• Sonuç bulunamadı

Türk Edebiyatında Romanın Ortaya Çıkışı

1.1. Modern Roman

1.1.2. Türk Edebiyatında Romanın Ortaya Çıkışı

İnsanlık tarihi, arayışların tarihidir. Ya da bir başka ifadeyle tarih, arayış içinde olanları hatırlamıştır. Yaptığı yolculukta Yaratıcıyı arayan ve Allah’a ulaşan Hazret-i İbrahim ile Zerdüşt’ün yolculuğu, ilahî anlamda arayışların sadece birer örneğidir. Divan şiiri anlayışına da girmiş bir kabulle İskender, Doğu’ya yönelik yolculuğuna, ab-ı hayatı aramak için çıkmıştır. Sayısız âşık-sevgili arasında Mecnun’un hatırlanışında, usta bir kalem elinde bu hayali varlığın ölümsüzlük kazanması kadar kişisel macerasını Leyla’yı arayışı üzerine oturtmuş olmasının etkisi de büyüktür. Fakat kişinin kendini arayışı, ilk çağ filozoflarının bazıları istisna tutulursa, Orta Çağ sonlarında belirginleşmeye başlamış, 20.

29

yüzyılda bir edebiyat ve bilim disiplini haline gelmiştir. 18. yüzyıl sonlarına ait Hüsn ü Aşk’ta Hüsn’ü arayan Aşk’ın kendine ulaşması, dolayısıyla aslında bu arayışın kendini aramak olduğunun simgeleştirilmesi gibi örnekler olsa da edebî kisve altında bireyin kendiliği asıl arayışı 20. yüzyılda yeni bir tarzın kapısını aralamıştır. Modernist yahut yeni- roman şeklinde adlandırılacak roman anlayışı, daha çok bu arayış sayesinde şekillenmiştir. Türk romanının gelişimi Batılı örneklerin hayli gerisindedir ve modernleşme gayretinin bir ürünü olarak Türk edebiyatı dairesine dâhil olmuştur. Fakat bu geç doğan roman aceleye gelmiştir. Roman türüne ancak 19. yüzyılın ikinci yarısında yaklaşılmıştır ve Batı romanının çeşitli tarihsel süreçler içindeki yavaş yavaş oluşumuyla Türk romanının doğuş ortamı arasında benzerlik yoktur (Dino, 1978: 13). Yine de geç kalınmaya ve aceleye getirilmiş olmasına rağmen Türk romanı, modernleşme gayretinin bir tezahürünü teşkil eder. Osmanlı aydınlanmasında modernleşme çabası yahut arayışlarının en iyi gözlenebileceği alanlardan birisi edebiyat en çok da romanlardır. Devir romanlarının ortak yönü, modernleşme serüvenindeki toplumda görülen çarpıklıklar ve ortaya çıkan tuhaf durumlardır. Bu bir anlamda, toplumun, modernleşme hareketine verdiği karşılık şeklinde de değerlendirilebilir. Her ne kadar biçimsel bir modernleşme olsa da değişmekte olan zihniyetin romanlar habercisi ve yansıması sayılabilir (Gültekin, 2007: 2). Bu anlamda, Türk edebiyatının başlangıcı olarak Tercüman-ı Ahval Gazetesinin yayınlanmaya başlaması kabul edilse de tarihin, 1872’ye dayandırılması daha doğru olacaktır. Zira belki resmî, belki yarı resmî, bir şekilde toplumsal gelişimde, öncesinde iki gazetenin varlığı söz konusudur. Batı etkisinde şekillenmeye başlayan edebiyat panoramasında her şeyiyle yeni olan tür aslında romandır. Roman, yeni geldiği kültürde de modern olanın imkânlarından yararlanacaktır.

Tanzimat romanlarının neredeyse tamamı tefrika edilmiştir. Yani gazete, sosyal değişimde birçok öncü fikrin okura ulaşmasına imkân verdiği kadar roman türünün okurla buluşmasında da bir araç olmuştur. 1605 ve 1615 arasında iki bölüm halinde yayınlanan Don Kişot ile Taaşşuk-ı Talat u Fitnat’ın 1872-1873 yıllarında tefrika edilişi arasında iki yüz elli yıldan fazla bir zaman farkı vardır. Dolayısıyla bu, aynı zamanda Türk romanı ile Batı romanı arasındaki en azından başlangıç aşamasındaki mesafeyi göstermektedir. Fakat arada önemli sayılabilecek uzun bir dönem olsa bile Türk romanı, ilk örneklerin verilmesiyle birlikte türün güncel gelişimini takip etmeye çalışmıştır. Romantizm tesiri taşıyan ilk romanların hemen ardından ilk realist romanın ve kısa bir süre sonra ilk natüralist romanın yazılmış olması, Türk romanının güncel takibini sürdürdüğünün

30

göstergesidir. Nitekim Batı edebiyatında da gelişim bu doğrultuda olmuştur. Yaklaşık iki yüz yıllık bir romantizm hâkimiyetinin ardından realist ve natüralist akımlar yakın zamanlarda romanda etkisini göstermiştir.

Modern Türk edebiyatı serüveninin ikinci ayağını Servetifünun Edebiyatı yahut Edebiyatıcedide oluşturur. II. Abdülhamid iktidarı özgürleşmenin karşısında en büyük engellerden biri şeklinde erk gösterse de oluşumu, bir özgürleşme mühendisliğine dayanmaktadır. II. Abdülhamid’i tahta geçirenler, ondan, meşruti yönetime geçmenin sözünü almışlardır. Fakat düşüncenin gerçekliği ile dönem şartlarının gerçekliği uyuşmadığından bu mühendislik projesi ters tepmiş, edebî cephede içe kapanık bir edebiyatın doğuşunun önünü açmıştır. Buna rağmen roman türü modernleşme serüvenini sürdürmüş, hatta başta Halit Ziya olmak üzere dönem kalemleri aracılığıyla Batılı anlamda ilk modern romanlar yazılmıştır.

Cumhuriyet Dönemi, Tanzimat’la başlayan modernleşme sürecinin başta yönetim biçimi olmak üzere bütünüyle resmiyet kazanmış halidir. Devletin adı, yönetim biçimi, yönetimi seçme biçimi bu modernleşme gayretinin nihai zaferidir. Elbette edebiyat da bu değişimden nasibini alacaktır. Fakat Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatından söz edildiğinde yazılmış ve yaşanmış olanların tamamı değil, yarattıkları değeri ölçüte dönüştürebilmiş yazarlar ve yapıtlar anlaşılır. Burada bir değer sırası hem kendiliğinden hem de zaman içinde değişen edebiyat kültürünün sonucu olarak ister istemez kendiliğinden oluşur (Gümüş, 2005: 104). Aynı zamanda Türk edebiyat tarihinin geride bıraktığı yüzyıllara nazaran kısa bir dönemi kapsamasına rağmen, beş on yılla ifade edilebilecek zaman aralıklarında bile edebî anlayışın değiştiği görülür. Aslında bu durum yirminci yüzyılın bir hastalığı yahut nimetidir.

Cumhuriyet Devri yalnız Türkiye Cumhuriyeti’ndeki siyasal değişimlerle değil birçok farklı ülkedeki rejim değişiklikleri ve ardından getirdiği dünya savaşı ile bireyi oldukça yoğun şekilde etkilemiş bir döneme denk gelir. Dünya savaşları insanın yapısını hayatla ölüm arasındaki o yakın ve ince çizgide birleştirmiş, bireyin “sınır durumu”nda kalmasına sebebiyet vermiştir. Osmanlı Devleti’nde de rejim değişikliği yaşanmış, Tanzimat’la başlayan ikilikler dönemine bir de bireyin kendi gibi var kalabilme mücadelesi eklenmiştir. Edebiyatın bu dönemdeki değişim sürecinde, yeni kurulan bir devletin 1940’a kadar sürecek yenilik sorunları kadar kendini kabullendirme, eskiyi unutturma refleksi gibi ideolojik olgular da etkilidir. 1940 sonrasında ise devletin artık kendini kabul ettirdiği,

31

otoritenin yerleştiği görülür. Fakat ayrımı salt bu sebepler belirlemez. Aynı zamanda 1940’lı yıllarda tüm dünyada büyük değişimler yaşanacaktır.

Türk Edebiyatı’nda tekniğinin sağlamlığı başta olmak üzere türün diğer unsurlarının tam kullanılması münasebetiyle modern anlamda ilk romanları Halit Ziya’nın verdiği kabul edilse de, ‘tescilli modern’ yahut ‘yeni roman’ nitelemeleriyle ifade edilen modern romana ilk örnek 1972 yılında yayınlanan Tutunamayanlar’dır. Oğuz Atay’ın bu romanının Türk roman tarihine bakıldığında gerek anlatım gerek biçim yönünden önemli bir yenilik denemesi ve cesur bir atılım olduğu görülür. En önemli biçimsel özelliği atektonik yapısı olan roman; nesir, nazım ve tiyatronun çeşitli türlerinde rastlanabilecek atektonik tarzı, açık ya da esnek doku şeklinde adlandırılan ve sonuca doğru tutarlı ve sıkı bir konu-olay ilerlemesi yerine konu birimlerine özen gösteren bir yapıdadır. Bu nedenle ayrıntıların tadına varmayı alışkanlık edinmiş okura, belli bir düzeydeki edebiyat kültürü olanlara hitap eder. Konuyla olay zincirinin sürükleyiciliğini eş tutanlar, esnek kurgudan bir şey anlamadıkları için bu tür eserleri deli saçması kabul etmişlerdir. Yine Tutunamayanlar’da ana konu olarak küçük ve burjuva hayatının sanatçı ruhlu insanlar açısından ne derece itici olduğunu içermesi, zaman konusunda deneylere girişmesi, denediği yeniliklerle geleneksel-alışılmış olanın dışına çıkabilme cesareti göstermesi, bilinçakımı tekniğinin denenmesi, 15. bölümde hiçbir noktalama işaretine yer vermeyen 68 sayfalık bölümle dili de kurallaşmış bağlamın dışında kullanması (Aytaç, 2012: 177-186) gibi özellikler, bu romanı modern romanın ilk örneği kabul etmek için başlıca nedenlerdir.

İki dünya savaşı arasında ortaya çıkan psikolojik/felsefî roman anlayışının, Ahmet Hamdi Tanpınar’ı, Peyami Safa’yı hatta tek romanıyla Necip Fazıl Kısakürek gibi isimleri etkilemesi de yaklaşık yirmi yıllık bir sürenin ardından olur. Tanpınar’ın romanlarından Mahur Beste 1944’te, Huzur 1948’de tefrika edilmiştir. Peyami Safa’nın Yalnızız romanı 1950’de tefrika edilir. Modern roman cihetinden bakıldığında Batılı örneklerle Tutunamayanlar romanı arasındaki yirmi yıllık fark hangi sebeplere dayandırılabilir? Daha doğrusu Oğuz Atay niçin böyle bir tercihte bulunmuştur? Bu tamamen kişisel bir seçimin mi tezahürüdür yoksa sosyal-siyasî birtakım gelişmelerin etkisiyle bir nesil akımının doğal sonucu mudur? İşte bu sorulara verilecek cevaplarla beraber romanda yeni bir anlayış başlamıştır. Artık yeni roman, varoluşsal suçluluk duygusunun sıkça yer aldığı bir roman kabul edilebilir.

Her kurgu metinde, yazarın kişisel zevklerinin yansımasını görülebilir. Fakat aynı zamanda, sosyal değişimleri birlikte yaşamış yeni bir neslin ortak yazarlık tavrının

32

görüntüsü de bu yansımada yakalanabilir. Rejim değiştiren bir devletin sancılarını doğrudan yahut dolaylı bir biçimde yaşamış, İkinci Dünya Savaşı’na şahit olmuş, tek partili dönemden çok partili hayata geçişi görmüş, ardından darbe yaşamış bir neslin olduğu görülür. Bu nesil tıpkı İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yıkımı yaşayan ve iki dünya savaşı arasındaki roman anlayışının imkânlarından yararlanarak modern romanı inşa eden Batılı romancılar gibi, 1970’lerden itibaren bu yeni tarzda eserler vererek ilk cümlede yer alan yansımaları vermeye başlamışlardır. Nitekim Tutunamayanlar’la yakın bir zamanda yayınlanan Ruh Adam, Nihal Atsız’ın önceki romanlarından bambaşka bir içeriğe ve anlatıma sahiptir.

Varoluşçuluğun Türk edebiyatına yansımasının özellikle 1980’lerde atılım gösterdiğini vurgulamak gerekir. 1970’lerdeki siyasî olaylarla bilenmiş aydın tavra darbeyle birlikte eklenen yıkım, Batılı ve yerli eserlerle oluşan yeni yazarlık akımı bu atılımın başlıca gerekçeleri arasında sayılabilir. Bu dönemdeki modern roman örneklerine bakıldığında Türk Edebiyatı’nın genel seyrinin aksine kadın kalemlerin hâkimiyeti dikkat çekicidir. Adalet Ağaoğlu, Ayla Kutlu, Nezihe Meriç, Latife Tekin, Füruzan, Pınar Kür, İnci Aral gibi isimlerin sağlam eserler vermeleri ayrıca üzerinde çalışılması gereken bir konudur. Acaba bu dönemde kadın romancıların başarısı sadece artan özgürlük ortamı, eğitim şartları, yayıncılık alanındaki pozitif gelişmeler midir yoksa modern romanının hususiyetlerinin kadın mizacına uygun bir yanı var mıdır? Bu soruyu irdelemek yerine başka bir çalışmaya ön ayak olması maksadıyla burada yer verdiğimizden konunun örneklerle açılımını yapma gayretimiz olmayacaktır.

Çalışmada, roman türünün tarihî gelişimi, moderniteyle ilişkisi, ‘yeni roman’ şeklinde nitelendirilen ‘modern roman’ın hususiyetleri, modern Türk romanının daha iyi anlaşılması için anlatılmaya çalışıldı. Bundan sonraki bölümlerde bir felsefî disiplin olarak varoluşçuluk akımı hakkında bilgi verilecektir. Daha sonra belli kavramlarla beraber “Varoluşsal suçluluk” kavramına ve bu kavramın bir eleştiri yöntemi olarak kullanılmasına açıklık getirerek roman incelemelerine geçilecektir.