• Sonuç bulunamadı

Ġktisat Ġdeolojisine Sosyal Demokrat Tasvir

BÖLÜM 5: KÜRESELLEġMENĠN EKONOMĠK SONUÇLARINA CHP’NĠN

5.2. KüreselleĢmenin Ekonomik Sonuçlarına CHP‟nin BakıĢı

5.2.1. Ġktisat Ġdeolojisine Sosyal Demokrat Tasvir

Samir Amin‟e göre; küreselleĢme, finans/sermaye, bilgi, teknoloji, oligopoller, diplomasi/ devletin güç kaybetmesi, iletiĢim ve kültür/göç gibi yedi boyuttan oluĢmakta ve yerel ile küresel arasındaki diyalektiği ihtiva etmektedir. KüreselleĢmenin felsefi uzantısı olan post-modernizm, esnek uzmanlaĢma yolu ile fordist üretim düzeninden “post-fordist” üretim düzenine geçiĢi de ifade etmektedir. Bu da demek oluyor ki, kapitalizmin tarihsel süreci, küreselleĢme ile bir kez daha, merkeziyetçi yanını feda ederek yerelleĢmektedir (Fine, Temmuz-Ekim 2004:65). Merkeziyetçi unsurlar taĢıyan ekonomik sistemden daha yerel bazlı bir ekonomik sisteme geçiĢ de beraberinde tekrar yeni ön kabuller ve küresel sistem algısı getirmektedir.

KüreselleĢme sürecinde emek-sermaye çeliĢkisinin farklı bir pencereden yürümesi beraberinde emeğin dönüĢüm yaĢayarak yeniden metalaĢmasının da önünü açmaktadır. Emeğin metalaĢmasını incelerken “çalıĢma sınırlılığı” da ciddi önem kazanmaktadır. “KiĢinin kendi seçtiği çalıĢma” metalaĢmanın sınırlanmasıdır. Yani, çalıĢma kiĢinin öz iradesine dayalı olarak geliĢmelidir. Emek icra etme durumundaki iĢçi kesimi bu konularda belli bir iradeye ve özerkliğe sahip olmalıdır. Özerklik, özgürlük ve pazarlık gücü, emeğin metalaĢmamasının ön koĢuludur. Oysaki devlet piyasa toplumu yaratmak

113

için, emeğin icrasını hayatın diğer alanındaki etkinliklerden ayırmak suretiyle emeği metalaĢtırmaktadır. Ġnsanların karĢılaĢtığı ekonomik güvensizlik algısı ve yetersiz istihdama karĢılık geliĢen emek arzı fazlası da emeğin metalaĢmasını sağlayan en önemli neo-liberal dengelerden biridir. ProleterleĢmenin belli sunumlar ile bilinçsizce geliĢtirilmesi, devlet ya da sermayenin çalıĢma performansı ile ücret arasındaki bağı zayıflatması ve sosyal politika alanındaki geri gidiĢler emeğin metalaĢmasını sermaye lehine oldukça kuvvetlendiren bir süreç doğurmuĢ ve toplumsal gerilimleri müzminleĢtirerek emeği metalaĢtırmaktadır (Standing, 2009:103-113).

Neo-liberal sistemde metalaĢmanın en fazla görüldüğü bir diğer ekonomik varlık ise küreselleĢme sürecini en iyi tasvir eden bilgi/bilim üzerinde gerçekleĢmektedir. Bilginin metalaĢması, gerçekliğinin az rastlanılır hale getirilmesi ya da rant karĢılığı sağlanması ile gerçekleĢir. Bu açıdan bilgi/bilim özünde metalaĢmaya yönelik olarak geliĢen bir varlık değildir, ancak günümüzde değerleĢtiği ölçüde metalaĢmakta, metalaĢtığı ölçüde de toplumsal değiĢikliklere zemin hazırlamaktadır. Buna göre bilgi, ilk olarak kol emeğinden ayrıĢtırılıp bağımsız bir karaktere kavuĢturulmakta, varlık sebebi olan toplumsallığından ayrılarak karlı/karsız ayrımına tabi tutulacak Ģekilde pragmatikleĢtirilmekte ve son olarak da kara yönelik piyasalaĢtırılmaktadır. Böylece bilgi öz olarak kapitalist sürece dâhil edilmekte ve araçsallaĢtırılmaktadır. Sonucunda devlet sınırlı emek gideri ve maliyeti ile hem ihracata yönelik teknoloji ile geliĢim sağlayarak uluslararası ve iç piyasa sisteminde etkin rol alacak hem de iktisat ideolojisini istediği gibi yönlendirebileceği araçlara sahip olacaktır (Jessop, 2009:170-183).

Bilginin metalaĢması, geleneksel ideolojik kalıpları değiĢime zorlarken siyasi yönelimler de iktisadi tek tipleĢmeye dayalı olarak hareket etmektedirler. Bu ölçekte kapitalist ülkelerin siyasi oluĢumları kendilerini siyasi yelpazenin hangi kanadında tasvir ederse etsin ticaret burjuvazisini ön plana çıkartan sermaye partileri gibi hareket etmektedir. Buna karĢılık çevre ülkelerdeki siyasi oluĢumların emek öncülüğünde hareket etmeleri beklenmesine rağmen çevre ülkelerin siyasi oluĢumları konuya emek-yoğun açıdan bakamamakta ve muhtaç olduklarını düĢündükleri evrensel sermayeyi olumsuz etkilerine rağmen bünyesine almak için tüm liberal alt yapıları hayata geçirmektedirler (Fincancıoğlu, 2000:167).

114

Mevcut durum günümüzde “sol” ideolojinin ortadan kalktığı konusunda ikna aracı olarak kullanılan en önemli iddiayı meydana getirmektedir. Ġfade edilen durumun kayda geçen en önemli sözlerinden biri de evrensel sermayenin merkez ve çevre ülkelerde yarattığı politik değiĢimi/dönüĢümünü iĢleyen 1996‟daki Sosyalist Enternasyonal toplantısında “Oskar Lafontaine” tarafından “Sosyal demokrat harekette uluslararası iĢbirliği dillerinden düĢmemektedir, ancak sosyal demokratlar hükümet ettiklerinde, ulusal çıkarların temsilcisi olarak davranmaktadırlar” Ģeklinde ifade edilmiĢtir (ġenatalar,2008:136). Fakat iktisat ideolojisinin ideolojik anlayıĢları değiĢtirmesi günümüze has bir durum değil, eĢyanın tabiatı gereği tarihin her döneminde olan ve olması gereken bir durumdur. Günümüze özel olan durum ise sermaye hareketlerinin izlediği yolun mevcut Ģartları hızla değiĢtirebilme kapasitesine sahip olması dolayısıyla ideolojik kalıpları da hızlı bir Ģekilde dönüĢtürmesidir.

KüreselleĢme hareketlerinin getirdiği neo-liberal ekonomik düzenin yarattığı ideolojik problemlere geldiğimizde ise; neo-liberal iktisat ideolojisinin kapitalizmin tek-tipli ekonomik düzenine uygun politik fikirleri de beraberinde getirdiğini, politik fikirlerin kapitalist düzenin tasavvurunda geliĢtiğini ifade edebiliriz. Sermayenin küreselleĢmesine karĢın, emeğin ulusal/yerel kalması, hali ile de sermaye karĢısında güçsüz duruma gelmesi, sosyo-kültürel sorunları beraberinde getirdiği gibi sermaye-emek çerçevesinde yaĢanacak “hak” ve “demokrasi” mücadelelerini de dayanaksız kılmaktadır (Fine, Temmuz-Ekim 2004: 68).

Bir diğer yandan küreselleĢmenin yanı sıra geliĢen bölgeselleĢme hareketleri, yerel/etnik hareketler, istikrarsızlık yaratma potansiyeline sahip geliĢmeler olduğu gibi aynı zamanda ekonomik düzenin sonucu olarak gün yüzüne çıkan yeni toplumsal hareketler de ciddi sorunlar olarak gündeme gelmektedir (Fincancıoğlu, 2000:179). Kısacası, neo-liberal iktisat düzeninin getirdiği siyasi düzlem, bireylerin giriĢimci kimliklerini ön plana çıkartarak tüketici kimliğini geliĢtirirken, partisel düzeydeki alternatif hareketleri kısıtlamakta fakat toplumsal hareketleri yenilemekte ve tabandan gelecek hareketlerin iktisat ideolojisi sınırı ile sınıfsal hareketlerden bağımsız bir Ģekilde önünü açmaktadır (Fine, Temmuz-Ekim 2004: 66). Bu noktada önemli olan, geliĢen yeni toplumsal hareketlerin özellikle “sol/sosyal demokrat” oluĢumların içinde ne Ģekilde yer bularak demokratik düzende temsil edileceğidir. Aksi durum ise hem solu tabansal meĢruiyet

115

zemininden uzaklaĢtırarak sol olmaktan çıkaracak hem de kapitalist ekonomik düzene karĢı çözüm üretme yeteneğini, solun geleneksel ütopya fikriyatını elinden alacaktır. KüreselleĢme süreci ile birlikte solun tarihi boyunca sağladığı “ütopya” zemini ortadan kalkmaktadır. Bu çerçevede geliĢen sınıf mücadelesinden yoksun “ütopya”/yeni toplumsal hareketler, ideoloji ve iktidar anlayıĢından yoksun bir Ģekilde muhalefet zihni geliĢtirmektedir. Bu noktada önem kazanan durum, toplumsal muhalefetin politik Ģeklinden ziyade iktidara alternatif yaratma, iktisat ideolojinin belirlediği alanların dıĢına çıkabilme ve ekonomik düzenin sağladığı demokratik düzenden daha fazlasını talep edebilmesindeki yetersizliktir. Ütopyayı/toplumsal muhalefeti belirleyici hale getiren alan sınıf mücadeleleridir. Dolayısıyla denilebilir ki, sınıf mücadelesi olmadan mevcut durumların köklü bir değiĢimi sağlamasının imkânı yoktur, çünkü iletiĢimin esas olduğu kitlesel muhalefet hareketlerinde kurumsallaĢma ancak egemen iktidarın çizdiği sınırlar dâhilinde meydana gelebilecek bir oyalamadan ibarettir. Sınıf mücadelesinin esası, mevcut iktisadi egemen ideolojiye karĢı çıkma yolunda muhalefeti ekonomik parametrelere indirgemeyerek kültürel/ekonomik bir muhalefet haline dönüĢtürmektir (Çoban, 2009:9-24).

Yeni toplumsal hareketlerin sosyal karĢılığına aldırmadan siyasi hükmünü sürdüren politik hareketler ise bir yandan emek/sınıf mücadelesi temelinden yoksun göreceli demokratik hareketleri benimseyerek siyasi yelpazeyi “sol/sosyal demokrat” düĢünceden yoksun bırakmakta, bir yandan da sınıfsal çıkarların müzakere aracı sendikal hareketleri tabansızlaĢtırarak, demokrasinin temel koĢulu olan emek hareketlerini sermayeye endekslemektedirler. Sermayenin ulusallıktan evrenselliğe geçmesi, burjuvaziye karĢı proletarya mücadelesini, yani barıĢçıl yollarla siyasal iktidarda söz sahibi olma mücadelesini, ulus devlet içersindeki mücadele olmaktan çıkarmıĢ, evrensele karĢı ulus devlet bazlı mücadele Ģekline dönüĢtürmüĢtür. Emek-sermaye mücadelesinde “özdeĢlik” unsurunun esas olduğunu, Emek-sermayenin de evrensel nitelik kazandığını düĢünürsek emek hareketlerinin demokrasi savaĢımını da evrensel nitelikli olması gerektiğini ifade etmemiz gerekir. Bu açıdan iktisat ideolojisi çerçevesinde farklı görüĢler ortaya atılmaktadır (Fincancıoğlu, 2000:185).

Sermayenin evrenselleĢmesine karĢılık emek mücadelesinin yerel kalması ile “demokrasi mücadelesinin hangi düzlemde gerçekleĢmesi gerektiği” tartıĢmasına

116

yönelik olarak mücadelenin uluslararası kurumlar üzerinden gerçekleĢtirilmesi gerektiğini düĢünen demokrasi hareketleri mevcuttur. Robert Dahl, bu konu ile ilgili olarak uluslararası örgütleri ön plana çıkarmaktadır. Uluslararası örgütlerin meĢruiyetlerini demokratik kurumlar olmasından değil, yararlılıklarından aldığını ifade eden Dahl, uluslararası kurumları bürokratik pazarlık sistemleri olarak görmekte fayda olduğunu, bu Ģekilde geliĢmekte olan ülkelerin demokrasiye giden yolda uluslararası kurumların yararlılıklardan faydalanması gerektiğini belirtmektedir (Dahl,2003:628-638). Uluslararası kurumların bürokratik bir mekanizma olması kabulüne dayanarak demokratikleĢme sürecini resmeden bu anlayıĢın, geliĢmekte olan ülkeleri bürokratik çıkmaza ve teslimiyete sevk edeceğini düĢünmek bir nevi malumu ilandan ibarettir. Neo-liberal ekonomik düzenin getirdiği iktisat düzeninin çerçevesinde geliĢtirilen demokratikleĢme hareketlerinin uluslararası kurum ve mecralarda sürdürülmesi gerektiğini ifade eden bir diğer kiĢi ise David Held‟dir. Westphalia politik düzenine haiz ulus-devlet sisteminin değiĢilmez nüvesi olan “sınırların aĢılmazlığı” ilkesinin artık ifade edilemeyecek kadar ortadan kalktığı, dolayısıyla da ekonomik, kültürel, sosyal vb. her konuda enternasyonal hareketler içerisine girilmesi gerektiği düĢüncesinden hareketle ortaya konan kozmopolit demokrasi görüĢü, kolonyalizmin sonucu olarak vuku bulan mevcut uluslararası kurumların yapılarının iĢlerlikten uzak olduğu düĢüncesinden hareketle küreselleĢmenin kolonyalizmden farklı olduğunu dolayısıyla sonucunda oluĢacak kurumların da farklı olması gerektiğini iddia etmektedir. Ulus devletlerin etkin siyasetleri tek baĢına uygulamayacakları, toplumsal sonuçların ulus devlet sınırlarını aĢtığı, devletin resmi otoritesi ile fiili durum arasında ciddi bir boĢluk oluĢtuğu ve bu boĢluğun küreselleĢme hareketleri ile doldurulduğu kozmopolit demokrasi görüĢünün ön kabulleridir. Bu kabulden hareketle kozmopolit demokrasi, “egemenliğin sınırsızlığını ortaya koyan, çoklu yurttaĢlık önerisini getiren, meĢruiyetini ulus aĢırı toplumdan alan kamusal-hukuksal bir yapı” önermektedir (Held, 2003:609-624). Ancak bu yapının ulus devletler gibi toplumsal meĢruiyetleri olan yapıların dahi karĢı duramadığı neo-liberal ekonomik düzenin egemenliği altına gireceği ihtimalini göz önünde bulundurursak, bu önerinin ideal bir düzenin reel olmayan bir karĢılığı ifade ediyor olduğunu söylememiz pek de yanlıĢ sayılmaz. Kaldı ki öneri, ulus aĢırılık kavramına dayansa dahi meĢruiyetini ulusal kanallardan alıyor olması dolayısıyla

117

mevcut durumu bürokratikleĢmekten öteye taĢımayacağı da açıkça görülmektedir (Wood, Temmuz 2004: 48).

Evrensel neo-liberal düzene karĢı bir diğer düĢünce ise hem muhafazakâr sağı hem de muhafazakâr/sosyalist solu bir araya getiren ulus devleti tekrar ihya etme önerisidir.14 Birçok destekçisi bulunan görüĢün önemli temsilcilerinden Boris Kagarlitsky‟nin “Solun Önündeki Hedef: Devleti Ġhya Etmek” (Fine, Temmuz-Ekim 2004: 69) adlı eserinde ifade ettiği üzere; devlet, Batılı finans Ģirketlerinin ekonomik Ģantajlarına boyun eğmemek adına ne onların bürokratik makamlarında söz sahibi oldukları uluslararası kurumlarda çözüm aramalı ne de neo-liberal ekonomik düzene karĢılık geliĢmiĢ ülkeler ile iĢbirliğine girmelidir. GeliĢmiĢ ülkelerin sermayenin savaĢ araçları haline geldiklerini ifade eden yazar, sol stratejinin eski devletten ziyade günün Ģartlarına uygun bir devlet projesi ortaya koyması ve bunu tek tek ülkelerde yürüterek iĢlevsizleĢtirmek yerine uluslararası bir konsensüs ile yapması gerektiğini ifade etmektedir (Kagarlitsky, 299-311). Ġlk anda kulağa gayet güzel gelen bu projenin olmazı ise sol içerikli partilerin konsensüsunda yatmaktadır. Batılı sermaye çevrelerindeki hem “sol” hem de “sağ” içerikli partilerin sermaye yanlısı politikalar ortaya koymasına karĢın, çevre ülkelerde sağ içerikli partilerin sermaye yanlısı davranmaları, sol partilerin ise sermayeyi bünyeye çekmeye dayalı Ģekilde “sağlaĢması” kurulması gerektiği ifade edilen konsensüsu reel politik açısından imkânsız kılmaktadır.

Ellen Meiksins Wood ise, bu konuda esas olanın küreselleĢme değil, kapitalizm olduğu düĢüncesindedir. KüreselleĢmeyi sermayenin yayılması konusunda sadece çağa uygun bir araç olarak niteleyen Wood, kar mekanizmasını insanlığın önüne koyan kapitalizmin yarattığı sorunları aĢmak için zor olanın küreselleĢme iliĢkilerinin değil, kapitalizmin yarattığı grift iliĢkiler olduğunu ifade etmektedir. Wood, ulus devlet-kapitalizm-küreselleĢme üçgeninde ulus devletin rolünü geleneksel rolünden ayırmamaktadır. Yani ulus devletin, kapitalizmin ihtiyaç duyduğu mülkiyet tahakkümünü beslemek, iĢ gücü yokken emek arzının hayatta kalmasını sağlamak ve sermayenin ihtiyacı olduğu zaman da emek güçlerinin sermayeye aktarımını sağlamak ile görevli olduğunu öncelikle açıklamaktadır (Wood, 2007: 17-31).

14

Bu fikir Türkiye’de ulusalcı kesimlerin de ekonomik yapılanmalarını kapsayan düşünce sistemini ifade eder.

118

Ġfade edilen ön kabullerden hareketle egemen sınıfın kendi çıkarlarını sermayeye dayalı olarak devlete dayatabileceği, devletin de sermaye ihtiyacından ötürü bu tahakküme onay vereceği Ģeklinde gerçekleĢecek iktidar iliĢkisini karmaĢık, mücadele için muhatap alınamayacak bir iktidar iliĢkisi gündeme getireceği açıktır. KarmaĢık iktidar iliĢkisinin getirdiği grift durum beraberinde anti-kapitalist hareketleri ulusal boyuttan ulus aĢırı, uluslararası kuruluĢlar düzeyine taĢımaktadır. Bu durum uluslararası kurumların neo-liberal tahakkümü ortaya koymadığını değil, ulus devlet-küreselleĢme iliĢkisine daha fazla önem arz edilmesi gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Kısacası önem arz eden soru; sermayenin küresel kapsamının ulus devletin ötesine geçip geçmediğidir. Bu soruya verilecek en kısa yanıt; küresel kapitalizmin temel ihtiyaçlarını sağlayacak ulus devletten daha fonksiyonel herhangi bir evrensel sistem bulunmadıkça –ki bugün orta/uzun vadede mümkün görünmemekte- ulus devletin yeri devredilmeyecektir. Bunun en önemli kanıtı sermayenin sınırsız dolaĢımını sağlayan neo-liberal düzen içerisinde emeğin serbest dolaĢımını engelleyecek tedbirleri alan kurumun ulus-devlet olmasıdır. Bu da açıkça ulus devlet ve sermaye arasındaki iktidar iliĢkisini açıklamaya yetmektedir (Wood, Temmuz 2004: 43-50). Son olarak bu duruma verilecek en açık yanıt günümüzde yaĢanan ekonomik kriz sürecinde uluslar arası birliktelikten ziyade ekonomik kurum ve liberalizm savunucularının, piyasadan çekmek istedikleri devleti tekrar ekonomik alana çağırarak, ulus devlete yeni misyonlar yüklemesidir.

Ġktisat ideolojisinin itici gücü olan neo-liberal ekonomik düzenin kendi iç çeliĢkisine baktığımız zaman, neo-liberal düzenin hem devletleri geleneksel yetkilerinden soyutlamakta hem de varlığını ulus devletlere dayamakta olduğunu görmekteyiz. Sermaye ise bu süreçte ulus devletlerin alt yapı hizmetlerinden yararlanarak artı değer üretecek biçimde yayılmaya devam etmekte ve kapitalizmin doğasında var olan dönemsel aĢırı bunalımları meydana getirmektedir. Günümüzdeki finansal mali krizi de kapitalizmin artı değeri üretirken yaĢadığı aĢırı üretimin bunalımı olarak görebiliriz. Bu dönemde sermaye reel kesimde iĢlem gördükçe pazar ve üretim alanları çakıĢmıĢ, finansal kesimde yaĢanılan üretim fazlası ise krize neden olmuĢtur. Öte yandan dünya ekonomisinin tek taraflı yönetimi beraberinde tek taraflı büyümeyi getirmiĢ ve yaĢanan dengesizlik ticari alanlara yansıyarak kapitalizmin tekrar kriz yaĢamasına neden olmuĢtur. Tek taraflı hızlı büyüme ile gerçekleĢen borçluluk döngüsünün yarattığı dengesizlik sonucu vuku bulan finansal krizin, kapitalizmi yapısal hastalığı atlatması

119

sürecinde sosyalleĢtireceği, devletsel örgütleri yeniden yapılandıracağı, neo-liberal sistemin sosyalleĢeceği ve evrensel demokrasi sisteminin neo-liberal hâkimiyetten ayrıĢacağı beklenen geliĢmelerdir (Fincancıoğlu,2000:197-202). Çünkü sosyal devletin pahalı argümanlar getirdiği savından hareketle devleti anti-sosyalleĢtiren neo-liberal sistem, ciddi kamu harcamaları gerektiren silahlanma sürecini hızlandırarak anti-demokratik küresel düzeni inĢa etmiĢ ve bu süreçte iĢçi sınıfını saf dıĢı bırakmıĢtır (Wood, 2007: 12). Ancak ulus devletlerdeki karar alıcıların geliĢtirebileceği sosyal politikalar ve demokrasi hareketleri küresel düzlemde yenileĢmeyi getirebilme potansiyeline sahiptir. Bu da neo-liberal iktisat ideolojisinin ortadan kalkması ve düzlemin sosyalleĢerek demokratlaĢması anlamına gelmektedir.