• Sonuç bulunamadı

A. Bireyden Devlete Keyfilikten Hukuka Diyalektik

3. Somut Bir Kişi Olarak Devlet

Hegel için devlet yukarıda belirtildiği gibi en üstün ve ilahi otoritedir. O geistın ulaştığı, kendi kendisini bilen ve bildiğini eyleyen nihai, objektif seviyedir. Alman filozof bu sayede özgürlüğün, rasyonelleşeceğine ya da mevcut olabileceğine inanır.434

Devlet sayesinde kişiler ikinci doğalarına, istekleri ve içgüdülerinden sıyrılabildikleri gerçek doğalarına kavuşmaktadırlar. Bu sebepledir ki düşünür, birey karşısında devlete üstünlük tanımaktadır. Elbette bu durum devletin birey olmadan var olan bir yapı olabileceği şeklinde bir yoruma da elverişli değildir. Ancak bireylerin nihai ereği devlet içerisinde gerçekleştiği için sivil toplumda ortaya çıkan kültür bir diğer deyişle yasalar, tıpkı bireyler gibi devletin tabiatına tabi ve bağımlıdır. Vazifeler ve haklar devlet aracılığıyla belirlenmektedir.435

Devlet evrensel ve nesnel olanı belirlemek bakımından yasamayı, bireyleri ve onların özel durumlarını kapsaması bakımından ise yürütmeyi ifade eden rasyonelliktir. Zikredilen ve ayrıma tabi tutulan bu iki erk ister istemez akla güçler ayrılığı fikrini akla getirecektir. Ancak, Hegel’e göre erkler ayrılığı devleti kaçınılmaz sonuna, parçalanmaya götürür. Bu sebeple o bütün erklerin tek bir erk biçiminde toplanması gerektiğini savunmaktadır. Hükümdarlık; yasama, yürütme ve yargı erklerinin, hükümdarın şahsında cem edilmesidir. Hükümdar, devletin yalnızca zirvesi değil aynı zamanda dayandığı temeldir. Hükümdarlık gücü aslında söz konusu üç momenti, erki içerisinde taşır. Hükümdar hem anayasayı rasyonel kılar, hem de diğer

433 Diğer yandan Sabine, sivil toplum ile devlet arasındaki karşılıklı ilişkiyi görmesi bakımından isabetli

bir yorumda bulunmuştur. Bknz. SABINE, Cilt III, s. 39.

434 HEGEL, Hukuk Felsefesinin Prensipleri, §257-258, s. 199-200.

435 HEGEL, Hukuk Felsefesinin Prensipleri, §261, s. 204-205. Burada önemli hususlardan bir diğeri de

şudur; devlet, bireye içkin bir gayedir ve devletin gücü bireylerin özel menfaatleri ile devletin menfaatlerinin aynılığını sağlayabilmesine dayanmaktadır. Birey her ne kadar bir tebaa olsa bile o devletin üyesi olmakla iftihar eder. Yani yönetim bireyden tamamen bağımsız ve dışsal bir süreç şeklide görülmemelidir. Birey yönetimde kendi etkinliğinin bulunduğuna, ülkesinin kazanımlarının kendi kazanımları olduğuna da inanır. Başka bir deyişle nesnel ve öznel olan arasında bir birleşme gerçekleşir. Dolayısıyla yönetilen (tebaa) sadece yönetildiğini değil bütün kanunların kendi öznelliğinden beslendiğine de inanır. Bu sayede tıpkı Aristoteles’in politeia rejiminde olduğu gibi yönetilen ve yönetici arasında birlik gerçekleşmektedir. HEGEL, Hukuk Felsefesinin Prensipleri, §261, s.207; HEGEL, Tarihte Akıl, s. 123. Benzer bir görüş için bknz. BRAVO, s. 42.

136

devletler ve bireylerle ilişkidir. Dahası ve hepsinden önemlisi o, özgürlüğün belirlenimini arttıran karar unsurunun bizatihi kendisidir.436

O halde anayasa uygulanmasını ve geçerliliğini hükümdara borçludur. Fakat, anayasa zaman içinde meydana gelmiş, yaratılmamış, tanrısal ve değişmez bir şeydir. Hegel’in teorisinde neredeyse hiç yer almayan doğal hukuk düşüncesinin yerine anayasanın ikame edildiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Ancak değişmezlik konusunda Hegel’in tutarlı olmadığı söylenebilir. Devlet ile anayasa “bir milletin

esprisi olarak devlet, o milletin bütün hayatına nüfuz eden bir yasa olduğuna göre” 437

denilmek suretiyle eş tutulduğu takdirde anayasal değişiklik önünde manevi engeller müstesna olmak üzere herhangi bir engel kalmayacaktır. Ülkelerin kendisi için verimli temel yasalara sahip olduğunu söylemek anayasanın değiştirilmesi önünde sadece bir engel olarak nitelendirilemez.438 Bir başka açıdan yaklaşıldığında devletin somutlaştığı kişi olarak hükümdarın yaptığı değişikliklerin milletin ruhuna uygun davrandığı ve verimliliği attırdığı ifade edilebilir.

Devletin hükümdarda somutlaştığını ispat, hükümdarın yetkilerinin ve hükümdarın hukuk karşısındaki konumunun belirlenmesi bakımından da ayrı bir önem arz etmektedir. Çünkü bu yolla Hegel’in devlet hakkında düşündüğü hususların hükümdar hakkında da aynı oranda geçerli olduğunu söylenebilir. Olağan zamanda hükümdar kendini toplum yararına yönlendiren bir kanun olarak “anayasa” biçiminde gösterecekken, olağanüstü halde ise (içeriden ya da dışarıdan gelen tehditler nedeniyle) somut bir eylem olarak gösterecektir. İşte bu olağanüstü hallerde devletin kurtuluşu, hükümdarın kararına bırakılmıştır. Devletin kurtulabilmesi ancak egemenin eylemleri ile sağlanır ya da sağlanamaz. İlginç şekilde Hegel için devlet hem gerçek hem de ideal haline bu zamanda kavuşmaktadır. Devlet hükümdarın bedeninde ete kemiğe bürünür.439 Dolayısıyla Hegel’in bu yaklaşımı devletin hükmi bir şahıs olduğu

436 HEGEL, Hukuk Felsefesinin Prensipleri, §273, s. 222. Ayrıca bknz. “Hükümdarlık gücü, totalitenin

üç momentini (§ 272) kendi içinde taşır: a) siyasî anayapının ve kanunların evrenselliği; p) özel'in evrenselle bağlantısını sağlamayı amaçlayan müşavere: ve müzakere; y) oto-determinasyon olarak nihâî karar momenti (geri kalan her şey buna indirgenir ve realitesinin başlangıcını buradan alır). Bu mutlak oto-determinasyon, hükümdarlık gücünün ayırt edici prensibini oluşturur.” HEGEL, Hukuk

Felsefesinin Prensipleri, §275, s. 226.

437 HEGEL, Hukuk Felsefesinin Prensipleri, §274, s. 225. 438 HEGEL, Hukuk Felsefesinin Prensipleri, §274, s. 225.

439 HEGEL, Hukuk Felsefesinin Prensipleri, §278, s. 227-228. Ayrıca devletin hükümdarda

137

kanaatinin kabulüne imkân vermez. Çünkü hükmi şahıslar mevcut olmak bakımından eksiktirler ve sadece soyut varlıklardır. Oysa, devlet somut bir hakikat sahasıdır.440

Hükümdar devletin bir canlılık sahası ve biyolojik varlığı olarak görüldüğünde ise meşruluk kaynağının ne olduğuna verilecek en doğru cevap tanrısallığıdır. Bu sebeple ona itaatsizlik, devletsiz kalmak ile sonuçlanacak bir süreçtir. Böyle bir sonucu, halklar değil ancak yığınlar ve kalabalıklar ister.441 Yönetimin istikrarlı olması

gerektiğine inanan Alman düşünür monarkın, hükümdarın konumunu güçlendirmek için onun “doğuştan ve veraseten” bu yetkiyi haiz bulunduğunu ifade eder.442 Pozitif

hukukun meşruiyetinin temeli de, sonu gelmeyen tartışmaları “budur emrim” diyerek nihayete erdiren de, af yetkisiyle yaşananı yaşanmamış kılan da aynı kişidir; devlet veya hükümdar. Dolayısıyla Hegel için hükümdar mefhumu herhangi bir yasayla bağlı olmadığı gibi yasanın objektif formunun gelip dayandığı kaynaktır.443 Nitekim onun

felsefesinde hükümdar/lar için doğal hukukun yerine ikame edilen anayasanın bile bağlayıcılığının bulunmadığı ifade edilebilir. Halkın ruhuna aykırı davranışlarının, yapıp ettiklerinin değerlendirilmesi sadece tarih mahkemesindeki duruşmaya444

bırakılmıştır. Hükümdar sadece sonuca göre, zamanın dışından eleştirilebilir. Tıpkı Sadri Maksudi Arsal’ın da ifade ettiği gibi hükümdar/lar “… hiçbir şeyle bağlı

değildirler. O devleti temsil eden şahıslar hukukun fevkindedirler.”445

bireysellik, mahiyeti gereği, birey olarak, dolaysız gerçekliğini hükümdarda bulan bir birey olarak, mevcuttur.” HEGEL, Hukuk Felsefesinin Prensipleri, §321, s. 257. Aynı şekilde devlet tinin, hükümdar

da devletin bedenidir. “Tekerk kendi kişiliğinde, bütün anayapıyı tenselleştirmelidir – sırf bir parçayı

değil”. Aktaran: KANAT, Kitap II-III, s. 565. Dahası Hegel’in Napoleon’u gördüğünde yaptığı

güzelleme de böyle bir yoruma izin vermektedir. Hegel’in Napoleon ile bu ilk karşılaşmasından ciddi biçimde etkilenmiş ve Napoleon’u dünya ruhunu (geistın) kendisinde toplayıp onunla dünyayı yöneten kişi olarak tasvir etmiştir. G. W. F. HEGEL, The Latters, (Çev. Clark Butler & Christiane Seiler), Indiana Unıversity Press, Bloomington, 1984, s. 114, Hegel to Niethammer.

440 HEGEL, Hukuk Felsefesinin Prensipleri, §279, s. 228. 441 HEGEL, Hukuk Felsefesinin Prensipleri, §279, s. 228-229.

442 HEGEL, Hukuk Felsefesinin Prensipleri, §280, s. 231-232. Ayrıca Hegel §280 ninci bölümün not

kısmında hükümdarın tanrısal karakterine vurgu yapmaktadır. Söz konusu Tanrı olduğunda insanların Tanrı’nın varlığının ve karar verici özelliğinin birbirinden ayrılamayacağını anlamakta güçlük çekseler bile kabul ettiklerini fakat; Monark söz konusu olduğunda sanki devletin varlığı ve onun temsilcisi karar alıcısı olarak monarkın birbirinden ayrılabilirmiş gibi hatalı düşündükleri ifade edilmektedir. Bu yolla hem monarka tanrısal bir özellik atfetmektedir hem de karar unsurunun önemi vurgulanmaktadır.

443 HEGEL, Hukuk Felsefesinin Prensipleri, §279, s. 228.

444 Hegel’in devletler arası ilişkilerde sonuç odaklı yaptığı okuma hükümdarın eylemleri için ülke

yönetimi hakkında da düşünülebilir. “Dünya tarihi, dünyanın yüce yargı divanıdır.” HEGEL, Hukuk Felsefesinin Prensipleri, §341, s. 266.

445 ARSAL, s. 263. Devletin hukuk ile kurduğu irtibata daha önce 430. ve 431. numaralı dipnotlarda

değinilmiştir. Öğretide çok sayıda yazar Hegel’in devletinin hukuktan üstün olduğunu, dolayısıyla hükümdarın hukuka üstün olduğunu çeşitli biçimlerde ifade etmiştir. Buna karşılık hükümdarın

138

Bütün bir felsefesi göz önünde bulundurulduğunda Hegel’i idrak etmenin kolay olmadığı görülecektir. Gerçekten de onun diyalektik yaklaşımı temelde iki zıt fikrin bir araya gelerek yeni bir senteze ulaştığı için düşünceleri zıtlıkların içerildiği ve bu tezatlara ender rastlanan bir felsefe değildir. Onu inceleyen araştırmacıların da birbirlerine taban tabana zıt görüşleri savunmaları aynı nedenle makul karşılanabilir. Hegel’de yasa ve insan arasındaki ilişkiyi okumanın ve konuyu daha anlaşılır kılmanın bir başka mümkün yolu “kahraman”ların izlerini sürmektir.