• Sonuç bulunamadı

A. Bireyden Devlete Keyfilikten Hukuka Diyalektik

2. Objektif Geist

Buraya kadar geist kendini birey üzerinden var ederken bundan sonraki aşamada, Hegel’in özünde birey olan tin (sübjektif geist) ile bir işi kalmamıştır. Arzularıyla, ihtiyaçlarıyla ve keyfilikle hareket eden bireysellik yerini genellik ve belirlilik kazanacağı halk tinine (Volkgeista) bırakmıştır.417 Tam da bu sebeple ahlak, sübjektif ahlaklılığın yani bireyin kendi belirlenimlerinin alanı üzerinden tanımlanamaz. Çünkü birey, tesadüfi olması bakımından kaidelerden yoksundur. Objektif ya da nesnel ahlaklılık (Sittlichkeit) alanı ise kişinin sınır tanımayan iradesinin yerini alan ikinci doğasını gerçekleştirdiği mekandır. İnsanlar, bahsi geçen ikinci doğalarına ancak devlet sayesinde kavuşabilirler. Bireylerin iyilik konusunda ayrılığa düştükleri nesnel ölçütler, devlet ve yasalar aracılığıyla verilmektedir. Ancak bu yolla özgürlüğün, gerçek ve hakiki biçimde mevcut bulunduğu söylenebilir.418

Her ne kadar birey kendi gerçekliğine veya doğasına devlet eliyle kavuşacaksa da öncesinde objektif ahlaklılık alanı özünde kültürün geliştirildiği ve iletişimin sağlandığı alandır. Tabii haliyle “objektif geist” kendini aile olarak gösterir. Sevgi temelli bu yapıda bireyler ilk kez bir grubun üyesi olmayı doğallıkla öğrenirler. Ailenin dağılması ile bireyler başkaca dış bağlantılar kurar ve buna sivil toplum adı verilir.419 Bu birliktelikte de, medeni ilişkiler kurmaktaki amaç da esasında yine ihtiyaçlar dizgesine dayanır. Bireyler benliklerini bu karşılaşmalar aracılığı ile tatmin ederler. Fakat bu sonsuz sayıdaki karşılaşmalar birden çok sonuca yol açmaktadır.

İlk olarak kendi tatminine yönelmiş olan birey, söz konusu tatmini başka bireyler olmaksızın devam ettiremeyeceğine ilişkin bilinç kazanır ve ilk kez aile

417 HEGEL, Tarihte Akıl, s. 61.

418 HEGEL, Hukuk Felsefesinin Prensipleri, §148 ve 151, s. 140 ve 142-143.; HEGEL, Tarihte Akıl, s.

111 ve 115. Burada akla getirilmesi gereken kişi ise elbette ki Aristoteles’ten başkası değildir. Aristoteles’te insanı mutluluğa saf bir birey olarak değil ikinci doğası aracılığı ile kavuşacak bir varlık olarak tanımlamaktadır. Bu doğaya ise poliste kavuşmaktadır. Nitekim bir insan polis olmaksızın, bir diğer deyişle ikinci doğası olmaksızın varlığını sürdürebiliyorsa ya bir canavar ya da bir tanrıdır. Bknz.

III. Aristoteles: Yasa ve Yasa-Üstü Arasında Bir Orta Yol başlığı s. 45. Benzer bir görüş bknz.

SKIRBEKK & GILJE, s. 396.

132

aracılığı ile öğrendiği toplum üyeliği duygusunu pekiştirir. Bundan dolayı kolektif bir ihtiyaçlar sistemi oluşacak; ihtiyaçlara binaen edinilmiş mülklerin ve ortak menfaatlerin ise yargı gücü ve kamu yönetimi organizasyonları vasıtasıyla korunması gerekecektir.420 Öte yandan Hegel, medeni toplum içerisinde bulunan bütün ihtiyaçların ve hukuk sisteminin devlet eliyle düzenleneceğini belirtmektedir.421 Eğer

durum böyleyse hukuk sisteminin bir parçası olan yargı erki sivil toplum aşamasında henüz devlet aşamasına geçilmeden nasıl faaliyet göstermektedir? Bu soru şu şekilde değiştirilebilir: “Hukuk mu Devlet mi daha kadimdir?”

a. Kadim Hukuk ya da Devlet

Hegel, sivil toplum içerisinde yer alan yargı gücünü incelerken hukukun doğumundan bahsetmektedir. Kişilerin ihtiyaçlarını tatmin etmek bakımından yürürlükte olan soyut hukuktur.422 Fakat soyut hukukun alanı içerisinde yer alan

ihtiyaçlar sistemi ortak kültürü inşa eder. Hukuk ise bu kültür aracılığıyla vücut bulur. Kültürün bireylerce bilinmesi ve isteklerin dolaşıma girmesiyle geçerlilik, objektiflik ve evrensellik kazanır.423 Dolayısıyla, hukuk aslında dış organizasyon olarak

nitelendirilen devletten önce var olan, sosyal olguya dayanan bir yapı biçiminde anlaşılabilir. Hegel, konuya dönemi için büyük bir tartışma ve aynı zamanda gurur meselesi olan “kod” faaliyeti üzerinden örnek vermektedir. Bilindiği üzere kodifikasyon yazılı ve yazılı olmayan kuralların sistematik şekilde bir araya getirilmesi, toplanması ve düzenlenmesidir.424 Alman düşünür ise kodifikasyon

aracılığıyla derlenen ve toplanan önceki kuralların örf ve âdet olmak özelliklerini kaybetmeyeceklerini vurgulamaktadır. Kod faaliyeti sadece yürürlükte olanın daha sarih biçimde yeniden aktarımdan ibarettir. Yine de;

“Kültürlü bir millete veya onun hukuk bilginlerine bir kod vücuda getirmek yetkisini tanımamak, bu millete ve bu bilginler sınıfına yapılabilecek en büyük hakaretlerden biridir (bu iş için, muhtevaları bakımından yeni kanunlardan oluşan bir sistem meydana getirilmesi gerekmez; sadece, mevcut kanunların muhtevasını belirli

420 HEGEL, Hukuk Felsefesinin Prensipleri, §187-188, s. 162-163. 421 HEGEL, Hukuk Felsefesinin Prensipleri, §157, s. 144-145.

422 Soyut hukuk bireyin Sübjektif Geist’tan Objektif Geist’a geçene kadar geçirdiği evrelerin tümünü

kapsayan sürece verilen isimdir. Detaylı bilgi için 1. Sübjektif Geist başlığının tümüne bknz.

423 HEGEL, Hukuk Felsefesinin Prensipleri, §209-210 s. 173.

133 evrenselliği içinde anlamak, yani düşüncede kavramak ve sonra bunu özel hallere uygulamak yeter).”425

Buradan da anlaşılacağı üzere aslında kod faaliyeti bütün kültürel kurumlara ve yasalara açıklık, evrensellik ve objektiflik kazandırmaktan ibarettir. Nitekim kanunların dayandığı temel zorlayıcılık ve bağlayıcılık unsurları, mevcut ile vaz’edilmiş olanın aynileşmesinden başka bir şey değildir.426 Hegel’in en bilinen

deyişiyle “makul olan gerçektir ve gerçek olan makuldür.”427 Dolayısıyla bir kanunun

geçerliliğini başka bir yerde aramaya gerek yoktur. Olan geçerlidir. Bütün kurallar rasyoneldir.428 İlk başta birey aracılığı ile ortaya konulan “hak”lar herkes tarafından bilinmekle, sivil toplum ve kültür aracılığı ile hukuk halini alır. Bu yaklaşıma göre ceza kanunu ya da medeni kanun içinde bulunduğu sivil toplumun ve kendi zamanının da bir ürünüdür.429

b. Hukuk Devleti ya da Devletin Hukuku

Yukarıda yer alan bütün bir sistematik takip edildiğinde hukukun, devletten önce toplum içerisinde hayat bulan bir yapı olduğu söylenebilecektir. Bu bakımdan hukuk toplumun bir ürünü olarak gözükmektedir. Ancak Hegel söz konusu olduğunda peşin bir hükme varmak elbette doğru değildir. Nitekim Hegel’de devlet ve hukuk ilişkisi hakkında taban tabana zıt görüşler ortaya konulmuştur. Ağırlıkta olan görüşe göre Hegel için devlet yeryüzündeki en üstün ve ilahi varlıktır. Hukukun bu gücünü sınırlamak şöyle dursun aksine bunun devlet iradesinin bir ürünü olduğu ifade edilmiştir.430 Diğer görüşe göre ise devlet kendisinden önce var olan bu hukukun

425 HEGEL, Hukuk Felsefesinin Prensipleri, §211, s. 175. 426 HEGEL, Hukuk Felsefesinin Prensipleri, §212, s. 176.

427 HEGEL, Hukuk Felsefesinin Prensipleri, Önsöz, s. 29. Bu çalışmada Sadri Maksudi Arsal’ın kendi

çevirisini kullanmayı tercih ettik. ARSAL, s. 260.

428 HEGEL, Hukuk Felsefesinin Prensipleri, §212, s. 176. Benzer bir görüş Giorgio Del Vecchio

tarafından da ifade edilmiştir. Bknz. VECCHIO, s. 142.

429 HEGEL, Hukuk Felsefesinin Prensipleri, §218, s. 181.

430 Hegel’in devlete ağırlık verdiğini düşünen yazarlar ve görüşleri için bknz. “Ona göre, Devlet egemen

bir irâdeden ibâret bulunmakta, bu irâde kendi kendisini tayin etmekte, hukuk hiçbir şekilde bu irâdeyi sınırlayıcı bir rol oynayamamaktadır. Devletin sınırsız gücü karşısında hukukun varlığından söz etmek, bu güce karşı hukuku ileri sürmek mümkün değildir.” OKANDAN, Umumi Amme Hukuku, s. 635.; “Ona göre, hukuk devletin iradesidir. Kanun vazetme siyasi iktidara sahiplikten daha değişik bir anlama sahiptir. Kanun vazetme yetkisi, teorisinde yüceltilmiş bir anlama sahip bulunan devlete aittir. Fertler sadece devletin unsurlarıdır. İnsan bütün değerini ve ruhsal gücünü devletten alır. Devlet ahlâki gücün temsilcisidir.” GÜRİZ, s. 231-232.; “Hegel'e göre, müsbet hukuk, hukuk şeklinde oluştuğundan, devlet normuna uygun kuralların bütünüdür. Devletin iradesi mutlak aklın, objektif ruhun ifadesidir. O

134

sınırlamalarına tabi olacaktır.431 Mevcut sorun Hegel’in felsefesinin ilerlemeci

olduğunun kabulü fakat lineer bir hat biçiminde olmadığının anlaşılmasıyla çözüme kavuşturulabilir. Gerçekten de Hegel sivil toplumun, kültürü sayesinde hukuk yarattığını da hukukun ancak devlet aracılığıyla düzenleneceğini de aynı ölçüde savunmaktadır. Çünkü onun için her yeni aşama bir önceki aşamayı içine alarak yükselir (aufheben). Diyalektikte önceki aşama unutulmuş ya da tamamen terkedilmiş değildir. Bireyin devlete kadar yukarıda ele alınan bütün aşamalarında birey her zaman içerilmektedir. Yine de bu onun bireyci bir filozof olduğu şeklinde yorumlanamaz. Zaten onun temel eleştirisi de bunlar arasında bir karşıtlık değil sentez ilişkisi olduğudur. O birey ile devleti siyah ve beyaz gibi zıt pozisyonlara yerleştirmemektedir. Ona göre;

“Devlet, sivil toplumla karıştırılarak, onun spesifik gayesinin, şahsî mülkiyet ve özgürlüğün güvence altına alınıp korunmasından ibaret olduğu düşünülecek olursa, o zaman bireylerin menfaati, kendi başına, en yüce gaye, bireylerin uğrunda bir araya geldikleri gaye halini alır ve bundan da bir devletin üyesi olmanın ihtiyarî bir şey olduğu sonucu çıkar. Halbuki, devletin bireyle ilişkisi büsbütün başka türlüdür. Devlet objektif espri olduğuna göre, bireyin kendisi, ancak onun bir üyesi olduğu takdirde objektifliğe, hakikî bireyliğe ve ahlaklılığa sahip olabilir.”432

Buradan da anlaşılacağı üzere devlet özgürlüğün gerçekleştiği, bireyin hakikatini kazandığı, kendini rasyonel kılabildiği, belirlenimini arttırdığı sahadır. Aynı şekilde hukuk da devletten önce kültür aracılığı ile var olmasına rağmen gerçek kimliğine devlet aracılığı ile kavuşacaktır. O halde ağırlıkta olan görüş aslında isabetli şekilde,

halde ancak "devlet hukukuna" hukuk sıfatını verebiliriz. Öte yandan devletin koymadığı kurallar, hukuk adını taşıma onuruna sahip olamazlar.” HİRŞ, s. 166. Bunun kronolojik bir sıralama değil öneme

göre bir sıralama olduğu kabul edildiği takdirde Hegel’in devleti hukuka kıyasla öncelediği hk. bknz. ÖKTEM & TÜRKBAĞ, s. 379.

431 Hegel’in düşüncesinden hukuk devleti anlayışının çıkarılabileceğini savunan yazarlar için bknz.

“Görüldüğü gibi Hegel’in devleti, sonraları Alman hukuk biliminin Rechtsstaat (Hukuk devleti) dediği şeydi. Bu devletin iç idarede yüksek bir etkinlik göstermesi ve özellikle yargı düzeninin, Hegel'in sivil toplumun ekonomik görevlerini yapabilmesi için vazgeçilmez saydığı mülkiyet ve kişi haklarını güven altına alması gerekliydi.” George SABINE, Siyasal Düşünceler Tarihi III Yakın Çağ, (Çev. Özer

Ozankaya), Sevinç Matbaası, Ankara, 1969, s. 41. Son olarak Celal Kanat Hegel’de hükümdar ve devlet arasındaki ilişkiyi katı ve yumuşak olarak ikili bir ayrıma tabii tutmaktadır. Kendisi yumuşak yorumu benimsediği için bu dipnotta ele alınmıştır. Katı yorum kapsamında hükümdarın Tanrı’dan başka bir yargıcı bulunamayacağını belirtmekle birlikte; yumuşak okuma, hukuk devleti düşüncesinin Hegel’in felsefesinden çıkarılabileceğini ifade etmektedir. Katı okuma için bknz. s. 568-569 Celal A. KANAT, Hegel’in Devlet ve Toplum Felsefesi: Minerva’nın Baykuşu, Doruk Yayınları, İstanbul, 2017, s. 568- 569. Yumuşak okuma için bknz. KANAT, Kitap II-III, s. 570-574.

135

hukuk devletten önce gelsin ya da gelmesin, hukukun özünü devlet iradesinde aramakta haklıdır.433