• Sonuç bulunamadı

Mehmed Zihnî Efendi, el-Kavlü'l-Ceyyid fî Şerh-i Ebyâti't-Telhîs ve

2.4. Telhîsü’l-Miftâh’ın Türkçe Şerhleri

2.4.2. Mehmed Zihnî Efendi, el-Kavlü'l-Ceyyid fî Şerh-i Ebyâti't-Telhîs ve

Mehmed Zihnî Efendi, 10 Temmuz 1846 yılında İstanbul’da doğmuştur. Asıl adı Mehmed olup Zihnî, zeki biri olması hasebiyle hocası tarafından kendisine verilen lakabıdır. Tahsilini tamamladıktan sonra 1864’te Meclis-i Vâlâ mülazımlığı, 1868’de Matbaa-i Âmire kâtipliği ve musahhihliği, 1879’da Galatasaray Mekteb-i Sultânîsi muallimliği, 1883’te Mekteb-i Mülkiyye muallimliği, 1892’de Tedkîk-i Müellefât Komisyonu azalığı, 1894’te Meclis-i Kebîr-i Maârif azalığı, 1902’de Encümen-i Teftîş ve Muâyene Riyâseti başkanlığı görevlerine atanmıştır. Hadis ve tasavvuf ilimlerinde derin bir bilgiye sahip olan Mehmed Zihnî Efendi, 17 Aralık 1913 tarihinde İstanbul’da vefat etmiştir (Ermiş, 2011: 43-59). Mehmed Zihnî Efendi, el-Kavlü’l-Ceyyid haricinde akait, Arap dili ve edebiyatı, biyografi, dinler tarihi, fıkıh, hadis, tasavvuf vb. konularda çok sayıda eser kaleme almıştır.

Kazvînî'nin Telhîsü'l-Miftâh, Taftâzânî'nin Mutavvel ile Muhtasaru’l-Meânî ve Seyyid Şerîf Cürcânî'nin Hâşiye ale'l-Mutavvel adlı eserlerinde şâhid gösterilen beyitlerin şerhinden oluşan el-Kavlü’l-Ceyyid, üç kez basılmıştır. Bunlardan ilki 1886 yılında İstanbul'da Kütüphâne-i Şirket-i Mürettebiyye'de, ikincisi 1903 yılında Kazan'da ve üçüncüsü 20 Mayıs 1910'da İstanbul'da Dârü't-Tıbâatü'l-Âmire'de basılmıştır (Ermiş, 2011: 247). Çalışmamızda, eserin 1910 yılında yapılan son baskısı esas alınarak alıntılar yapılmıştır.

Eserin mukaddime kısmında Mehmed Zihnî Efendi, bu eseri ilim öğrenmek isteyen talabelere kolaylık sağlaması ve onların edebiyata olan ilgilerini arttırması amacıyla kaleme aldığını belirtir.

Eser, şiir hakkında yapılan genel bir değerlendirme ile başlamaktadır. Burada aynı zamanda şiir hakkındaki ayet ve hadislerin bir kısmı nakledilmiş, beyitlerin altına açıklaması yazılarak şerh etme usulünün kiminle başlayıp kimlerle devam ettiğinden bahsedilmiş, Arap şiirinin vezinlerinin on beş bahirden oluştuğu belirtilerek bu bahirlerin isimleri zikredilmiş ve Arap şirinin cahiliyye, muhadremîn, İslamiyye ve müvelledîn olmak üzere dört tabakadan oluştuğu belirtilerek her tabakaya giren şairlerden ikisinin adı söylenmiştir.

Eserin 2 ile 18. sayfaları arasında "şerh-i ebyât-ı hutbetü'l-Mutavvel" ve 19 ile 20. sayfaları arasında "şerh-i ebyât-ı hutbetü'l-Muhtasar" başlıklarıyla Mutavvel ve Muhtasar'da yer alan bazı beyitlerin şerhi bulunmaktadır. Kazvînî, Taftâzânî ve Cürcânî'nin yukarıda bahsedilen eserlerinin mukaddime kısımlarında yer alan şiirlerinin şerhi, "şerh-i şevâhidü'l-mukaddime" başlığıyla eserin 20 ile 47. sayfaları arasında yer almaktadır. Meânî bölümündeki şiirlerin şerhi, eserin 47. sayfasından başlayıp 244. sayfasında son bulmaktadır. Beyân bölümündeki şiirlerin şerhi 245 ile 320. sayfalar arasında, bedî bölümündeki şiirlerin şerhi 320 ile 443. sayfalar arasında ve hatime

107

kısmındaki şiirlerin şerhi ise 443 ile 528. sayfalar arasındadır. 528. sayfada eserin üç baskısı hakkında malumatın verildiği bir bölüm yer almaktadır.

Şârih, şerh ettiği beyitlerin kaynak metinlerde hangi konulara misal getirildiğini veya hangi başlıklar altında yer aldığını belirtmiştir. Örneğin, mukaddime kısmında yer alan beyitler, eserin 20 ile 47. sayfaları arasında "Şerh-i Şevâhidü'l-Mukaddime" başlığı altında, Muhatasar'ın hutbe kısmındaki beyitler 19 ile 20. sayfalar arasında "Şerh-i Ebyât-ı Hutbetü'l-Muhtasar", fasl ve vasl konusuna misal getirilen beyitler 190 ile 210. sayfalar arasında "Şerh-i Ebyâtu'l-Fasl ve'l-Vasl" gibi başlıklar altında verilmiştir.

Şârih, eserinde evvela şerh edeceği beytin bahrini vermiş, ardından söz konusu beytin hangi eserlerde misal getirildiğini, sahibinin kim olduğunu (kâilini) ve istişhâd yönünü bildirmiştir. Daha sonra beyitteki kelimelerin manasını vermiş ve genellikle bu kelimelerin sarf ve nahiv yönünden özelliklerine de değinmiştir. Bazı mısra ve beyitlerin öncesi ve sonrasını verdikten sonra söz konusu mısra veya beyitlerin söyleniş hikâyesine de değindiği görülmektedir. Şârih, şerh ettiği beytin toplu manasını ise "mefhûm-ı beyt" başlığı altında vermiştir. Telhîs'te kelâmın fasîh olmasının şartlarından; onun kesret-i tekrârdan arınması gerektiği hususuna misal getirilen Mütenebbî'nin ٍَة َرَْمَغََدعَبٍَة َرَْمَغَيَِفَيَِنُدِعَْسُت َو َُبَس ََهَلَ حو َْنِمَا ََه ََلَعَا َْي ََه ََوَشَا َُدِها

şeklindeki beytinin, Mehmed Zihnî Efendi tarafından yapılan şerhi, şârihin yukarıda bahsedilen şerh metodunu göstermesi amacıyla aşağıda verilmiştir:

Bu beyt baĥr-i ŧavįlden ve Mütenebbį'nüň eşǾārındandur. MıśrāǾ-ı ŝānįsi metnde ve mıśrāǾ-ı evveli Muŧavvel ve Muħtaśar'da meźkūrdur. ينُدِعسُت iǾāne maǾnāsına olan isǾāddan ki bāb-ı ifǾāldendür mużāriǾ-i müǿenneŝdür fiǾl ve mefǾūldür fāǾili mıśrāǾ-ı ŝānįnüň ibtidāsında olan َ حوبَس'dur. ٍَة َرمَغَيَِف fiǾl-i meźkūra müteǾallıķdur. ٍَة َرمَغ fetĥa vezninde şiddet ü zaĥmet maǾnāsınadur ĥattā şedāǿid-i mevte ġamarāt taǾbįr olınur ٍَة َرَْمَغَ َدعَب aňa śıfatdur. َ حوبَس śabūr vezninde şol ķısraķdur ki śuda yüzer gibi gidüp rākibini itǾāb eylemez. Meǿħaź-ı iştiķāķı śuda yüzmek maǾnāsına olan sibāĥatdur. FuǾūl-i bi-maǾnį fāǾil olup teźkįr ü teǿnįŝi sayan olmaġla şāǾir müǿenneŝiyyetini iǾtibār itmişdür. َُدِهاََوَشَاََهَل sebūĥuň śıfatıdur اََهَْنِم şevāhidden ĥāldür اََهَْيََلَع şevāhide müteǾallıķdur żamįrler bütün sebūĥa rāciǾdür. َُدِهاََوَش Ǿalāmāt maǾnāsına olaraķ اََهَل žarf-ı müsteķarınuň fāǾilidür mevśūfa iǾtimāden fāǾil žāhirde Ǿamel itmişdür. Žarf-ı meźkūruň muķaddem ħaber ve şevāhidüň muǿaħħar mübtedā olması da cāǿizdür. Cümle maĥall-i refǾdedür. َُدِهاََوَش şāhidüň cemǾi olmaķ ĥavācib ĥācibüň cemǾi oldıġına ķıyāsen Ǿulemā-i ǾArabiyye istiǾmālidür luġatde ŝābit degüldür. Şehādet burada delālet maǾnāsını mutażammın oldıġıçün ىلع ĥarfi mażarratı müfįd degüldür. ٍَة َرَْمَغ fi'l-aśl insānuň boyını aşķın śu maǾnāsına olup baǾde melzūmı źikr ve lāzımı irāde ŧarįķiyle mecāz-ı mürsel olaraķ şiddet ü zaĥmet maǾnāsına istiǾmāl olınmışdur.َ حوبَس lafžında feresüň ķarada olan seyr ü meşyi iylikde ve rākibi itǾāb itmemekde sibāĥate ki śuda yüzmekdür teşbįh olınursa istiǾāre-i tebeǾiyye ve eger feresüň śuda yüzer bir şaħśa teşbįhi iǾtibār olınursa istiǾāre-i muśarraĥa olur. Aşķın śudan necāt ancaķ fenn-i sibāĥatde māhir bir yüzgeç ile olabileceginden حوُبَ سلاَ ينُدِعسُت ٍَة َرمَغَ يَِفَ mażmūnına güzel düşmüşdür. Böyle bir beyt-i belįġi żamāǿirüň keŝretine mebnį mütenāfir ve ġayr-ı faśįĥ Ǿadd

108

itmek inśāfdan baǾįd göriniyor. Maĥall-i istişhād ber-minvāl-i meźkūr اََهَل, اََهَْنِم, اََهَْيََلَع żamįrlerinüň tekerrür ve tevālįsidür.

Mefĥūm-i beyt: Muĥārebāt ve muķātelātda tevārüd-i şedāǿid üzerine baňa bir feres-i serįǾü's-seyr muǾayyen olur ki anuň kerįmü'l-aśl ve cevād oldıġına kendinden birŧaķım Ǿalāmetler vardur. YaǾnį iyligine kendi evżāǾ u ĥarekātı delįldür dimekdür.

Mütenebbį'nüň bu beyti Seyfü'd-Devle'nüň medĥi ĥaķķında söyledigi ġurer ķaśāǿidinden يفَناخلاَتاذَلذاوع

َ دساوح

دجاملَىنمَدوخلاَعيجضَناَو

maŧlaǾındaki ķaśįdesi ebyātındandur ķaśįde uzundur. Medĥe dāǿir olan şu sözi: رعاشَريغَىرالاَىناَىليلخ

َىنمَوَىوعدلاَمهنمَمكف دئاصقلا

ةريثكَفويسلاَناَابجعتَلاف دحاوَمويلاَةلودلاَفيسَنكلَو be-ġāyet şāǾirāne düşmüşdür (Mehmed Zihnî Efendi, 1910: 41-42).

Eserde şerh edilen şiirler harekeli olarak verilmesine rağmen şârih tarafından misal getirilen Arapça şiirlerin çoğu harekeli değildir. Şerh edilen bütün şiirler numaralandırılarak verilmiştir. Şârih, şerh ettiği şiirlerin başlarına genellikle “kâle (لاق)” lafzını eklemiştir.

Şârih, şiirini şerh ettiği bazı şairlerin hayatı hakkında bilgi vermiştir. Söz gelimi, Telhîs'te müsnedün ileyhin te'hîri konusuna misal getirilen

َُهُبِهاَذَمَ ْتَيْعَاٍَلِقاَعٍَلِقاَعَْمَك اَقو ُز ْرَمَُهاَقْلَتٍَلِهاَجٍَلِهاَجَ َو ًَة َرِئاَحََماَه ْوَ ْلااَ َك َرَتَىِذ لاَاَذَه اَقيِدْن ِزَ َري ِرْحِ نلاََمِلاَعْلاَ َر يَصَ َو

mısralarının sahibi İbn Râvendî hakkında şu malumata yer vermiştir:

İbnü'r-Rāvendį dimekle meşhūr olan Ebü'l-Ĥüseyn Aĥmed bin Yaĥyā'dur ki zenādiķa-i mütekellimįndür. İkiyüz ķırķ beş tārįħinde ve ķırķ yaşında Baġdād'da sākin olur ve ibtidā-yı ĥāline meźheb-i iǾtizāl üzere ižhār-ı İslām ider imiş. Śoňra śoňra iǾlān-ı zındıķa ider olmış ve hįçbir meźhebde ŝebāt üzere bulunmamışdur. Babası fi'l-aśl Yahūdį imiş ve beyne'l-Yahūd o da ilĥād ve zındıķa ile müştehir imiş (Mehmed Zihnî Efendi, 1910: 117).

Bunun yanı sıra şârihin yeri geldikçe sahâbe-i kirâmdan ve tarihî kişilerden bazısının hayat hikâyelerine de yer verdiği görülmektedir.

Mehmed Zihnî Efendi, bahsettiği konuyla ilgili olarak yeri geldikçe Arapça ve Farsça misallerin yanı sıra Türkçe misaller de getirmiştir. Söz gelimi, tenâfür-i kelimâta "Ķırķ küp ķırķınuň da ķulbı ķırıķ küp" tekerlemesini, teşbîh konusuna ise Şeyhülislâm Yahyâ'nın "Ne ĥikmetdür bu kim bir noķŧa düşdi kilk-i ķudretden / Ruħ-ı ħūbāna zįnet lāleye dāġ-ı derūn oldı" (s. 245) beytini misal getirmiştir.

109

Eserde genellikle şiiri şerh edilen kişinin başından geçen herhangi bir olayın veya konuyla alakalı hikâyelerin nakledildiği de görülmektedir. Örneğin, ta'kîd konusuna misal getirilen Ferezdak'ın

اًك لَمُمَ لاِإَ ِسا نلاَيِفَُهُلْثِمَاَم َو َُيَُهوُبَأٌَّىَحَِهِ مُأَوُبَأ َُهُب ِراَق

beyti şerh edilirken şu olay nakledilmiştir:

Ferezdaķ'uň Velįd bin ǾAbdu'l-melik ile daħi şöyle bir mā-cerāsı olmışdur ki Velįd'üň Ħāliśa isminde çirkince ve ķıymetli bir cāriyesi var idi. Ferezdaķ birinüň hicvi ĥaķķında söyledigi bir beytde benüm şimdiye ķadar sizüň sitāyişüňüze dāǿir olan eşǾārum Ħāliśa'nuň üzerinde incü nevǾinden olan pįrāye-āsā żāǿiǾ ü nā-be-cā düşdi mefhūmıyla şöyle:

يرعشَعاضَدقل َ مكبابَىلع َ ردَعاضَامك َ هصلاخَىلع

dimiş ve bu söz Ħāliśa'nuň ķulaġına gitmiş olmaġla anuň ibrāmı üzerine Velįd Ferezdaķ'ı muķayyeden celb ve istinŧāķ itdikde bį-çāre Ferezdaķ ben عاضَدقل didüm hemze ile:

يرعشَءاضَدقل َ مكبابَىلع َ ردَءاضَامك َ هصلاخَىلع

YaǾnį benüm size dāǿir olan şiǾrüm Ħāliśa'nuň üzerindeki incü gibi revnaķ-dār oldı didüm dimekle ķurtılmışdur (Mehmed Zihnî Efendi, 1910: 35).

Mehmed Zihnî Efendi, bazı hatalara dikkat çekerek düzeltmelerde bulunmuştur. Örneğin, Telhîs'te müsnedin takdimi konusuna misal getirilen

اَه ِراَبِكِلَىَهَتْنُمََلاَ مَمِهَُهَل ََنِمَ لَجَاَى َرْغ صلاَُهُت مِهَ َو َ

َِرْه دلا

beytinin sahibinin bazı kaynaklarda Hassân bin Sâbit olduğuna dair bilginin yanlış olduğunu vurgulamış ve bu beytin Bekr bin Nettâh'a ait olduğunu şu şekilde ispatlama yoluna gitmiştir:

Ķāǿili Ĥassān bin Ŝābit olmaķ üzere şöhret bulmış ise de bu beyt Dįvān-ı Seyyidnā Ĥassān'da bulunmadıġına ve Kāmil Müberred'de beyt-i meźkūr Bekr İbnü'n-Neŧŧāĥ nām şāǾire nisbet ile şāǾir-i meźkūr anı Ebū Dulefü'l-ǾIclį ĥaķķında söylemiş oldıġı ve mā-baǾdı daħi şöyle َناولَةحارَهل اهدوجَراشعم /ىلعرحبلاَنمَىدناَربلاَناكَربلاَbulındıġı beyān olındıġına mebnį beyt-i meźkūruň kāǿili Bekr İbnü'n-Neŧŧāĥ'dur (Mehmed Zihnî Efendi, 1910: 164-165).

Şârih, eserinde daha önce şerh eettiği bir beyit söz konusu olduğunda beytin yalnızca istişhâd yönünü açıklayarak okuyucuyu beytin önceki şerhine yönlendirmiştir. Söz gelimi, Telhîs'te fasl ve vasl konusuna misal getirilen

َُليِلَعَ ُتْلُقَ َتْنَاَ َفْيَكَيِلََلاَق َُليِوَطَ ن ْزُحَ َوَ مِئاَدَ رَهَس

110

beytinin, yalnızca istişhâd yönüne değinerek beyti müsnedün ileyh bahsinde şerh ettiğini okuyucuya şu şekilde bildirmiştir:

Bu beytüň mıśrāǾ-ı evvelini muśannif müsnedün ileyh baĥŝinüň evāǿilinde źikr itmiş oldıġından şerĥi orada (ś. 68) geçmişdür. Burada şāhid bir rükni maħźūf bulunan َ رَهَس ilā-āħirihi cümlesinüň sebeb-i muŧlaķdan suǿāli mutażammın olan كتلعَ ببسَ ام cümle-i muķadderesine cevāben müsteǿnif vāķiǾ olmasıdur (Mehmed Zihnî Efendi, 1910: 195).

Mehmed Zihnî Efendi, bazı konularla ilgili olarak okuyucuyu kendisinin diğer eserlerine bakmaya sevk etmektedir. Onun bu tutumuna, hâl konusuyla ilgili "Ĥāl vāķiǾ olan cümlelere dāǿir muśannifüň ifādātı śāĥib-i Elfiyye olan İbn Mālik'üň ķavline temās itdigi cihetle Elfiyye'den ve şürūĥından istiġnā ĥāśıl olmaķ üzere naĥvden olan el-Muķteđab nāmındaki eŝer-i Ǿācizānemüň ĥāl baĥŝini müŧālaǾayı tavśiye iderüm." (Mehmed Zihnî Efendi, 1910: 202) şeklindeki cümlelerini örnek vermek mümkündür.

Şârih, bazı konularla ilgili Zemahşerî, Mollâ Câmî, Fahreddîn Râzî, Desûkî, Sekkâkî, Kazvînî vb. âlimlerden alıntılar yapmıştır. Söz gelimi, îcâz-ı hazf konusuyla ilgili Mutavvel ve Muhtasar'da yer alan

اَياَن ثلاَُع لاَطَ َوََلاَجَُنْباَاَنَا ىِنوُف ِرْعَتََةَماَمِعْلاَِعَضَاَىَتَم

beytini şerh ederken Zemahşerî ile İbn Kuteybe'nin konuyla alakalı görüşlerini şu şekilde aktarmıştır:

Burada oldıġı gibi įcāz-ı ĥaźfįye miŝāl olmaķ üzere śāĥib-i Keşşāf bunı Sūre-i Śāffāt'uň āħirinde َ موُلْع مَ ماَقَمَ ُهَلَ لاِإَ ا نِمَ اَم َو āyetinde sebk-i nažm-ı kerįm َ موُلْع مَ ماَقَمَ ُهَلَ لاِإَ َُدَحَاَ ا نِمَ اَم َو olup mevśūf ĥaźf olınaraķ śıfat anuň maķāmına ķāǿim bulındıġına ve Sūre-i Tevbe'de َِقاَفِ نلاَىَلَعَْاوُد َرَمَِةَنيِدَمْلاَ ِلْهَأَ ْنِم َو nažm-ı celįlinde َْاوُد َرَم ķavl-i kerįminüň maĥźūfa śıfat oldıġına miŝāl olmaķ üzere źikr ü irāde eylemişdür. Beyt-i meźkūr uzun bir ķaśįdedendür ki ķaśįde-i meźkūre ĥaķķında İbn Ķuteybe eger şiǾr hep böyle olsa ħalķa taǾallümi vācib olur dimişdür (Mehmed Zihnî Efendi, 1910: 220).

Eserin bazı yerlerinde fâide başlığı altında birtakım bilgiler verilmiştir. Örneğin, reddü'l-acüz ale's-sadr konusuna misal getirilen beyitler şerh edilirken, fâide başlığında bu sanatın tasdîr olarak da adlandırıldığına dair şu cümlelere yer verilmiştir: "Reddü'l-Ǿacüz Ǿale'ś-śadr śanǾatı bedįǾiyyelerde taśdįr nāmıyla mevsūmdur. Kelime-i vāĥide oldıġı içün įŝār olınmışdur." (Mehmed Zihnî Efendi, 1910: 416).

Mehmed Zihnî Efendi yeri geldikçe bazı şehirlerin adları, tarihleri, sakinleri ve kültürleri hakkında bilgi vermiştir. Örneğin, Bilâd-ı Cebel'in adı ve sakinleri hakkında şu cümleleri sarf etmiştir: "Bilād-ı Cebel ǾIrāķ-ı ǾAcem diyārındandur. Cihet-i şimāliyesinüň ekŝer maĥālli cibāl olup keŝįrü'l-eşcār olmaġla ahālįsinüň ellerinden balŧa eksik olmadıġından Teberistān muǾrebi

111

olaraķ Ŧaberistān ve nām-ı dįger ile Māzenderān diyü maǾrūfdur." (Mehmed Zihnî Efendi, 1910: 516).