• Sonuç bulunamadı

Tam adı Ebü’l-Ma’âlî Kâdi’l-Kudât Celâleddîn Muhammed b. Abdurrahmân el-Kazvînî eş-Şâfi‘î olup uzun süre Şam Emevî Camisi’nde hatiplik yaptığından el-Hatîb el-Kazvînî veya Hatîbu Dımaşk olarak ün yapmıştır (Yalar, 1997: 8).

Kazvînî’nin soy ağacı Abbâsî halifelerinden el-Me’mûn’un ünlü komutanlarından şair, belâgat ehli, cömert ve saygın bir kişi olan Ebû Dulef el-İclî’ye kadar dayanmaktadır. Kazvînî, Güney Irak’ta Hîre civarında yerleşmiş olan Benî Îcl kabilesine mensuptur. Onun hakkında bilgi veren kaynakların birçoğu, doğum tarihini 1268, doğum yerini ise Musul olarak belirtmişlerdir. Kazvîn’e nisbet edilişi ise ailesinin bir süre orada yaşamış olmasından ileri gelmeketedir. Ailesinin Kazvîn’den ne zaman göç ettiği, aynı şekilde Musul’a ne zaman yerleştiği hakkında kaynaklarda kesin bir bilgi yoktur. Ancak Moğolların 1228’de Hemedân ve Kazvîn’i işgal edip yağmalamalarından sonra Kazvîn’den göç ettikleri tahmin edilmektedir (Durmuş, 2002: 156; Yalar, 1997: 8-9).

Babası ve büyük kardeşi birer âlim olan Kazvînî’nin, ilk tahsilini babasından yaptığı nakledilmektedir. Babası devrin önemli âlimlerinden Abdurrahmân b. Umer el-Kazvînî’dir. Babasından sadece temel bilgileri öğrenmekle yetinmemiş, aynı zamanda ileri derecede fıkıh ilmi de öğrenmiş ve henüz genç yaşta iken fakîh denebilecek bir mertebeye kavuşmuştur. Babasının yanı sıra devrinin diğer âlimlerinden de istifade eden Kazvînî, özellikle Şafi‘î mezhebine mensup olması hasebiyle bu mezhebin fıkhı ile ilgili ilim tahsili yapmıştır. Devrinin meşhur âlimlerinden el-Erbilî’den usûl-i fıkıh ve usûlu’d-dîni tahsil etmiştir (Shareef, 2015: 67; Yalar, 1997: 10-11).

Moğollar, 1258 yılında Bağdat’ı işgal ederek Abbâsî hilafetine son vermişlerdir. Moğolların Musul’u da işgal etmeleri sonucu, Kazvînî’nin ailesi Anadolu’ya göç etmiştir. Kazvînî, Anadolu’da da tahsiline devam etmiş ve henüz yirmi yaşında iken ilk kadılık görevine başlamıştır. İlk kadılık görevine tahminen 1288 yılında atanan Kazvînî’nin söz konusu görevi ne kadar sürdürdüğü bilinmemektedir. Bazı kaynaklar, onun kadılık görevini yaptığı ilk yerin Niksar olduğunu belirtmişlerdir. Anadolu’da 3-5 yıl kaldığı tahmin edilen Kazvînî, babasının burada vefatından sonra ailesiyle birlikte Şam (Dımaşk)’a göç etmiştir. Bazı kaynaklar, onların Anadolu’dan

30

ayrılışlarının 1290’da, bazıları ise 1291’de gerçekleştiğini dile getirmiştir. Ancak büyük kardeşinin 1291 yılında Şam’da müderrislik yaptığının bilinmesi, onların 1290 yılında göç ettikleri ihtimalini daha da kuvvetlendirmektedir (Yalar, 1997: 11-12).

Birinci tahsil devresi babasından aldığı derslerle başlayan Kazvînî’nin ikinci tahsil devresi Şam’a göç etmesiyle başlamıştır. Burada Şemseddîn Eykî, Şihâbeddîn Erbilî, Ebü’l-Abbâs el-Fârûsî, Takiyüddîn Süleymân b. Hamza ve el-Birzâlî gibi devrin meşhur âlim ve müderrislerinden aklî ve naklî ilimlerde ders almıştır. Adları geçen âlimlerden fıkıh usulü, usûlu’d-dîn, hadis, Arap dili ve belâgati vb. ilimleri öğrenmiştir (Yalar, 1997: 13).

Şam’da 37 yıl gibi uzun bir müddet yaşayan Hatîb el-Kazvînî, burada çeşitli görevler ifa etmiştir. Anadolu’dan göç edip Şam’a vardıktan kısa bir süre sonra, takriben 1291 yılında Badrâiyye Medresesi’nde muîd yani yardımcı müderrislik görevine atanmıştır. 1294 yılında el-Mesrûriyye Medresesi’nin müderrisi olmuştur. Bu medresede verdiği ilk derste kardeşi İmâmuddîn, başkadı Şihâbeddîn el-Hoyî ve İbn Teymiye gibi kişiler kendisini dinlemeye gelenler arasındadır. 1295 yılında kardeşinin el-Emîniyye Medresesi’ne atanmasıyla birlikte kardeşinin yerine ez-Zâhiriyye el-Berrâniyye müderrisliğine atanmıştır. Kardeşinin başkadılığı sırasında kadı naipliği de yapmıştır. 1300 yılında kardeşinin vefatı üzerine Kazvînî, el-Emîniyye Medresesi müderrisliğine atanmıştır. 1306’da İbn Sasra’nın başkadılığı sırasında ikinci kez kadı naibi olarak atanmış, fakat İbn Sasra ile anlaşmazlığa düşmesinden dolayı bir yıl sonra bu görevden alınmıştır. 1307 yılında Şam Emevî Camisi’nin hatibi olmuştur. Bu görevini uzun bir müddet ifa ettiğinden dolayı günümüze kadar ulaşan Hatîb şeklindeki sabit unvanı almıştır. 1325 yılında Sultan Nâsır Muhammed b. Kalavun, Kazvînî’yi Mısır’a davet etmiş ve Cemâleddîn ez-Zur’î’den boşalan Şam Başkadılığı görevine onu atamıştır. 1327 yılına kadar Şam Başkadılığı ve hatiplikle birlikte el-Adiliyye ve el-Gazzâliyye medreselerinin de müderrisliğini yapan Kazvînî, bu tarihten sonra Sultan Nâsır’ın daveti üzerine Mısır’a gitmiştir (Yalar, 1997: 15-16).

Sultan Nâsır Muhammed b. Kalavun, Kazvînî’yi, iyice yaşlanan ve gözleri bozulan Bedreddîn İbn Cemâ‘a’dan boşalan Mısır Başkadılığı ve en-Nâsiriyye, es-Sâlihiyye ve el-Kâmiliyye medreselerinin müderrisliği görevlerine atamıştır. Bu göreve atanmasıyla birlikte sultana yakınlığı artan Kazvînî’nin, Şam Başkadılığı ve naipliği görevleri sona ermiştir. Sultanın takdirini kazanan Kazvîni, 1332 yılında sultan ile birlikte hacca gitmiştir. Mısır Başkadılığı görevi süresince halka iyi davranıp vakıf mallarından muhtaçlara yardımda bulunmuş ve böylece halkın da sevgisine mazhar olmuştur. Mısır’daki görevi 1338 yılana kadar süren Kazvînî, Şam’da olduğu gibi burada da çok sayıda talebe yetiştirmiştir (Yalar, 1997: 20-21).

Mısır Başkadılığı görevindeyken kariyerinin yanı sıra maddi durumu da iyileşen Kazvînî, Nil kenarında kendisine bir konak yaptırmıştır. Ancak çocuklarının bazı yanlışlarıyla birlikte bu

31

durum, onun geleceğini olumsuz bir şekilde etkilemiştir. Çünkü bu tutumu, onun defalarca sultana şikâyet edilmesine neden olmuştur.

Kaynaklar, oğlu Abdullah’ın, zevke, eğlenceye ve mala düşkün, açgözlü, kâdılardan ve diğer kimselerden rüşvet alan sefih biri olduğunu, çok miktarda mal edinmenin yanında, çok sayıda at besleyip bunlar için özel bakıcılar ve biniciler tuttuğunu, devlet yetkililerinin çocukları ve emîrlerin köleleriyle yatıp kalktığını ve bu suçları açıkça işlediğini kaydederler (Yalar, 1997: 21-22).

Kazvînî ve oğlu, bu müsrifane davranışlar yüzünden Sultan Nâsır’a çokça şikâyet edilmiş ve bunun üzerine sultan, Kazvînî’yi Kâhire’den çıkartıp Şam’a göndermiş, sonra bazı aracılar vasıtasıyla tekrar geri getirtmiş, ancak söz konusu davranışların devamı üzerine 1338 yılında onu Mısır Başkadılığı’ndan azlederek Şam Kadılığı vazifesine atamıştır. Kazvînî, Şam’a döndükten kısa bir süre sonra felç olmuş ve 1338 yılında vefat etmiştir (Yalar, 1997: 22). Kazvînî’nin naaşı, Emeviyye Camisi’nin önündeki Mekâbirü’s-Sûfiyye kabristanına defnedilmiştir (Durmuş, 2002: 156).

Kazvînî’nin kaynaklara göre Abdullâh, Bedreddîn Muhammed, Abdurrahîm Tâceddîn ve Abdulkerîm Muhammed Sadreddîn olmak üzere dört oğlu olmuştur. Hayatının yaklaşık elli yılını müderrislik yaparak geçirmiş olan Kazvînî, çok sayıda öğrenci yetiştirmiştir. Salâhuddîn es-Safedî, İbn Akîl el-Halebî, Bahâuddîn es-Subkî, et-Tilmisânî, Abdurrahmân b. Hasan el-Esnevî, Abdullâh el-Mağribî el-Menûfî gibi kişiler Kazvînî’nin yetiştirdiği ünlü talebelerden birkaçıdır (Shareef, 2015: 65-69).

Hayatı boyunca devlet bürokrasisinde görevlerde bulunması ve çeşitli ilimlerde yaptığı tahsiller göz önüne alındığında Kazvînî’nin çok yönlü bir ilmî şahsiyete sahip olduğunu söylemek mümkündür. Özellikle fıkıh usulü ve akâid konularında otoriter bir kimliğe sahip olan Kazvînî, aynı zamanda hatip ve muhaddis; belâgat ilimlerine vâkıf ve Arap dili ve edebiyatı hususunda âlim biridir. Onun sahip olduğu ilmî derinlik, hâliyle eserlerine de yansımıştır. Mehmet Yalar, Kazvînî’nin ilmî şahsiyeti hakkında “tatlı bir anlatım üslubuna sahip olmak, fasîh konuşma yeteneği, derin kavrayış, keskin zekâ, nüktedânlık ve güzel yazma gibi hususlar başta sıralanmaktadır.” (Yalar, 1997: 23) cümlesini sarf etmiştir. Kazvînî, Arapçanın yanı sıra Farsça ve Türkçeyi de çok iyi bilen bir âlimdir.

Kazvînî, edebî ekolün egemenlik sahası olan Suriye ve Mısır çevresinde yaşamış olmasına rağmen kelâmî ekolü benimsemiştir. Mehmet Yalar, Kazvînî’nin kelâmî ekole mensubiyeti hakkında şu cümleleri kurmuştur: “el-Kazvînî, tercihini kelâmî ekolden yana yaparken, bu ekolün sadece bir mensubu olmakla kalmamış, aynı zamanda ona son şeklini de vererek orijinalitesine nokta koyan ve kendisinden sonraki belâgat çalışmalarına yüzyıllar boyunca yön veren kişi olarak da kabul edilmiştir.” (Yalar, 1997: 57).

32