerini söylemiştir. Dolayısıyla ilk başta hükümdarın sadece yardımcısı olan Arapça (lügat anlamıyla yük taşıyan) vezir kelimesi, daha sonra Sâsânî kisrâlarının sekreteri olan dapurun yerini almıştır.3 De Goeje’nin işaret ettiği husus Goitein ve Dûrî tarafından da dile getirilmiştir. Dûrî Abbâsîler’in vezirlik kurumu ve vezirin görevleriyle ilgili net bir bilgiye sahip olmadıklarını, bundan dolayı ilk olarak tesis edildiğinde vezirliğin tam teşekküllü bir yapı olarak tasavvur edilmemesi gerektiğini vurgulayarak, söz konusu kurumun zaman içinde gelişerek Abbâsîler’in birinci asrının sonunda nihaî şeklini aldığını söylemiştir. Dûrî ayrıca, Ebü’l-Abbâs’ın halifeliğinden önce muhtemelen Fârisî gelenekten etkilenen Abbâsî davetçilerinin kendisine vezîru âl-i Muhammed ismini verdikleri Ebû Seleme el-Hallâl’ın4 (ö. 132/750) üstlendiği görevle, son Emevî kâtibi Abdülhamid

1 Bk. Le Vizirat, I, 58.

2 Goitein ve Sourdel’in konuyla ilgili yaklaşımlarını karşılaştıran Kimber, Goitein’in böyle bir uygulamanın Araplar’ın geleneğinde olabileceği ve özellikle kişisel hizmetin vezirliğin ortaya çıkışında önemli bir etkisinin olduğuna dair var sayımına Sourdel’in olumlu baktığını söylemektedir. Ancak Sourdel’in vezirlerin idarî fonksiyonuna ve esas olarak onların mesleki olarak yerine getirdikleri kâtiplik görevinin arka planına vurgu yaptığını belirten Kimber, Goitein’e nazaran onun söz konusu kurumla Sâsânî etkisi arasında bağ kurma noktasında daha istekli olduğunu söylemektedir. Sourdel’e göre bu basit bir taklit meselesi değil, daha ziyade benzer idarî ihtiyaçlara yine benzer bir kurumla cevap vermektir. Bundan dolayı dış görünüşlerinin önemli bir kısmını İran kültürünün oluşturduğu kâtip sınıfının bizatihi kendisi bu kurumun tesisinde etkili olmuştur. Bk. “The Early Abbasid Vizierate”, s. 65-66. Ayrıca bk. Sirry, “The Public Role of Dhimmîs during ‘Abbâsid Times”, s. 200.

3 Nicholson, Literary History of the Arabs, s. 256 dn. 2.

4 Dûrî, ilk Abbâsî veziri kabul edilen Ebû Seleme Hallâl’a vezîru âli Muhammed isminin verilmesinde Fârisî unsurun etkisinin olabileceğini, ancak bu durumun vezirlik görevinin ortaya çıkmasını açıklamak için yeterli olmadığını söylemiştir. Bk. en-Nüzumu’l-İslâmiyye, s. 184; a. mlf. el-Asrü’l-Abbâsiyyü’l-evvel, s. 51. Goitein, Ebû Seleme’ye verilen bu lakabın yardımcı anlamına geldiğini ve o dönemde bu anlamıyla vezir kelimesinin herkes için kullanılabileceğini belirtmiştir.

Çünkü Horasan bölgesinde Farslılar’la karışık bir şekilde yaşayan Araplar, şahsî lakapların kullanılmasında teenni ile hareket ettikleri için Farslılar’ın kullanmış oldukları bu görkemli lakaplar onlara ilham vermiş olabilir. Bk. “The Origin of the Vizirate”, s. 173. Bravmann ise Ebû Seleme için İmam İbrahim’in kullandığı dâiyatuhum ve vezîruhum ifadelerini ve Ebû Seleme’nin asıl

33 Kâtib’in (ö. 132/750) görevinin birbirine yakın olduğunu belirtmiştir. Bundan dolayı, aslında Abbâsîler yeni bir müessese ihdas etmemiş, var olan bir geleneği Fârisî unsurun da katkısıyla geliştirerek devam ettirmişlerdir.1 Goitein de II.

Mervan’ın (127-132/744-750) kâtibi Abdülhamid’in göreviyle Abbâsîler zamanındaki vezirin görevinin birbiriyle örtüştüğünü ifade etmiştir. Nitekim II.

Mervan’ın vaktinin çoğu savaşlarda geçtiği için devlet işlerine pek fazla zaman ayıramıyordu ve bu işlerle Abdülhamid ilgileniyordu.2

Tarih kaynaklarında bu araştırmacıların işaret ettikleri hususu destekler mahiyette bilgilerin bulunduğu belirtilmelidir. Nitekim Mes‘ûdî, “Abbâsîler kâtibi vezir olarak isimlendirmeyi tercih etmişti.” şeklinde bir bilgiye yer vermiştir. Fakat vezir kelimesinin yardımlaşma anlamına geldiğini belirterek, hilâfet kurumunun buna ihtiyaç duymayacak kadar yüce olduğunu, dolayısıyla Emevîler’in kâtiplerine vezir unvanını vermekten geri durduklarını ifade etmiştir.3 Yine Ebû Abdulllah el-Cehşiyârî, son Emevî Halifesi II. Mervan’ın kâtibi Abdülhamid’in vezir olduğuna dair bir kayıt aktarmıştır.4 İbnü’t-Tıktakâ da benzer bilgilere yer vererek, vezirliğin kurumsal bir yapı olarak ancak Abbâsîler döneminde tesis edildiğini söylemiştir.

Abbâsîler’den önce ise her hükümdarın bir maiyeti bulunuyordu, hükümdar da bu kişilerle istişare ediyordu. Abbâsîler zamanındaki vezirin görevini yerine getiren bu kişiler kâtip veya müşîr olarak isimlendiriliyordu.5

Vezirlik müessesesinin ortaya çıkışı ve gelişmesi ile ilgili İbn Haldûn’un vermiş olduğu bilgiler de burada zikredilmelidir. Vezirliğin İslâm toplumu içinde geçirmiş olduğu dönüşümü hilâfet müessesesini merkeze alarak inceleyen İbn Haldûn, İslâm’dan önceki devletlerde yürürlükte olan vezirlik kurumunun müslümanlara intikal etmediğini söylemiştir. Çünkü İbn Haldûn’a göre İslâm’la birlikte siyasî ve idarî yönetim mekanizması hilâfete dönüşmüş ve önceki dönemlerde yürürlükte olan vezirlik müessesesi ve diğer makamlar ortadan kalkmıştır. Hilâfet müessesesi

görevinin propaganda olduğunu dikkate alarak, burada kullanılan vezir kelimesinin propagandacı bir anlam ima ettiğini söylemektedir. Bk. “The Etymology of Arabic Wazîr”, s. 262.

1 Bk. el-Asrü’l-Abbâsiyyü’l-evvel, s. 72-73; a. mlf, en-Nüzumu’l-İslâmiyye, s. 185; a. mlf. İlk Dönem İslam Tarihi, s. 49.

2 Goitein, “The Origin of the Vizirate”, s. 174; Rayyıs, İslamda Siyasi Düşünce Tarihi, s. 243.

3 Mes‘ûdî, et-Tenbîh, s. 293-294.

4 Bk. el-Vüzerâ ve’l-küttâb, s. 83.

5 İbnü’t-Tıktakâ, el-Fahrî, s. 153. Benzer bir bilgiye Kalkaşendî de yer vermiştir. Bk. Subhu’l-a‘şâ, V, 449.

34 mülk [hükümdarlık] haline gelince saltanatla ilgili merasim ve unvanlar yeniden belirmiş, zamanla kabile ve aşiretlerin işleriyle ilgilenen müşavirler ve muâvinler ortaya çıkmaya başlamış, buna da vezir ismi verilmiştir. İbn Haldûn bu bilgileri aktardıktan sonra Emevîler dönemindeki en üst makamın vezirlik olduğunu ve Abbâsîler zamanına gelince hükümdarlık daha da geliştiği için vezirlerin öneminin arttığını söylemiştir. Böylece meseleleri halletme, karara bağlama ve tatbik etme hususunda vezirler halifeye niyabet eder hale gelmişlerdir.1

Tarih kaynaklarındaki Emevîler dönemiyle ilgili kayıtlarda vezir kelimesinin halifenin müşaviri anlamında kullanıldığını belirten Fârûk Ömer ise, İbn Haldûn’un fikrine katılmadığını, çünkü vezirliğin, resmî bir müessese olarak kuralları tam teşekküllü bir şekilde tesis edildikten sonra Abbâsîler döneminde ortaya çıktığını söylemektedir.2 Ayaz ise vezirliğin ortaya çıkmasını hilâfet-hükümdarlık ekseninde ele alan İbn Haldûn’un değerlendirmelerinin, söz konusu kuruma bir köken arama çabasından ziyade, vezirliğin ortaya çıkışının sebepleri üzerinde düşünmenin bir sonucu olduğunu ifade etmektedir. Bir başka deyişle, İbn Haldûn hilâfetin hükümdarlığa dönüşmesiyle vezirlik ve diğer görevlerin tekrar ortaya çıktığını ve Abbâsîler döneminde devletin ihtiyaçlarının artmasıyla bu kurumun da öneminin arttığını söylemektedir. İbn Haldûn’un konuya yaklaşımıyla ilgili, Ayaz’ın vurguladığı bir hususa daha işaret edilmelidir. Ayaz, İbn Haldûn’un değerlendirmelerinin aksine, bu kurumun ortaya çıkışında hilâfetin bir nevi dünyevileşerek hükümdarlığa dönüşmesinden ziyade hilâfet kurumunun daha fazla dinî bir mahiyete bürünmesinin de etkili olduğunu söylemektedir.3

Sonuç itibariyle şiirlerde bu kelimenin zikredilmesi ve bahsi geçen kişilere vezir denilmesi gibi bir takım delillerin bazı müelliflerce kendi dönemlerinde mevcut olan hususları önceden de varmış gibi aktardıklarını akla getirebilir.4 Ancak gerek Kur’ân’da, gerekse hadislerde zikredilmiş olması, bu kelimenin Araplar arasında önceden beri biliniyor olduğunu açıkça göstermektedir. Dolayısıyla hem bu açıdan hem de tarih kaynaklarının konuya yaklaşımı bakımından, vezir kelimesinin

1 İbn Haldûn, Mukaddime, I, 484-486. Ayrıca bk. Şulul, İbn Haldun’a Göre İslâm Medeniyeti, s. 116.

2 Bk. el-Cüzûru’t-târîhiyye li’l-vizâreti’l-Abbâsiyye, s. 15 vd.; a. mlf. en-Nüzumu’l-İslâmiyye, s. 48; a. mlf.

“el-Vizâre”, DMİ, XXIII, 314.

3 Ayaz, “ Abbâsîler’den Mısır’da Kurulan Hanedanlara Vezirlik Müessesesi”, s. 122.

4 Ayaz, “ Abbâsîler’den Mısır’da Kurulan Hanedanlara Vezirlik Müessesesi”, s. 119.