• Sonuç bulunamadı

Uzmanlık Gerektiren Büyüler

7. BÜYÜNÜN UYGULAYICILARI

7.1. Uzmanlık Gerektiren Büyüler

Günümüzde büyücülerin doğal süreci etkileyebildiğine dair inanç varlığını korumaktadır. İnsanlar yaşadıkları olumsuzlukların ve başarısızlıkların kaynağını bulmak, bunları ortadan kaldırmak için büyücülere başvurmaktadır. “Büyücü” sözcüğü, büyünün yasaklanmış olmasından dolayı, halkın kullanmaktan çekindiği bir sözcüktür. Bu nedenle genellikle büyücüler, “bakıcı”, “üfürükçü”, “ocak”, “hoca” olarak adlandırılmaktadır. Bu kavramlar içinde “hoca”, diğer tüm adlandırmaları kapsamaktadır. Halkın din ve bilim aracılığıyla çözüm bulamadığı sorunlarına ve beklentilerine “nefesi kuvvetli hocalar” çare olmaktadır.

Halk arasında “hoca”, hem din adamlarını, hem de büyücüleri karşılamak için kullanılan bir sözcüktür. Bunun belki de en önemli sebebi büyü uygulamalarında ayet, dua ve sure gibi dinin unsurlarından yararlanılıyor olmasıdır. Bir başka sebebi ise din ve devletçe yasaklanmış büyünün uygulanabilirliğini meşrulaştırmaktır. Halk,

154

büyücüyü din adamı yani hoca olarak adlandırdığında yasağı çiğnememiş olduğuna inanmaktadır.

Din adamının ve büyücünün kimliklerini bünyesinde birleştiren “hoca” ile “şaman” arasında ortaklıklar bulunmaktadır. Tanrılar ve ruhlar ile insanlar arasında aracılık yapma gücüne sahip olan şamanlar (İnan, 2006: 75), “seçilmiş” kişilerdir ve

bu nitelikleriyle, topluluğun öteki üyelerinin ulaşamadığı kutsal alana erişebilirler

(Eliade, 2006: 26). Hoca, tıpkı şaman gibi seçilmiş bir kişidir. Kutsal alana erişebilir olması, halkın, yaşadığı olumsuzluklar karşısında kendisine başvurmasını sağlamaktadır.

Şamanın; büyücü, otacı, ruhgüder (psychopompe) olmasının yanı sıra din adamı, mistik ve ozan vasıflarını da taşıdığı bilinmektedir (Eliade, 2006: 22). Ancak toplumsal yapının değişimine koşut olarak şamanın bu vasıflarından biri üzerinde uzmanlaştığı görülmektedir. Bu değişimin belirgin olarak tespit edilebildiği eserlerden biri olan Kutadgu Bilig’de Yusuf Has Hâcib, tabip (otacı) ile efsuncuyu birbirinden ayırmaktadır. Hastalıkları ilaç ile tedavi eden tabip ile cin ve periden gelen hastalıkları okuyarak, muska hazırlayarak tedavi eden efsuncu, şamanın kullandığı tekniklerden sadece biri üzerinde uzmanlaşmışlardır. Bu uzmanlaşma o kadar belirgindir ki tabip ve efsuncu birbirlerinin sözüne değer vermez:

“Tabip efsuncunun sözünü beğenmez; efsuncu da tabibe kıymet vermez. Birinin sözüne göre, ilâc alınırsa, hastalığa iyi gelir; diğerinin sözüne göre, muska taşırsan, cinler senden uzaklaşır.” (Yusuf Has Hâcib, 1974: 315)

Günümüzde hocaların da uzmanlık alanlarının olduğu görülmektedir. Ocak olarak da anılan hocalar, genellikle tek bir hastalık üzerine yoğunlaşmışlardır. Bu nedenle her bir hastalığın bir ocağı bulunmaktadır: siğil ocağı, termağ ocağı, sarılık ocağı vb. (Ü. Çoban; Ayça Kaya; B. Salman; M. Solak; N. Solak; Z. Tütüncü; Z. Yalçın; R. Yıldız ).

Termağ hastalığının tedavisi için termağ ocağına gidilir. Hoca, termağı mürekkep kalemiyle daire içine alır, parmağıyla aldığı tükürüğü hastalıklı bölgenin üzerine sürüp üzerine ayet yazar (H. Ayaz; K. Bilir; Ü. Çoban; M. Solak). Çarşamba günleri öğleden önce, üç hafta boyunca uygulanan bu sağaltma yöntemini bir sözlü kaynağımız şöyle anlatmaktadır:

155

“Mustafa’nın boynunun kökünde bir termağ vardı. Ortaokula gidiyordu. Beyaz gömlek giyerdi. Öğlen gelirdi ki burası (boynu) kocaman. Hatice Yenge’me söyledim, “Yavrum bu nazar.” dedi. Nazar olur, çocuğa, cücüğe. Mustafa’yı aldım hocaya götürdüm. Dedim “Hocam valla biz bunu termağdan kurtaramıyoruz.” Hoca, “Yavrum senin çocuklarında hep nazar var zaten.” dedi. Üç Çarşamba yazdı, termağ geçti Mustafa’da. Termağı yuvarlak içine alıyor mor mürekkep kalemiyle. Eliyle yaşartıyor termağı. Termağın üzerine ayet yazıyor. Üç Çarşamba öğleden önce. Öğleden sonra olursa yok.” (Ü. Çoban)

Siğil tedavisi, siğil ocakları tarafından yapılmaktadır. Tedavi yöntemi hocaya göre farklılık göstermektedir. Hoca; iğde dalını (Ü. Çoban; N. Esirgen; Z. Yalçın), buğday, arpa ya da bulguru (G. Elmacı; Ç. Kaya; B. Salman; İ. Yücel) okuyarak siğili tedavi etmektedir. Ocak, siğil sayısı kadar arpaya (Ayça Kaya; İ. Yücel) ya da buğdaya (Ö. Avşar; B. Salman) okur ve siğillerin üzerini çizer. Okuduğu taneleri, siğillere temas ettirdikten sonra bir kâğıda sarar ve akarsuyun kenarındaki bir kayanın altına konması (G. Elmacı; İ. Yücel), akarsuya atılması (Ö. Avşar) ya da gömülmesi (T. Dağ; B. Salman) için hastaya verir. Tedavinin bulgur, arpa ve buğdayın kaynatılarak ipe dizilmesi yöntemiyle gerçekleştirildiği de olur (Ç. Kaya):

“Küçük oğlanın ayağında siğil çıktıydı. Bir tanıdık dedi, getir de Çarşamba günü kayınpederim okusun. Gittik, okudu. Bir hafta demedi siğilin kökü çakmak taşı gibi çıktı. Buğday arpa verdiydi; bunu kaynat, diz, dediydi. Kaynattım, ipe dizdim. Büyük oğlanı zorla götürdüm. Okudu, geçti.” (H. Şahbaz)

Bir “ruhgüder” (psychopompe) olarak şaman, kendi ruhlarına egemendir; ölülerle, cinlerle ve doğanın ruhlarıyla iletişim kurmayı başarır (Eliade, 2006: 24). Hoca da doğaüstü varlıklarla iletişime geçmekte, üzerinde hâkimiyet kurduğu bu varlıklar aracılığıyla bilgi edinmekte ve büyü uygulamalarını gerçekleştirmektedir:

“Büyüye dair tecrübelerimiz var. Eşimizi dostumuzu hocalara götürdük. Büyü cinlerle yapılan bir şey. Cinler Kur’an’da da var. Gerçektir yani bu. Nasıl getiriyorsun, dualarla. Belli hocalar, dualarla üç harflilerle temasa geçiyor. Bunları kötü amaçla da kullanabiliyorlar.” (A. Yalçın)

156

Ruhgüderlik, cinlerin musallat olması durumuyla karıştırılmamalıdır. Ruhgüder; ölüler, cinler ve ruhlar üzerinde, onların etkisi altına girmeden egemenlik kurar. Cinlerin musallat oldukları kişilerin durumu ise farklıdır. Bu insanların cinlere hükmetmesi söz konusu değildir. Aksine kendilerini cinlerin isteklerini yerine getirmekle yükümlü hissederler. Kırşehir’in Sıddıklı/ Ortaoba Köyü’nde yaşayan bir sözlü kaynağın cinlerin musallat olduğu kişiden aktardığı ifadeler bu ayrımı ortaya koymaktadır:

“Kardeşimin karısı, ben, üçümüz gidiyorduk. Bir gün bize dedi ki ‘Bana emretseler şimdi ben sizi burada boğarım.’ dedi. Evliyim (cinlerle), derdi. Şu kadar oğlum, şu kadar kızım var, derdi. İzin vermiyorlar, derdi. Durdurmuyorlardı, çok geziyordu. Şuraya beş dakika geliyordu. Açsa ekmek istiyordu, aç değilse çay ver, diyordu. Çay istemezse başka bir şey istiyordu. Anında gidiyordu. Kafasına koydu mu imkânı yok. Bekârdı, öldü gitti yazık.” (M. Solak)

Şamanların mucizeler gösterdiğine inanılmaktadır (Eliade, 2006: 22). Benzer bir şekilde hocaların da mucizevi durumlar sergilediği bilinmektedir. Günümüzde hocalara başvuranlar, rasyonel olarak anlamlandıramadıkları olaylar yaşadıklarını aktarmışlardır. Kayseri’de yaşayan bir hocanın büyü bozma seansı ile ilgili olarak yaşananlar dikkat çekicidir. Hoca, başları birbirine değecek şekilde dört farklı yönde dizdiği dört metal insan figürünün üzerine kitaplar yerleştirir. Büyüye maruz kalan kişinin sol elini bu kitapların üzerine yerleştirmesini ister. Hoca okuduğu sırada kitapların üzerinde duran elin damarları kımıldamaya başlar. Seansın sonunda, üstüste duran kitapların arasında ıslaklık oluşur, son kitabın altından ise başvuran kişiyi büyülemek için yapılmış muskalar çıkar (F. Çil; S. Özdenk). Adını vermek istemeyen bir kaynak kişinin kısmet açma seansı sırasında gördükleri, hocanın mucizevi durumlar sergilediği inancını desteklemektedir:

“Bir arkadaşımdan dolayı bir yere gitmiştik. Tırsa tırsa gitmiştim. Kızın kısmeti bağlıymış. İçi sıkılıyordu birden, başlıyordu ağlamaya. Ben güldürmeye çalışıyordum ama sürekli içi sıkılıyordu tabi. Bir de evlenmek istiyordu, evlenemiyordu. Benim kısmetim bağlı deyip duruyordu ki bağlıymış herhalde. Gittiğimiz yerde bir adam geldi, yaşlı teyzeler vardı. Bir leğen gibi bir şey istedi adam. Bir de çaydanlığın altı vardı. Önce su istedi çaydanlığın

157

altına döktü. Adam okumaya başladı. Adam o sırada üçlerin adını söylüyormuş. Bir şeyler söylüyor. Arapça, tabi anlamıyoruz biz. Adam söylediği sırada o su kaynıyor. Gerçekten gözümle gördüm, orada olmasaydım belki inanmazdım. Su fokur fokur kaynıyor. İçinde hiçbir şey yok, suyu da teyze doldurdu, getirdi. Kız da oturuyor adamın karşısında. Rengi filan değişti bunun. Sonra adam çaydanlığın altını leğenin içine döktü. İçinden atın çenesi çıktı. Vallahi billahi, gerçekten. Görmesem inanmazdım. Düğüm çıktı, düğümlenmiş ip. 41 tane varmış. Atın çene kemiğiymiş. Arapça bir şeyler yazıyordu çene kemiğinin üzerinde. Hatta böyle gösterdi. Bunu mezarlığın altından üçler getirmiş. Oradaki düğümlü ipleri çözdü. Sonra benim arkadaşım iki ay sonra evlendi.” (AVİK 1)

Şamanların tüm bu özelliklerinin yanı sıra ozanlık niteliğinin bulunduğu da bilinmektedir (Eliade 2006: 22). Deneyimlerine başvurulan sözlü kaynaklardan biri, sağaltma ve kötü güçleri uzaklaştırmaya yönelik uygulamalar yapan bir hocanın aynı zamanda ozanlık yönünün bulunduğunu belirtmiştir:

“Bir ozan özelliği var onun, âşıklık özelliği var. Saz çalıyormuş, söylermiş. Ben tabi onun yaşlılık dönemine denk geldim. Yaşlılık dönemine denk geldiğim için hiç rastlamadım. Ama onun köyde yaptıklarını, yaşadıklarını, anlattıklarını kendi aralarında konuşurlar. Onun farklı bir karakter olduğunu anlatırlar.” (B. Salman)

Şamanın güçlerinin bağışlanması iki yolla gerçekleştmektedir. Bunlardan biri “kalıtım” diğeri “iç çağrısı” ya da “seçilme” yoludur (Eliade, 2006: 31). Günümüzde çeşitli büyü uygulamalarını gerçekleştirenlerin de yeteneklerini bu iki yolla edindikleri görülmektedir. Hocalık vasfı, kalıtım yoluyla (Ş. Erbay; N. Esirgen; D. Mercan; M. Topçu; Z. Tütüncü) aktarılabildiği gibi iç çağrısı ile (Ab. Boyacı; Ay. Boyacı; A. Özcan; M. Solak; N. Solak) elde edilebilmekte ya da seçilen kişiye (D. Mercan; Z. Yalçın) devredilebilmektedir.

Şamana güçlerinin kalıtım yoluyla bağışlanması, şaman-atanın ruhunun adaya musallat olması biçiminde gerçekleşmektedir (Eliade, 2006: 37;İnan, 2006: 76). Günümüzde bu yöntem ata ruhunun musallat olmasıyla değil bizzat hocanın hayattayken çocuğunu ya da torununu seçmesiyle uygulanmaktadır:

158

“Ebem vardı, (tuz) çevirirdi; anam vardı, çevirirdi. Benim oğlum Tuncay da çevirir.” (Z. Tütüncü)

Doğaüstü varlıkların çağrısıyla yeteneklerini kazanan büyücüler “cinli”, “cinci” sıfatlarıyla anılmaktadır. Bu büyücülerin en belirgin ve ortak özellikleri belli bir süre kendilerini toplumdan soyutlamış olmaları ve bu sürecin sonunda, halkın “ruh hastalığı” olarak yorumladığı, normalin dışında tavır sergilemeleridir:

“Cinli Yeter diye biri vardı. O kadında bir şey yoktu. Sonra bir evini mevini terk etti. Sonra işte ruh hastalığı gibi bir şey oldu. Ondan sonra bakar oldu. Fotoğrafını götürürsün bakardı, bilmem ne edersin bakardı. Herkes inanırdı.” (Ay. Boyacı)

Hangi yolla olursa olsun şaman adayı belli bir eğitim aldıktan sonra şaman olarak tanınmaktadır. Bu eğitim “esrime düzeyi” ve “gelenekler düzeyi” olmak üzere iki yönlüdür. Esrime düzeyindeki eğitim, rüyalar ve kendinden geçme yoluyla gerçekleşmektedir. Gelenekler düzeyi ise şamanlık tekniklerini, ruhların adlarını, klanın mitolojisini ve soyağacını, gizli dili öğrenme eğitimini içermektedir (Eliade, 2006: 32). Bu gün de “nefesi kuvvetli hoca” olarak bilinen büyücülerin benzer erginleme sürecinden geçtiği görülmektedir.

Esrime düzeyinde yaşanan erginleme süreci genelde kendini sara nöbetleriyle göstermektedir. Nöbetlerin uygulama sırasında da tekrarlandığı olur. Bu durum, bir bakıma çağrının, büyü yeteneğini açığa vuran ilk bunalımın yinelenmesidir (Levi- Strauss, 1983: 61). Büyücünün kendinden geçmesi, görünmeyen varlıklarla konuşması toplumun diğer üyelerinin ondan çekinmesine neden olur:

“Bir ara sara nöbetleri vardı. Değişik bir kadındı. Çekinirdim o kadından. Yalnız bir odada beni bıraksalar korkarım ben ondan. Sanki çevresinde birileri var gibi, arada bir kendi kendine konuştuğuna şahit oldum. Sesli düşündüğünü söylerdi öyle zamanlarda. Bazen bir durgunlaşırdı, ortamdan soyutlanırdı. Sonra bir anda kendine gelirdi.” (Ş. Erbay)

Gelenekler düzeyindeki eğitimde aday, büyücü olabilmek için gerekli teknik bilgiyi uygulayıcısından öğrenmektedir. Bu öğrenme kimi zaman gözlem yoluyla kimi zaman da büyücünün anlatması yoluyla gerçekleşir. Bu düzeydeki eğitimde

159

büyücü ile aday arasında usta-çırak ilişkisi yaşanmaktadır. Adayın eğitiminin yeterli olduğuna kanaat getirildiğinde “el verme” töreni gerçekleştirilir:

“Anneme ninem el vermiş. Ocakmış bizim ev zaten. Babamın babaannesi. Eskiden ne biliyim, tükürürlermiş, yalattırırlarmış. Kendi eline tükürmüş, anneme yalatmış, elimi sana vedim diye. O zaman ona geçermiş.” (Z. Yalçın) Büyücünün yeteneklerinden biri de bilinmeyenlere vakıf olması, gelecekten haber vermesidir. Görüşlerine başvurulan sözlü kaynaklar, özellikle karşı büyü uygulamaları için bu tür hocalara başvurulduğunu dile getirmişler, gelecekten haber vermeyen ya da bilinmeyenlere vakıf olmayan hocaların güvenilir bulunmadıklarını belirtmişlerdir (Ö. Avşar; A. Özcan; M. Solak; N. Solak). Kendisine başvuranların sorunlarını ve bu sorunların kaynağını, kendisine anlatılmadan bilen büyücülerin saygınlığı daha yüksektir. Bu saygınlık, hocaların bu tür bilgileri doğaüstü varlıklar aracılığıyla edindiklerine dair inançtan kaynaklanmaktadır. Halk, doğaüstü varlıklar ile iletişim kuran hocaların, kendilerinin ulaşamadığı kutsal alana dâhil olabildiğine inanmaktadır:

“Çeşitli doktorlardan sonra Düzce’nin Tongelli Köyü’nde bir hocaya yönlendirdi eş dost. Hoca, sorunu dinledi ve suya baktı. Hocalar ikiye ayrılır, suya bakan hocalar tercih edilir. Bir de bakmayanlar var, onlar pek güvenilir değildir. Suya bakanlar, bakıcılar. Halk arasında, bakanlar teşhis koyar diye bir kanaat var ve ben de şahsen ona inanıyorum. Suya bakan hocaların tercih edilmesinin nedeni cin dediğimiz üç harflilerle konuşabilmeleridir. Bunlar cinlerine danışıyor ve durumu nedir diye soruyor. Buna göre bir tedavi yapmaya çalışıyor. Hocaya da gidilecekse bakan hocaya gitmekte fayda var… Bir iki hafta gibi kısa bir sürede ben yüzde yetmişlere varan bir iyileşme sergiledim.” (A. Özcan)

Gerek dış görünüşleri gerek yaşam koşulları bakımından hocalar, toplumun diğer üyelerinden farklılıklarıyla göze çarpmaktadırlar. Doğaüstü varlıklarla iletişim kurabilen ve büyünün olumsuz türleriyle uğraşan hocalar, genellikle insanlardan uzak bir yerde, harabe ve yıkık hâldeki evlerde yaşamlarını sürdürmektedirler (Ö. Avşar; Ş. Erbay):

160

“Kirli hocanın evi biraz düzensiz, adından da anlaşılacağı gibi. Kınamak amacıyla söylemiyorum. Evi dağınık, düzensiz, eski kerpiçten bir evi var hatta ev denecek durumu da pek fazla yok.” (E. Gencer)

Büyücülük yasaklandığı için büyücüler kimliklerini açıkça bildirmekten çekinmektedirler. Kendilerine başvuranlara karşı temkinli davranırlar:

“Benim mesela bir arkadaşım var Karabük’te. Bu çocuk bir ara uğraştı bu büyü işleriyle. Can Tanrıyar’ın, Petek Dinçöz’ün, ünlülerin falcılığını yaptı. Ondan sonra tövbe etti bıraktı her şeyi. Biz bununla tanıştık. Enez filan diyince orda dedi bir Ahmet abi var. Abim bunu çağırmış aramızda gerginlik olduğu zaman büyü müyü mü var diye. Onu çağırmış. Aranızdaki gerginliğin büyüden mi kaynaklandığını düşünüyordunuz? Ya demin de dedim ya. Böyle zamanlarda insanların aklına ilk büyü gelir. Yüzde ikisi büyüdendir böyle düşünenlerin belki ama yüzde doksan sekizi büyüye bağlar. Başka bir sebebi olsa bile.” (A. Yalçın)

İlkel insandan günümüze yaşamın her döneminde uygulanan büyülerin bir kısmı büyü bilgisine sahip olmayı, büyü uygulayıcısının belli niteliklere sahip olmasını gerektirmektedir. Herhangi birinin gerçekleştiremeyeceği bu tür büyülerde uygulayıcının şamanlara has niteliklere sahip olduğu görülmektedir.