• Sonuç bulunamadı

Türkiye‟de Ekonomik LiberalleĢme ve Sosyal Politika

BÖLÜM 5: KÜRESELLEġMENĠN EKONOMĠK SONUÇLARINA CHP’NĠN

5.2. KüreselleĢmenin Ekonomik Sonuçlarına CHP‟nin BakıĢı

5.2.2. Türkiye‟de Ekonomik LiberalleĢme ve Sosyal Politika

Türkiye 1980‟li yıllardan itibaren ekonomik anlamda ciddi bir dönüĢüm yaĢayarak dünya kapitalizmi ile eklemlenmeye yönelik iradi bir istek ortaya koymuĢtur. Az sayıdaki sermaye grubu, sermayenin toplam döngüsü üzerindeki kontrol yeteneklerini yoğunlaĢtırmıĢ ve sınıflar arası çeliĢkileri arttıracak Ģekilde karĢısında güçsüz oldukları dünya sermaye çevreleri ile iliĢkiye girmiĢlerdir. Bu durum bireysel sermayelerin kısa dönemli çıkarları ile ülke ekonomisinin çıkarları arasında çeliĢkilerin yoğunlaĢmasına neden olmuĢtur. Dünya ölçeğindeki geliĢmiĢ sermayeler ile çarpıĢmak zorunda kalan yerli sermayeler daha fazla sermaye elde etme adına daha fazla artı değer emmenin yoluna gitmiĢlerdir. Buna dayalı olarak sermayenin etkinliğini arttıracak finansal/ticari liberalizasyona gidilmiĢtir. GeliĢmekte olan ülkelerdeki dıĢa ani açılma bu açıdan ülkemizde de defalarca görüldüğü üzere sermaye kıtlığının yarattığı döviz krizi olarak karĢımıza çıkmaktadır.15

Sermayenin çok yapılı sistem etrafında uluslararasılaĢması ile birlikte ideolojik söylemde bu çerçevede geliĢtirilerek geniĢ kitlelere yayılan anti-kapital muhalefet devlet tarafından denetim altına alınmıĢtır. Bu durum iktisat ideolojisinin ön gördüğü ölçüde Türkiye‟de de sermaye ile emek arasında çeliĢkinin emek aleyhine kontrol mekanizmalarının değiĢtirilmesi ile geliĢmesine neden olmuĢtur. Dolayısıyla Türkiye‟deki üretken sermaye uluslararasılaĢtıkça tekelleĢme eğilimini

15 AKP’nin dışa açılma sürecinde ciddi bir döviz krizinin yaşanmaması öncelikle dünya ekonomisindeki sıcak para akışının çok hızlı seyretmesi ve özelleştirmeler yolu ile döviz rezervlerinin arttırılması olarak görülebilir. Bu durum faydalı gibi görünse de esasında sosyal politikalar, devletin ekonomi müdahalesi ve sıcak paraya bağımlılığı gibi konularda sıkıntı yaratacak bir potansiyele sahiptir.

120

güçlendirmiĢ ve politik bir baskı aracı haline gelmiĢtir. Bu durumun en önemli kanıtını, liberalizasyonun her alanda artması, sendikaların bürokratik mekanizmalar haline getirilmesi ve emek maliyetlerinin düĢürülmesine rağmen orta sermayelerin güçlenememesinde ve hatta erimesinde, bunun yerine büyük sermayelerin tüm artı değer alanlarına yayılmalarında görüyoruz (Ercan,2004: 10-37).

Ticari/finansal liberalizasyonun geliĢme yolundaki ülkelerin dıĢ piyasalara açılma sürecini teĢvik etmesi ve bu durumun o ülkenin mali yapısında, sınıfsal yapısında ve sermayelerinin uluslararasılaĢmasında büyük sıkıntılara yol açmasının yanı sıra ortaya çıkan durum aynı zamanda sermayenin mekânsal olanakları ve tüketim kapasitesini arttırmasından ötürü emek sürecinin örgütsüzleĢtirilmesi ve emek sürecine kadın ve çocuk gücünün dâhil edilmesi gibi sonuçları da meydan getirmiĢtir. Türkiye ekonomisinin dıĢ piyasalar ile bütünleĢme süreci olarak ifade edilen sermaye bazlı durum, Türkiye‟nin IMF endeksli uyum politikaları sürecine dâhil olmasına ve düĢük katma değerli, emek-yoğun sanayilerde uzmanlaĢmasına neden olmuĢtur. Ġthal ikamesine dayalı ekonomik sistemin terki ile birlikte devletin küçültülerek özel sektörün ağırlığının arttırılması, buna dayalı olarak dünya piyasaları ile bütünleĢilmesi ve dıĢ ticarete konu olan malların ülke kaynaklarına kayması devlet harcamalarında kısıtlamaya gidilmesini sağlayan ve gelir dağılımını ücretler aleyhine bozan bir sistemin önünü açmıĢtır. Buna karĢılık ihracat yönelimi ise iç talebin bastırılması yolu ile arttırılmıĢ ve devletin istihdam yaratıcı rolü kısıtlı kalmıĢtır. Diğer yandan sıcak paraya dayalı rantiye ekonomisinin geliĢmesi ve ideolojiye dayalı politik kapalılığın (anti-Ģeffaflığın) yolsuzluklara neden olması da Türkiye‟yi “yatırımsız karlılık” ekonomisi haline getirmekteydi (Özar, Ercan. 2004:191-198).

Ġhracat yönelimli ekonomik politikalar uygulanırken, ekonomik gidiĢat üretime dayandırılmamakta aksine emek kesiminin ücret gelirlerindeki azaltılmayla birlikte iç talebin kısıtlanmasına dayalı politikalar geliĢtirilmekteydi. Sistemin kendi iç dinamikleriyle vaat edilen reel ücret artıĢını sağlayamaması sonucunda kendi eliyle kendini dengeleyeceği düĢünen serbest piyasaya müdahale kaçınılmaz hale gelmekteydi. Bu amaçla “yapısal uyum” süreci dâhilinde sermaye hareketlerinin serbest bırakılması, hükümete harcamalarını arttırmak için yeni bir manevra alanı sağlamaktaydı. AKP hükümetinin dünya ekonomisinde dolaĢan sıcak paranın bünyeye

121

alınmasına ve bu durum dâhilinde kamu harcamalarının arttırılarak iç talep harcamalarının arttırılmasına dayalı neo-liberal politikaları çok iyi kullandığı göz önüne alındığında iĢ yasalarındaki esnekliklerin mevcut hükümete çok önemli bir yol açtığını ancak sıcak paraya dayalı böylesi bir ekonomik sisteme karĢı ciddi bir muhalefet bayrağının açılmaması da iĢçi kesiminin ne derece bilinçsizleĢtirildiğinin en büyük göstergelerinden biridir. Bu durum son derece esnek olan iĢ piyasasının yarattığı iĢ güvence(sizliği) problemini göstermektedir. Kitlelerin aklında olan iĢsizlik endiĢesi ve örgütsel gücündeki aĢınma, iĢçiler ile iĢverenler arasındaki sessiz mutabakatın temel belirleyicisi olarak günümüzde de hâkim durumunu devam ettirmektedir (Onaran,2004:211-229).

Esnek iĢ örgütlenmesi, tüm ekonomik kurum ve alanların dıĢ çevrelere açılması beraberinde refah devleti olgusunu da çürütmekte, en azından geriletmekteydi. Sosyal hakların bireylere gelir sağlamak, bireyleri sosyal risklere karĢı korumak ve emeğin metalaĢmasını engellemek yönündeki etkinliğine karĢın en önemli etkisi toplumsal statüler arasındaki derinliği azaltmaktır. Bu noktada Türkiye‟deki sosyal politika rejimi, evrensel ve vatandaĢ olma rejiminden ziyade korporatist ve liberal özellikler göstermektedir. Yani özel sigortaları teĢvik eden ve yararcılık temelleri arasında salınan Türkiye‟deki sosyal politika geleneksel olarak güçlü olmadığından ötürü günümüz aĢırı liberalizasyonu, Türkiye‟de daha ağır bir süreci beraberinde getirmektedir (Arın, 2004: 70). Duruma mukabil formel sektörlerde çalıĢanlardan ziyade sosyal politika anlayıĢını tüm vatandaĢ saflarına yayma düĢüncesi Türkiye tarihinde ilk kez AKP hükümeti tarafından gerçekleĢtirilmekteydi.

AKP hükümeti, sosyal politika anlayıĢını doğalında “dayanıĢma mekanizmalarına” devredebilecek bir yapıya sahip olmasına rağmen liberal ekonomi politikalarına zıt bir Ģekilde sosyal politikaya evrensel nitelikler ile yaklaĢmaktaydı. Bu durumun en önemli nedenleri; IMF‟nin yapısal uyum beklentileri, 2001 kapital krizinin yarattığı ağır toplumsal tahribat, metropollere doğru geliĢen göç ve AB süreci olarak gösterilebilir. 1990‟larda geliĢen yönetiĢim kavramı ile sosyal politikaların sivil toplum örgütlerine devredilerek gönüllük temeline yerleĢtirilmesi, Türkiye tarihine bakıldığında günümüze kadar “laik” toplum anlayıĢına dayanan gönüllülük esaslı sosyal politika anlayıĢı ile benzeĢen “din” esaslı/bağlantılı sosyal politika anlayıĢına dönüĢmekteydi. Böylece

122

devletin bugüne kadar sürdürdüğü vatandaĢlık temeline eĢitsizlik atfeden korporatist sistemin, Güney ülkelerinin çoğunda görüldüğü gibi hem devletin sosyal harcamalarını arttırması ve inisiyatif alması Ģeklinde hem de devlet-vatandaĢ iliĢkisine bağlı olarak yoksulluğun siyasallaĢtırılması potansiyelinde biat kültürüne atfen değiĢtirilmekteydi (Buğra,2009:219-224).

Türkiye‟deki söz konusu korporatist sistem, çalıĢanların çoğunun tarım sektöründe olduğu, Ģehirde ise küçük iĢletmelerin egemen olduğu bir yapıya dayanmaktaydı. Söz konusu durumun mevcudiyeti bağımlı nüfusun büyüklüğü dolayısıyla devletin sigorta kurumunu zarar etmesi kaçınılmaz bir hale getirmekteydi. Bunun sonucunda devlet, sosyal güvenlik politikaları yoluyla nüfusun emeklilik ve sağlık hizmetlerini yeterliliği tartıĢılır düzeyde de olsa karĢılayabilmekte ancak yoksulluk ile mücadele konusunda oldukça yetersiz bir portre çizmektedir. Rakamlara göre Türkiye‟nin GSYH‟dan ayırdığı ihtiyaç tespitine göre yardım oranı olan %0,5‟in sadece %1,5‟e çıkarılması ile Türkiye‟deki yoksul nüfus üzerinde oldukça refah arttırıcı bir iyileĢme sağlayacaktır (http://ec.europa.eu/eurostat, 2006).

Dünya konjonktürü, Türkiye‟deki geleneksel liberal/korporatist sosyal politika anlayıĢına rağmen sosyal politikanın vatandaĢlık temeline endekslenmeye ve yoksullukla mücadele üzerinden geliĢtirilmeye çalıĢılmasına uygun bir ortama haiz değildi. Devletin küçülerek sosyal harcamaların kısıtlanması gerektiğine dayalı anlayıĢ Türkiye‟de AKP‟nin “sosyal devletle sosyal milleti” bir araya getirme Ģiarından hareketle gerçekleĢtirilmekte ve sosyal politika tarihsel arka plana göre iyileĢse de güncel olarak oldukça geri bir sistem olarak kalmaktaydı. Özellikle AKP döneminde oluĢturulan mikrokredi anlayıĢı çerçevesinde kiĢilerin banka kredileri yolu ile borçlandırılarak ekonomik sisteme dâhil edilmesi yolu Türkiye‟deki tarihsel anlayıĢın AKP döneminde de devam ettiğini gösteren en önemli örneklerden biridir. Sosyal harcamalarda artıĢ yapılarak yoksulluğun önlenmesine dayalı sistemin AB sürecinde geliĢtirilmesi, AB sürecinin bozulması ile geri plan atılmıĢ gibi görünürken bakan M. Ali ġahin‟in Türkiye‟deki ücretlerin gayet yüksek olduğunu ifade etmesi ve sürekli yaĢanan erzak hayırseverliği sosyal politikanın devlet güvenliğinden çıkartılarak Ġslami hayırseverliğe terk edileceğini tescillemiĢ gibi görünmektedir. Bu durum eĢitsiz korporatist sistemin devam edeceğinin göstergesi olduğu gibi örgütlü direniĢ

123

imkânlarının olmadığı yasal düzlemde de vatandaĢlık haklarını savunan bir muhalefetin ortaya çıkmasını engeller görülmektedir (Buğra,2009:225-251).