• Sonuç bulunamadı

Stagiralı düşünür adil olmasına rağmen bedenen, ruhen ve zihnen bütün bir topluma denk kişilerin insanlar arasında yaşamasının güç olduğunun farkındadır. Hatta toplumun zamanla değiştiğini düşünmektedir. Realiteye, sosyal gerçekliğe ilişkin bilinci ise onu “uygulanabilir” en iyi rejimi tartışmaya sevk eder.

Aristoteles için devlet ve toplum arasındaki ilişki tek taraflı değildir. Devlet ve toplum arasında karşılıklı bir ilişki bulunmaktadır. Devlet, insanların mutluluğunu doğrudan etkilediği gibi bir bütün olarak toplumun içinde bulunduğu durumdan etkilenir. Bu yönüyle yönetim biçimleri tabiri caizse sosyal koşullar üzerine inşa edilmektedir. Örnek vermek gerekirse eskiden krallıkların var olabilmesi ve bütün bir toplumun krala itaati sitenin küçüklüğü ile ve o sitede nadir şekilde toplumun refahına katkı sağlayacak insanları bulunmasıyla açıklanmaktadır. Fakat şehirler büyüdükçe ve aynı zamanda toplumda birbirine hem maddi hem manevi açılardan benzer insanlar ortaya çıkmaya başlayınca, krallık yönetiminin uygulanması en azından sosyal

62

koşullara uygun olmadığı için sorunlu bir hal alacaktır. Gerçekten yönetici ile kendisini eşit gören toplum, kralın öyle olmamasına rağmen üstün bir mevkide bulunmasına daha fazla tahammül edemeyeceği için başka bir rejim arayışına girecektir. Bu rejimde insanlar arasındaki ortaklığa vurgu yapan cumhuriyet (politeia) rejimidir.179

Cumhuriyet rejimi oligarşi ve demokrasinin sentezi bir rejimdir. İlginç olan husus Aristoteles’in rejimler tasnifinde olumsuz olan bu iki rejimin müspet ve en uygulanabilir rejimi inşasıdır. Burada kişiler ülkenin savunulması hususunda ve yönetme-yönetilme kabiliyetleri bakımından birbirine denk kişilerdir. Makamlar ve mallar da bu benzer özellikler gösteren kişilere liyakat temelinde dağıtılmalıdır. Liyakatte belirleyici unsur olan ve yönetime katılacak kişilerin yoksul halk değil orta sınıf olmaları şartı, cumhuriyetin oligarşiye yaklaştığı yöndür.180 Orta sınıf yönetimi

Aristoteles’in erdemlere ilişkin açıklamasını da doğrudan akla getirmektedir. Buna göre gözü karalık ve korkaklık iki uç olarak kötüyse ve ortada bulunmak olan cesaret erdemi iyi halde bulunmayı ifade ediyorsa; politeia yönetimi için de bu erdemli olma hali mevcuttur. Bireyler için geçerli olan devlet için de belirleyicidir. Sosyal yapı ve kentin yaşam tarzı ile rejim arasında benzerlik had safhadadır. İkisi arasında herhangi bir mesafe bulunmamaktadır.181

Politeia rejiminin erdemleri temelde ikiye ayrılmakta; ekonomiye ve yönetime

ilişkin erdemleri bulunmaktadır. Bu çalışma kapsamında daha önemli erdemler ise yönetimle ilgili olanlardır. Orta sınıfın egemen olduğu bir toplumda ne yalnızca yönetilmek isteyenler ne de yalnızca yönetmek isteyenler bulunmaktadır. Zenginler talihe bağlı nimetlerden paylarına çok şey düştüğü için yönetilmek istemeyip yalnızca yönetmek istemektedirler. Bu alışkanlığı çocukluklarından beri edinmiş ve sürdürmüşlerdir. Yoksul kesim ise, talihin nimetlerinden paylarına pek az bir şey düştüğü için ancak yönetilmeye, emir almaya uygundur. Birbirine taban tabana zıt iki kesimin bir arada bulunması, iki grup arasında önlenemez bir haset duygusu ve düşmanlık yaratmaktadır. Aristoteles’e göre eğer toplum yerini orta sınıfa bırakır ve yönetim bu sınıfa verilirse ülkeler tüm bu problemlerden kurtulmuş olacaktır. Büyük

179 ARİSTOTELES, Politika, 1286b3-18, s. 307. 180 ARİSTOTELES, Politika, 1288a6-15, s. 316. 181 ARİSTOTELES, Politika, 1295a34, s. 355.

63

yöneticiler de bunun bir göstergesidir; Solon, Lykourgos, Khrondas ve diğer çoğu orta sınıftan gelen devlet adamlarıdır. Bugüne kadar toplumların barış ortamını sağlayamamalarının bir sebebi de orta sınıfın eksikliğidir.182

Doğası gereği eşit insanların bulunduğu toplumlara uygun yönetim formu olan

politeia, ancak insanların homojen olduğu toplumlarda sürdürülebilir ve en

uygulanabilir rejimdir. Bu rejimin en belirgin özelliği yönetime ilişkin yararlar ve zararlara herkesin ortak katılımı ve katkısıdır. Bu yolla yönetimde süreklilik ve devamlılık sağlanabilecektir. Süreklilik unsuru, tek bir kişinin krallıkta olduğu gibi ömrü boyunca yönetimde kalmasını ifade etmemektedir ve yöneticilerin devir daim içerisinde olmasıyla sağlanmaktadır. Cumhuriyet rejiminin sürekliliği ancak bu yöneticilerin muayyen sürelerde görevde bulunmaları ve ardından değişimiyle mümkün olacaktır. Bütün toplum homojen olduğundan yöneticilerin yetenekleri ve erdemleri yönetime geçen bir diğerinden radikal biçimde ayrılmayacaktır. Fakat, temel farklılık gözden kaçırılmamalıdır, yurttaşın yönetici kişiliği ile yönetilen kişiliği birbirlerinden ayrı kişiliklerdir. Zira insanlar sırasıyla yönetirken başka, yönetilirken başka insanlar olurlar. Yönetici ve yönetilen olarak yurttaşların “bir” olduğunu söylemek, herkesi mutlak bir benzerlik içerisinde görmek ise sitelere yarardan çok zarar getirecek sorunlu bir bakışı ifade eder.183

Yurttaşın kişiliğine dair algılama biçimi uygulanabilir rejimin en temel özelliğini ortaya koymaktadır. Söz gelimi Atina yurttaşı Perikles aynı bedende yöneticilik ve yönetilen olma erdemlerini ve vasıflarını aynı anda taşımaktadır. İkisi de aynı bedende içerilen potansiyel durumlar kendilerini sırayla açığa çıkarmaktadırlar. Tıpkı rejimin sırayla yönetici ve yönetilenlerini değiştirmesi gibi kişiler de bedenlerinde bu değişimi barındırmaktadır. Bu düşünce ileride ele alınacağı üzere çok önemli bir hususa işaret eder. Kişiler aynı bedende hem bir yasa koyucu hem de yasanın hizmetkarları haline gelmektedirler.

182 ARİSTOTELES, Politika, 1295b13-1296a22, s. 356-358. Ayrıca bknz. “Solon, yaklaşık 638-559

arasında yaşamış Atinalı yasa koyucudur. Lykourgos, yarı efsanevi Spartalı yasa koyucu. Gerçekten yaşadığı kesin olmasa da ve yaşadığı çağa dair farklı tahminler olsa da genellikle kabul gören tarih 9. yüzyıl civarıdır. Kharondas, 7. yüzyılda Sicilya'da yaşayan Katanalı bir yasa koyucudur.”

ARİSTOTELES, Politika, 115. dipnot, s. 358.

64

Öte yandan, eşit kişilerin sırayla devlet makamlarında bulunmaları ve yönetilmeleri rejimin bir düzenlemesi niteliğindedir. Bu düzenlemenin de kendisini bir yasa olarak gösterdiğini unutmamız gerekir. Aynı sebeple herhangi bir yurttaş yerine yönetimde olan özünde yasadır. Yine benzer bir mantık örgüsü sürdürüldüğünde görülecektir ki bazı insanların yönetmesi “daha iyi olsa bile” yine de onlar yasaların koruyucusu ve hizmetkarı olmadırlar.184

Uygulanabilir rejim ile yukarıda bahsi geçen en iyi rejim (mutlak krallık) arasındaki temel fark eşitliğin ve yasanın mı egemen olacağı; yoksa hiyerarşinin ve yasadan üstün bir iradenin mi olması gerektiği hususlarına dayanmaktadır. Aristoteles için soruna gerçekçi bir şekilde yaklaşacak olursak; yasanın yönetmesini isteyen biri Tanrıyı ve aklı öncelemekteyken, insanın yönetmesini isteyen biri ise vahşi bir hayvanın yönetimini yeğlemektedir.185

Her ne kadar Aristoteles’te yasanın yönetimi ya da yasa-üstü insanın tercihinde uzlaştırması güç zıtlıklar ve kapanmaz bir mesafe varmış gibi görünse dahi “farklı kişinin” vahşi bir hayvan olabileceği gibi Tanrı gibi de olabileceği unutulmamalıdır. Elbette eşitlik ve yasa, farklılığı dışlamakta makul bir gerekçeye sahiptir: mevcut durumun korunması imkânı bu kişilerin dışlanmasına, sürgününe bağlıdır. Öte yandan farklılık, erdemce üstün ve pambasileus gibi değerli kişilere ait olduğunda da yasanın bu istisnayı gözetmesi gerektiğini söylemektedir. İşte bu istisnayı tanımak suretiyle Aristoteles pratik ve teoriyi uzlaştırabilmiştir. Kapanması güç mesafeler eşit olanların eşit pay almalarını buyuran adalet düşüncesi aracılığıyla kapatılabilir. Eşit olanların varlığında adalet ve toplumsal mutluluk herkesin eşit muamele görmesine ve yasanın varlığına bağlıyken; eşit olmayan bireylerin varlığında ise adaleti ayakta tutmak bu altlık-üstlük ilişkisini, hiyerarşiyi sürdürmekten geçmektedir. Son olarak herkesin benzer olduğu bir toplumda yurttaşın hem bir yasa koyucu hem de yasanın hizmetkarı olması yöneticiler ve yönetilenler arasındaki boşluğu ve hiyerarşi problemini ortadan kaldırmanın pek akıllıca bir çözümü olarak karşımıza çıkmaktadır.

184 ARİSTOTELES, Politika, 1287a8-23, s. 310-311. 185 ARİSTOTELES, Politika, 1287a23-32, s. 311-312.

65 IV. ROMA’DA YASA-ÜSTÜ OLAN

Sokrates, Platon ve Aristoteles her biri yasa ve insan arasındaki ilişkiyi kendi özgün bakış açılarıyla ele almaktaydılar. Her ne kadar yasa ve insan arasındaki ilişki temelde ortak olan bilgi problemi ve ahlakın bir konusuysa da düşünürler arasındaki farklılığın nedenleri dönem, toplum ve insana ilişkin yaklaşımlarındaki değişimden kaynaklanmaktaydı. Cicero ise Roma’nın Cumhuriyet’ten İmparatorluğa geçiş dönemine, Caesar’ın yönetimine tanıklık etmiş, Stoa’nın kıymetli düşünürlerinden biridir. Bu çalışma kapsamındaki önemi ise yukarıda ismi zikredilen filozofların gerek doğrudan gerek dolaylı olarak düşüncelerini gelecek çağlara aktarmadaki hatırı sayılır rolüdür. Cicero sayesinde Platon ve Aristoteles gibi filozofların anlayışlarının site gibi küçük topluluklardan ziyade Roma İmparatorluğu gibi büyük coğrafya ve nüfuslara hitap eden yönetimlerde ne ölçüde geçerliliklerini koruduğunu görme imkânımız olmuştur. İçinde yaşadığı dünyanın Antik Yunan’ın kentlerinden ayrı koşullara sahip olması kendine has fikirlerinin de filizlenebilmesini sağlamıştır. Diğer yandan çalışmanın başında somut olgu olarak yasa-üstü insana bir örneklik teşkil eden Roma devletinin kurucusu olan Romulus’un mitik anlatısı Cicero tarafından da ayrıntısıyla yorumlanmıştır. Mite ilişkin yorumunda İlk Çağ’ın yasa-üstü insana bakışının bütün cephelerini bir arada görebilmek mümkün hale gelmektedir. Yukarıda zikredilen tüm sebeplerden dolayı bu bölümde yapılmak istenilen Platon ve Aristoteles’in düşüncelerinin Cicero üzerindeki izdüşümlerini tespit etmek ve Cicero’nun, Roma devletinin gerektirdiği koşullara özgülenmiş fikirlerinin izlerini sürebilmektir.