• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 4: DÖNÜġEN ULUS DEVLETLER SĠSTEMĠ ve CHP

4.2. CHP‟nin Ulus Devlet ve Uluslararası Sistem Algısı

4.2.1. Ulus DevletleĢen Türk Kimliği

Türk milliyetçiliği kökenleri itibariyle Osmanlı Devleti‟nin sosyal yapısının izlerini taĢımaktadır. Sosyal anlamda çokluk ve serbestliğin modernist dönem ile karĢılaĢtırıldığında bir hayli etkin olduğu Osmanlı Devleti‟ndeki kültürel çeĢitlilik, Osmanlı kimliğinin sosyal anlamda namevcut olmasını sağlamıĢtır. Kapitalizmle uyumlu olmayan Osmanlı sisteminin oligarĢisiz bir Ģekilde merkezden yerele yansıyan politikaları özellikle Tanzimat döneminde sosyal karĢılık bulamamıĢtır. Motor vazifesi görecek Ģekilde politik ve sosyal dönüĢümleri tabana yaymakla görevli oligarĢik/burjuvazik kesimlerin olmamasından ötürü Tanzimat süreci ve onun devamı olan Kemalist ideoloji, tabansal bir hareketten ziyade devletçi popülist bir kimliğe dayanarak milliyetçiliği toplum inĢası sürecinde ideoloji olarak kavramsallaĢtırmıĢtır. Bu durum milliyetçilik sürecinin kültürel bir yabancılaĢtırma olarak geliĢmesini sağlayarak “devlet ve milleti ile bölünmez bütünlük” Ģiarını yansıtan bir anlayıĢı geliĢtirmiĢ ve milliyetçilik anlayıĢını dıĢlayıcı olmaktan ziyade bütünleĢtirici bir sürece sokarak hâkim millet kavramını Türk etnisitesine ve Türk laisizmine yaslamıĢtır (Öğün, 2005: 777-802).

AyĢe Kadıoğlu‟na göre Türk milli kimliğine istinaden sorulması gereken en önemli soru “Türkler kimdir?”den ziyade “Türkler kim olmalıdır?” Ģeklindedir. Toplum mühendisliğimi hissettiren bu soru, Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun devletçi seçkincileri ile baĢlattığı ve genç cumhuriyete miras bıraktıkları “BatılılaĢma” algısının ürünüdür. Türkiye‟deki devlet geleneğinin gücü de bu gelenekten gelmektedir. Bu açıdan Murat Belge‟nin ifade ettiği gibi Türk milliyetçiliği/modernizasyonu ve etrafında geliĢtirilen ulus devlet algısı “yaĢanmıĢ bir geleceğe değil, belki yaĢanabilir bir geleceğe” dayanmaktadır (Belge, Türkiye Dünyanın Neresinde‟den aktaran Kadıoğlu, 2005; 808). Türk milliyetçiliği, hem medeniyetsel bir perspektife sahip çoğulcu, Aydınlanmacı Fransız milliyetçiliğinden, hem de kültürel öğelerden beslenen romantik Alman milliyetçiliğinden etkilenmiĢ devlet merkezli bir milliyetçiliktir. Milliyetçi-Devletçi

82

algıyı Batı‟nın medeniyetsel kimliğinin ithalatına dayalı olarak modernleĢtiren, paralel olarak da medeniyet transferlerini kendi kültürel kimliği çerçevesinde benimsetmeye çalıĢan bir sentez olan devlet seçkinlerinin elinden çıkmıĢ bu yapı, geleneğin icadından ziyade tepeden öğretilmesi gereken bir kimlik algısı yaratmıĢtır. Batının hâkim yapısından transfer edilen söz konusu modernleĢtirici yapı, kimliğe yaraĢır olabilen kesimler ile bu kimliği içselleĢtiremeyip sosyal alanın dıĢında kalmıĢ kesimler arasında Türk siyasetinin göbeğine oturan merkez-çevre çeliĢkisini yaratmıĢtır (Kadıoğlu, 2005: 809-814).

Merkez kent kültürü geniĢ alanlara yayılmaya çalıĢırken çevre köy kültürü de merkezi bürokrasiye rağmen varlığını devam ettirmekteydi. Üst yapı devrimleri ile sekülerize ve modernize edilen kent kültürünün, merkezden taĢraya aktarıma uğramadığı ise,” Menemen Olayları, Serbest Fırka deneyimleri ve ġeyh Said Ġsyanları” gibi taĢra eylemleri ile devlet seçkinlerince anlaĢılmaktaydı. Bu kopukluğu, modernist dönemin otoriter koĢulları içerisinde demokrasi ile aĢamayacağını düĢünen Tek Parti iktidarının, devlet olarak millet yaratma arayıĢlarına girmesi ise Türkiye‟de geliĢtirilen milliyetçiliğin ortak bellekten ziyade ortak bir unutturmaya dayalı olduğunu gözler önüne sermektedir. Proje edilen toplum mühendisliğinin mutlak çizgiler ile kalın bir Ģekilde ifade edilmesi doğru, yanlıĢ mutlaklığını ortaya koymasından ötürü otoriter bir tavır meydana getirmiĢ ve Türk(iye) ulus devlet kimliği serbestlik ölçüsünde geliĢtirilememiĢ, sivil toplumun kendi uzlaĢısı ile değil, devletin diktası ile parçalı bir hal almıĢtır. Otoriter yapının mutlaklığına karĢın kimlik algısının, demokratik uzlaĢma mekanizmasından yoksun olarak bir bütün olarak benimsenememesi ve devletin inĢa ettiği kimlik tanımının dıĢına çıkmaması, farklı taleplerin ulus devlet algısına yönelik bir tehdit olarak algılanması sonucunu doğurmuĢtur. Bu da merkez milliyetçiliğine karĢı taĢranın farklı milliyetçilik objelerini yaratmasına olanak tanımıĢ ve günümüze kadar gelen tehdit algılamalarını doğurmuĢtur (Kadıoğlu, 2005: 814-819).

Kemalist ideolojinin oluĢumunda ve geliĢimindeki “muasır medeniyet“ seviyelerine ulaĢma hedefi çerçevesinde geliĢen devlet-demokrasi iliĢkisi ve modernleĢme perspektifi, hem devletin itici gücü olmakta hem de ulus devlet perspektifinin geliĢimini modernleĢme sürecine dayandırmaktaydı. Kemalist perspektif, devlet aygıtını modernleĢme sürecindeki tek etkin araç olarak kutsallaĢtırırken, demokratikleĢme

83

mekanizmasını ilerleme ile oluşacak rasyonel yurttaşlar topluluğu oluĢana kadar ertelemeyi uygun görmekteydi. Bu açıdan Kemalist devlet/millet kavrayıĢı ile demokratik devlet anlayıĢı arasında yaĢanan ve günümüze kadar geliĢen bu süreçteki çatıĢma noktasının ana unsurunu modernleĢme perspektifi olarak gösterebiliriz. ModernleĢme perspektifinin tamamlanabilmesi adına zorunlu görülen “siyasi otoriterlik” kavramının zamanla çoğulculuk algısını sürekli daraltan korporatist bir yaklaĢıma kayması ve toplumun genel menfaatinin otoriter kesimler tarafından tabana yayılarak meĢruiyet süreci kazanmaya çalıĢması ancak baĢarılı olamaması modernleĢme sürecinin çevre kesimlerce benimsenme sürecini zorlaĢtırmakta ve aidiyet hissini kırmaktaydı. Bu sürecin devlet ve modernleĢme perspektifi lehine yaĢadığı her gerilim, belli kesimlerin iktidardan uzaklaĢtırılmaları adına atılan her adım, modernleĢtirme perspektifine dayalı ulus devlet gücünü arttırırken ulus devlet algısı ile demokrasi arasındaki sorunu da derinleĢtirmiĢtir (Köker, 2008a: 191,208).

CHP‟nin önde gelen isimlerinden Onur Öymen‟e göre ulus devletleĢme sürecinin temelinde; devletin güçlülüğü düşüncesinin yerleşik olduğu bir toplumda ulus devlet

kurma projesini gerçekleştirmeye çalışan Kemalist kadroların dinsel kimlik üzerinden şekillenen birliği, ulusal kimlik üzeriden şekillendirmeye çalışarak toplumu modernleştirmeye çalışmakta ve bu noktada öncü rolü milliyetçilik prensibine dayandırmaları mevcuttur (Öymen, 2007: 185).

Öymen‟in ifadesiyle dıĢ dünyadaki milliyetlere ve devletlere saygılı bir Ģekilde geliĢen milliyetçilik ve onun etkisindeki ulus devlet olgusunun, ulusal kalkınma motivasyonu ile geliĢtirdiği yurttaĢlık tanımının uzun vadede ne kadar bütünleĢtirici olduğu, ne kadar devlet itaatine dayalı ne kadar demokratik prensipler taĢıdığı ve teorik gücünü pratikte ne kadar tabana yayabildiği ciddi bir tartıĢma konusudur. TartıĢılacak bir yapı niteliğini sürdürdükçe de ulus devlet hareketlerinin günümüz kimlik ve vatandaĢlık sorunlarındaki rolü önem kazanmaktadır. Gelenek ile uzlaĢmadan tamamen redde dayalı bir politika vasıtasıyla ödünsüz bir modernleĢme hareketi güden politik süreç, ulus tanımını siyasal varlık, din, dil, köken, ahlak ve tarih misyonları ile geliĢtirmekte ve böylece devlet mantığı ile sınırlı bir çoğulculuk ile ulus devlet inĢa etmekteydi (Köker, 2008a:245-257).

84

Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun çok kültürlü toplumundan sonra aynı topraklar üzerinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti, oluĢturduğu modernleĢme hareketi çerçevesinde belirleyici olacak bir vatandaĢlık tanımı geliĢtirmekteydi. Türklüğe dayalı olarak geliĢen etnik temelli vatandaĢlaĢma süreci tarihsel olarak cumhuriyet rejimi ile değil Osmanlı dönemindeki BatılılaĢma hareketleri çerçevesinde geliĢse de Kemalist iktidar ile sıçrama gerçekleĢtirmekteydi. Avrupa uluslarının “homojen yapısının” getirdiği ulus devlet sistemini geliĢtirici bir unsur olarak tanımlayan genç cumhuriyetin bürokrat kadroları, Batı‟daki emsalleri gibi milli temele dayalı bir vatandaĢlık geliĢtirmekteydi (IĢın, 2009: 45-47).

“Evrensel vatandaĢlık” anlamına gelen ulus devletlerin farklı özellikler taĢıyan grupları aynı cemaat içinde entegre etme anlayıĢına sahip olan Türkiye vatandaĢlığı sistemi de kamusal alanda kimliksel düzeydeki farklılıkları tanımama, kamusal düzeyde devlet olarak tarafsızlığı sağlama anlayıĢına dayalıdır(IĢın, 2009: 60). Bu açıdan tekliğe dayalı çoğulcu demokratik mecralara sahip olmayan Türkiye gibi ülkelerde, devlet tarafsız olsa da cemaatsel yapının egemen unsurunun fiili olarak etkin olacağı kamusal alanlarda farklılık taĢıyan unsurlar fiili dıĢlanma sürecine girme tehlikesi ile karĢı karĢıya kalırlar. Türkiye‟deki vatandaĢlık tanımı ve ulus devlet inĢası, modernleĢme hareketi çerçevesinde heterojen Osmanlı yapısına karĢılık yek bir vücut olarak farklılıkları bünyesinde tek tiplileĢtiren bir yapı icra etmiĢtir ve etmektedir. Cumhuriyetçi kesimler cemaatsel yapıdan kurtulmak adına “rasyonel olamayan” birey yapısının modernleĢme sürecine girmesini sağlayarak toplumsal bir alan yaratmak istemiĢlerdir. VatandaĢlık rejimi, evrensel modern sistem ile oluĢturulması dolayısıyla toplum zihninden geleneksel yapıyı silmeye dayalıdır. Bu durum homojen bir ulus devlet sürecinin devreye girmesini sağlayan temel kalıttır. Ulus devletin çerçevesini ve algısını çizen kalıt ise vatandaĢlık anlayıĢının anatomisidir (Bayan, 2009: 64-67).

Türkiye‟nin sosyal ve siyasal kazanımları talepler karĢılığında alınan haklar değil yukarıdan aĢağıya kabul ettirilen haklardır. VatandaĢlık kimliği, Fransa‟nın cumhuriyetçi evrensel vatandaĢ kimliği Ģeklinde düzenlenmiĢ olsa da kimi zaman Alman vatandaĢlığının ürünü olan kan bağı esaslı vatandaĢlık Ģeklini anımsatan geliĢmelere sahne olmuĢtur. Türk milliyetçiliğinin temel referansları öncelikle laikliği esas alsa da Avrupa‟daki ırkçı eğilimlerin artmasından etkilenerek etno-kültürel bir hal

85

de almıĢtır. Böylelikle modern cumhuriyeti kuran devlet, milliyetçiliği önceleyen bir tavır takınarak devlet öznesinin öncülüğünde kendi ulusunu yaratacak Ģekilde çok kültürlü bir toplumu modernleĢtirmek adına toplumu Türk kimliği etrafında tek tiplileĢtirmiĢtir. Tek tiplileĢtirme sürecinde vatandaĢlık kavramı sözleĢme dıĢında özel bağlar yaratarak vazife sahibi vatandaĢ sistemi yaratma yoluna gitmiĢ ve vatandaĢlık hakkı kavramını öteleyen bir tavır takınmıĢtır. UygarlaĢma hedefi çerçevesinde “ortak yarar” anlayıĢı ile vatandaĢlık kavramını Ģekillendiren cumhuriyet yönetimi, devlet gücünü üretme yoluna gitmiĢ ve otoriterleĢmiĢtir. VatandaĢlık kavramının devlet gücünü ve seçkinliğini tekrar tekrar üretmesi de Kemalist yönetimin kamusal alanda olduğu kadar özel alanda da etkin olmasını ve devletin tartıĢılmaz gücü kavramının bu güne kadar gelmesini sağlamıĢtır. Devletin ekonomi, sosyal, kültürel vb. her konuda tek yetkili olması devlet gücünün vatandaĢlar üzerinde etkin bir konum almasını belirlerken bu konumun günümüzde çeĢitli nedenler ile sarsılması beklendiği gibi alıĢılmadığa duyulan korkuları gün yüzüne çıkarmaktadır (Kadıoğlu, 2009: 111-129).