• Sonuç bulunamadı

KIRSAL MEKAN DÜZENLEMESİNDE KADASTRO İLİŞKİSİ

1Yrd. Doç. Dr. Ali ERDİ, 2Prof. Hüseyin ERKAN

1Selçuk Üniversitesi, 2HKMO

Sunumuz, “Kırsal Mekân Düzenlemesinde Kadastro İlişkisi” başlığı altında.

Her konuda olduğu gibi, burada da yine bir kavram çakışmasıyla ya da net olmayan bir yapıyla karşı karşıyayız.

Ana hatlarıyla işlemeye çalışacağımız konunun başlıkları bunlar.

Ülkemizde yıllardır “arazi toplulaştırma” kelimesi kullanıldı, devamında “arazi düzenlemeleri” kullanıldı. Aslında ülkemizde kullanılmadı, çok az sayıda dile getirildi.

Kırsal mekânın yeniden düzenlenmesi, belki bizim ülkemizde daha geldiğimiz bir tanım değil, varmak istediğimiz bir hedef olabilir. “Arazi toplulaştırması” kelimesini çok fazla duyuyoruz. Biz de bu sunumuzda, “arazi toplulaştırması” kavramı yerine “kırsal mekânın yeniden düzenlenmesi” kavramını ısrarla vurgulamaya çalışacağız.

Kırsal mekân arazi düzenlemesinde, gelişme sürecine ilişkin neler olmuş?” diye bir bakmak istediğimizde, Batılı ülkelerde 1300’lü yıllardan başlayan bu çalışmalarda kuşaklardan bahsediliyor. İlk başta Tuna Nehri yatağının değişimi şeklinde başlayıp, devamında bir sürü hedef değişimleri var.

Üçüncü kuşak anlayış değişimlerini görüyoruz.

Aslında bu üçüncü kuşakta, sorunları ihtiyaçlara göre çözen bir politika dönemi diye de, özellikle Avrupa Birliği dönemindeki çalışmaları görüyoruz.

Arazi düzenlemesinde temel amaç, kırsal alanda üretim ve çalışma şartlarını iyileştirmek, bu yolla beslenmeyi güvence altına almak, üretim ve çalışma şartlarını iyileştirmek.

Birinci temel hedefimiz bu.

İkinci temel hedefimiz ise, genel tarımsal kültürü geliştirmek. Bir üçüncü temel hedefimiz, kültür alanlarını korumak ve bir sonraki temel hedefimiz de köy yenileme ve altyapı hizmetleri yardımıyla kırsal gelişime başlamak, sürdürmek ve güçlendirmek.

“Biz, bu hedeflere uygun çalışma yapıyor muyuz?” diyeceksiniz. Buradaki bildirimizin konusu arazi düzenlemesini tartışmak olmadığı için, kadastroyla ilişkiler noktasına geldiğimizde, ara ara bu cümleleri burada tekrarlamak durumunda kalacağız. Bu, Batı ülkelerindeki genel anlayış.

Arazi düzenlemesi -biraz önceki sunuda, sabahki sunularda da üst üste örtüşen bilgiler çıktı- bir araç olarak da kullanılabilir; tıpkı Almanya’da bir yumuşak kamulaştırma olarak kullanıldığı gibi. Yol sulama, kurutma amaçlı çalışmalarda tek başına götüreceğimize, toplulaştırmayla birlikte bu iş çok daha ekonomik, çok daha az zarar verici şekilde.

Yine benzer şekilde, kırsal alanda üretim ve çalışma şartlarında, sadece iyileştirme amaçlı çalışmalarda düzenlemeyi yine bir araç olarak kullanabiliriz, bir hedef değil. Genel kültürü geliştirme ve koruma amaçlı çalışmalarda, köy yenileme amaçlı çalışmalarda, doğayı ve kırsal görünümü koruma amaçlı çalışmalarda, bu, aslında kırsal mekânın yeniden düzenlenmesine yönelik bir anlayış.

Değerli katılımcılar; buradan kasıt, arazi düzenlemeyi sadece bir yolun, suyun götürüldüğü bir mekân olmaktan kurtarıp, aslında kentle aynı ekonomik getiriyi ve yaşam standardını sağlayan bir hedefe ulaştırmaya çalışmamız gerektiğini sıralamaya çalışıyoruz.

“Arazi düzenlemesi uygulama seçenekleri olarak, “Dar kapsamlı, kamulaştırılma amaçlı, hızlandırılmış” vesaire diye, “Gönüllü toprak değişimi” diye isimleri çoğaltılabilir. Çeşitli uygulama seçenekleri var; bunlardan herhangi biri kullanılabilir.

“Arazi düzenlemesi, günümüzde ve gelecekte hangi hedeflere yönelik?” baktığımızda, tarımsal işletmeciliği destekleme, köy yenileme, kültür alanlarını koruma ve altyapıyı güçlendirme; gelecekte ise arazi düzenlemesi, kırsal ve kentsel alanlarda eşdeğer yaşam şartlarının sağlanması -bu kelime çok hoş bir kelime, hedef seçilmesi gereken bir kelime- mülkiyet ve toprağın kullanım şartlarının değiştirilmesi ve doğal yaşam altlıklarının korunması. Biz, maalesef, bu hedefe uygun çalışmalar yürütmüyoruz; parça parça, kopuk kopuk hedeflere yönelik çalışmalar yürütüyoruz. Bu da bütünü kaçırmamıza sebep oluyor.

Arazi düzenlemesinde, özellikle Batılı ülkelerde, toprakların verimli işletilmesi, arazi birleştirme, arazi toplulaştırma, ekolojik dengenin korunması hayaline yönelik bir değişim var. Batı’da aslında bir de geriye dönüşüm var; Avrupa Birliği ülkeleri, kaybedilmiş, doğal dengesi bozulmuş arazileri tekrar haline getirmeye destek veriyor ki, “Ne olur, bana yıllar öncesi hayatımı yeniden sun” diye. Bizim de kesinlikle arazi toplulaştırması kelimesini kullanmaktan kopup, bu hayallerin peşinde koşmaya başlamamız gerekir diye düşünüyorum.

Cumhuriyet döneminde, 1926 yılında çıkarılan Medeni Kanununun Yurttaşlar Yasasında toprak düzeni kaldırılıp özel mülkiyet geldi ve çeşitli yasalar çıkarıldı. Yine şunu görüyoruz: 1945 yılındaki Çiftçiyi Topraklandırma Yasasıyla, orada dikkatimiz çeken bir rakam var; dağıtılan toprağın miktarı, bir de 27 milyon dekar mera arazisi var. Bunlar, araziyi birleştirme, toplulaştırmanın ötesinde, sanki devlet eliyle parçalamaya yönelmiş bir durum var gibi gözüküyor. Zaten bugün de herhalde Avrupa Birliğiyle asıl kavgalardan biri bu olacak gibi geliyor.

61 yılında çalışmalar var, 66 yılında Antalya ve DTP-FAO işbirliğiyle yapılan çalışmalar var.

Biliyorsunuz, Toprak Tarım Reformu Yasası çıktı, iptal edildi ve Arazi Toplulaştırma Tüzüğüyle yola devam etmeye çalışıyoruz. Şu anda, Tarım Reformu Genel Müdürlüğü tarafından, Sulama Alanlarına ve Arazi Düzenlemesine Dair Kanunla bir başka çalışma yürütülmeye çalışılıyor. Bu çalışmalar, özellikle ATT’yle yapılan çalışmalar sadece tarla iyileştirmeye yönelik kaldı. Sulama Alanlarında Reform Yasasına dayalı olanlarda ise, arazilerin parçalanmasına yönelik bir çaba sarf edildi.

Bu da yine o yasaların bir özeti.

Bu, bizim ülkemizdeki yasaların ya da yürürlükteki uygulamaların bir özeti aslında. Bu özetten neleri görüyoruz? 3883 sayılı Yasaya göre, ülke topraklarını verimli kullanmak her ikisinde de hedef; ama ATT’de, arazi iyileştirme ve arazi toplulaştırma temel hedef seçilmiş, onun etrafında yoğunlaşılmış. Burada ise, arazi iyileştirme, arazi toplulaştırma, kamulaştırma, arazi tahsisini düzenleme, köyün dışında gelişme alanı bırakma ve topraklandırma diye bir yasal hedef konulmasına rağmen, topraklandırma üzerine yoğunlaşılmış. Bu ikisini birleştirirsek, bizim ülkemizde ise hedef, topraklandırma ve arazileri bir araya getirmeye odaklanmış bir çalışma olarak görüyoruz.

Biliyorsunuz, bir davranışa girebilmemiz için, planlı davranmamız gerekiyor. Bu planlı davranışın da işlem adımları var; karar, bilgi toplama vesaire. Bizim asıl fonksiyonlarından bir tanesi bilgi altlığını oluşturmak. Bu bilgi altlığında, bir konuya karar vermemiz gerekecek. Türkiye’deki tercihlerde olduğu gibi, dar kapsamlı, bir yere odaklanmış bir kırsal mekân düzenlemesi mi olacak; yoksa, Batılı ülkelerde olduğu gibi, geniş kapsamlı bir kırsal mekânın yeniden düzenlenmesi mi hedef olarak seçilecek? Bu ayrıma karar verdiğimiz anda, ihtiyaç duyulan veri altlığımız da değişecek. Onun için, bu iki tane soruyu soruyorum.

Burada, birincisi bizim hedeflerimiz, ikincisi ise Batılı ülkelerdeki süreç. Ama burada ilginç bir şey var; Avrupa Birliği sürecinde, artık 60’lı yıllardaki hedefe uygun, dar kapsamlı, sadece tarlaları birleştirip bölmek, sınır düzeltmesi yapmak hedefiyle yola gidemeyiz. Avrupa Birliği sürecinde, Avrupa Birliği mantığına, kırsal mekânı bir bütün olarak içine alan bir hedefe yönlenmemiz gerekecek. Dolayısıyla, temel hedefimizin bu olması gerekiyor.

Arazi iyileştirme ve topraklandırma, bizim temel hedefimiz. Sağda, yansıda görülen veriler lazım bize. Bu verilerin her biri biraz sonra detaylanacak. Mülkiyet verileri, standart harita verileri, bitki örtüsü, sanat yapıları, arazi kullanım haritası, toprak endeksi, verimlilik, taşınmaz rayiç bedelleri, arazi üzerinde yapılan tesisler, bunlar bize lazım olan veriler. Bu verilere, bu dar kapsamlı çalışmalardaki verilere, “Acaba kadastronun sağladığı veriler hangileri?” diye baktığımızda, kadastro, mülkiyet bilgileri ve harita bilgilerini veriyor;

ama lazım olan diğer veriler var. “Bunlar nedir?” diye baktığımız zaman, bitki örtüsü, sanat yapıları, arazi kullanım haritası, toprak endeksi, verimlilik, arazi üzerindeki tesisler, sosyoekonomik yapı vesaire. Acaba bu bilgileri nasıl ediniyoruz? Toplulaştırmada bunlar kullanılıyor. Biz, buradaki harita ve mülkiyet bilgileriyle bunları ilişkilendirmekte güçlük çekiyoruz. Planlamacılar da biraz önce aynı şikayette bulundular. Biz, burada iyiyi aramaya çalışıyoruz; aslında hedef bu. Bu toprak endeks, arazi kullanımı, üzerindeki sabit tesisler vesaireler neden benim altlığımla düzgün bir şekilde, standardına uygun ilişkilendirilmiş olarak veri tabanımda olmasın? Tabii ki, sol taraftaki çalışmalar çok çok önemli, ama bunlar da ihtiyaç. Bu ihtiyaçlar nasıl karşılanıyor; o ihtiyaçlar, bir başka meslek elemanının kendi standardına göre karşılanıyor? Bizi bu doğru hedeflere götürüyor mu, onu tartışmak gerekiyor.

Burada, kadastronun sadece bu çalışmadaki bize verdiği ürünlerde güncellik sorunumuz var; bu, giderilmeye çalışılıyor. Bir yerde toplulaştırma yapılacağı zaman, oradaki detay, eşyükselti, topografik detaylar, sabit tesisler, özel ürün ekilmişse onlar, bu bütünleme yapılma ihtiyacı doğuyor. Biliyorsunuz, vasıf tayininde bazı sıkıntılar var. Bir genç arkadaşı araziye gönderiyoruz ve bu arkadaş kendi başına veya bilirkişilerle beraber kararı veriyor, “Burası mera arazisidir, buranın vasfı budur” diye tarifi yapıveriyor.

Acaba öyle mi olmalı? Çünkü örneklere baktığımız zaman, 300 metrekarelik meralar çıkıyor ya da ortadaki tarla özel mülkiyet, etrafı mera dolu oluyor; ya orası mera, ya orası.

Bu vasıf tayini çok önemli bir konu. Bunun en güzel örneklerinden biri doğrudan gelir desteğindeki durumlar. Burada da yaşanan çok ilginç şeyler var. Ürün planlamasında, kadastral verilerimizle bu arazi verilerimizin entegrasyonunda sıkıntılarımız var ve arazi sınıf özellilerinin belgelere yansıtılmaması sorunu var.

Sizin haritalarınızda, arazinin vasfına ilişkin, özelliğine ilişkin hassas veriler olmadığı için, sonradan tayin edilen bir ekip, rahatlıkla diyor ki, “Burası tarım arazisi değildir.” Halbuki, orası tarım arazisi. “Bunları bir ülke anayasası gibi belgelere aktarabilsek, sonradan birileri tarafından, ‘Burası mera değildir, burası tarım arazisi değildir; burası yapılaşmaya müsait, hemen yapılaştıralım’ gibi, bu kadar kolay kararlar alınabilir mi?” diye aklımıza geliyor.

Kadastromuzu bu bilgilerle donatmamız gerekiyor diye düşünüyorum. Bunu tek başımıza da yapacak durumda değiliz; o elemanlarla birlikte bu bütünleme işini yaptığımızda, bu, aslında bir bilgi sistemine yönelik hayaller, tarifler oluyor diyebiliriz.

“Sağ tarafta elde edilen diğer veriler” dediğimiz başlıkla kadastronun sağladığı bu veriler arasında aşılması güç bazı noktalar var. Çakıştırma, güncellik, standartlık, paylaşım, yeterlilik gibi, uygulamacıları epey zora sokacak, uygulamacıları ara çözümlerle sonuca götürecek açmazları yaşıyoruz. Burada bizim ne yapıp edip, bu sağ tarafta gördüğümüz, o dar kapsamlı toplulaştırmada ihtiyaç duyduğumuz ve kullandığımız bu bilgilerle kadastral verileri düzgün bir şekilde, uygun veri tabanı mantığıyla tartışmasız bir ilişki yumağı içerisine getirmemiz gerekecek.

Avrupa Birliği devreye girdiği zaman, Avrupa Birliği anlayışına uygun kırsal mekân düzenlemesi devreye girdiği zaman; kırsal mekânla birlikte, oradaki bütün verilerle beraber, köy yerleşim yerini de içine alan bir düzenlemeyi hayal ettiğimizde, bu mekânın tamamını dikkate alan bir bilgi yumağına ihtiyacımız var. O zaman, tarihi ve doğal yapılar, sosyal ve kültürel yapılar vesaireyle o mekânın bir modelinin ortaya konulması gerekiyor.

O zaman, sadece iki hedefli toplulaştırmayı hedefleyen bir bilgi altlığı hazırlamak yerine, uygulayıcılardan, daha geniş, o bölgenin tamamıyla entegre edilebilir bir bilgi altyapısına yönlendirilmesi bekleniyor diyebiliriz.

Batılı anlamda, bugünkü çağa uygun bir arazi düzenlemesinde, tarımsal işletme ve kültürün iyileştirilmesi, doğa ve çevre koruma, köy yenileme, elde edilen kazanımların sürdürülmesine ilişkin çalışma grupları oluşturulması gerekecek. Bu yapıdan kurtulmamız gerekiyor; bu kesin. Bunun bir boyutu daha var ki, biz, bu düzenlemeyi sürdürülebilir kılmak, devam ettirilebilir tutmak, bunu da kadastral kayıtlarla izlemek durumundayız.

Bu da belki arazinin kullanımı, arazinin yönetimi, izlenmesine ilişkin bazı alt bilgilerin

bize tartışmasız biçimde sunulmasını zorunlu kılıyor. Yani buradaki mantıkla, “Tüm fonksiyonlarıyla, bizim bir an önce bir bilgi sistemini oluşturmamız gerek sonucu çıkıyor.

Bilgi sistemi, doğru karar kapasitesini -Tahsin hocamın kitabında çok hoşuma giden bir kelime- arttırmak gerekiyor. Kimin; uygulayıcıların, kullanıcıların, yararlanıcıların.

O zaman, nasıl bir bilgi sistemi akla geliyor; kırsal mekânın yeniden düzenlenmesine izin veren bir bilgi sistemi ve aynı zamanda, bu düzenlemeyi mümkün kılacak, izletecek ve yaşatacak bir bilgi sistemi. Yani bir bilgi sistemini oluşturduktan sonra, bunu günü gününe, dakikası dakikasına izleten bir yapı kurmamız gerekiyor.

Bunlar bilinen şeyler. Doğru ve güncel bilgiler olmalı, bilgiler mükerrer olmamalı, istenilen formda olabilmeli, ihtiyaçlara yetebilmeli ve paylaşılabilmeli.

Maalesef, ülkemizde şu soruların cevabı bulunmadı: Hangi bilgi, kimlere, ne kadar gerekli?

Hangi kişi ya da kurum tarafından, o bilgi nasıl toplanacak? O bilgi nasıl güncellenecek, o bilgi nasıl paylaşılacak? Dolayısıyla, bir ulusal bilgi politikamız ortaya çıkmadı. Ne oluyor; kentsel alanda vesairede herkes kendi bilgisini toplama çabasında olduğu gibi, kırsal mekânda da aynı şey var.

Ülkemizde mevcut bilgi sistemi çalışmaları, TAKBİS, MERNİS, kent bilgi sistemi, Türkiye’de kaç tane kent bilgi sistemi çalışması yapan varsa, o kadar farklı standartta bilgi sistemi çıkıyor ortaya. Biz, bu bilgileri ne zaman, nasıl bütünleyeceğiz, birbirleriyle nasıl ilişkilendireceğiz? Tekrar kalkacağız, ülkede bir seferberlik ilan edip, bir de onları birleştirmek için emek harcayacağız. Halbuki, bir masanın etrafına toplanıp da, ortak bir bilgi otoyolunun üzerine sıralandığımız bir bilgi sistemini oluşturmak için neyi bekliyoruz? Ben, bu sorulara cevap vermekte güçlük çekiyorum.

Bir kere, birinci aşamada, ülke veri formatı ve standardını kesinlikle belirlememiz gerekiyor. İkinci aşamada, ulusal standartlara uygun çalışmaların yapılmasını sağlamamız gerekiyor. Kim bilgi topluyorsa, kim veri topluyorsa, “Arkadaş, bu, bu, bu standartlara göre çalışırsın. Sen, parayı havadan bulabilirsin, bir başka kaynaktan bulabilirsin, önemli değil; paranın var olması, senin toplum adına harcadığın parayı dilediğin gibi harcayabileceğin anlamına gelmiyor” deyip, standart davranışa kesinlikle koymamız gerekiyor. Duygusallık yerine mantığa karar verirsek, ulusal bilgi sistemine geçiş yapabiliriz. Bu duygusallıktan kasıt da, kurumsal kimliklerimizi ön planda tutmayıp,

“Bu, benim kurumum. Ben, şu kadar yıllığım; ben olmazsam olmaz” mantığından, o birlikte yaşam mantığına yaklaşmaya karar verirsek eğer…

Standarda uygun olarak, her kurum çalışmasını yaptı ve x bilgisi her kurumda farklı, tekrarlandı, mükerrerlikler var; mevcut faaliyetlerine devam ediyor. Mantıklı olmaya, ülke bilgi ağını kurmaya karar verdiğimiz anda bilgi otoyolunu döşeriz, “Buradaki x bilgisi A kurumunda toplanacak” deriz ve A standart olduğu için, aynı dili konuştuğu için, soldaki kurumu lağvedip bir başka kurumun içerisine katıp, sağ tarafta da yeniden bir kurum oluşturma şansına, bu dönüşüme çok rahat gidebiliriz. Aksi takdirde, ülkede hayatı durdurup, “Bir dakika, ben bilgi sistemi oluşturuyorum, 3 sene kimse bir şey yapamaz”

diyemezsin.

Bu, ne anlama geliyor? Bu, şu anlama geliyor: Bu, kurumsal anlamda, metotlar, meslek elemanı mantığı anlamında yeniden bir yapılanma demektir. “Bu yeniden yapılanma mümkün mü?” diye bir soru soruyoruz yine. Bunun 3 tane temel ayağı var; meslek elemanı, kurum ve siyasetçi. Bunun üçünün kabul etmesi lazım. Yasa çıkaracak, özümseyecek. “Bunlar kim?” diye baktığımızda, bu sorulara cevabımız “Biz” oluyoruz.

“Neden yapamıyoruz?” sorusunun cevabını bilmiyorum.

Burada, ulaşımdan turizme kadar, peyzaj koruma, köy yenileme, toprak düzenleme, bir hedef. Dolayısıyla, buna uygun altlıklar, buna uygun doğru ilişkilendirilmiş altlıklar durumundayız. Bunu plancıların hayallerine bırakmamız lazım bunu. Bilgi olmadığı için, ilişkilendirilebilir olmadığı için, plancı, kendi hayaline uygun çizimler yapıyor. Bu, böyle olmamalı. Somut, tartışmasız, izleyenleri ya da muhatap olanları ikna edici verilerle sonuca gitmek gerekiyor.

Burada gördüğünüz gibi, bir düzenlemede, balıkçılıktan, ormancılıktan, avcılıktan tutun, köy ve kent ayrımını ortadan kaldıracak düzenlemeler hedeflememiz gerekiyor, ona uygun bilgi altlıkları oluşturmamız gerekiyor.

Yine bir köy içerisinde, ki, bunların hiçbirinin ülkemizde çok sayıda yapılmış olduğunu söyleyemeyiz; tarihi doku, köy ve çevre, oradaki doğal yaşam vesaire.

“Toplulaştırma kimlere?” diye bakıyoruz. Bu, aslında hayata ilişkin herkese, taşınmaz sahiplerinden yönetimlere, sağlık turizminden ticarete, çiftçilere kadar hepsini çevreleyen bir şey. Dolayısıyla, hayata ilişkin her şey bizim bu bilgi altyapımızın içerisinde birbirleriyle ilişkili olmak zorunda.

Burada bir şey var; elde edilen kazanımları nasıl koruyacağız ve bunu nasıl sürdüreceğiz?

Aslında bunların da cevabını vermemiz gerekiyor.

“Göç yolda dizilir” diye bir atasözümüz var. Burada, göç yolda dizilmemeli. “Hele bir yola çıkalım, hele bir bilgi sistemimizi kuralım, hele şu bilgiyi bir toplayalım” şeklinde olmaması gerekiyor. Ne olmalı; bütüncül bir yaklaşımla sistem tasarımına, anlayışına ve oluşturma iradesi göstermeye ihtiyacımız var diye söylüyoruz.

Burada bir tane ilginç örnek var; “Dinamiğin Toplum Hayatına, Aile Hayatına Etkileri”

diye bir konferanstan edindiğim bir bilgi. Buzdağını 5 tane 100 beygirlik römorkla bir yere taşımak istediğimizde, aynı hedefe gidebilirsek, 500 beygirlik güçle, onu alıp istediğimiz yere taşırız. Ama şurada olduğu gibi, her bir kurum kendi öncelikleri, kendi tercihleri, kendi hayalleri, kendi bilgileri, kendi geçmişiyle, “Ben bir yere taşıyacağım”

dedi anda hiçbir yere kımıldayamayız. Şu anda belki bizim en çok ihtiyacımız olan şey ortak bir doğru hedefe ulaşabilmek.

Dikkatiniz ve sabrınız için teşekkür ediyorum.

TARIMSAL DESTEKLEMEDE DOĞRUDAN GELİR