• Sonuç bulunamadı

TOPLUMSAL YAPI VE BÜYÜ İLİŞKİSİ

Dünya sahnesine çıktığı zamandan bugüne insanın serüveni, ilkel topluluklar ve uygar toplumlar olmak üzere iki ana başlık altında değerlendirilmektedir. İlkel topluluklardan uygar toplumlara kadar insanın kültürel evrimi, avcılık ve toplayıcılık, uzman avcılık, yarı göçebe avcılık ve toplayıcılık, çiftçilik, çobanlık gibi, insanın temel gereksinimlerini sağlama yoluna odaklı olarak değerlendirilmektedir.

İnsanlığın ve toplumların gelişimini Evrim Kuramı ile ele alan antropologlar ve sosyologlar, beş milyon yıldır dünya üzerinde varlığını sürdüren insan türü olarak kabul edilen homo sapiensin ortaya çıkışını bir milyon - yarım milyon yıl önceye, günümüz insanının ilk temsilcisi olan homo sapiens sapiensin ortaya çıkışını ise elli bin yıl önceye dayandırmaktadır (Şenel 1982: 41, Kahveci 2011: XXI).

Geçimlerini otları, kökleri, tanelileri ve meyveleri toplayarak sağlayan bundan dolayı da asalak ekonomiye sahip olan toplayıcı takımlar, tüm zamanlarını yiyecek aramakla geçirmiş, başka bir etkinlik yapmaya zaman ve enerjileri kalmamıştır. İletişim sistemlerinin taklitçi bir temele dayanan işaretleşme biçimi olduğu, tehlikeyi topluluğun diğer üyelerine çığlıklar aracılığıyla bildirmelerininse sesli iletişim sisteminin başlangıcını oluşturduğu düşünülmektedir. Tehlike çığlıkları ile sessiz işaretleşme, bizi ilkel düşüncenin temelleri sayılan simgeci ve benzetmeci düşüncenin varlığından haberdar etmektedir (Şenel, 1982: 41- 43). İnsanın doğal ve sosyal çevresini algılayışında, çevresine verdiği tepkilerde bu iki düşünce sistemi rol oynamıştır.

Avcı ve toplayıcı takımlarda erkeklerin ortak avlanmaları gereği duymalarının iletişim sisteminin geliştirilmesini sağladığı bilinmektedir. Ava sessiz yaklaşma zorunluluğu avcıyı işaretlerle iletişim kurmaya itmiş, işaretlerle iletişim de benzetmeci düşünüşün gelişmesini sağlamıştır. Kamp yerine döndüklerinde kullandıkları sesli iletişim sistemiyse simgeci düşünüşün gelişmesine olanak

28

tanımıştır. Aklın edilgin olduğu bu dönemde düşünüş, çağrışım ve düşlerden de etkilenmektedir. Benzetme yoluyla kavrama sadece anlatımın değil davranışın da taklitçi olmasını sağlamıştır. Soyutu, taklitle anlatma olanağı olmadığından somutla anlatmış böylece simgeci düşünüş gelişmiştir. Düzensizlik içinde yaşamını sürdürebilmek için bir düzen sağlama gereksinimi duyan insan, sınıflandırma yoluna gitmiştir (Şenel, 1982: 104). Çevresini saran yararlı ve zararlı pek çok etmeni sınıflandırmış, temel gereksinimlerini karşılamada bir süreklilik sağlamaya çalışmıştır.

Düzensizlik içinde bir düzen kurma çabasındaki insan sınıflandırma yoluyla olaylar arasındaki neden sonuç ilişkisini kavramıştır ancak rastlantılarla dolu yaşam alanında kurduğu neden sonuç ilişkileri de rastlantısal olmuştur. İnsanın olayları bu rastlantısal kavrayışı büyüsel düşünüşün temelini oluşturmaktadır. Çağrışımcı, benzetmeci, simgeci, sınıflandırıcı, rastlantısal neden sonuç ilişkisi kuran bu düşünüş biçimi sihirsel düşünüş/düşünme olarak adlandırılmaktadır. Antropologlar günümüz ilkel topluluklarında bu düşünüşün yoğun olarak bulunduğunu tespit etmişler ve bu toplulukların düşünüşünü de böyle adlandırmışlardır (Şenel, 1982: 108-110, Mauss 2011: 57). Günümüzde halkın günlük yaşamında başvurduğu uygulamalarda bu düşüncenin izlerini bulmak mümkündür.

Somut düşünme bu düşünme türünün temelini oluşturmaktadır. Çevresini benzerlikler ve farklılıklar üzerinden sınıflandırarak algılayan insanın olayların gerçek nedenlerini bulması rastlantısaldır. Tevrat’ta Sosyal Düşünce adlı eserinin giriş bölümünde insanlığın düşünüş evrimine değinen ve bu evrimi sihirsel düşünüşle başlatan Kahveci, bu düşünüşe sahip insanın çevreyi algılayışını şöyle dile getirir:

Sihirsel düşünmede insanın düşünmesini gök gürültüsü, rüzgâr ve fırtına gibi tabiat olaylarının doğurduğu korkular ve durumlar yönlendiriyordu. Bu dönemde insanoğlu, nerede bilgi, maharet ve sihirsel güç varsa arıyor ve alıyor ve nitekim bu düşünme düzeyi ile ruh ve cin gibi soyut ve ruhsal varlıkları üretiyordu (Kahveci, 2011: XXII).

Savunma ve saldırı silahları niteliğindeki araç yapımı toplayıcılıktan avcılığa geçişi sağlamıştır. Toplumsal bir dönüşüm sağlayan araç yapımı erkekleri avcılığa yönlendirmiş, kadınlarsa toplayıcılığı sürdürmüştür. El baltalarıyla başlayan sistemli

29

avcılık, taş başlıklı mızrak, ok ve yay ile yerini uzmanlaşmış avcılığa bırakmıştır.

Avlanmanın tehlikelerinin – hem avladıkları hayvanlar hem de takım üyeleri azalmaktadır – ortaya çıkardığı üreme sorunu, bu döneme ait hamile kadın heykelcikleriyle çiftleşen hayvan resimlerinden anlaşılmaktadır. Bu dönemde denetim altına alındığı düşünülen ateşin – avcılığın kazandırdığı artı zamanda başında oturduklarından – dilin, düşüncenin ve sanatın gelişme ortamı hazırladığı düşünülmektedir. Ateşin, yarattığı çağrışımlarla ilkel düşünüşün düşçü niteliğini etkilemiş olabildiği sanılmaktadır. Ona duyulan korku ve ilginin ilkel insanı gizemli duygu ve düşüncelere itmiş, bu itkiyse ilerde, etkisinden yararlananların bir takım ayrıcalıklar elde ettiği inancının temel oluşturduğu ateş kültüne zemin hazırlamıştır (Şenel, 1982: 50-56).

Uzman avcılık dönemi gömme geleneğinin görüldüğü ilk dönem olmasıyla dikkat çekmektedir. Bu gelenek, Homo sapiens neanderthalensisin, yaşamın ölümden sonra da sürdüğünü düşünmesiyle yorumlanmaktadır. Bu tür, kesin bir biçimde saptanamayan nedenlerden ötürü dünya sahnesinden ayrılmış, hem yerini hem de maddi ve tinsel kültürünü Homo sapiens sapiense bırakmıştır (Şenel, 1982: 64).

Toplumsal yapının avcı ve toplayıcı takımlardan uzman avcı topluluklara doğru yükseldiği bu dönemde iş birliği ve örgütlenmenin sağladığı artı zamana ve artı

besine koşut olarak tam zaman uzmanı ve yarı zaman uzmanı kişiler ortaya çıkmıştır.

Uzmanlaşmış araçların ve araç yapan araçların yapımının zor olması, bunları, topluluğun ava katılamayacak kadar yaşlı üyeleri tarafından yapıldığını düşündürmektedir. Yaşlı sağaltıcılar bu dönemin tam zaman uzmanları arasında anılmaktadır. Büyücü sanatçıların ise – büyü sanatının tam zaman uzmanlığı gerektirmesi nedeniyle – hem ava katıldığı hem de kalan zamanda bu işlerle uğraşma olanağı bulunduğundan yarı zaman ya da boş zaman uzmanları olarak değerlendirilmektedir. Topluluğun bir kültürel yapı oluşturmasında büyücü sanatçılar önemli bir rol üstlenmişlerdir (Şenel, 1982: 65-70). Büyücüler, bu günde kültürün önemli bir unsuru olma durumunu korumaktadır.

Kaynağını sanatın değil, geçim sorununun oluşturduğu kabul edilen, üzerine oklar çizilmiş hayvan ile başlarına boynuz ve maske takmış insan resimlerinin büyü törenlerini tasvir ettiği düşünülmektedir. Resimlerdeki kılık değiştirmiş insanlar, avı

30

çoğaltmak için ayin yapan büyücüler olarak yorumlanmakta, avcıların hareketlerle avı canlandırdıkları – başarıya ulaştıracağına duyulan inançla – törenler yaptıkları sonucuna ulaşılmaktadır (Şenel, 1982: 76-78). Bu yorum, yarı zaman – boş zaman uzmanı büyücülerin sadece boş zamanlarında değil avlanmaya hazırlık sürecinde de büyü ayinleri yaptıklarını düşündürmektedir.

Yukarı Paleolitik’te öne çıkan ürünlerden biri de taşlardan, fildişinden ve ağaç parçalarından oyulmuş, balçıktan yapılmış heykelciklerdir. Bu heykelcikler içinde, arkeolojide Venüsler olarak adlandırılan hamile kadın heykelcikleri, dönemin üreme sorununa yönelik yapılmış olması bakımından önem taşımaktadır. Bilim adamları, cinsel nitelikleri abartılmış bu heykelcikleri bereket ve doğurganlık kültünün işareti saymakla birlikte doğurganlık büyüsünün araçları olarak da kabul etmektedir. Bunların ileride ortaya çıkacak ana tanrıçaların ön örnekleri olduğunu düşünenler de vardır. Bu dönem toplulukları Venüslerin büyüsel biçimde daha çok doğumun gerçekleşmesini sağlayacaklarına inanmışlardır (Şenel, 1982: 80).

Büyüsel düşünce döneminde insan, edilgen – olayları kavramaya çalışan – akla sahiptir. Etkin – olaylara müdahale eden – akla sahip ilkel insan da başlangıçta tıpkı edilgen akılda olduğu gibi çevresini benzetmeci (analojik) algılar. Karşılaştığı nesne ve olayları daha önceki sınıflandırmalardan birine yerleştirir ve bu sınıflandırma için geçerli olan ilkeye dâhil eder. Bu tümdengelimci düşünme biçimi aynı zamanda

dinsel düşünüşün de belirgin biçimidir. Bu nedenle büyüsel düşünüş dinsel

düşünüşün ortaya çıkmasıyla onun bir parçası hâlinde yoluna devam eder: büyüsel- dinsel düşünüş (Şenel, 1982: 111). Büyüsel düşünüş, ilkel topluluktan uygar topluma ulaşma sürecinde karşılaştığımız geçiş toplumlarında dönüşüme uğramış ve dinsel bir boyut da kazanmıştır.

Mezolitik dönemde büyüsel düşünüşün etkileri sürmüştür. Topluluk içinde

oluşmaya başlayan kadın-erkek, yaşlı-genç gibi statü farklılaşması kendini sihirci sanatçıların sıradan üyelerden ayrılmasında da göstermiştir. Kaya ve mağara resimleriyle kadın ve hayvan heykelcikleri bu dönemde de görülmektedir. Bu döneme ait boynuzlarıyla birlikte alınan geyik kafatasının ön kısmından yapılan maskelerin büyü ayinlerinde kullanıldığı tahmin edilmektedir (Şenel, 1982: 131).

31

Bitki ve hayvan yetiştiriciliğiyle karşılaştığımız Neolitik dönemde asalak ekonomi döneminin kalıtı olan büyüsel kültürde değişim söz konusudur. Bu değişim yoğun tarım mevsimlerinin dışında fazlaca boş zaman kalmasındandır. Neolitik döneme ait hayvan heykelciklerinin, bir önceki dönem kalıntılarından farklı olarak totemleri temsil ettiği düşünülmektedir. Bu dönemde zaman, geçmiş ve bugünün yanında geleceği de ekleyerek üç boyutlu algılamaya başlanmıştır. Gelecek algısı ölümden sonraya da uzanabildiğinden dinsel düşünüşün temeli yavaş yavaş oluşmaya başlamış, avcı ve toplayıcı toplulukların büyücüleri bu dönemde din adamlarına dönüşmüştür (Şenel, 1982: 158-167). Büyüsel düşünceye, bu dönemde dinsel düşüncenin etkileri girmeye başlamıştır.

Erkeklerin çobanlıkla, kadınların çiftçilikle uğraştıkları bu dönemde kadın topluluk yaşamında öne çıkmıştır. Artık doğurganlık büyüsünün nesneleri olarak yorumlanmayan kadın heykelciklerinin bu dönemdeki yoğunluğu ve soy zincirinin anneye göre hesaplanması, toprakla uğraşan kadının toplumsal öneminin artışını göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Toprağın önem kazanmasıyla ilgi hayvandan bitkiye yönelmiştir. Bitkilerin bir süre toprağın altında yaşadıktan sonra tekrar doğması gibi ölülerin toprağa gömüldükten sonra yeniden doğacağına dair çift yönlü analojik düşüncenin, bitki odaklı düşüncelerin başlangıcı olduğu kabul edilmektedir. (Şenel, 1982: 160-166). Bu gözlem, neolitik insanın toprağı dişi olarak algılamasını sağlamıştır.

Neolitik çobanlar neolitik köylülerden farklı yaşamları büyüsel düşünceyi daha katışıksız sürdürmelerine neden olmuştur. Çobanlar köylüler kadar düzenli yaşamadıklarından rastlantılar hâlâ algılayışlarını etkilemektedir. Şamanizmin niteliklerini taşıyan büyüsel-dinsel düşünüşün oluşması için köylülerin düşünüşlerinden etkilenmeleri gerekmektedir. Bu etkilenmenin ardından ata kültü inancı izleri belirmeye başlamış, avcı ve toplayıcı toplulukların büyücüleri şamanlara dönüşmüştür. Bilim adamları şaman kıyafetlerinde görülen dişilik unsurlarının, çoban topluluklarının çiftçi topluluklardaki kadın din adamlarının izlerini taşıdığı görüşündedir (Şenel, 1982: 169-174). Çoban toplulukları avcı ve toplayıcı toplulukların büyüsel düşünüşünü, yaşam koşullarına ters düşmediğinden sürdürmüş, köylülerle olan ilişkileri düşün biçimlerinin büyüsel-dinsel bir karakter kazanmasını sağlamıştır.

32

Neolitik çiftçi ve çoban topluluklarının totemci büyüsel-dinsel düşünüşleri varlığını geçiş toplumlarında korumayı sürdürmüştür. Geçiş döneminin büyüsel- dinsel düşünüş biçiminin yansımalarını mitlerde ve muskalarda görmek mümkündür. Bununla birlikte dinsel düşünüş kendini belirgin bir biçimde hissettirmiştir. İnsan, doğadaki düzenin farkına varmış ve bu düzende – toprağı ekmek gibi – etkin bir rol üstlenmiştir. Yine de bu düzenin her alanında etkin olmadığını fark etmiştir; yer, gök, rüzgâr ve güneş gibi doğa güçlerine odaklanmıştır. Büyüsel düşünüşün yanında olgunlaşmış bir dinsel düşünüş birliktedir ancak dinsel düşünüş içinde tapınma kavramı henüz yer almamaktadır. Düzeni oluşturan nedenlerin bilinmemesi her şeyin bir nedene bağlanmasıyla sonuçlanmıştır: çiftçi topluluklarda toprak ana, çoban topluluklarında güneş (Şenel, 1982: 218-224).

Uygar toplumlarda belirgin olarak görülen dinsel düşünüşte, insanın kendisinden daha güçlü bir düzenleyici varlığa inanması söz konusudur. Toplumsal farklılaşmanın belirgin bir biçimde yaşandığı dönemde tanrıların düzenleyici olma vasıflarına doğayı yaratan varlıklara olmaları da eklenir. Uygar toplumlarda din adamları totemleri, doğa güçlerini, yıldızları ve ataları tanrılaştırmışlardır. Büyüsel düşünüş artık yerini dini düşünüşe bırakmış, bilimsel düşünüş filizlenmeye başlamış, büyüsel düşünüş geri planda kalmış hatta yasaklanmıştır (Şenel, 1982: 248-252).

İnsanın doğadaki etkin rolü, uygar toplumların eşitsizlikçi yapısı içinde yazgısının elinden alınmasıyla kısıtlanmış, tanrının yazgısının büyüsel yolla değiştirilebilme olanağı kalmamıştır. Dünya görüşü dinsel değerler doğrultusunda değişmiştir. Mezopotamya’da, bir devlet gibi örgütlenmiş tanrıların, kendilerine hizmetçi olarak yarattıkları insanlar arasındaki ilişki, insanların din adamları ve tapınaklarla ilişkilerine benzemektedir. Bilim adamları, dünya görüşünün ideolojik bir yapı kazanmasıyla insan tanrı ilişkisinin efendi-köle ilişkisine dönüştüğünü belirtmektedir. Panteonlar kent devletinden ulusal devlete geçişte kalabalıklaşırken imparatorluğa geçişte başlıca tanrılar öne çıkmıştır: Marduk ile Babil, Aton ile Mısır, tanrı Asur ile Asur imparatorlukları kurularak baş tanrıcılığın güçlendirilmiştir. Bu süreç tek tanrıcılık için uygun bir zemin hazırlamıştır (Şenel, 1982: 250-258). Tüm bu değişime rağmen büyü, halkın temel gereksininmlerinin karşılanmasında başvurulan kaynaklardan biri olmuştur.

33