• Sonuç bulunamadı

II. TÜRKİYE MERKEZLİ HADİS TARTIŞMALARININ ORTAYA ÇIKIŞINDA

2. Dâhilî Şartların Katkısı

1.1.2. Sünnet-Vahiy Bilgisi İlişkisi

1.1.2.2. Kur’ân’la Yetinme İddiası

Sünneti tamamen reddederek sadece Kur’ân’ı benimseme anlayışı ilk defa II. (VIII.) yüzyılda tartışma konusu olmuş ve bu anlayış varlığını günümüze kadar çeşitli şekillerde sürdürmüştür. Tarihî süreçteki yorum farklılıkları bir tarafa; söz konusu yaklaşımın bir yansıması olarak, farklı saiklerin katkı vermesiyle XIX.

58 Nevevî, Riyâzü’s-Sâlihîn ve Tercemesi, I, ix-x, xiii (Akseki’nin mukaddimesidir). Ayrıca bk.

Akseki, Peygamberimizin Vecizeleri, s. 13-23.

59 Yörükan, İslam Dini Tarihi, s. 452, 474. Yörükan’ın burada ele alınan teorik düzeydeki

düşüncelerinin Hayber Seferi üzerinden tatbiki için bk. A.g.e., s. 258-291.

60 İskilipli, “Din-i İslam’ın Vâzıı ve Beşere Keyfiyet-i Vüsûlü”, Mahfil, Zilhicce 1338, I, S: 2, s. 22-

yüzyılın ikinci yarısında Hindistan’da Seyyid Ahmed Han’ın Seyyid Ahmed Han (ö. 1898) düşünceleri etrafında “Ehl-i Kur’ân” ya da “Kur’âniyyûn” diye bilinen ve sünneti açıkça dışlayan bir ekol ortaya çıkmıştır.61 Yine aynı dönemlerde İslam dünyasının birçok bölgesinde etkili olan ıslah düşüncesinin, söylem olarak Kur’ân’a daha çok vurgu yapması; buna mukabil sünnetin değeri ve kaynağı meselesini daha çok tartışmaya açması da sünnet aleyhinde geliştirilen yaklaşımlar arasında zikredilebilir. M. Tevfîk Sıdkî’nin (ö. 1920) el-Menâr dergisinde yayımlanan “el- İslam Hüve’l-Kur’ân Vahdehu” başlıklı makalesi, altında farklı fraksiyonlar barındıran bu anlayışın en vurgulu ifadesi sayılabilir.62 Diğer taraftan, dönem âlimlerinin başlıca atıf kaynakları arasında olan Hüseyin el-Cisr’in (ö. 1909) er-

Risaletü’l-Hamîdiyye’sinde Kur’ân’ın hükümleriyle yetinip sünneti dışlama fikrinin

tenkidine yer vermesinin,63 sözü edilen yaklaşıma karşı fikrî kamuoyunda erken tarihli bir farkındalık oluşturduğu söylemek de mümkündür.

Ahmet Hamdi Akseki, 1940’lı yılların ortalarında kaleme aldığı bazı çalışmalarında, “Bir vakit Hindistan’da böyle bir cemiyet de vardı” ifadeleriyle Ehl-i Kur’ân ekolüne işaret etmek suretiyle sünnete karşı reddedici ve dışlayıcı bir tavır sergileyen bu tür yaklaşımları eleştirmiştir. Akseki, “İslam’ın esası ancak Kur’ân’dır. Biz ancak ona bakarız” söylemiyle hadislerin sıhhat ölçüsünü ancak Kur’ân’a uygunluk olarak belirleyen bu düşünce tarzını, “Allah’ın kitabı bize yeter” çıkışıyla hareket eden Haricîlerle ilişkilendirmiştir. Ayrıca Akseki, Ehl-i Kur’ân gibi son dönem düşünce tarzları ve ekollerinin, ileri sürdükleri bu temel tezlerinde orijinal bir fikir ortaya koyamadıkları eleştirisini yöneltmekten geri durmamıştır.

Akseki’ye göre; ilgili ayet ve hadisler, Hz. Peygamber’e mutlak manada uymayı emretmekte, bir adım daha ötesinde sübûtu sünnete dayalı şeyleri, “Kur’ân’la uyumlu olursa alın, değilse almayın” şeklinde bir sınırlandırma getirmemektedir. Şu halde; prensip olarak, hadis ve sünnetle vaz‘ edilen bir hükmün aynıyla Kur’ân’da bulunması gibi bir şart koşulması isabetli değildir. Akseki, yer yer art niyete de

61 Birışık, Abdülhamit, “Kur’âniyyûn”, DİA, XVI, 428. 62 Ali Merad, “Islah”, DİA, XIX, 147-148.

dayanan bu tür düşüncelerin varlığını Hz. Peygamber’in vazifesinin kapsam ve mahiyetini anlayamamaya bağlamaktadır.64

Akseki, başka bir eserindeyse; İslam’ın iki temel kaynağından biri olan hadisin devre dışı bırakılmasıyla esasında ilk kaynak olan Kitab’ın da yavaş yavaş ihmale uğrayacağı, aslında bu yöndeki saldırıların dinin kendisine ve Kur’ân’a yapılacağı kanaatini paylaşmıştır. Bu düşüncenin, ustalıkla ve belli bir sistem dâhilinde uygulamaya konan bir proje olduğunu savunan Akseki; ilk ayağının ise belli başlı şarkiyatçılar vasıtasıyla aralarından bazı isimleri menfi yönde ön plana çıkarmak suretiyle sahabeye olan güveni sarsmak olduğunu belirtir. İlk etapta sömürge İslam coğrafyalarına servis edilen bu fikirlerin, bilgi seviyeleri müsteşrikleri geçemeyen bazı kimseler tarafından Türkiye’de de dillendirildiği bilgisini verir. Sözü edilen ayrıştırmacı fikirlerden etkilenen yerli bir yazarla giriştiği münakaşada ise Akseki; Kitab’ı kabul ettikten sonra sünneti kabul etmemeyi, anayasayı kabul edip de ona dayanan kanunları kabul etmemeye, kanunu kabul edip de onun doğurduğu tüzük ve tefsirleri reddetmeye benzetmektedir.65

Yukarıda görüldüğü üzere; Akseki’nin, sünneti vahyin tilavet edilmeyen kısmıyla ısrarlı bir şekilde ilişkilendirmesinin, biraz da hem İslam ülkelerinde hem de Türkiye’de işlenmeye çalışılan sünneti dışlayıcı fikirlere karşı tepki koyma kastı taşıdığı düşünülmektedir. Buradaki görüşlerini aktarma ihtiyacı duyduğu sıralarda Diyanet Riyasetinde reis yardımcılığı görevinde bulunan Akseki’nin, Kur’âniyyûn başta olmak üzere sünnet karşıtı telakkilerin iç yüzünü ve bağlantılarını kavrayarak bunları tarihî ve güncel bağlamlarından bağımsız düşünmediği hissedilmektedir.

Zakir Kadirî Ugan ise, XX. yüzyılın başlarından itibaren İslam dünyasının aydın kesimi arasında hadis aleyhtarlığı biçiminde bir akım ortaya çıktığını ifade ederek bu yönelişin varlığını nakil esnasında dirayete yeterince önem verilmemesi, bazı alanlarda zayıf hadis nakline müsamaha ile bakılması ve birtakım İslamî eserlerde mevzû rivayetlerin bulunması gibi sebeplere bağlar görünmektedir. Ayrıca bu olgusal durumu örneklendirmek sadedinde M. Tevfik Sıdkî’nin 1905 yılında el-

Menâr’da çıkan “Sahih Akla Göre Din” makale serisine atıfta bulunmaktadır. Ugan,

64 Nevevî, Riyâzü’s-Sâlihîn ve Tercemesi, I, x, xii, xx-xxiii (Akseki’nin mukaddimesidir). 65 Akseki, Peygamberimizin Vecizeleri, s. 17. Ayrıca bk. A.g.e., s. 13-23.

sözü edilen seride “kesin delilin ancak akıl, Kur’ân ve mütevatir sünnetten ibaret olduğu” fikrinin işlendiğine temas etmiş;66 ancak konuyla ilgili daha fazla ayrıntıya maalesef yer vermemiştir.