• Sonuç bulunamadı

2.3. Telhîsü’l-Miftâh’ın Türkçe Tercümeleri

2.3.10. Telhîsü'l-Miftâh, Cümle Yayınları

2.3.10.1. Eserin Tanıtımı

Telhîsü'l-Miftâh'ın bu tercümesi, Cümle Yayınları tarafından Ekim 2014'te İstanbul'da basılmıştır. Eserin mütercim(ler)inin kim olduğu belirtilmemiş olup dizgisini Metin Koca yapmıştır. Toplam 182 sayfadan oluşan bu eser, bütünüyle Arap harfli yayımlanmıştır. Ancak çalışmamızda eserden yapılan alıntılar, tarafımızca Latin alfabesine aktarılarak verilmiştir.

2.3.10.2. Eserde İzlenen Usul

Telhîsü'l-Miftâh'ın bu tercümesi usul bakımından diğer tercümelerden tamamen farklılık göstermektedir. Bu eser, bazı klasik dönem eserlerinde rastlanan satır arası şerh veya tercüme usulü takip edilerek meydana getirilmiştir. Eserde evvela kaynak metnin cümlelerine yer verilmiş ve ardından bu cümlelerdeki kelime veya ibarelerin bazen üst bazen de alt taraflarına oklar çizilerek söz konusu kısımlar tercüme edilmiştir. Eserden alınan aşağıdaki kısım, mütercimin bu tutumunu göstermektedir:

86

Kaynak metinde misal getirilen mısra, beyit, şiir, ayet ve hadislerin bulunduğu kısımlar satır aralarında değil, ayrı bir sayfada tercüme edilmiştir. Söz konusu kısımlar için Telhîs'in ana metninin olduğu sayfanın karşısındaki veya ondan sonraki sayfalar kullanılmıştır. Bu sayfalarda evvela söz konusu kısımlar tekrar yazılarak eserin geri kalanındaki gibi kelime veya ibarelerin üst ya da alt kısımlarına oklar çizilmiş ve orada kelime veya ibarelerin manaları verilmiştir. Akabinde söz konusu mısra, beyit veya şiirin şairinin kim olduğu, manası ve nüktesinin ne olduğu belirtilmiştir. Örneğin, kaynak metinde ta'kîd konusuna misal getirilen

َُبُلْطَأَس َ ََدْعُب َ َِرا دلا َ َْمُكْنَع َ ََتِل اوُب َرْق َُبُكْسَت َو َ اَنْيَع ََي َ ََعوُم دلا َ اَدُمْجَتِل

beytinin şairi, manası ve nüktesi şu şekilde belirtilmiştir: Şâir: Abbâs bin Ahnef'dir.

Ma'nâsı: (Bana sevgi ile) yaklaşmanız için sizden evimin uzak olmasını isteyeceğim. İki gözüm

donmaları için yaş döküyorlar.

Nüktesi: "اَدُمْجَتِل " kelâmında ta'kîd-i ma'nevî var fesâhat yoktur. Çünkü gözlerin donmasından َ sâmi'in zihni gözyaşlarının akmamasına gider de şâirin kastettiği sevinç ve sürûr ma'nâsına gitmez (Telhîsü'l-Miftâh, 2014: 8/1).

Misal getilen kısımların ayet olduğu durumlarda ise ayetin; Kur'ân-ı Kerîm'in hangi suresinden alındığı ve Kur'ân'ın kaçıncı sayfasında yer aldığı, ma'nâsı ve mahall-i istişhâdının ne olduğu belirtilmiştir. Örneğin, kaynak metinde müsnedün ileyhin marife yapılması konusuna misal getirilen "َْمِهِ ب َرََدنِعَْمِهِسوُؤ ُرَوُسِكاَنَ َنوُم ِرْجُمْلاَِذِإَى َرَتَ ْوَل َو" (Secde: 12) ayetinin hangi sureden alındığı, ayetin Kur'ân'daki sayfa numarası, ma'nâsı ve mahall-i istişhâdı şu şekilde belirtilmiştir:

Kur'ân-ı Kerîm'de: Secde Suresi ayet: 12 sahîfe: 417.

Ma'nâsı: (Ey habîbim!) Mücrimleri, Rablerinin huzurunda başlarını eğdikleri vakit bir görsen. Mahall-i İstişhâd: Hitâbda asıl olan muayyen bir ferd için olmasıdır. Fakat bazı kere her bir

muhâtaba şâmil olsun için gayr-ı muayyene terk edilir. Mesela bu ayet-i celîle, mücrimlerin hali o gün çok açık olduğu için yalnız bir muhâtaba mahsus değil, görmek şanından olan her bir muhâtaba şâmildir (Telhîsü'l-Miftâh, 2014: 24/2).

Eserde Telhîs'te misal getirilen kısımların tekrar ele alındığı sayfalar, yeni bir sayfa olarak değil; bir önceki sayfanın devamı niteliğinde "/" işareti ile bölünerek numaralandırılmıştır. Yani asıl sayfa .../1; söz konusu kısımların yer aldığı sayfalar ise .../2, .../3 vb. şekillerde numaralandırılmıştır.

Kaynak metinde misal getirilen ayet, hadis, mısra, beyit ve şiirlerin tekrar ele alınıp izah edildikleri sayfalarda şiir, ayet ve hadisler koyu/bold olarak yazılmıştır. Aynı zamanda şiirlerin şairi, ma'nâsı, nüktesi ile ayetlerin suresi, ma'nâsı ve mahall-i istişhâdı da koyu/bold yazılmış ve ardından iki nokta üst üste konarak söz konusu kısımların izahı yapılmıştır.

87

Kaynak metinde şâhid gösterilen mısra ya da beyitlerin kimi zaman diğer mısra veya beyitlerine de tercümede yer verildiği görülmektedir. Örneğin, kaynak metinde tenâfür-i hurûf konusuna misal getirilen "ىَلُعْلاَىَلََِإَ تا َر ِزْشَتْسُمََُه ُرِئاَدَغ" mısrasının olduğu kısım tercüme edilirken, izah için olan ek sayfada bu mısranın alındığı beytin ikinci mısrası ile bir önceki beyte de yer verilmiştir.

Eserin ek sayfalarında tercüme edilip değerlendirilen ayet, hadis, mısra, beyit, şiir gibi şâhid kısımlar, Telhîs'in ana metninin tercüme edildiği kısımlarda da yer almaktadır. Ancak burada bahsedilen kısımların, çoğu zaman yalnızca Arapça hâllerine yer verilmiş olup kelime ve ibarelerin alt veya üstlerinde herhangi bir tercümesi bulunmamaktadır.

Eserde yalnızca Telhîs'teki şâhid kısımların tercümesi, öğelerin dizilişi bakımından kurallı cümleler şeklindedir. Eserin geri kalanı ise kelime kelime veya ibare ibare tercüme edildiği için devrik cümlelerden müteşekkildir.

Mütercim(ler), kimi zaman kaynak metinde şâhid gösterilen mısra veya beyitlerin kime ait olduklarını belirttikten sonra söz konusu şiirlerin kim için söylendiklerini de bildirmiştir. Söz gelimi, kaynak metinde kulağa hoş gelmeyen sözlerin de kelimenin fesâhatını bozduğuna misal getirilen "َِبَس نلاَ ُفي ِرَشَى ش ِر ِجْلاَُمي ِرَك" mısrasının Ebü't-Tayyib Mütenebbî'ye ait olduğu vurgulandıktan sonra söz konusu mısranın Seyfü'd-devle lakabı ile meşhur olan Ebü'l-Hasan Alî hakkında söylendiği dile getirilmiştir (s. 7/2).

Kaynak metinde bir kısmı misal getirilen ayetlerin, tercümede genellikle tamamına yer verildiği görülmektedir. Örneğin, kaynak metinde haberin doğru veya yalan oluşuna Münâfikûn Suresi 1. ayetinin "ََنوُبِذاَكَلَ َنيِقِفاَنُمْلاَ نِإ" şeklindeki kısmı misal getirilmişken tercümede söz konusu ayetin tamamına yer verilmiştir.

Mütercim(ler), kaynak metinde misal getirilen mısra, beyit ve şiirlerin birçoğu hakkında ek sayfalarda açıklama yapmasına rağmen bazısını herhangi bir açıklama yapmadan ve aynı zamanda metin içinde de tercüme etmeden geçmişlerdir. Örneğin, kaynak metinde müsnedün ileyhin takdim edilmesi konusuna misal getirilen

ىِع دَتَ ِراَي ِخْلاَ مُاَ ْتَحَبْصَاَْدَق َ يَلَع َ َِعَنْصَاَْمَلَُه لُكَاًبْنَذ

88

Eserde meânî ilmine misal getirilen ayetler hakkında çoğunlukla ek sayfalarda bazı açıklamalar yapılırken beyân ve bedî ilimlerine misal getirilen ayetler hakkında herhangi bir açıklama yapılmadığı görülmektedir.

2.3.10.3. Muhteva Analizi

Eserin 1 ile 12. sayfaları aralığında dibace ve mukaddime kısımlarının tercümesi bulunmaktadır.

Eserin 2/2. sayfasında Telhîsü'l-Miftâh'ın musannifi Hatîb el-Kazvînî'nin hayatı, Telhîs adlı eseri ve ilm-i meânî hakkında bilgi verildikten sonra Taftâzânî'nin Muhtasar adlı eserinden hamd ve şükr kelimeleri ile ilgili şu kısım alıntılanmıştır:

Hamd: ءانثلااهريغبَواَةمعنلابَقلعتَءاوسَميظعتلاَدصقَىلعَناسللاب : İster bir nimete taalluk etsin ister nimetin َ gayrına taalluk etsin lisan ile ta'zîmi kasd üzerine senâdır.

Şükr: ناكرلاابَواَنانجلابَواَناسللابَناكَءاوسَامعنمَهنوكلَمعنملاَميظعتَنعَؤبنيَلعف: İn'âm edici olan Allah'ın ta'zîmden haber veren bir fiildir. İster lisan ile ister kalb ile isterse hal ve hareket ile olsun müsâvîdir.

Kaynak metinde ta'kîd konusuna misal getirilen اًك لَمُمَ لاِإَ ِسا نلاَيِفَُهُلْثِمَاَم َو

َُهُب ِراَقُيَُهوُبَأٌَّىَحَِهِ مُأَوُبَأ

beyti hakkında tercümede şu açıklama yapılmıştır:

Şâir: Ferezdak, Emeviyye'den Hişâm bin Abdülmelik'in dayısı olan İbrâhîm bin Hişâm

hakkında söylemiştir.

Ma'nâsı: Hayatta olan akrabası içinde Hişâm oğlu İbrâhîm'in yerini tutan ancak saltanat sahibi

(padişah) vardır. Saltanat sahibinin annesinin babasıyla onun (Hişâm oğlu İbrâhîm) babası birdir.

Nüktesi: Mübteda ile haber arasına "ٌَّىَح" sıfat ile mevsuf arasına "َُهوُبَأ" girmekle bir de müstesnâ

minh olan "ٌَّىَح" kelimesinin ikinci mısra'a kalmasıyla nazımda bir halel (karışıklık) olmakla ta'kîd var fesâhat yoktur (Telhîsü'l-Miftâh, 2014: 8/2).

Eserin 13 ile 102. sayfaları arasında meânî ilmi ve tercümesi bulunmaktadır. Meânî ilminin ilk konusu olan ahvâl-i isnâd-ı haberî, eserin 15. sayfasında başlayıp 22. sayfasında son bulmaktadır.

Kaynak metinde, kelâmın muktezâ-yı zâhirin hilâfına gelmesi konusuna misal getirilen "ََلا َوَ يِفَ ىِنْبِطاَخَت

َ

ََنوُق َرْغُمَ ْمُه نِاَ اوُمَلَظَ َنيِذ لا " (Hûd: 37; Mü'minûn: 27) ayeti hakkında tercümede şu değerlendirme yapılmıştır:

89

Bu ayet-i celîlede gayr-ı sâil olan Nûh aleyhisselâma haberi işaret eden اوُمَلَظَ َنيِذ لاَيِفَىِنْبِطاَخَتََلا َو kavl-i şerîfi söylenince, Nûh aleyhisselâm gayr-ı sâil iken sâil kılınmış ve kelâm muktezâ-yı zâhirin hilâfına muktezâ-yı hâle uygun olarak ََنوُق َرْغُمَ ْمُه نِا diye te'kîd ile gelmiştir. ََنوُق َرْغُمَ ْمُه نِا kelâm-ı ibtidâîdir (Telhîsü'l-Miftâh, 2014: 17/2).

Tercümenin genelinde her ne kadar kaynak metinde misal getirilen ayetlerin anlamları ve misal getirilmelerinin sebebi ek sayfalarda izah edilmişse de mecâz-ı aklî konusuna misal getirilen "ٍَةَي ِضا رٍَةَشيِعَيِفَ َوُهَف" (Hâkka: 21) ayeti hakkında herhangi bir izah yapılmadığı görülmektedir.

Eserin 22 ile 46/1. sayfaları aralığında meânî ilminin ahvâl-i müsnedün ileyh konusunun tercümesi bulunmaktadır.

Telhîs'te müsnedün ileyhin hazfine örnek verilen "َ ليِلَعَ ُتْلُقَ َتْنَأَ َفْيَكَيِلَ َلاَق" mısrasında, hazfin nasıl ve niçin yapıldığı tercümede şu şekilde açıklanmıştır: "ََتْنَأَ َفْيَكَsualine verilen cevap hikâye edilirken makûl kavl cümle olması lazım iken müsnedün ileyh olan اَنَا'yi abesten ihtirâz etmek ve lafzî delîlden daha kuvvetli olan aklî delîle udûli tahyîl için hazf olundu." (Telhîsü'l-Miftâh, 2014: 23/2).

Kaynak metinde müsnedün ileyhin marife olması konusuna misal getirilen "َ ِذِإَ ى َرَتَ ْوَل َوَ َْمِهِ ب َرََدنِعَ ْمِهِسوُؤ ُرَوُسِكاَنَ َنوُم ِرْجُمْلا / O günahkârları Rablerinin huzurunda başları öne eğilmiş olarak bir görsen" (Secde: 12) ayetinde müsnedün ileyhin marife olarak getirilmesinin sebebi mütercim(ler) tarafından şu şekilde açıklanmıştır:

Hitâbda asl olan muayyen bir ferd için olmasıdır. Fakat bazı kere her bir muhâtaba şâmil olsun için gayr-ı muayyene terk edilir. Mesela bu ayet-i celîle, mücrimlerin hâli o gün çok açık olduğu için yalnız bir muhâtaba mahsûs değil, görmek şanından olan her bir muhâtaba şâmildir (Telhîsü'l-Miftâh, 2014: 24/2).

Kaynak metinde müsnedün ileyhin ism-i mevsûl ile marife olması konusuna örnek gösterilen Mü'min Suresi'nin "ََني ِر ِخاَدَ َم نَهَجَ َنوُلُخْدَيَسَ يِتَداَبِعَ ْنَعَ َنو ُرِبْكَتْسَيَ َنيِذ لاَ نِإ" şeklindeki 60. ayeti, tercümede yanlışlıkla Mü'minûn Suresi'nin 60. ayeti olarak kaydedilmiştir.

Mütercim(ler), Telhîs'te müsnedün ileyhin ism-i işâret ile marife yapılması konusuna misal getirilen "نوُحِلْفُمْلاَُمُهَ َكِئَل ْوُأ َوَْمِهِ ب رَنِ مَىًدُهَىَلَعَ َكِئَل ْوُأ" şeklindeki Bakara Suresi'nin 5. ayetine dair surenin 3. ve 4. ayetlerine de yer vererek şu açıklamayı yapmıştır:

Mahall-i İstişhâd: Müşârun ileyh; ََنيِذ لا, vasıflar; gayba îmân, namaz, infâk, Peygamber Efendimiz'e ve öncekilere indirilene ve ahirete inanmak.

İsm-i işâret: ََكِئَل ْوُأ. İsm-i işâretten sonra gelenler: Dünyada hidâyet üzere olmak, ahirette felâha nâil olmaktır. Bu ayet-i celîlede müsnedün ileyh olan ََكِئَل ْوُأ'nin ism-i işâret ile marife olması; müşârun ileyhin, ism-i işâretten sonra gelen dünyada hidâyet, ahirette felâha nâil olması, müşârun ileyhden sonra gelen vasıflar gayba îmân, namaz, infâk, Peygamber Efendimiz'e öncekilere indirilene inanmaktan dolayılayık olduğuna tenbîh içindir (Telhîsü'l-Miftâh, 2014: 27/2).

90

Telhîs’te müsnedün ileyhin ifrâd ve nev'iyyet cihetiyle nekre yapılmasına misal getirilen "َُ الل َوَ ٍَءاََمَنِمٍَة باَدَ لُكَ َقَلَخ/ Allah, her canlıyı sudan yarattı." (Nûr: 45) ayeti hakkında tercümede şu cümleler sarf edilmiştir: "Bu ayet-i celîlede müsnedün ileyhin gayrı olan ٍَة باَدََ لُك ve ٍَءاََمَنِم'nin nekre olması ifrâd ve nev'iyyet içindir. Yani Allah teâlâ her bir canlıyı bir sudan yarattı veya her bir nev'îyi o nev'îye mahsûs sudan yarattı demektir." (Telhîsü'l-Miftâh, 2014: 30/3).

Kaynak metinde müsnedün ileyhin te'hîri bahsinde zamir yerine işaret isminden başka bir isim kullanılması mevzusuna misal getirilen "َُدَم صلاَ ُ اللَ دَحَأَ ُ اللَ َوُهَ ْلُق" (İhlâs: 1-2) ayeti hakkında tercümede şu açıklama yapılmıştır: "Bu ayet-i celîlede müsnedün ileyh olan ikinci َُ الل lafza-i celâli, ziyade temekkün için zamir yerinde ism-i zâhir gelmiştir. Muktezâ-yı zâhir َُدَم صلاَ َوُه'dür." (Telhîsü'l-Miftâh, 2014: 41/3).

Mütercim(ler), Telhîs'te iltifât konusu anlatılırken örnek gösterilen "َِدُمْثَ ْلْاِبَ َكُلْيَلَ َل َواَطَت" mısrasının bahsedilen konuya misal gösterilmesinin sebebini ve bu mısranın Sekkâkî ve diğer âlimler tarafından nasıl yorumlandığını şu cümlelerle ifade etmiştir: "ََكُلْيَل lafzında hitâb şairin َ kendinedir. Muktezâ-yı zâhir ىِلْيَل iken mütekellimden muhâtaba udûl etti. Bu Sekkâkî'ye göre iltifât, cumhûra göre tecrîddir." (Telhîsü'l-Miftâh, 2014: 42/2).

Eserin 46/1 ile 55/1 sayfaları arasında ahvâl-i müsned konusu ve tercümesi bulunmaktadır. Müsnedin hazfi konusuna misal getirilen "يِ ب َرَِةَمْح َرَ َنِئآ َزََخَ َنوُكِلْمَتَْمُتنَأَ ْوََلَلُق" (İsrâ: 100) ayetinde, hazfin nasıl gerçekleştiği mütercim(ler) tarafından şu şekilde izah edilmiştir:

Bu ayet-i celîlede َْمُتنَأ mahzûf fiilin fâilidir. Çünkü َْوََل, isim üzerine dâhil olmaz. Aslı: ََنوُكِل ْمَت َ ْوََل ََنوُكِلْمَت'dir. Müfessir bulunduğundan abesten ihtirâz için müfesser olan müsned hazf olundu. Zamir-i bariz muttasıl olan vav, zamir-i merfû' munfasıl olan َْمُتنَأ'e değiştirildi. Zât-ı hazfe karîne: Şart harfi olan َْوََل'in isim üzerine dâhil olması. Ta'yîn-i mahzûfa karîne: Müfesser olan ََنوُكِلْمَت'dir (Telhîsü'l-Miftâh, 2014: 46/3).

Kazvînî'nin tağlîb konusuna misal getirdiği "ََنوُلَهْجَتَ م ْوَقَ ْمُتنَأَ ْلَب" (Neml: 55) ayeti hakkında tercümede şu açıklama yapılmıştır: "Bu ayet-i kerîmede َ م ْوَق, ism-i zâhir olması cihetinden gâiptir, Lût aleyhisselâmın hitap ettiği kimseler olması cihetinden muhâtabdır. َ م ْوَق lafzının ma'nâ cânibi, lafz cânibine tağlîb yapıldı ve sıfatı ََنوُلَهْجَت diye muhâtab sigası ile getirildi." (Telhîsü'l-Miftâh, 2014: 50/2).

Eserin 55/1 ile 61/1 sayfaları arasında ahvâl-i müteallikât-ı fi'l konusu ve tercümesi yer almaktadır.

Telhîs’te müteaddi fiilin lâzım konumuna indirilmesi mevzusuna misal getirilen "َيِوَتْسَيَْلَهَْلُقَ ََنوُمَلْعَيَ َلاَ َنيِذ لا َوَ َنوُمَلْعَيَ َنيِذ لا" (Zümer: 9) ayetindeki ََنوُمَلْعَي ve ََنوُمَلْعَيَ َلا fiillerinin hangi açıdan konuya misal teşkil ettikleri şu şekilde izah edilmiştir: "Bu ayet-i celîlede ََنوُمَلْعَي fiilinde fiilin fâile isbâtı, َ َلا

91

ََنوُمَلْعَي fiilinde ise fiilin fâilden nefyi kastedilerek lazım menziline indirilmiş, hususi bir mef'ûle müteallık olduğu hâlinden kinâye edilmemiştir." (Telhîsü'l-Miftâh, 2014: 56/2).

Mütercim(ler), Kazvînî’nin başta kastedilmeyen bir şeyin kastedilmiş olduğuna dair olan yanlış anlamayı ortadan kaldırmak için mef'ûlün hazfedilmesi konusuna örnek gösterdiği

ٍَثِداَحَِلُماَحَتَ ْنِمَيِ نَعَ َتْدُذَْمَكَ َو َِمْظَعْلاَىَلِاََن ْز َزَحَ ٍما يَاَِة َر ْوَسَ َو

beytini tercüme ederken şöyle bir kaide zikretmiştir: " ََْمَك ile mümeyyizi arasına bir müteaddi fiil girerse mümeyyizin evvelinde َْن ِم kelimesi lazımdır. Müteaddi fiilin mef'ûlü َْمَك'dir, َِلُماَحَتَ ْنِم değildir." (Telhîsü'l-Miftâh, 2014: 58/2).

Kaynak metinde fiilin bazı ma'mûllerinin diğerlerinin önüne geçirilmesi hususuna örnek gösterilen "َُهَناَميِإَ ُمُتْكَيَ َن ْوَع ْرِفََِلآَ ْنَِمَ نِم ْؤ مَ لُج َرَ َلاَق َو" (Mü'min: 28) ayetinde, söz konusu durumun nasıl gerçekleştiği tercümede şu şekilde izah edilmiştir: "Bu ayet-i celîlede ََن ْوَع ْرِفَ ِلآَ ْنَِم sıfatının َُهَناَميِإَُمُتْكَي sıfatından te'hîrinde ma'nânın beyanı karışacağı için ََن ْوَع ْرِفَ ِلآَ ْنَِم takdîm olundu." (Telhîsü'l-Miftâh, 2014: 61/2).

Meânî ilminin kasr konusu, eserin 61/1. sayfasında başlayıp 68/1. sayfasında son bulmaktadır. Telhîs’te اَم نِا edatının kasr ifade etmesi konusuna misal getirilen "ََةَتْيَمْلاَ ُمُكْيَلََعَ َم رَحَاَم نِإَ" (Bakara:173) ayeti, tercümede yanlışlıkla Neml Suresi'nin 110. ayeti olarak kaydedilmiştir.

Mütercim(ler), kaynak metinde atıf edatı olan لا'nın اَم نِا ile bir arada bulunmasının şartı mevzusuna misal getirilen En'âm Suresi'nin "ََنوُعَمْسَيَ َنيِذ لاَ ُبي ِجَتْسَيَ اَم نَِإ" şeklindeki 36. ayetine dair Sekkâkî ve Abdülkâhir Cürcânî'nin görüşlerini şu şekilde aktarmıştır:

Atıf harfi olan لا'nın اَم نِا ile bir arada bulunmasının şartı İmâm Sekkâkî'ye göre vasfın mevsûfa mahsûs olmamasıdır. Abdülkâhir'e göre şart değil ama güzel olmaz. Bu kâideye binaen bu ayet-i celîlede icâbet vasfı dinleyenlere mahsûs olduğu için İmâm Sekkâkî'ye göre َ َنيِذ لاَ ُبي ِجَتْسَيَ اَم نِإ ََنوُعَمْسَي kavl-i şerîfinden sonra ََنوُعَمْسَيَ َلاَ َنيِذ لَاَ َلاَ denilir. Abdülkâhir'e göre ََنوُعَمْسَيَ َلاَ َنيِذ لَاَ َلا denilebilir, lakin güzel olmaz (Telhîsü'l-Miftâh, 2014: 65/2).

Kazvînî’nin kasr-ı ifrâd konusuna misal getirdiği "َ لوُس َرَ لاِإَ د مَحُمَاَم َو" ayeti tercüme edilirken evvela bir kaide bildirilmiş ve ardından o kaideden hareketle yukarıdaki ayet değerlendirilmiştir. Bahsedilen kaide ve ayetin değerlendirilmesi şu şekildedir:

Nefy maʼa'l-istisnânın kullanıldığı hükümde asıl olan muhâtabın bilmediği ve inkâr ettiği hükümlerden olmasıdır. Fakat bazı kere muhâtabın hâline münasip bir itibar ile ma'lûm, mechûl menziline indirilir ve ma'lûm hükümde kasr-ı ifrâd veya kasr-ı kalb olarak nefy maʼa'l-istisnâ kullanılır. Bu kâideye binaen ayet-i celîlede ashâb-ı kirâmın Peygamber Efendimiz'in vefatını

92

büyütmeleriyle vefatı inkâr menziline indirildi ve kasr-ı ifrâd olarak nefy maʼa'l-istisnâ kullanıldı (Telhîsü'l-Miftâh, 2014: 66/2).

Mütercim(ler), Telhîs'te kasr konusuna misal getirilen En'âm Suresi'nin 36., İbrâhîm Suresi'nin 11., Bakara Suresi'nin 11. ve Ra'd Suresi'nin 19. ayetlerini yanlışlıkla Tâhâ Suresi'nin 67. ayeti olarak kaydetmiştir.

Kaynak metinde kasrın yollarından biri olan اَم نِإ edatının kullanılması hususuna örnek gösterilen "ََنوُحِلْصُمَ ُنْحَنَاَم نِإ" (Bakara: 11) ayetinde اَم نِإ edatının kullanılmasının sebebi mütercim(ler) tarafından şu şekilde açıklanmıştır:

اَم نِإ'nın kullanıldığı hükümde asıl olan, muhâtabın bildiği ve inkâr etmediği hükümlerden olmasıdır. Fakat bazı kere mechûl, açık olduğu iddia edilerek ma'lûm menziline indirilir de اَم نِإ kullanılır. Ayet-i celîlede münafıklar kendilerinin ıslah edici olduklarının açık olduğunu iddia ettikleri için اَم نِإ kullanılmıştır (Telhîsü'l-Miftâh, 2014: 67/2).

Eserin genelinde Telhîs'te örnek verilen ayetlerin manası ek sayfada verilmişken kasr konusundaki Bakara Suresi'nin 12. ve Ra'd Suresi'nin 19. ayetlerinin manaları verilmemiştir.

Eserin 68/1 ile77. sayfaları aralığında inşâ konusu ve tercümesi bulunmaktadır. Telhîs'te inşâ konusuna misal getirilen Enbiyâ Suresi'nin 80., Meryem Suresi'nin 73. ve Bakara Suresi'nin 211. ayetleri tercümede yanlışlıkla Tâhâ Suresi'nin 67. ayeti olarak kaydedilmiştir.

Kaynak metinde َْلَه edatının onay isteme ve muzâri fiili gelecek zamana tahsîs etmesi konusuna örnek verilen "ََنو ُرِكاَشََْمُتْنَأَ ْلَهَف" (Enbiyâ: 80) ayeti hakkında tercümede şu açıklamaya yer verilmiştir:

َْلَه yalnız tasdikte kullanıldığı ve fi'l-i muzâriyi istikbâle tahsîs ettiği için zamanla alakalı olması daha açık olan fiile ihtisas meziyeti (fiile münasebeti hemzeden dolayı) olduğundan ََنو ُرَِكَْشََتَ ْلَهَف ve ََنو ُرَِكَْشََتَ ْمُتْنَأَ ْلَهَف'den şükür talebi üzerine daha çok delâlet eder. Çünkü olacak olan bir şeyi olmuş gibi göstermek kastın kemaline daha çok delâlet eder. Ayrıca bu ََنو ُرِكاَشَ ْمُتْنَأَ ْلَهَف ayet-i celîlesi ََنو ُرِكاَشَ ْمُتْنَاَفََا'den şükür talebine daha çok delâlet eder. Çünkü َْلَه hemzeden fiili daha çok talep ettiğinden ََنو ُرِكاَشَ ْمُتْنَاَفَا kavli her ne kadar sübût için olsa da َْلَه ile beraber fiilin terki kastın kemaline daha çok delâlet eder (Telhîsü'l-Miftâh, 2014: 71/2).

Mütercim(ler), Kazvînî'nin emir sigası için misal getirdiği bütün ayetlerdeki emrin amacını belirtmiştir.

Eserin 77 ile 91/1. sayfaları arasında fasl ve vasl konuları ile bunların tercümeleri yer almaktadır.

Kaynak metinde bir cümle bir cümleden sonra geldiğinde ikinci cümlenin birincisine i'râb yönünden ortak edilmesi kastedilmediği zaman ikinci cümlenin birinci cümleden ayrılacağı

93

hususuna misal getirilen "َْمِهِبَُئ ِزْهَتْسَيَُ اللَ َنوُؤ ِزْهَتْسُمَ ُنْحَنَاَم نِإَ ْمْكَعَمَا نِإَْاوُلاَقَ ْمِهِني ِطاَيَشَىَلِإَْا ْوَلَخَاَذِإ َو" (Bakara: 14-15) ayetleri tercüme edilirken evvela söz konusu durumun bu ayette gerçekleşme biçimi şu şekilde açıklanmıştır:

Bu ayet-i celîlede i'râb hükmünde ikinci cümle َْمِهِبَ ُئ ِزْهَتْسَيَُ الل'in birinci cümle َْمْكَعَمَا نِإ'e ortaklığı kastolunmadığı için atfolunmadı. Çünkü َْمِهِبَ ُئ ِزْهَتْسَيَ ُ الل münafıkların sözünden değildir. Ayrıca zarf ile ihtisasta ikinci cümlenin birinci cümleye ortak olmaması için َْمِهِبَ ُئ ِزْهَتْسَيَُ الل, َْاوُلاَق üzerine atfolunmadı (Telhîsü'l-Miftâh, 2014: 78/2)

Bu açıklamanın ardından i'râbdan mahalli olan cümleler ile i'râbdan mahalli olmayan cümleler yedi maddede olmak üzere tablo hâlinde gösterilmiştir.

Kemâl-i ittisâl konusuna misal getirilen " َِفَ َبْي َرََلاَِهي " (Bakara: 2) ayeti tercüme edilirken ayetin "ََنيِق تُمْلِ لَ ىًدُهَ ِهيِفَ َبْي َرَ َلاَ ُباَتِكْلاَ َكِلَذ" şeklinde tamamı zikredilmiş ve ayet hakkında şu cümleler sarf edilmiştir:

Bu ayet-i celîlede mecâz tevehhümünü def için َِهيِفَ َبْي َرََلا cümlesi, َُباَتِكْلاَ َكِلََذ'dan te'kîd-i manevî mertebesinde olduğu için aralarında kemâl-i ittisâl olup, atıf terk olundu. Ayrıca bu ayet-i celîlede ََنيِق تُمْلِ لَىًدُه cümlesi galat tevehhümünü def için َُباَتِكْلاَ َكِلَذ'dan te'kîd-i lafzî mertebesinde olduğu için aralarında kemâl-i ittisâl olup, atıf terk olundu (Telhîsü'l-Miftâh, 2014: 79/2).

Kaynak metinde fasl konusuna misal getirilen َ نظَت َو َ يَمْلَس َََا يِن ن َ يِغْبَا َ اَهِب ًَلاَدَب َ اَها َرُا َ يِف َ َِلَلا ضلا َ َُميِهَت

beytinde, iki cümle arasında atıf yapılmamasının sebebi mütercim(ler) tarafından şöyle izah edilmiştir: "اَها َرُا cümlesi يَمْلَسََ نظَت üzere atfolunmuş olsa şairin muradına uygun olur. Fakat atıf harfi gelmiş olsa اَها َرُا cümlesinin يِغْبَا cümlesi üzerine atfolunduğu tevehhüm olurdu. Bunu def için (şibh-i kemâl-(şibh-i (şibh-inkıtâ olduğu (şibh-iç(şibh-in) atf terk olundu." (Telhîsü'l-M(şibh-iftâh, 2014: 82/2).

Mütercim(ler), Kazvînî'nin vasl konusuna misal getirdiği "َ لاِإَ َنوُدُبْعَتََلاَ َليِئا َرْسِإَيِنَبَ َقاَثيِمَاَنْذَخَأَْذِإ َوَ ًَانْسُحَ ِسا نلِلَْاوُلوُق َوَ ِنيِكاَسَمْلا َوَىَماَتَيْلا َوَىَب ْرُقْلاَيِذََوًَاناَسْحِإَ ِنْيَدِلا َوْلاِب َوََ الل" (Bakara: 83) ayetinde vasl yapılmasının sebebini şöyle açıklamıştır:

Bu ayet-i celîlede üç cümle vardır; ََنوُدُبْعَتََلا lafzen ihbârî ma'nen inşâîdir. İkinci cümle mahzûftur. Eğer mahzûfu ََنوُنِسْحُت takdîr edersek lafzen ihbârî ma'nen inşâîdir. Eğer mahzûfu اوُنِسْحَا takdîr edersek lafzen ihbârî ma'nen inşâîdir. Üçüncü cümle َْاوُلوُق'dür lafzen ma'nen inşâîdir. Bu cümleler arasında cihet-i câmi'a bulunmakla beraber yalnız ma'nen inşâîlikte ittifak ettikleri için aralarında tavassut beyne'l-kemâleyn olduğundan ikinci ve üçüncü cümleler atıfla getirildi (Telhîsü'l-Miftâh, 2014: 84/3).

94

Kaynak metinde fasl ve vasl konularına misal getirilen Âl-i İmrân Suresi'nin 174. ayeti yanlışlıkla Âl-i İmrân Suresi'nin 4. ayeti olarak kaydedilmiştir.

Eserin 91/1 ile 102. sayfaları arasında îcâz, ıtnâb ve müsâvât konuları ile bunların tercümeleri bulunmaktadır.

Kaynak metinde haşv-i gayr-ı müfsid konusuna örnek gösterilen "َُهَلْبَقَ ِسْمَ ْلاا َوَ ِم ْوَيْلاَ َمْلِعَ ُمَلْعَاَف" mısrasındaki haşvin nasıl meydana geldiği tercümede şu şekilde açıklanmıştır: "َ ِسْمَا dün ma'nâsına olup bugünün mâkabli ma'nâsını ifade ettiği hâlde bir de َُهَلْبَق'nun gelmesi haşv-i gayr-ı müfsid olmuştur." (Telhîsü'l-Miftâh, 2014: 92/2).

Mütercim(ler), Telhîs'te îcâz-ı hazf konusuna misal getirilen "َِرا نلاَىَلَعَاوُفِق ُوَْذِاَى َرَتَ ْوَل َو / Ateşin başında durdurulduklarında bir görsen" (En'âm: 27) ayetinde hazfin nasıl gerçekleştiğini şu şekilde izah etmiştir: "Bu ayet-i celîlede şartın cevabının, vasfın ihâta edemeyeceği bir şey olduğuna delalet etmesi veya sâmi'in zihni mümkün olan her bir yola gitmesi için, şartın cevabı olan َا ًرْمَاَ َتْيَا َرَل اًعيِظَف َhazfolunmakla îcâz-ı hazf olmuştur." (Telhîsü'l-Miftâh, 2014: 94/3).

Kaynak metinde hazfin delilleri konusuna misal getirilen Mâide Suresi'nin 3. ayeti, tercümede yanlışlıkla Neml Suresi’nin 3. ayeti olarak kaydedilmiştir.

Mütercim(ler), Telhîs'te ıtnâbın çeşitlerinden îgâle misal getirilen

َُةاَدُهْلاََ مََتْأَتَلَا ًرْخَصََ نِا َو راَنََِهِسْأ َرَيِفََ مَلَعََُه نَأَك

beytinde ıtnâbın şu şekilde yer aldığını açıklamıştır: "Şâire Hansâ kardeşini dağa teşbîh etmiş ve bu teşbîhi َ مَلَعََُه نَأَك kavli ifade ettiği hâlde mübalağa için راَنََِهِسْأ َرَيِف kavlini ziyade etmiş olmasıyla ıtnâb olmuştur. Itnâbın bu türlüsüne îgâl ta'bîr olunur." (Telhîsü'l-Miftâh, 2014: 97/2).

Eserin 102 ile 136. sayfaları arasında beyân ilmi ve tercümesi bulunmaktadır. Beyân ilminin konularından teşbîh, eserin 103 ile 119. sayfaları arasındadır.

Telhîs'te teşbîh-i melfûf konusuna misal getirilen İmru'u'l-Kays'ın

اًسِباَيَ َوَاًبْط َرَ ِرْي طلاَ َبوُلُقَ نَاَك يِلاَبْلاَ ُفَشَحْلاَ َوَُبا نُعْلاَاَه ْرِكَ َوَىَدَل

beyti, mütercim(ler) tarafından tercüme edildikten sonra teşbîh-i melfûfun beyitte nasıl yer aldığı şu şekilde izah edilmiştir: "Evvela iki müşebbeh zikredilip sonra leff [ü] neşr-i müretteb suretiyle

95

her birine bir müşebbehün bih getirilmiş ve teşbîh-i müfred melfûf olmuştur. Çünkü müşebbehler ve müşebbehün bihler peşpeşedir." (Telhîsü'l-Miftâh, 2014: 114/2).

Kaynak metinde teşbîhin baîd-i garîb olmasına örnek verilen

اَن ِراَهَنَ ُسْمَشََهْج َوْلاَاَذَهََقْلَتَْمَل َُءاَيَحَِهيِفَ َسْيَلٍَهْج َوِبَ لاِا

beyti hakkında tercümede şu açıklama yapılmıştır: "Vechin şemse teşbîhi karîb-i mübtezel iken