• Sonuç bulunamadı

İhtisas Gerektiren Bilgi Türlerinin Hz Peygamber’e İsnadı

II. TÜRKİYE MERKEZLİ HADİS TARTIŞMALARININ ORTAYA ÇIKIŞINDA

2. Dâhilî Şartların Katkısı

1.1.3. Bağlayıcılık Açısından Hadis ve Sünnete Yönelik Değerlendirmeler

1.1.3.2. İhtisas Gerektiren Bilgi Türlerinin Hz Peygamber’e İsnadı

Hadis ve sünnetin bağlayıcılığı meselesinde ele alınması gereken bir diğer önemli nokta ise; tıp, ziraat, kozmografya gibi bilim, tecrübe ve ihtisas sahasına giren bilgi türlerine sahip olmak bakımından Hz. Peygamber’in durumunun tetkike konu edilmesidir. Çalışma dönemi açısından bu konunun en çok hurma aşılama hadisi örnekliğinde ve tıp bilgisi bağlamında ele alındığı görülmüştür.

Rivayetlerin bağlayıcılığı ve doğru anlaşılmasıyla ilgili bu önemli konu üzerine eğilenlerden biri de Mustafa Sabri Efendi’dir. Mustafa Sabri, bu bahse dair görüşlerini o dönem itibarıyla bilimsel tefsire rağbetin arttığını gözlemlemesi üzerine yer verdiği bazı değerlendirmeler arasında dolaylı olarak paylaşmıştır. Konuya dair bakışını, “Ben, fenleri kendimizde görmek isterim; onları Kur’ân’da aramak taraftarı değilim” ifadeleriyle net bir şekilde ortaya koymuştur. Buradan hareketle de, Kur’ân’ı tebliğ eden son peygamberin, dünyevî işler hakkında ashâbı tarafından kendisine yöneltilen ciddi sorulara verdiği yanıtların mutlak anlamda peygamberlik vazifesi gereği verilen cevaplardan öte o devirde uygulanan tedbirlerden biri olabileceğini belirtmiştir. Mustafa Sabri, dile getirdiği bu tevcihi özellikle tıbb-ı nebevî rivayetlerinin anlaşılması noktasında en doğru bakış açısı olarak görmektedir. Ona göre; Hz. Peygamber tıbbın gerekliliği ve önemi hakkında beyanlarda bulunmakla birlikte bir ilacın filanca hastalığa iyi geldiğine dair kesin bir teminat vermemiştir.94 Rasûlullah’a ayın evrelerinin sorulması üzerine nazil olan “Sana, hilal şeklinde yeni doğan ayları sorarlar. De ki: ‘Onlar, insanlar ve özellikle hac için

vakit ölçüleridir” ayetinden95 hareket ederek; “Peygamber Efendimiz ayın şeklindeki

değişiklikleri bilir miydi, bilmez miydi?” gibi bir soru karşısında her iki ihtimalin de önemsizliğini vurgulamıştır. Dahası, “Siz dünya işlerinizi daha iyi bilirsiniz” ve “Biz,

ümmî bir topluluğuz, (okuyup) yazmayı ve(ayın) hesabını bilmeyiz”96 gibi hadisleri,

94 Yer verilen ifadelerin akışı sırasında düştüğü dipnota bakılırsa, Mustafa Sabri’nin tıbb-ı nebevî

bağlamında misvaka istisnaî bir konum verdiği anlaşılmaktadır.

95 Bakara, 2/189.

Hz. Peygamber’in ihtisas gerektiren bilgi türlerini bilemeyebileceğinin açık bir ifadesi şeklinde görmektedir.97

Kaynak ve bağlam çeşitliliği bakımından, Gazi Ahmed Muhtar Paşa’nın (ö. 1919), kişisel astronomi ve din bilgisi birikimini sentezlediği bir eserinde kaydettiği kısa bilgilere de yer verilebilir. Ahmed Muhtar Paşa’ya göre; Hz. Peygamber, oğlu İbrahim’in vefat ettiği aynı günde güneşin tutulması üzerine bazı zihinlerdeki yanlış intikalleri gidermek için “Güneş ve ay, kimsenin ne ölümü ne de doğumu dolayısıyla

tutulmaz” diyerek98 dünyadaki gelişmelerle astronomik olaylar arasında bir ilişki

kurulmaması gerektiği ilkesini ortaya koymuştur. Ancak Ahmed Muhtar Paşa buna rağmen kendi zamanında yaşayan cahil halkın, ortaya konan bu prensipten habersizce batıl kehanetlerin arkasında koştuğu bilgisini vermektedir.99

Diğer taraftan, hurma aşılama/dölleme hadisi olarak bilinen uzun rivayetin100 bazı tariklerinin sonunda yer alan “Siz dünya işinizi daha iyi bilirsiniz” cümlesinin zaman zaman farklı değerlendirmelere konu edildiği görülmüştür. Mesela Zakir Kadirî Ugan, bir önceki başlıkta görülen açıklamalarına göre, aslında uzun olan rivayetin yalnızca bu cümlesinden hareketle ilmî ve tecrübî saha hakkında nakil değeri taşıyan rivayetlerin raviler tarafından aktarılmasını yanlış bulmakta, bir bakıma ‘dinî’ ve ‘dünyevî’ alanların kesin hatlarla birbirinden ayrılması gerektiğini savunmaktadır. Buna karşılık Mustafa Sabri’nin yukarıdaki ifadesi, Ugan’ın bakışı kadar mutlak ve keskin değildir. Bir üçüncü isim olarak; Mehmet Şemsettin Günaltay, Hıristiyanlık ve İslam ilahiyatlarının din ve vicdan hürriyetine bakışını kıyaslarken kurduğu şu cümleleri, tarih formasyonuna sahip olmakla birlikte ilgili rivayetin sebeb-i vürût, bütünlük ve muhtevasını gözetmeksizin kurduğu sanılmaktadır:

97 Mustafa Sabri Efendi, Meseleler, s. 28-30. 98 Buhârî, “Küsûf”, 1; Müslim, “Küsûf”, 3.

99 Gazi Ahmed Muhtar Paşa, Serâiru’l-Kur’ân, s. 5.

100 Hz. Peygamber Medine’ye geldiğinde halkın hurmaları aşıladıklarını görmüş ve “Ne

yapıyorsunuz?” diye sormuştu. İnsanların, “Biz bunu hep yaparız” demeleri üzerine, “Belki siz bunu yapmasanız daha iyi olur” buyurdu. Bunun üzerine halk hurma aşılamayı bıraktı; fakat o sene hasat

az, verim de düşük oldu. Bunu Hz. Peygamber’e söylediklerinde o, “Ben ancak bir insanım. Size

dininiz ile alakalı bir şey emredersem onu alın. Ama size kendi görüşümle bir şey emredersem, nihayet ben de bir insanım” (Müslim, “Fedâil”, 140) buyurdu. Bu olayı anlatan bazı rivayetlerde Allah

Rasûlü’nün, “Siz kendi dünyanızın işlerini daha iyi bilirsiniz” (Müslim, “Fedâil”, 141) buyurduğu nakledilmiştir. Anlatım için bk. Hadislerle İslam, VI, 485.

“Hazret-i Peygamber, dinî işlerde din adına tahakkümü katiyen yasaklamıştır. ‘Dünya

işlerinizi siz benden daha iyi bilirsiniz. Onları bildiğiniz ve tecrübe ettiğiniz şekilde yapınız’

mealindeki hadisin mücerred [olarak] dinî tahakkümü ortadan kaldırmak için irat edilmiş olduğunda şüphe yoktur”.101

Konu hakkına en fazla veriyi, dönem isimlerinin tıbb-ı nebevî içerikli rivayetlere yaklaşımları sağlamaktadır. Bu bağlamda, Mustafa Sabri’nin tıbb-ı nebevî muhtevasındaki hadislerin bağlayıcılığının bulunmadığı yönünde yukarıda değinilen bakış açısıyla uyumlu denilebilecek yorumlar da görülebilmektedir.

Örneğin Yusuf Ziya Yörükan, Benî Kurayza Gazvesi’nde Müslüman kadınların sağlık hizmeti verdiklerini anlatırken İslam’da tıp ve tedavi yönteminin tamamen tecrübî olduğu yargısına yer vermiştir. Onun ifadesiyle, Allah Rasûlü ziyaretleri sırasında hastaları doktorlara yönlendirip tecrübî tedaviye teşvik etmiştir.102 Akseki de tıbbî ve ziraî bilgi içeren rivayetleri, hüküm vaz‘ etmeyen sünnetler arasında saymıştır.103

Buna karşılık özellikle bazı Sırât-ı Müstakîm, Sebîlürreşâd ve Beyânülhak yazarlarının tıbb-ı nebevîyi doğrudan ya da dolaylı olarak vahiy bilgisi kapsamında değerlendirme meyli taşıdıkları görülmüştür. Örneğin Tanin yazarı Hoca Fehmi’nin “Takayyüdât-ı Sıhhiyyenin Vücûb-i Şer‘îsi” başlıklı yazısı ile H. Y. rumuzuyla

Beyânülhak’ta çıkan “Tebyîn-i Hakikat” adlı yazı önemli tartışma metinleridir. Hoca

Fehmi’nin tartışmaya yol açan cümleleri, orijinal ifadeleriyle şöyledir:

“ Cenâb-ı Peygamber kendilerine müracaat eden hastalara hiçbir vakit, şunu bunu okuyunuz demediler. Ol vakit beyne’l-Arap tecârüb-i nâkısa üzerine meydan almış olan ilaçları tavsiye ederler ve kanun-ı hilkate imanını gösterirlerdi.”104

101 Günaltay, Mehmet Şemsettin, Hurafâttan Hakikate, s. 352.

İlgili hadis çerçevesinde yapılmış bir çalışmada ulaşılan sonuç için bk. İmamoğlu, Abdullah Taha,

Hurmanın Aşılanması/Döllenmesi – İlgili Rivayetin Tetkik, Tahlil ve Tenkidi, (Basılmamış Yüksek

Lisans Tezi), s. 139-140.

102 Yörükan, İslam Dini Tarihi, s. 238-239.

103 Nevevî, Riyâzü’s-Sâlihîn ve Tercemesi, I, xiv (Akseki’nin mukaddimesidir).

104 Hoca Fehmi, “Takayyüdât-ı Sıhhiyyenin Vücûb-i Şer‘îsi”, Tanin, 3 Kânunusani 1326, numara:

851, s. 1.

Bu yazının muhtevası, yapılan bir çalışmada şöyle tanıtılmıştır: Paşabahçe’de bir deli tarafından işlenen cinayet ile ilgili düşünceler aktarılarak cinayeti işleyen delinin tıbbî tedavisinin yaptırılmayarak türbelere bağlanan paçavralarla şifa aranmasının büyük bir cahillik olduğu belirtiliyor, bu konuda dinî bir değerlendirme yapılıyor. Bk. Yılmaz, Mustafa, Tanin Gazetesi

İnceleme ve Seçilmiş Metinler (701-899 Sayılar), s. 14, 62, 378.

Kimliği tespit edilemeyen; ancak o sıralar öğrenci olduğu anlaşılan H. Y., yazısına peygamberlerin en yüksek insaniyet mertebesinde oldukları ve gerektiğinde mucize ve harikalarla desteklendikleri hatırlatmasıyla başlamakta; yine bu kimselerin vahiy ya da sezgi yoluyla beşeriyetin ulaştığı ya da ulaşacağı hakikatlere vâkıf olabileceklerinin altını çizmektedir. Hz. Peygamber’in bir ‘tabip’ olarak gönderilmediğini teslim eden yazar; ümmîliğini dikkate alarak, ilim ve fikir sahasında beşeriyete arz edilen tıbb-ı nebevî vb. bilgilerin, bir kayıtlamaya girişmeksizin, ilahi canipten Hz. Peygamber’e (s.a) öğretildiği düşüncesindedir.105

Tenkitlerini sürdüren H. Y., “Ol vakit beyne’l-Arap tecârüb-i nâkısa üzerine meydan almış olan ilaçları tavsiye ederler” cümlesinde ifade edilen durumun, bilgisizce hüküm vermek ve hastanın hayatıyla alay etmek anlamına geleceği; bunun ise İslam’ın ruhuna ve peygamberliğin rahmet oluşu prensibine aykırı olacağı düşüncesindedir. Dahası mahiyeti bilinmeyen ilaçların tavsiye edilmesinin, “(Öncesinde) tabiplikle tanınmadığı halde tabiplik iddia eden kimse, (ortaya çıkması

muhtemel zararları) tazmin eder”106 hadisindeki genel ilkeye aykırı bulmakta ve

böyle bir durumun Rasûlullah’ın davranışı ile sözünü yalanlaması anlamına geleceğine dikkat çekmektedir. Aynı şekilde, güvenilir ravilerin de bir vesikaya dayanmadıkça Hz. Peygamber’e, “Şunu yaptı veya yapmadı” şeklinde bir bilgi isnadlarının düşünülemeyeceğini ifade etmektedir.107

Yer verilen mütalaalara karşılık; Hoca Fehmi’nin yazısının daha sağlıklı değerlendirilebilmesi için Hz. Peygamber’in “fiilî ve kavlî duayı” birleştirdiği vurgusunu dile getiren şu cümlesinin de H. Y. tarafından alıntılanması gerektiği açıktır:

“Nakledilen duaların tesiri tabi ki inkâr edilemez. Yalnız demek istiyorum ki; tedavi, teselliden daha öncelikli ve tercihe şayandır. Fennin çarelerine müracaat ettikten ve ekmeği yedikten sonra şifayı ve karın tokluğunu Cenâb-ı Allah’tan dua etmelidir”.108

105 H. Y., “Tebyîn-i Hakikat”, BH, 24 Kânunusani 1326, IV, S: 96, s. 1790-1791. 106 İbn Mâce, “Tıbb”, 16. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, “Diyât”, 25; Nesâî, “Kasame”, 39. 107 H. Y., “Tebyîn-i Hakikat”, BH, 24 Kânunusani 1326, IV, S: 96, s. 1791, 1793.

108 Hoca Fehmi, “Takayyüdât-ı Sıhhiyyenin Vücûb-i Şer‘îsi”, Tanin, 3 Kânunusani 1326, numara:

Diğer taraftan, H. Y.’nin tıbb-ı nebevî bağlamında İbn Haldun’a (ö. 808/1406) yönelttiği eleştiriler, konu açısından önem taşımaktadır. Yazar, İbn Haldun’un tıbb-ı nebevî hakkındaki görüşlerini kendi ifadeleriyle şöyle özetlemiştir:

“Hazret-i Peygamber’den tedavi-i emrâz hakkında rivayet olunan ehâdis-i şerife mizaca, tabiata müstenit olmadığından fennî değildir, amel olunmaz. Bu yolda tedavinin hüsn-i itikat yardımıyla kalbe inbisat ve a‘sâba hüsn-i tesir etmekle bazı emrâz-ı asabiyede fayda-bahş olması mümkün ise de böyle itikadın tesirine tâbi arızalar; sırf mizaca, tabiata müstenit fenn-i celil-i tıpta bir mebhas-i mühim teşkil edemez”.109

Mukaddime’den yapılan bu özet, tartışma başlatan cümle ile kıyaslandığı

takdirde; Tanin yazarının görüşünün İbn Haldun’dan mülhem olabileceğini akla getirmektedir. H. Y.’nin, itirazlarını Hoca Fehmi’den İbn Haldun’a doğru çevirmesi belki de aradaki bu ifade benzerliğini sezmesi sebebiyledir.

İbn Haldun’un, ishale yakalanan bir adamın bal şerbetiyle tedavisinin anlatıldığı bir hadisteki110 iyileşme durumunu inanç, teberrük ve psikolojik hal düzeyinde açıklamasına karşılık; H. Y., tıbb-ı nebevî alanını tecrübî tıbbın bir adım ötesine geçirerek kaynağı bakımından nübüvvet kurumuyla ilişkilendirmektedir. Yine bu çerçevede, Mukaddime’de diğer ilim dalları için sayfalarca izahat yapmasına rağmen tıp başlığında tafsilata girişmemesini İbn Haldun’un tıbbî birikiminin azlığına bağlayarak ihtisası olmayan konularda kendisinin bu tarz yorumlarına hüküm bina edilemeyeceğini belirtmektedir.111

Ernest Hegel’den (ö. 1925) çevrilip Yirminci Asırda Zekâ dergisinde çıkan bir yazı da konu ile alakalıdır. Hz. Peygamber’in gençlik döneminde yaptığı seyahatlerinde bazı rahiplerden birtakım bilgiler öğrendiği ve İslam’ın esasen bu bilgilere dayandığı mütalaasına yer verilen bu yazı dolayısıyla Mehmed Şevket tarafından reddiye mahiyetinde 10 makalelik bir seri yayımlanmıştır. Serideki makaleler genel olarak, “Ayet ve hadislerle ulaşan geniş çaptaki bilgileri Hz. Muhammed (s.a), bir peygamber değilse nereden öğrendi?” sorusunun cevabı

109 Krş. İbn Haldun, Abdurrahman b. Muhammed, Mukaddime, haz. Süleyman Uludağ, II, 892-893. 110 Buhârî, “Tıbb”, 4. Yazar, hadisin ilgili cümlesini, “Allah’ın kelamı sadıktır, senin kardeşinin batnı

kazibdir” şeklinde tercüme etmiştir.

111 H. Y., “Tebyîn-i Hakikat”, BH, 24 Kânunusani 1326, IV, S: 96, s. 1793-1794.

İbn Haldun’un konuya yaklaşımına dair bir değerlendirme için bk. Köktaş, Yavuz, “İbn Haldun’un Mukaddime Adlı Eserinde Hadis İlimleri ve Hadis-Sosyoloji İlişkisi”, Cumhuriyet Üniversitesi İFD, 2003, VII, S: 1, s. 340-341.

üzerinde dönmüştür. Mehmed Şevket, pek çok bilim dalının konusunu ilgilendiren ciltler dolusu ayet ve hadisin var olduğunu beyan sadedinde konuyu tıp bilgisine getirmiştir. “İlm-i tıbba ait ‘tıbb-ı nebevî’ diye ehâdis-i şerifeden oluşan kitab-ı mahsus vardır” ifadelerini kullanan yazar, örnek olarak verdiği “Bir yerde veba

salgını olduğunu duyarsanız oraya girmeyiniz, sizin bulunduğunuz yerde baş

gösterirse de kaçarak oradan dışarıya çıkmayınız” hadisinden112 hareketle; bu

hadisin 1300 yıl sonra salgın hastalıklara çare olarak bulunan karantina uygulamasının ruhunu içerdiğini düşünmektedir.113 Dolayısıyla Mehmed Şevket’in de tıbb-ı nebevî sahasını doğrudan vahiy bilgisiyle ilişkilendirmese de sıradan bir konumda da görmediğini söylemek mümkündür.

İskilipli Mehmed Âtıf Efendi’nin (ö. 1926), “İslam’ın dinî ve dünyevî her türlü hayrı kâfil ve havi olduğu” çıkışına sahip “Medeniyyet-i Şer‘iyye, Terakkiyât-ı Diniyye” adlı serisinde tıbb-ı nebevînin kapsamını Allah ve kul hakları çerçevesinde işlemesi yine dikkat çekicidir. İskilipli Mehmed Âtıf tıbb-ı nebevi konusunu, insanlara maddi manevi emanet olarak verilen her türlü nimeti hayırda kullanıp bunları şerden alıkoymak şeklinde tarif ettiği ahlaki ödevler başlığı altında ‘Allah hakları’; her insanının kendi şahsına yönelik dünyası ve ahireti için faydalı olan şeyleri yapması, zararlı şeylerden kaçınması anlamında ‘kul hakları’ kapsamında değerlendirmektedir. Bu yönüyle İslam, 1330 sene önce tıp ve koruyucu hekimliğin esaslarını ortaya koymuştur. İskilipli, iddiasını delillendirmek için meseleyi farklı yönleriyle ele alan altı hadis kaydetmiştir. Ayrıca İskilipli, kap kacakların ağzının kapatılmasını emreden bir rivayetten hareketle veba ve kolera gibi hastalıkların maddi sebebinin çok daha önceleri “nübüvvet gözü”yle keşfedildiğini ve haber verildiğini söylemektedir.114 Dolayısıyla İskilipli’nin de meseleye vahiy bilgisi merkezinde baktığı anlaşılmaktadır.

112 Buhârî, “Tıbb”, 29; Müslim, “Âdâb”, 98.

113 Mehmed Şevket, “Taallüm-i Nebi İddiasına Reddiye”, SR, 9 Ağustos 1328, VIII-I, S: 207-25, s.

475.

114 İskilipli Mehmed Âtıf Efendi, “Medeniyyet-i Şer‘iyye, Terakkiyât-ı Diniyye”, BH, 11 Haziran

1328, VII, S: 164, s. 2893-2895; a.mlf., “Medeniyyet-i Şer‘iyye, Terakkiyât-ı Diniyye”, BH, 18 Haziran 1328, VII, S: 165, s. 2907.

İskilipli’nin bu serisi, Sadık Albayrak (Şeriat Medeniyeti, Şamil Yayınevi, İstanbul, 1975) ve Ümit Dericioğlu (Medeniyetimizin Sosyal Dinamikleri, İnkılâb Yay., İstanbul, 2011) tarafından yayına hazırlanmıştır.

Başlığa son verirken; konunun buraya kadar yapılan takibinden de anlaşılacağı üzere, pek çok ismin hadis ve sünnetin bağlayıcılığı ve Hz. Peygamber’in tasarrufları ayrımına hem ilkesel anlamda hem de sahih bir İslam yorumuna ulaşmak bağlamında önem verdikleri açıkça görülmüştür ki; Akseki ve Yörükan’ın isimleri burada zikre değerdir. Her ne kadar yeni tasnifler yapılmasa da mevcut olanlar üzerine kayda değer yorumlar yapılmış, Hz. Peygamber’in vasıf ve tasarrufları farklı saiklerle çeşitli açılardan ele alınmıştır. Arka plandaki zihnî çabalara işaret eden bu durum, dönem adına olumlu bir not olarak kaydedilebilir.

Mustafa Sabri, Akseki ve Yörükan; tıbb-ı nebevîyi şer‘î bağlayıcılık alanının dışında tutmuşlardır. Buna karşılık H. Y. rumuzlu yazar, İskilipli Mehmed Âtıf ve Mehmed Şevket ise bilimsel ve tecrübî sahayı ilgilendiren rivayetler arasında dönem boyunca en sık temas edilen tıbb-ı nebevî rivayetlerine çeşitli sebeplere binaen savunmacı bir tarzda yaklaşmışlardır. Bu gruptaki isimler, ilgili yazılarında dinî, dünyevî, tecrübî, beşerî gibi bir ayrım belirtmeyerek ilgili haberleri toptan vahye dayalı nübüvvet bilgisi kapsamında değerlendirmeye meyletmişlerdir. Bilgi kaynağı merkezli bu değerlendirmelere karşılık ilgili dönemde tıbb-ı nebevînin ahkâm değerinin imkânı üzerine bir yoruma tesadüf edilememiştir.115 Belirtilen noktalara ilaveten hurma aşılama hadisinin, sebeb-i vürût bilgisi dışındaki bazı yorumlara konu edildiği gözlemlenmiştir.

Diğer taraftan; dönem itibarıyla din-terakki tartışmaları bağlamında İslam’ın her alanda gelişmeyi teşvik ettiği çıkışını destekleyen rivayetlere sıkça atıfta bulunulmuştur. Bu merkezdeki bütün yorumlara karşılık; İzmirli’nin, peygamberliğin görev tanımına ilişkin şu değerlendirmeleri hem meselenin iç yüzünü ortaya koymakta hem de başlığın bir yönüyle özetini sunmaktadır. İzmirli’nin konu hakkındaki açıklamaları aynen şu şekildedir:

“Sanayi, arzdaki maâdini istihraç, nebatâtı inmâ, hayvanâtı şahsen ve nev‘an ibkâ hususlarını talim yani turuk-ı maişeti tafsil, vücûh-i kesbi tebyin, bunlara mûsil olan ilmi talim vezâif-i enbiyadan değildir. Bunlara risaletin dahli va‘az-ı umumî, itidale irşat ciheti iledir. Felekiyyât

115 Tıbb-ı nebevî sahasının vahiy ve ahkâm değeri temeli üzerinden ele alınması bağlamında bk.

Karacabey, Salih, “Hadis Vahiy Münasebeti ve Tıpla İlgili Hadisler Hakkında Hattâbî’nin Görüşleri”,

Uludağ Üniversitesi İFD, 1992, IV, S: 4, s. 217-225; Atmaca, Veli, “Tıbb-ı Nebevî Edebiyatının

ve tabiiyyât hakkında bir söz vârit olmuş ise bununla maksat azamet-i Hâlık’ı teemmül ve tefekküre, tekvin hususunda Hâlık’ın ibdâ‘ eylediği şeye teşviktir. Ta ki bununla Hâlık’ın vücuduna (varlığına) yakîn-i kavî hâsıl olsun, me‘âş ve me‘âdda maslahat-ı beşer müntemi‘ olsun”.116