• Sonuç bulunamadı

1.2. Varoluşçuluğun Temel Kavramları Bağlamında “Varoluşsal Suçluluk”

1.2.1. Benlik/Öz/Varoluş

Kimlik edinme çabasında olan insanın, kendini tanımaya başlaması, kendisi ve diğerleri arasındaki ayrımları fark etmesi ve kendisini dahi zaman zaman ötekilerin içerisine koyup yine kendisine uzaktan bakabilmesi ile gerçekleşir. Bu uğraş ilk zamanlar hazır düzenin kuralları ile gerçekleşse de daha sonra kişisel tercihler etrafında şekillenir. Verili düzenin şekillendirdiği kimlikle yaşamına devam eden birey için sorun daha az iken farklı kimlik çabasına giren bireyler kargaşa batağına düşebilir. Buna varolma savaşı da denilebilir. Çünkü var olmanın temel kurgusu kişinin kendisini sorgulaması ile başlar. Ben kimim diyebilmek “biz”in kim olduğunu sormaktan çok daha zordur. Ben kimim sorusunun ardından kriz süreci başlar. Kierkegaard'a göre ben, hiçbir biçimde dünyada önem verilen şeylerden biri değildir, aslında ben en az merak edilen ve sahip olunduğunun görülmesine izin verilmesinin en sakıncalı olduğu şeydir (Kierkegaard, 2009: 43).

Kierkegaard, kişinin ben hakkında ne kadar az düşündüğünü söylerken daha ürkütücü olanın benin kaybı sırasında yaşandığını ekler. Ben kaybında kişi bu durumun ya çok az farkındadır ya da hiç farkında değildir. Bunun nedenlerinden biri ben üzerine düşünmenin insanı dehşete sürüklemesidir. "Dehşet, insana ölmek için dünyaya geldiğini hatırlatır. Ölüm gerçek yaşamın anahtarı, varoluşumu bir araya getiren ve sabitleştiren nihai ve her zaman her yerde mevcut bir olasılıktır." (Blackham, 2012: 101) İşte ölüm bu hali ile kabul edilirse kişisel varoluş ortaya çıkar. Ölümü kabul etmek dünyayı reddetmek demek değildir. Gündelik uğraşılardan kaçmak demek de değildir. Onları layık oldukları

55

şekilde algılamaktır. Bu hiçliktir. Vicdan sayesinde kişi gündelik hayatın dışına çıkar ve seçim ile yüz yüze gelir.

Gülsoy, yaratma sürecini de benlikle ilişkilendirerek anlatır. Bu ilişki, bir anda iki olmaktır. Yaratma süreci, bu tür bir ifadeye indirgenebilir. “Resim yapan el ile onu hayranlıkla izleyen akıl arasındaki zıtlık, bir benlik bölünmesini işaret ediyor.” (Gülsoy, 2013: 49) Psikolojide anlatılan bir anda iki kişi olma deneyimi benliğin iki ayrı katmanının karşılaşmasıdır. Bu karşılaşmanın izleyicisi vicdandır.

Bireyin benliklerinin farkına vardığından beri arada kalma durumundaki seçim anında vicdan, sahici ya da sahte arasındaki bu seçimin şahididir. Beni sahte bir şekilde yaşamakla itham eder. Şu ya da bu yanlışı yapmakla değil; çünkü sahicilik yapılan şeyin içinde yaşama şekli değildir ve ben’i sahici bir şekilde yaşamaya davet ettiğinde, aynı zamanda beni affedilemeyecek ya da düzeltilemeyecek belirli bir hatanın suçluluk duygusunu idrak etmeye ve bu bilgiyle yaşamaya da davet eder. Bu, gündelik hayatın kişisel olmayan 'kişisi'nde somutlaşan ve ondan yayılan Dasein'i çağıran, bir olasılık olarak Dasein'dir.

“Zihnime saplanan suçluluk duygusu, sahte bir şekilde yaşama suçu değil, sahici bir şekilde yaşamaya karar vermenin suçudur; bu özgündür, çünkü ne yaparsa yapsın Dasein'in kendi, hiçbir zaman efendisi olmayacağı bir varoluşu kabullendiği anda, kötülüğün kaynağına dönüşür; bir daha değiştirilemeyecek şekilde belirlenen ve buna mahkûm olan bir fani, varoluşu kabul edip onun sorumluluğunu üstlendiğinde, ne yaparsa yapsın suçludur.” (Blackham, 2012: 101-102)

Vicdan kişiyi ötekiler gibi olduğu durumda bu ötekilerin içinde kaybolduğu zaman çağırır. Çünkü Dasein fırlatılmıştır. Vicdanın çağrısı fırlatılanın suçunu anlatır durumdadır. Temel ontolojik anlamının bir “kusur” olması gereken ve olması mümkün olan bir şeyin eksikliği, bir “hiçlik”in temeli olarak ortaya çıkar. Dasein'ın suçlu olmasının, özel bir kusur yahut kabahatin ancak Dasein'ın kökensel bir suçlu-varlık temeli üzerinde mümkün olduğuna işaret eder. (Heidegger, 2008: 120)

Bu suçlu-varlık, vicdanın yaptığı çağrıyı anlamış demektir. Vicdan bireyin benlikleri arasındaki kararsızlığın ona yüklediği suçluluğu onaylar.

Suçlu olmak bir temel Kaygı bileşenidir. Var olmak için “fırlatılmış” olanı kendi sorumlu varoluşunun üzerine almayı hiç tasarısının hiç temeli yaparak Dasein, vicdanın ileriyi ve geriyi işaret eden ve insana “suçlu olduğu”nu fark ettiren çağrısıyla bir “birçokları gibi biri” olarak kendi kayıp durumundan çekilip çıkarılacaktır. İnsan ancak

56

kendisini suçlu olmanın saklı imkânına doğru tasarladığında (ki bu kişinin kendisini bir kusur veya ihmal ile bilfiil suçlu hale getirmesinden bütünüyle farklıdır) kendi saklı Varoluş imkânına açık olabilir ve varoluşsal anlamda “kendisini seçebilir (Heidegger, 2008: 120)

“Vicdan sahibi olma” vicdanın çağrısına uyma olarak anlaşılmalıdır. Böylece kişi hem varlık imkânına kavuşur hem de suç konusunda özgür olur. Suçu konusunda özgürleşen birey sorumlu hale gelmiş demektir.

Benlik asıl anlamını Sartre’ın felsefesinde bulur. Bilinç her zaman belli bir şeyin bilincidir. Varoluşa anlam kazandırmak ve varlığı bilmek önemlidir. Bilinci doğuran şey ise Sartre’a göre kişinin kendisi ile ilişkisini yoğunlaştırmasıdır. Kendisi ile ilişkisini yoğunlaştıran insan kendisi için varlık olur. Yani bilinç insanın kendisi için olma halidir. Kendinde varlık ise şeylerin varlığına denk gelir. Ancak bilinç için, şeylerin varlığına ihtiyaç vardır.

Sartre, kendisi için varlıktan ayrılmayan “başkası için varlık” kavramından söz eder. O, “başkasının” varoluşunun temeline “cogito” kavramını koymaktadır. Sartre’da cogito kavramı bireyin öznelliğidir. Ona göre, insanın, kendi öznelliğini tek başına aşması mümkün değildir. “Cogito” da insan yalnız kendini değil, başkalarını da bulur.

Kendisi için varlığın ontolojik yapısı bağlanma ve sorumluluk değerlerine bağlıdır. Bağlanma öznenin kendini aşması ve diğer öznelere bir yolla ulaşmasını gerekli kılar. Öznelerin birbirine bağlılığı, zorunluluğu; sorumluluk duygusunu doğurur. Bu noktada insan başkalarından da sorumludur. Kendini yaparak, kendini tasarlayarak içinde gerçeklik taşır (Binbirçiçek Akdeniz, 2012: 34-35).

Varoluşun gereklerinden biri kabul edilen sorumluluk kavramında insan, benliklerinin çatışmasına mağlup olmamış bir birey olarak, Dasein kurulabildiğinde, Kierkegaard'ın kaygısında olduğu gibi ancak ölüm, suç, vicdan, özgürlük ve sınırlılık gibi kavramlar bir varolanın varlığında birlikte barındığında, bu varolanın kader kipinde “varolabilir”, yani özü itibariyle “tarihsel” olabilir (Heidegger, 2008: 134). Tarihsellik ile suç bağlantısını kuran Heidegger,'in ucu açık bıraktığı Dasein gibi Sartre’ın insan tanımı da sınırları zor belirlenen bir şeydir. Çünkü insan sonradan olacaktır. Var olduktan sonra kendini nasıl kavrarsa öyledir. Bu sürece Sartre, “varolma süreci” der. Varoluşçuluğun baş ilkesi insanın kendini yapmasıdır. Bu varolma sürecinde “ben” tercihi kişiyi kendine yaklaştırabileceği gibi derin uçurumların kenarında da bırakabilir.

57