• Sonuç bulunamadı

Varoluşsal Suçluluk Bağlamında Metin Çözümlemesinde İzlenecek Yol

1.3. Modern Romanda Metni Anlamlandırmanın Bir Yolu Olarak Varoluşçu

1.3.4. Varoluşsal Suçluluk Bağlamında Metin Çözümlemesinde İzlenecek Yol

Varoluşçu anlayışın söylemlerinde sürekli tekrar edilen figür “kendini arayan insandır.” İnsan, özgürlüğünün peşinde, kararlarının, dolayısıyla ötekinin sorumluluğunu alabilen, kendini istediği gibi oluşturan bir varlıktır. Bu haliyle modern dünyanın tarifi ve tanımı zor çelişkilerini yansıtabilecek potansiyelde olan insanının -kendini arayan varlığın- edebî eserlere konu olması kaçınılmaz bir sonuç olmuştur. Bu noktada metin, sıradan insanda varolan otantik olabilme gücünü üzerinde taşıdığı karakterleri aracılığı ile okura göstermektedir.

Varoluşçuluk, kişinin sahici yaşayarak hayatına anlam katma sorumluluğu olduğunu söyler. Varoluşçu metinlerdeki karakterler de bu sorumluluk gereğince benliği ile yüzleşmek, ötekinden vazgeçip kendi ile uyumu sağlamak, inkâr ve kabulü hayatının her noktasına taşımak ve bunları yaparken kendilerine bir varoluşsal sığınak bulmak zorundadır. Sığınaksız, korunaksız kalanlar yalnızlıklarını suçluluk ile besleyerek yaşadıkları hiçlik, boşluk ve anlamsızlık zincirinde ölüm ve özgürlük ile mücadele etmek zorundadırlar. Aksi durumda başkalarının egemenliğine razı olarak rahatı ve huzuru seçen, sahicilikten uzak herhangi bir karakter olurlar. Bu sığ karakterleri Nietzsche, Ecco Homo’sunda kınar. Ecco Homo da, acınacak durumda görünen ile acıyan aynı kişidir. Bunlar, kendi ben’inin farkında olmayan ancak kendini başkalarınca oluşturulmuş biri olarak güçlü hisseden bireylerdir.

Nietzsche “Acıyan kimseleri kınıyorum. Çünkü utanmayı, saygıyı, insanları ayıran aralıkları sezme duygusunu kolayca yitirir onlar; çünkü acıma bir anda o ayaktakımı kokusunu açığa çıkarır. Davranışları, görgüsüzlükle o kadar benzeşir ki, ayırt edilemez. Acıyan eller kimi zaman nerdeyse yok edercesine bir büyük alınyazısının, acılarla dolu bir yalnızlığın, ağır bir suç işleme ayrıcalığının içine karışabilirler. Acıma duygusunun aşılmasını soylu erdemlerden sayıyorum: “Zerdüşt’ün sınanması”nı göstermek istediğim parçada, bir büyük imdat çığlığı gelir ona dek, üstüne çullanır sonuncu bir günah gibi, onu kendi kendinden caydırmak ister. Burada üstün gelmek, burada ödevinin yüksekliğini, sözde bencil olmayan eylemlerin içindeki aşağılık ve kısa görüşlü dürtülerle kirletmemek, işte bir Zerdüşt’ün vereceği sınav, son sınav budur belki de, –onun asıl güçlülük kanıtı budur.” (Nietzsche, 2013: 20) der.

93

Varoluşçu roman karakteri de varoluşsal suçluluk ile donanarak bir sınav veriyor görünmektedir. Kafka’nın nedenini bilmediği bir şeyle suçlanan bireyi gibi Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği romanında da Tomas öyle anlamsızca suçlanır.

“Bakanlıktan gelen adam onu içtensizlikle suçladığında, Tomas neredeyse suçlu hissetti kendini; yalanında direnmek için ahlakî bir engeli aşması gerekti: "Tanıttı galiba," dedi, "ama adı aklımda hiç yer etmediği için hemen unuttum." (Kundera, 2015: 99)

Romanda Tomas, uzlaşmayı reddeden biridir. Suçluluğu kabul etmek aykırılığı ve reddi içinde taşır:

"Yazdığın şeyin en iyi yanı neydi biliyor musun?" diye sözüne devam etti oğlan; Tomas onun konuşmak için ne büyük çaba harcadığını görebiliyordu. "Uzlaşmayı reddetmen. Kesinkes, bu iyidir şu kötüdür, diyebilmen; bu artık kaybetmeye başladığımız bir özellik. Kendini suçlu hissetmek ne demektir, bunu unuttuk kaç zamandır. Komünistler Stalin tarafından aldatıldıkları bahanesine sığınıyorlar. Katiller anaları tarafından sevilmedikleri bahanesine. Ve birden sen ortaya çıkıp 'özür mözür yok,' diyorsun. Kimse, ruh ve vicdan olarak Oedipus'tan daha masum olamazdı. Ama gene de yaptığını anlayınca kalktı kendi kendini cezalandırdı Oedipus" (Kundera, 2015: 116-117)

Edebiyat metinleri, insanın varoluş sürecinde okurun önce metinle kendisi arasında sonra işin içine yaşamı katarak yaşam, metin ve kendisi arasında çok yönlü kavramsal ilişkiler kurulmasındaki rolünü ancak metnin barındırdığı varlık gerçeğinin çözümlenmesi ile açığa çıkarabilir. Georges Bataille bu çözümleme işinden önce kişinin kendini suçlu hissetmesinin önemine vurgu yaparak; “ben insanoğlunun, kaçınılmaz olarak kendine karşı olduğuna inanıyorum… ve kendini mahkûm etmeyen insanın, hiçbir şekilde kendini tanıyıp sonuna kadar sevemeyeceğine.” (Bataille, 2014: 34) der. Zerdüşt kendini mahkûm eden bir kişi olarak söyleminin çözümlemesinde insana dair gerçekleri ele verebilmiştir. Kendi ile çatışmasını ve kaygılarını ifşa edebilmiştir. Zaten çatışma içermeyen bir karakterin okunabilirlik değeri de sorgulanmalıdır. Özakman çatışma için “Biri ya da bir şey, güçlü bir isteğin, amacın, düşüncenin, beklentinin ya da bir işin önüne engel çıkarır ya da sürmekte olan ilişkiler düzenini, durumunu sarsar. Kişinin kendisi de amacına ulaşmasına engel olabilir. Engeli yeni engeller izleyebilir. Benimsememe, destek vermeme, paylaşmama, anlamama da bir çeşit engeldir. Dramatik karakter, sürdürücü özellik taşıdığı için bu engeli/ engelleri gücüyle ya da zekâsıyla ya da ikisiyle birden aşmaya çalışır ya da ilişkiler düzenini, durumunu korumaya, kurtarmaya çalışır. Karşı karakter/ güç de engel

94

olmaya ya da sarsmaya, zarar vermeye devam eder. Doruk sahnenin sonuna kadar sürecek olan bu karşılıklı çabalara çatışma denir.” (Özakman, 1998: 187) der.

Çatışma kişinin karşısında bir muhatabı zorunlu kılar. Bu kendisi olabileceği gibi aile, sosyal çevre ve ait olunan toplum da olabilir. Bu nedenle metin incelemelerinde ilk olarak kişinin kendisi ile savaşımı anlamında diğer ben’i ile çatışmasının ele alınması faydalı olabilir. Benlikler arası çatışma, mevcut, potansiyel ve gerçek benlik arasında yaşanmaktadır. Karakter mevcut halinden hissettiği yapaylık nedeniyle huzursuzluk duyar ve uyumsuzluk yaşamaya başlar. Araştırmacı bu uyumsuzluğu fark ederek kişinin rahatsız olduğu mevcut ben’i, ötekine sergilediği potansiyel ben’i kurgunun olay akışı içerisinde karakterin verdiği ipuçlarından ayırt edebilir. Daha sonra ise kişinin olmak istediği “ben” idealini keşfederek bunlar arasındaki gerilimi inceleme metnine aktarmalıdır. Bu noktada ipuçlarını kişinin içsel konuşmalarından, fiziksel ve duygusal olarak kendinden memnuniyetsiz tutumundan çıkarabilir. Karakterin kişisel seçimleri de yaşadıkları çatışmada duygularını açığa vurur. Bu nedenle araştırmacı kişinin kendi hakkındaki seçimlerini ve kararlarını da dikkate almalıdır.

Roman karakterinin çatışma yaşadığı diğer muhatap aile, sosyal çevre veyahut toplumda olabilir. Bu nedenle karakterin varoluşsal suçluluk bağlamında çözümlemesi işinde bu bağlantılara da bakılmalıdır. Bu bağlantı olumlu ve yapılandırıcı bir bağlantı olmamalıdır. Zaten Lukens’e göre çatışmanın ortaya çıkması için başkişinin karşısında bir karşıt kahraman ya da bir gücün/engelin olması gerektir. (Lukens, 2003: 99).

Roman karakterinin ister kendi ben’i isterse öteki ile ilişkisinde yaşadığı çatışmalardaki engellerin çözümlenememesi varoluşsal suçluluğa nedenlerinden biridir. Özakman bu engelleri şu şekilde sıralar:

“1.Kişinin kendi (üstbenlik, yetersizlik, beceriksizlik, kararsızlık, cesaretsizlik, bilgisizlik, gurur vb.)

2. Başka kişi/ kişiler (pek çok nedenle)

3. Toplumsal kurumlar, kurullar, koşullar, düzen, yaşam (yasa, töre, ahlak, din, gelenek, görenek, batıl inançlar, siyaset, rejim vb.)

4. Doğa

5. Fiziksel engeller, kazalar

6. Tanrı, yazgı, zaman, doğaüstü güçler.” (Özakman, 1998: 188)

Varoluşsal sorunlar yaşayan karakterlerin çözümlemesinde bu engellerin ne derece kurguda yer aldığı yapılan okumalarla görülebilir. Bu engeller sadece toplum kaynaklı

95

değildir kişinin varoluşundan duyduğu rahatsızlık sonucu da oluşmaktadır. Kişinin iç dünyasında büyüttüğü korkuları, kaygıları da engel olarak ortaya çıkmaktadır. Özakman, “kişinin kendisi de amacına ulaşmasına engel olabilir. Engeli yeni engeller izleyebilir. Benimsememe, destek vermeme, paylaşmama, anlamama da bir çeşit engeldir.” (Özakman, 1998: 187) derken iç ben’in ya da sahici ben’in isteklerinin görünen ben’den ayrılabileceğini vurgular.

Roman karakterlerinde çatışma kavramı dışında üzerinde durulacak diğer kavram kaygıdır. Çatışma kadar kaygı da okuru kurgunun içinde tutar. Ancak sorunun varoluşsal olması yani çözümün somut bir olayla sağlanamayacağının tahmin edilmesi zaten merak öğesini uyanık tutmaktadır. Kurgunun geneline yedirilen bu varolma sürecinin aşamaları romanın bölümleri arasındaki farkı aza indirmektedir.

Kaygı çatışmayı hem başlatan hem de devam etmesine neden olan bir duygu halidir. Aynı zamanda çatışma sonucunda da devam ederek varolma savaşının sürekliliğini gösterir. Ancak çatışmayı kaygıdan ayıran özellikler vardır. Çatışma, bir düğüm ve çözümü gerektirir ancak bu varoluşsal metinlerde düğüm, karakterin sahici ben’i ile ilgilidir. Bu nedenle kurgunun başından sonuna kadar okurun karşısına çıkan çatışma çeşitleri hep bu sahici ben eksenlidir. Eleştirmenlerin dört başlıkla (Kendisi-başkası-doğa-toplum) sınırlandırdığı (Moran, 1997: 75) bu çatışma türlerinden bireyin kendi ile çatışması ilk akla gelmesi gereken bir çatışma türü gibi görünse de en geç ve en zor keşfedileni budur. Çünkü bu çatışmanın yaşayanı ve kâşifi yine kişinin kendisidir. Doğan Cüceloğlu, kişinin kendisiyle yaşadığı çatışma için birbiriyle uyuşmayan iki veya daha fazla güdünün aynı anda bireyi etkilediğinde ortaya çıktığını, güdülerin türüne, şiddetine ve içinde yer alınan ortama göre de değişiklik gösterdiğini (Cüceloğlu, 1996: 282) söyler. Bu çatışma suçluluk hissinin oluştuğunun ya da oluşmaya başladığının göstergesidir. Suçluluk hissinde kişi ikilem yaşar. Bu görünen ben’i ile olması gereken sahici ben’i arasındaki ikilemdir. Özakman’da kişinin kendisi ile çatışmasının aynı düzeyde şiddet ve önem değeri olan iki motifin birbirini engellemesi ve çatışması, karakterin birbiri ile çelişen iki olasılık kalması, kişinin iki olumsuzluktan birini seçmek zorunda kalması ve bu nedenle bir karasızlık yaşaması (Özakman, 1998: 190) olarak üç biçimi olduğunu belirtir.

Kaygının sebep olduğu varoluşsal suçluluğun bir sonucu olarak roman karakterlerinde bu çatışma türlerinden kişinin kendisi ile çatışması Yalom’un temel kaygı kaynağı dediği yalnızlık/özgürlük/ölüm/zeminsizlik kavramları etrafında incelenmelidir. Ancak çatışma kavramının oluşum mekânı olan benliğin yapısının karakterlerdeki durumu

96

öncelikli olarak açıklanmalıdır. Ardından yapılan okumaya bağlı olarak, kurgusal eserin verdiği ölçüde karakterlerin varoluşsal durumları gösterilebilir.

Bu nedenle anlatılarda gerçek yaşamdaki insanlar en aza indirilmiş sosyal ve psikolojik baskı ile aktarıldığından okura insan gerçekliği hakkında daha yalın bilgiler verebilir. Burada yazarın kendi tercihlerinin ön planda olması çok şeyi değiştirmez. Çünkü yazarda bir insandır ve itiraf edemediği, baskı sebebi ile dile getiremediği insanlık halini ele verecek bir delili metnin içine yerleştirebilir. Okurun bu delili fark etmesi kendine kılavuz olarak seçtiği kavram haritası ile mümkündür.

Varoluşsal suçluluk bağlamında incelenecek olan romanlarda karakterlerin yaşadıkları kaygıların ve çatışmaların çözümlenmesinde psikanalisttik metottan da faydalanılabilir. Özellikle varoluş sorunları ile ön plana çıkan başkarakterin, kendisi/başkası/doğa ve toplum ile çatışması bir iç hesaplaşması olarak belli kavramlar çerçevesinde irdelenmelidir. Bu çerçevede kavramların tanımı ve açıklaması kadar edebî metinlerdeki karşılığı da gösterilmelidir. Daha sonra belirlenen metinlerin bu kavramlara karşılık sunduğu veriler toplanarak inceleme metninde çözümlenmelidir.

Varoluş çözümlemesinde sunulan kavramlar bölüm ana başlıkları ve alt başlıklarında verilecektir. Metnin düzenleniş biçimi, duygusal öğeler, anlatım biçimi; okurun analitik bakışını geliştirirken metnin söylemek istediğini açığa çıkarır. Okurun varoluşsal sorunları ve varoluşsal suçluluğunu itiraf eden kahramanı keşfetmesi gerekmektedir.

97

İKİNCİ BÖLÜM:

2. “VAROLUŞSAL SUÇLULUK” AÇISINDAN ROMANLARDA TEMAİNCELEMESİ