• Sonuç bulunamadı

ULUSAL KIRSAL KALKINMA STATEJİSİ POLİTİKALARINDAKİ HEDEFLER

1Yrd. Doç. Dr. Duygu BOYRAZ, 2Prof. Dr. Selim KAPUR,

1Prof. Dr. Cemil CANGIR, 2Yrd. Doç. Dr. Erhan AKÇA,

1Trakya Üni., 2Çukurova Üni.,

Sayın Başkanım, değerli hanımefendiler ve beyefendiler; günün son saati olduğu için, elimden geldiğince hızlı olacağım.

Biz, Ulusal Çölleşme Eylem Planını hazırlarken, birçok kriteri bir arada bulundurduk.

“Hazırlarken” derken, bunun içerisinde bütün disiplinlerden olabildiğince insanları almaya çalıştık. Sonuçta, elimizden geldiğince bir şeyler yapmaya çalıştık. Çünkü Türkiye, 160 ülke içerisinde, eksik olan son iki-üç ülkeden bir tanesiydi. Bunu geçen yıl itibarıyla tamamladık. Resmi Gazete’de, 9 Mart 2005 tarihinde yayınlanarak, bu, yürürlüğe girmiş durumdadır.

Bu Ulusal Eylem Programında kimler yer aldı; TEMA, Dışişleri, Çevre ve Orman Bakanlığı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı.

Bu planın hazırlanmasındaki en temel yapıyı oluşturan Avrupa Topluluğunun DPSIR olarak tanımlanan, Türkçe’de, “sürücü, tepki, baskı, değişim ve etki” olarak birbiriyle tamamıyla ilişkili olan bir akış şemasıydı. Bizim Ulusal Eylem Planımız bu temele oturmuştu. Sürücüler, kentleşme ve ulaşım, tarımsal yoğunlaşma, turizm ve rekreasyon talebi, balıkçılık ve su ürünleri üretimi, sanayileşme, enerji yatırımları, arazi değişimi ve iyileştirme çalışmaları, petrol ve doğalgaz çıkarma, kıyı sularında atık atımı, su çıkarma, drenaj ağı, kıyı çalışmaları, barajlar, göletler ve madencilik, bunların hepsi baskı olarak tanımlanabilir. Sonuçta, değişimler oluyor, kıyı alanına gelen sulardaki besin maddesi değişiyor, kirlilik yaratıyor, habitat ve biyolojik çeşitlilik kaybı meydana geliyor, sularımız kirleniyor ve kıyı erozyonu da ortaya çıkmış oluyor.

Bunun sonucunda etkiler nelerdir; ekosistem süreç ve işlevlerinde değişimler meydana geliyor, ekosistem taşıyamaz oluyor, taşıma kapasitesini yitiriyor ve sonuçta çölleşme ya da arazi bozunumu dediğimiz sonuç ortaya çıkıyor.

Biz, neye dayandık; biz, havza ölçeğine dayandık. Havza ölçeğine dayanmamızın nedeni şuydu: İklim, topografya, coğrafya, insan kültürünü doğrudan etkileyen kriterlerdir.

Türkiye’de, DSİ’nin belirlemiş olduğu 26 havzayı göz önüne alarak, bu Eylem Planını hazırlamaya çalıştık.

Niçin havza; çünkü noktasal çalışma yaparsanız, noktasal çözüm getiriyorsunuz. Kuzey Afrika ülkelerine gidiyorsunuz, çok güzel bir proje gösteriyorlar. 5 bin dekarda, keçilerin otlaması için teller tekmişler. Ama kenarında ne var; hiçbir şey yok, yani çölleşme ve baskılar hâlâ devam ediyor. Bir yerde erozyon kontrol çalışması yapıyorsunuz, altı-üstü ne olacak, belli değil. Arsa yaratıyorsunuz; ama arsa yaratırken nereyi kirletiyorsunuz, nasıl kirletiyorsunuz, bunlar tamamen soru işaretiydi. Bu nedenle, havza üstlerinde çalışmanın, hem çevre koruma, hem de insanların mutluluğu için asıl temel olduğu şartını uyguladık.

1/10 milyondan başlayarak, 1/1 000’lere kadar inen çeşitli ölçeklerimiz var. Bunlar Avrupa Topluluğunun standartlarıdır ve Eylem Planı sona erdiğinde, Avrupa Topluluğunun istekleriyle örtüşmüş olacağı için bu ölçekleri kullandık.

Türkiye’de çölleşmenin doğal nedenleri var, teknik nedenler var, sosyoekonomik nedenler var; bunlar özetlendi.

Çölleşme sorunlarından bir tanesi erozyon, doğal erozyon. Bunu düzeltemezsiniz; yani Toroslar’dan, 3 bin metreden gelen erozyonu düzeltmek söz konusu bile değil. Aşırı doğal kaynak tüketimi, bunları da düzeltmek söz konusu değil; mecbursunuz, insanların talebini karşılayacaksınız. Ancak, düzeltilebilir sorunlar var; tuzlanma, topraklarda organik maddelerin azalması, ormansızlaştırma, kimyasal kullanımı, yanlış arazi kullanımı.

Bunlar ne kadar kötüye gitmiş olsa da, düzeltilebilir olarak tanımlandı.

Çölleşmenin önlenmesi ya da azaltılması için, 63 tane eylem hazırlandı ve bunun temeli sürdürülebilir arazi yönetimi olarak tanımlanmıştır. Dünyada insan peyzajları önemli;

çünkü sürdürülebilir arazi yönetiminde insanı dışlamayacaksınız. Bir tarafı tellerle güzelce çevirebilirsiniz, kimse girmez, yeşillik olur; ama insan ondan faydalanamayınca, hiçbir anlam taşımıyor.

Dünyada gördüğünüz gibi, kırmızılarla işaretlenen bölgelere insanlar tarafından şekillendirilmiş araziler olarak tanımladık.

Biz, bu insan peyzajlarını nerede tanımladık? Anadolu, 3-5 bin yıllık bir ülke değil, 10-15 bin yıl öncesine giden bir ülke. Anadolu’yu dikkatle incelediğiniz zaman, çok güzel arazi yönetimleri var. Tabii ki, 60’lardaki göçler nedeniyle son 50 yılı söz etmiyoruz.

Bizim temelimizi oluşturan bir çalışma da Kızkalesi’ydi. Biz, burada uydu kentler saptadık. Merkezi yönetimin bir görevi vardı, uydu kentlerin bir yönetimi vardı. Birbirine 3-4 kilometre uzaklıkta olan köylerin bir tanesi zeytincilikle uğraşırken, bir tanesi buğday üretiyordu, bir tanesi harnup üretiyordu. Bunlar arkeologlarla çalıştığımız verilerle sağlanmıştır. Daha sonra bunu harita üzerine işlediğimizde, günümüzdeki uydu kentler sisteminin Anadolu’da 5-6 bin yıldır var olduğunu ortaya koyduk.

Kızkalesi’ni bir de yandan kesit aldığımızda, insanların arazileri çevreyle, topografyayla, doğal kaynaklarla uygun yönettiğini gördük. Daha doğrusu, sürdürülebilir arazi yönetimi olduğunu ortaya koyduk.

Tabii çeşitli ölçeklerimiz var, tarım ekoloji bölgeleri var; bunlar 1/10 milyonlarla ifade ediliyor. Daha sonra aşağı doğru iniyoruz, ana kaynak arazi alanları aşağı iniyor.

Bunların amaç ve kullanımları belirlendi. Nasıl ayırt edilebiliyor? Örneğin, burada ayırt etme şeyimiz benzer tarımsal üretim alanlarıydı. Bir Konya Ovası’nı nasıl tanımlarsınız;

buğday deposu olarak tanımlarsınız. Bir Çukurova’yı nasıl tanımlarsınız; bir pamuk bölgesi olarak tanımlarsınız. Bir Ege nedir; bir üzüm bölgesidir, bağ bölgesidir. Bu şekilde çeşitli ölçeklerimiz vardı.

Konya Ovası’nı bir buğday bölgesi olarak tanımlıyoruz, ama arazi kullanımları tabii ki değişecek, düz alanla eğimli alanlar mutlaka fark edecekti.

Buradaki kriterler, arazi kalitesi, arazi bozunumu, arazinin yiten özelliklerinin geri kazanılması, arazi yeteneği ve insan etkisiyle oluşmuş topraklar. Bizim temel yaklaşımımız bunlardı, bunlar bizim için çok önemliydi. Bilgi toplama ve aşamaları oluşturduk ve insan peyzajları dediğimiz şeyi kaynak aldık; yani biz, insanı hiçbir zaman dışlamadık.

Doğal kaynaklar, toprak, su, kaya ve biyoçeşitlilik. Tabii ki, kültürel kaynakları yok edemiyorsunuz. Mesela, Afrika’da bir Şaman geliyor, yanlış bir bitki külünü bir ağacın dibine döküyor. Siz, “Bu büyü yapıyor” diyorsunuz. Hayır. Oradan gelen potasyum, oradaki tuzu yıkıyor. Yani yerel teknolojik bilginin de çok önemli olduğu üzerinde duruldu.

Bundan sonraki aşamalar, ana bilgilerin toplanması, veri tabanı oluşturma. Siz, bunu bizlerden çok daha iyi biliyorsunuz. Kaynak tahsisi için ana planlar yapılacak. Nedir ana plan? Mesela, Konya Ovası’nda tuzlanma riski var, Çukurova bölgesinde suyun iyi kullanılması gerekiyor. Uzun dönemli araştırma ve izleme alanlarının belirlenmesi lazım.

Bir politika uyguluyorsunuz, ama 5 yılda bir değiştiriyorsunuz. Niçin değiştiriyoruz, hangi temele dayalı değiştiriyoruz? Mesela, 60’larda, sulama çok güzel bir olaydı.

1980’lerde, Kuzey Afrika’da yeşillendirme çok önemli olaylardı. Ama sonuçta, suyun tehlikeli olduğu, her yeşillendirmenin halka iyi gelmediği sonucu geldi ve siz, 5 yılda bir çok büyük yatırımları geri döndürmek zorunda kalıyorsunuz. Bu nedenle, yerel bitki ve hayvanların izlenmesi gerekliliği ortaya çıktı.

İkinci aşama da, sosyoekonomik değerleri göz önüne alarak optimal yönetim planlarının hazırlanması ve yayım. Çok güzel çalışmalar yapıyorsunuz; ama halkı sahiplendirmiyorsunuz, kimseyi bilgilendirmiyorsunuz ve sonuçta, yaptığınız çalışmalar size kalıyor. Daha sonra arazi baskısını azaltmak için sosyoekonomik analizlerin yapılıp finans kaynaklarının yaratılması gerekiyordu.

Üçüncü aşamada sistem modellenmesi yapmanız lazım. Bizim Kızkalesi’nde yaptığımız gibi bir fiziksel model yaptık ve bu senaryoları denedik. Kızkalesi’nde harnup ne kadar gelir getirebilirdi, bağcılık ne kadar gelir getirebilirdi ya da narenciye ne kadar gelir getirebilirdi? Tabii bunları yaparken, hiçbir zaman tek başımıza değiliz; sosyoekonomistler var, haritacılar var, tapu kadastrocular var, arkeologlar var. Hatta tıptan bile destek aldık;

çünkü bazı bölgelerde sıtma söz konusu olduğundan, bataklık suyunu giderecek, okaliptus gibi, çok su tüketen ağaçlar da göz önüne alındı.

En son, sürdürülebilir üretim ve ekosistemin bütünleştirilmesi için etkin politikaların geliştirilmesinde, herkesin, ama herkesin yer alması gerektiği sonucuna varıldı ve bu amaçla böyle bir akış planı oluşturduk. Burada, çoklu disiplinden çok interdisipliner, disiplinlerarası… “Çevre etki planı” diye bir rapor hazırlıyorsunuz, herkes kendi raporunu hazırlıyor, bakıyorsunuz, bir kitap hazırlanmış; ama herkes kendine özel. Şu girintiyi sağlayamıyorsunuz. Bunun gibi, kullanılmayan yüzlerce rapor var. Bu, interdisipliner, herkesin birbirinden faydalandığı, herkesin ortak bir sonuca vardığı bir çalışma akış

diyagramıydı. Bizim istediğimiz, sivil toplum örgütlerinin ve üretici birliklerinin ya da birliklerin bu konuya sahip çıkması. Siz, devletten baskı yaptığınız zaman, çoğu zaman çözüm olamıyorsunuz; ama halktan gelen istekleri bilimsel potada erittiğiniz zaman, çok daha başarılı sonuçlar alıyorsunuz.

Yine eski bir uydu kent çalışması. Bakın, seramik üretim uydu kendi var, buna hammadde sağlayan bölge var. Merkez bölge, üretimden çok eğitim, ticaret, sağlık ve tapu kayıtları, harita kayıtları, diğer kayıtlara adını verdiğimiz işlevi sürdürüyor; ama diğer bütün üretimler ve şeyler uydu kentlere dağıtılmış durumda. Bu uydu kentler birbirine asla rakip olmayacak şekilde yerleştirilmeli.

Çölleşme eylem planlarından sadece bir tanesi var burada. Bunu, kırsal kalkınma politikalarının geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması olarak tanımladık. Tabii yapılan çalışmalar var, yapılacak çalışmalar var. Şu an, kırsal kalkınma projeleri ve planları yürütülüyor. Burada sorumlu kuruluşlar, DPT, Çevre ve Orman Bakanlığı, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, sivil toplum örgütleri görev alıyor ve bunlar sürekli. Bunun gibi 63 tane plan var.

Toprak Koruma Kanunu çıktı. Sizler tarafından da yakından takip edilen bir konu.

Buradaki amaç, arazi kullanım planlarının yapılması. Yalnız, bunu yaparken, ilgili herkesin disiplinlerarası çalışmayla yaklaşması gerekiyor. Tarımsal amaçlı arazi kullanım ve projelerin hazırlanması, toprak koruma projelerinin hazırlanmasını ve arazi toplulaştırması ve dağıtımı gerekiyor; çünkü kaynakların uygun kullanılması amacı güdülüyor.

Biz, 7-8 Mayısta, “Kalkınma ajansları” başlığı altında Adana’da bir toplantı düzenledik.

Kırsal kalkınma ajansları yeni yeni geliyor. Birincisi Diyarbakır’da yapıldı, ikincisi Adana’da. Kırsal kalkınma ajansları, bir bölgede yapılacak bütün faaliyetleri, gelişmeye dayalı yatırımları ve faaliyetleri destekleyecek. Burada, bizim Çölleşme Eylem Planında en çok istediğimiz olay var; sivil toplum örgütleri daima bu olayın içerisinde. Bu, herkes için bir başarı olarak kabul edilmeli. Yalnız, bizim kırsal kalkınma ajanslarıyla anlaşamadığımız tek konu, kırsal kalkınma ajanslarını iller bazında birleştirmişler;

Adana’yla Mersin örneğinde olduğu gibi ya da Antalya’yla Burdur örneğinde olduğu gibi. Biraz havzasal özellikte de olsa, havzanın tam özelliklerini taşımadığı için, burada buna biraz karşı duruyoruz.

Tabii bu çalışmalardan, Avrupa Topluluğunun desteklediği birtakım yayınlar çıktı; çünkü temelde Avrupa Topluluğunun istediği yaklaşımlar ve ölçütler göz önüne alındığı için.

Bütün bu çalışmalar, kırsal kalkınma programları, toprak yapısı sonrasında ne sonuca vardık? İnsan peyzajlarının kalite ve yeterliliklerine karar vermeden önce, sistemin ana işlevi amaçlanıldı. Mesela, zeytin bölgesi. Siz, binlerce yıldır zeytin işiyle uğraşan adama gidip, “Favlonya ekin” derseniz, bir kere, onun yüreği reddediyor bunu. Bu bölgeler kullanıma açılmadan önce, tarihsel kullanım özellikle göz önünde tutulmalıdır. Kıbrıs’ta harnup bölgesine Konya’dan insan taşıdık. Şimdi ne yapıyorlar o harnupları; yakıyorlar.

Bir harnup ağacı 1 ton ürün veriyor, bugünün parasıyla 1 milyar gelir getiriyor. Ama biz, ne yaptık; Konya’dan insanları bu bölgeye yerleştirdik.

Bakın, Harran 89 ve 2000 yılı karşılaştırmasını yapıyoruz. Sulama öncesi ve sonrası neler olmuş? Şu an Harran’da bir tatlı hayat yaşanıyor. Çift kabinli arabalar, evler yükseliyor;

ama 5 yıl sonra bunların hepsi yine yok olacak, Mezopotamya’nın başına gelen olacak;

çünkü topraklar tuzlanıyor. Şu an korkunç bir gelir gözüküyor, ama aşırı bir de tuzlanma var.

Başka bir sonuç, birkaç yer dışında, toplumun kültürel yapısını göz önüne almak zorundasınız. Arazi kayıplarının gelir ve kültüre zarar vereceğini bu halk biliyor; ama bunu ne kadar yayacaksınız, o çok önemli. 1960’ların politikaları var. Bakın, Muş Ovası şu an bir bataklık. Burada da çalıştık. Siz, bataklığı sulamaya çalışırsanız, halkı buradan uzaklaştıracaksınız. Böyle yanlış çalışmalar var.

Bizim isteğimiz, geleneksel arazi kullanımlarının çok önemli olduğu; çünkü halk, bunu sahiplenecek ve arazi bozunumunu azaltacak.

Sabırlarınız için çok teşekkür ediyorum. (Alkışlar)

Bir de, buraya gelmemizi sağlayan Hüseyin Erkan hocamla Levent Özmüş hocamın sabırları için de çok teşekkür ederim.

KIRSAL MEKAN DÜZENLEMESİNDE KADASTRO