• Sonuç bulunamadı

Hadis Tenkidi Tarihi Üzerine Mülahazalar

II. TÜRKİYE MERKEZLİ HADİS TARTIŞMALARININ ORTAYA ÇIKIŞINDA

2. Dâhilî Şartların Katkısı

1.2. HADİS TENKİDİ TARTIŞMALARI

1.2.3. Hadis Tenkit Usûlüne Yönelik Değerlendirmeler

1.2.3.1. Hadis Tenkidi Tarihi Üzerine Mülahazalar

Yukarıdaki bilgiler çerçevesinde; dönemin bazı ilim adamlarına ait olan ve bir bakıma “hadis tenkidi tarihi” ile ilişkilendirilmeye müsait, yer yer tasvirî nitelikte değerlendirmelerin göze çarptığı tespitine öncelikle yer vermek gerekir. Bu cümleden olmak üzere Ahmed Naim’in açıklamaları ele alınabilir.

Ahmed Naim, hadislerin çoğunlukla haber-i vâhit niteliğinde aktarılmasının, ricâl tenkidinin erken dönemde başlamasında itici bir rol oynadığı görüşünü kabul eder görünmektedir. Ona göre; bu usûlün zamanla kökleşerek diğer ilim dallarına da teşmiliyle modern tenkit tarihinin şartlarını haiz, bilimsel bir mesai ortaya çıkmıştır.214 Diğer taraftan, fitne olayının tetikleyici etkisiyle başlayan tenkit ameliyesinde sahabe ve kibar-ı tabiînden tenkide uğrayanların sayısı sonraki tabakalara kıyasla oldukça azdır. Hicrî ikinci asır öncesindeki evsât-ı tabiînden bazı raviler zayıf bulunmuştur ki; bu tenkitler, rivayet sistemine ait inceliklerin henüz bütünüyle oturmamış olmasından mütevellit, ağırlıklı olarak hadis tahammül şekilleri ve zabt kusurları etrafında toplanabilir. Ravilerin sayıca artışı, onlar hakkındaki bilgilerin kaydı ihtiyacını doğurmuş ve böylelikle ricâl merkezli literatür oluşmaya başlamıştır. Ancak o zamana dek kat edilen seviyenin hadis uydurmacılığı tehlikesini gidermesi dolayısıyla dördüncü asırdan itibaren bu yöndeki ihtiyaç azalmıştır. Müteahhir hadisçilerin bizzat ricâl araştırması yapma imkânının ortadan kalkması dolayısıyla takip edilmesi gereken en doğru yol, vücuda getirilen literatürden istifade etmektir.

Geneli itibarıyla iyimser bir tablo çizen ve yer yer müdafaa kastı taşıdığı görülen Ahmed Naim, münekkitlerin bakış ve hükümlerinin öznellik taşıyabilmesi, bazen aynı ravi hakkında birbirine zıt değerlendirmeler yapılması gibi durumlarda neler yapılması gerektiğine dair bir değerlendirmede bulunmamaktadır. Onun vurguladığı noktalardan biri de, hadiste sıhhat ölçüsünün, kitaplar üzerinden değil de münferit rivayet araştırmalarından hareket edilerek belirlenmesi gerektiği hususudur.215

214 Ahmed Naim, Tecrîd-i Sarîh Mukaddimesi, s. 38.

Ahmed Naim’in dördüncü asırdan itibaren ricâl tenkidi merkezli literatüre ihtiyacın azaldığı fikrini destekler mahiyette Ahmet Hamdi Akseki, hadis tarihinin bu asırdan sonraki serüvenini betimlerken “Artık hadislerin toplanması, senedlerin tenkit usûlleri, hadisin sıhhatine tesir eden illetlerin beyanı hemen dördüncü asır ile sona erdi” ifadelerine216 yer vermektedir. Akseki’nin Ahmed Naim’le örtüşen bir diğer vurgusu da, hadis tenkit sisteminin modern tarihî intikâd şartlarını kapsadığı ve onun için bir numune teşkil ettiği fikridir.217

Zeki Velidî Togan (ö. 1970) ise uzmanlık alanın bir yansıması olarak dikkatleri farklı noktalara çekmektedir. Bu bağlamda; cahiliye dönemi Araplarında bulunan “rivayet ve epos” türündeki aktarımların, İslamî fetihlerin peşi sıra bir tür vakanüvislik faaliyeti denilebilecek “fütûhu’l-büldân” kitaplarının telife başlanmasıyla tarih felsefesinden yoksun bir nakilci tarih anlayışına evrildiği bilgisini aktarmaktadır. Hadislerin sağlamlığını tespit maksadıyla vücuda getirilen usûl ilmi vesilesiyle ise Araplarda tenkit geleneğinin teşekküle başladığını kaydetmektedir. Togan’a göre; hadis tenkit sistemi, Taberî (ö. 310/923) gibi tarihçilerin tarih rivayet sisteminin şekillenmesinde etkili olmuştur.218 Togan ayrıca neden-nasılcı tarih anlayışının gelişmesiyle nâkil konumundaki kişilerin şahsiyeti, diğer telifatı ve yetiştiği ilmî çevreye oldukça önem verilmeye başlandığına dikkat çekerek bu bağlamda sözü, anılan işlevleri karşılayabilen ricâl literatürüne getirmekte; ancak İslam tarihi yazarları hakkında bu denli bir mesaiye girişilmemesini bir eksiklik olarak görmektedir.219

Üzerinde durulan noktalardan bir diğeri ise, hadis tenkidi yapacak ilim adamının donanımı meselesidir. Ahmed Naim’e göre; aralarında ricâl tenkidi yapmak suretiyle sıhhat derecesi bakımından hadislerin arasını temyiz edebilen, metindeki tearuz ve farklılıkları gösterebilen muhaddisler çıkmışsa da aslen onların görevi nakilleri bir sonraki tabakaya aktarmaktır. Mana ve delalet açısından muhteva tenkidi görevi fakihlerin, bilhassa da müçtehitlerin işidir. Ahmed Naim’in muhteva tenkidini, rivayetlerin mana ve delalet katmanlarıyla ilişkilendirmesi önemlidir.

216 Akseki’nin kesin sınırlar çizen bu ifadesinin, ilgili çalışmaların hız kaybetmesi şeklinde anlaşılması

daha doğru olacaktır.

217 Nevevî, Riyâzü’s-Sâlihîn ve Tercemesi, I, xxviii (Akseki’nin mukaddimesidir). 218 Togan, Tarihte Usûl, s. 146.

Diğer taraftan, muhaddisler ile fakihler arasındaki vazife ayrımına ilaveten ilmî kabiliyet ve alt yapısıyla kendinde tefakkuh özelliğini de birleştiren hadisçilerin varlığını dile getiren Ahmed Naim, o dönem itibarıyla sened tenkidi için “intikâd-ı esânid”, muhteva tenkidi içinse “nakd-i mütûn” ifadelerini kullanmaktadır.220 Ahmed Naim’in “metâ‘in-i aşere” konusunu işlediği sırada; muhaddislerin “ıztırab, kalb, şüzûz” gibi teknik konulara dayalı tespitlerinin daha çok sened üzerinde gerçekleştiği, metni ilgilendiren tenkit noktalarını ise çoğunlukla müçtehitlere bıraktıkları yönündeki kanaatleri221 de onun hadis tenkidi bağlamında görev dağılımına verdiği ehemmiyet ve lüzumu göstermektedir.

İzmirli İsmail Hakkı da hadis ravisinin fakih olmasının yalnızca muhaddis olmasından daha üstün olacağını düşünenlerdendir. Ayrıca o, Ahmed Naim’e ilaveten bazı ilim ehlinin sika ravilere, cerhi gerektirmeyecek türden şeylerle yönelttikleri tenkitlerin hatalı bir yaklaşım olduğu kanaatini paylaşarak bir bakıma ricâl tenkidinin sübjektifliğe açık olabilen yönüne işaret etmektedir. Dahası İbn Dakîk el-‘Îd (ö. 702/1302) tarafından tespit edildiği anlaşılan yaygın bazı ricâl tenkidi hatalarını maddeleyerek açık sebep belirtilmeksizin yapılan cerhe itibar edilmemesi gerektiği kanaatini vurgulu biçimde dile getirmektedir.222

Hadislerin anlaşılması ve tenkidinde muhaddis-fakih ayrımını gözeten bir diğer ilim adamı Yusuf Ziya Yörükan’dır. Yörükan’a göre; farklı ilim dallarınca konu edilen hadislerin, muhaddisler için temel uğraş amacı, Hz. Peygamber’den nakledilenleri aktarmaktır. Yörükan’ın ifadesiyle, muhaddisler hadisin mana ve dirayet cihetine değil rivayet ve isnad özelliklerine, diğer bir anlatımla lafızlarına ve edasının sıhhatine bakarlar. Muhaddislerin sahih bulduğu bir rivayetin fakihler tarafından delalet açısından farklı bir mecrada algılanması ya da rivayet bütünlüğüne ve İslam’ın ruhuna aykırı bulunarak reddedilmesiyle Hz. Peygamber’in sünnetine muhalefet edilmiş olmaz.

Yörükan tam da bu noktada, önceki başlıkta bir benzeri Mustafa Sabri’de görülen bir refleksle, herhangi bir müçtehidin istinbat ettiği hükümle aslında

220 Ahmed Naim, Tecrîd-i Sarîh Mukaddimesi, s. 10. 221 Ahmed Naim, Tecrîd-i Sarîh Mukaddimesi, s. 315. 222 İzmirli, Siyer, s. 57, 81-82.

taraftarlık gösterdiği ya da kendiliğinden hadis uydurduğu, hicrî üçüncü asrın başına kadar teşekkül eden fıkıh sistemlerinin ortaya koydukları fürû‘ meseleleri esasen uydurma rivayetlere dayandırdıkları; keza bir muhaddisin şahsî temayülü istikametinde vaz‘a giriştiği fikirlerinin yanlışlığına karşı çıkma gereği duymuştur. Bu bağlamda Yörükan’a göre; mevzû rivayetlerin, muhaddislerin çabaları ile aleni hale gelmiş olması dolayısıyla genel anlamıyla hadislerin kıymetini düşürecek bir durum söz konusu değildir. Diğer taraftan, muhaddislerin hadislerin sahihlerini bu vasıfta olmayanlardan ayırmak için ortaya koyduğu “usûl-i rivayet, tabakat, nakdü’r- ricâl” gibi ihtisas alanlarının uzmanı olan hadisçiler mevcut senedleri incelemişler, günümüze yalnız hadislerin metinleriyle meşgul olmak işini bırakmışlardır. Onun ifadesiyle, bugünün ilim adamlarına düşen görev, hadisleri muhteva tenkidi ölçüleriyle incelemektir.223 Yörükan’a göre burada sözü edilen ilmî incelikler, muhaddislerin senedini sahih buldukları bir rivayeti, dirayet açısından problemli olduğu halde neden eserlerine alabildikleri ve dinî hükme medar olan rivayetlerle - bazı siyer rivayetleri gibi- olmayanları niçin bir arada tasnif ettikleri sorularına cevap teşkil etmektedir. Kısacası; bir hadisin sahih olmasıyla dinî bir hükme dayanak teşkil etmesi ayrı şeylerdir.224

Ahmed Naim, İzmirli ve Yörükan’ın hadis tenkidi ameliyesinde muhaddis- fakih ayrımını kabulde hemfikir olmaları önemli bir nottur. Ricâl tenkidine yönelik değerlendirmelerin ağır bastığı bu açıklamalar her ne kadar tasvirî bir nitelik arz etse de bir kısmının aslında güncel belli iddialara cevap verme kastı taşıdığı anlaşılmaktadır.

1.2.3.2. Sened ve Muhteva Tenkidinin Yapılma Düzeyi