• Sonuç bulunamadı

Kierkegaard, gençliğinin anlamlı bir bölümünü Hegel’in düşüncelerini öğrenmeye ayırmıştır.463 Günlüklerinden anlaşıldığı kadarıyla Hegel ile ilgili

fikirlerinde de ciddi değişikliklerin bulunduğunu söylemek mümkündür. Başta kendisini “Hegelci” olarak tanımlayan Danimarkalı düşünür daha sonra radikal biçimde kendisini Hegel’in karşısına yerleştirmiştir. Hatta Hegel’in Cicero için düşündüklerini o, Hegel için düşünmektedir. Hegel’in Yunan felsefesini anlamadığını ve içlerinden birkaç pasajı seçerek Yunan felsefesini çarpıttığını söylemektedir.464

Eleştirilerinin önemli bir bölümü Hegel’in diyalektiğine yönelmiştir. Yine ilerleme, (aufheben) ve objektif ahlaklılık (sittlichkeit) kavramları eleştirilerini yoğunlaştırdığı diğer kavramlardır. Korku ve Titreme ve Tekerrür adlı eserlerinde nispeten fazla olsa da neredeyse bütün eserlerinde Hegel’le hesaplaşma içerisindedir.

463 H. J. BLACKHAM, Altı Varoluşçu Düşünür, (Çev. Ekin Uşşaklı), Dost Yayınları, Ankara, 2015, s.

10.

464 Soren KIERKEGAARD, Günlükler ve Makalelerden Seçmeler, (Çev. İbrahim Kapaklıkaya), Anka

144

Bir kere Kierkegaard’ın Korku ve Titreme, Kaygı Kavramı, Baştan Çıkarıcının

Günlüğü gibi değerli eserlerinin içerisinde bulunduğu Ya/Ya da metnine seçtiği ad bile

aslında Hegel ile bariz bir tezatlık barındırmaktadır. Diyalektiğin bir parçası olarak tez ve antitezin belirlenimini arttırdığı daha yüksek bir sentezde içerilmesi fikri “hem/hem de” olarak nitelendirildiği takdirde “ya/ya da” isminin tercihi bu diyalektiğin tümden olumsuzlanması manasına gelecektir. Ya/ya da her iki düşünceyi muhtevasında barındırmaktan ziyade kişiyi bir tercihe icbar etmektedir.465 Dolayısıyla yalnızca eser

ismindeki bu seçim bile düşünürler arasındaki farklılığı göstermek bakımından elzemdir. Detaya inildiğinde Korku ve Titreme dönemini ağır bir dille mahkûm eder. Kierkegaard için dönem ve dönemin felsefesi tam bir “sezon sonu satışı”dır. Ona göre 19. yüzyıl her şeyin kelepir fiyattan arz edildiği bir dönemdir ve her yerde değersiz fikir yığınları görülmektedir. Elbette ki bu tutum 19. yüzyılın aydınlanma ve ilerleme iddiaları ile birlikte değerlendirildiğinde ciddi bir eleştiridir.466

Ona göre herkes sanki geçmişin birikimini pek kolaylıkla kendine, kişiliğine, karakterine dahil etmiş ve yüksek bir seviyede hayata başlamıştır. Artık kimsenin Descartes gibi şüphe duymasına gerek yoktur. Benzer şekilde, Kierkegaard’ın ileride sıklıkla zikredeceğimiz önemli bir örneği olan İbrahim, sanki Tanrı ile insan arasındaki ilişkide akla gelebilecek bütün soruları tüketmiştir ve çağdaşlarının bu kadim örneklikle bir işi kalmamıştır. İlerleme bütün bu geçmiş birikimi karakterinde eritmiştir ve günlük hayatın basit kaygıları karşısında bu örneklerin bir önemi de bulunmamaktadır. Kimse geçmişte takılıp kalmaz. Her şeye rağmen diyalektiğin öngördüğü biçimde ilerlemek temel düsturdur. Oysa düşünür için sorulması gereken soru nereye olmalıdır? İlerlemek fakat nereye, istikamet neresidir? En temelde ilerleme Danimarkalı düşünüre basitlik gibi görünmektedir. O, çağdaşlarının bu saygın şahsiyetlerin seviyelerini aşacak bir biçimde hayata başladıkları iddiasını makul bulmaz.467

Onun, Hegel felsefesinde açmaya teşebbüs ettiği ilk gedik ilerleme fikrinin dayanıksız surlarıdır. Nitekim, Hegel’de aufheben olarak karşımıza çıkan, tinin

465 Erol ÇETİN, “Kierkegaard’a Göre Özne-Nesne İlişkisi”, Doktora Tezi, Erciyes Üniversitesi Sosyal

Bilimler Enstitüsü, 2016, s. 100.

466 KIERKEGAARD, Korku ve Titreme, s. 21. 467 KIERKEGAARD, Korku ve Titreme, s. 21-23.

145

belirlenimini arttırdığı süreç (diyalektik) başka bir yolla da eleştirilmektedir. Özünde Kierkegaard, bireyin ve tinin gelişimini dışsal ve içsel süreçlerin birbiri ile çatışması ve belirlenimini arttırması olarak değil; aksine bizzat bireyin içinde gerçekleşen bir süreçle daha yüksek bir varlık düzeyine kavuşması şeklinde açıklar. Kierkegaard, Hegel felsefesinde dışsal olanın içsel olandan önemli olduğunu vurgular.468 Yapılan

tespit aynı zamanda ahlak ve hukuk alanına da uygulanabilir. Hegel için bireyin (içsel), devlet (dışsal) karşısında görece değersiz olduğunu söylemek bunu doğrulamaktadır.469

Yine Kierkegaard, tekerrürün modern felsefe için temel bir düşünce olacağını ilan eder.470 Pek tabii tekerrürün modern felsefenin kilit-kavramı olacağını ilan etmek, ilerleme düşüncesinin de kritiği niteliğindedir. O, tez ve anti-tezin, senteze kavuştuğu arabuluculuk, dolayımlama sürecinin yanlış biçimde adlandırıldığını ifade eder. Özünde senteze ulaşmak tekerrürden başka bir şey değildir ve kişinin içinde gerçekleşen yeni bir farkındalık olarak adlandırılmalıdır. Hegel, evrensel olanı bir tekerrür ve sıkıcılık olarak açıklamaktaydı.471 Bu aynılığı nihayete erdiren ve halk-

tinini yeni bir aşamaya taşıyan kişiler ise kahramanlardı. Dolayısıyla kahraman, evrensel karşısında ilerlemeyi sağlayan bir istisna olarak değerlendirilebilecektir. Kierkegaard, buradan hareketle istisnanın evrenseli açıklayan yönünü vurgulamakla birlikte aynı zamanda istisna ile evrensel arasında bir çatışma değil uyum olduğunu vurgulamaktadır. Nitekim burada istisna olan kişi, evrenseli kendi içinde yoğun bir tutkuyla düşünerek yeni bir forma sokmaktadır. Bütün bu süreçler diyalektik değil içsel süreçlerdir. Diyalektik olmayıp, tekerrür prensibi ile işlemektedir.472 O halde

yapılması gereken Kierkegaard’ın Hegel’in kahramanını nasıl değerlendirdiğini ve onun karşısına yerleştirdiği imanı ve iman şövalyesini incelemek gerekecektir. Buraya

468 KIERKEGAARD, Korku ve Titreme, s. 94. Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için Hegel’in meşhur

diyalektik örneği kullanılabilir. Köle-efendi diyalektiğinde efendi, içsel olan tez sürecini ifade etmektedir. Köle ise onun anti-tezidir. Düşünüldüğünde efendi neye sahipse köle ona sahip olmayan, edilgen pozisyondaki dışsallıktır. Efendi ise mülk edinebilen aktif öznelliktir. İkisinin olağan hayatı duraksatıldığında ve ikisi tek başlarına bırakıldığında ise bir yerden sonra görülecektir ki; efendi kendine yetebilen bir kişi değildir. Köle ise hayatını idame edebileceği yeteneklerle donanmıştır. O üreten, kendi ihtiyaçlarına cevap verebilen bir yeterliliktir. Dolayısıyla dışsal olan belli anlamda içsel olana üstünlük sağlamıştır.

469 Jeffrey ABRAMSON, Minerva’nın Baykuşu: Batı Siyasi Düşünce Tarihi, (Çev. İbrahim Yıldız), 2.

Baskı, Dipnot Yayınları, Ankara, 2014, s. 374-375.

470 Soren KIERKEGAARD, Tekerrür, (Çev. Zeynep Talay), Pinhan Yayıncılık, İstanbul, 2014, s. 13. 471 4. Yasa ve Kahraman başlığına bknz.

146

kadar Hegel ile Kierkegaard’ın farklı yönleri vurgulanmaktaysa da ilerleyen bölümde görüleceği üzere varılan sonuçlar bakımından aralarında uyumun bulunduğu da söylenebilir.