• Sonuç bulunamadı

Mahmut Şevket Ustaosmanoğlu-Halil İbrahim Şahin, Telhis Tercümesi

2.3. Telhîsü’l-Miftâh’ın Türkçe Tercümeleri

2.3.9. Mahmut Şevket Ustaosmanoğlu-Halil İbrahim Şahin, Telhis Tercümesi

2.3.9.1. Eserin Tanıtımı

Telhîs'in Mahmut Şevket Ustaosmanoğlu ve Halil İbrahim Şahin tarafından Türkçeye tercüme edilmesinden müteşekkil olan bu eser, 2012 yılında İstanbul'da Hanifiyye Kitabevi'nde basılmıştır. 709 sayfalık eser, “Ön Söz”, “Yayıncıdan (Yayıncının Sözü)” ve tercüme metninden oluşmaktadır.

2.3.9.2. Eserde İzlenen Usul

Eserin yazarları, ön söz bölümünde evvela belâgat ve belâgatin tarihi hakkında kısaca bilgi vermişlerdir. Sonrasında da Telhîsü'l-Miftâh'ın belâgat sahasındaki önemine değinen yazarlar, çalışmalarında takip ettikleri usul hakkında okuyucuları bilgilendirerek ön sözü sonlandırmışlardır.

Bu eser, alışılagelen tercüme metotlarından farklı bir yol izlenerek hazırlanmıştır. Eserde tercüme edilecek paragrafın öncelikle Arapçası verilmiş, ardından "Terkîbi Mâna" başlığı altında Türkçeye tercümesi yapılmıştır. Daha sonra aynı paragraf "Tahlîli Mâna" başlığı altında kelime kelime, ibare ibare veya cümle cümle tercüme edilmiştir. Tahlîli Mâna kısmında tercüme edilen

72

ibare veya kelimenin Arapçası yeniden verilmiş ve akabinde onun tercümesi yapılmıştır. Eserden alıntılanan aşağıdaki kısım, mütercimlerin bu tutumlarını göstermektedir:

Kaynak Metin: َُماَقَم َو َ َِلْصَفْلا َ َُنِياَبُي َ ََماَقَم َ َِلْص َوْلا َ َُماَقَم َو َ َِزاَجيِلْا َ َُنِياَبُي َ ََماَقَم َ َِخ َِهِفَلا َ اَذَك َو َ َُباَط ِخ َ َِ يِك ذلا َ ََعَم َ َِباَط ِخ َ َِ يِبَغْلا َ َِ لُكِل َو َ ٍَةَمِلَك َ ََعَم َ اَهِتَب ِحاَص َ َ ماَقَم َ َُعاَفِت ْرا َو َ َِناَش َ َِمَلاَكْلا َ يِف َ َِنْسُحْلا َ َِلوُبَقْلا َو َ َِهِتَقَباَطُمِب َ َِراَبِتْعِلاِل َ َِبِساَنُمْلا َ َُهُطاَط ِحْنا َو َ اَهِمَدَعِب

Terkîbi Mâna: Ve yine fasıl makamı, vasıl makamına; îcaz makamı, zıddı olan itnap ve müsavat makamına ters düşer. Zeki bir kimseyle konuşma makamı ile, zekâ seviyesi düşük bir insana seslenme makamları da böyledir. Her kelimenin, (cümle içinde) birlikte kullanıldığı kelime ile beraber bir makamı vardır. (Beliğ) bir kelâmın güzellik ve kabul hususunda şanının (mertebesinin) yüksekliği, onun, durumun gereğine uygunluğu ile mümkündür. (Beliğ) bir sözün derece düşüklüğü de bu hususa riayet eksikliğinden dolayıdır.

Tahlîli Mâna: َِلْصَفْلاََُماََقَم َو fasıl (ayırma) makamı َِلْص َوْلاَََماَقَمََُنِياَبُي vasıl (bitiştirme) makamına zıttır َُماَقَم َو

َ

َِزاَجيِلْا icaz makamı (kısa ve özlü söz) َِهِفَلا ِخَََماَقَمََُنِياَبُي zıddının makamına (uzatma makamı olan itnaba) zıttır. اَذَك َو yine aynı şekildedir َِ يِك ذلاََُباَط ِخ zeki bir kimseye söz söylemek (zıttır) َََعَم

َِباَط ِخ َ

َِ يِبَغْلا zeki olmayan bir kimseye söz söylemeye. ٍَةَمِلَكََِ لُكِل َو Her kelimenin vardır اَهِتَب ِحاَص َََعَم birlikte kullanıldığı kelime ile birlikte َ ماَقَم mevkii. َِمَلاَكْلاَ َِناَشَ َُعاَفِت ْرا َو kelâmın durumunun yükselmesi (edebî bir önem kazanması) َِنْسُحْلا güzellikte َِلوُبَقْلا َو kabulde َِهِتَقَباَطُمِب uygunluğu ile َيِف

َِراَبِتْعِلاِل َ

َِبِساَنُمْلا dikkat nazarına alınmasına َُهُطاَطِحْنا َو kelâmın seviyesinin düşüşü (edebî değerini kaybetmesi) اَه ِمَدَعِب yokluğuyla (mukteza-i hale uygun olmayışıyla)dır (Ustaosmanoğlu ve Şahin, 2012: 24-25).

Mütercimler, eserin ön sözünde yukarıda bahsedilen usulü takip etmelerinin sebebini şöyle açıklarlar:

Çok bilgi ve çok kavramı aktarmaya değil, gerektiği kadar bilgiyi anlaşılır bir şekilde sunmaya çalıştık. Mümkün olduğunca anlaşılır bir dil kullanmaya gayret ettik. Öğrenmeyi kolaylaştırıcı bir metot seçtiğimizden şekilci bir üslûbu değil, anlaşılan ve kullanılan standart bir anlatımı benimsedik (Ustaosmanoğlu ve Şahin, 2012: 3).

Mütercimlerin ifadesinden de anlaşıldığı gibi bu tercüme, Telhîsü'l-Miftâh'taki cümlelerin hem bir bütün hâlinde hem de kelime kelime anlamlarını içermesi ve anlaşılır bir dille hazırlanması bakımından konuyla ilgili araştırma yapacaklara büyük bir kolaylık sağlamaktadır.

Tercümede, Telhîs'te herhangi bir konuyla alakalı misal getirilen beyitlerin, ayetlerin ve kelâm-ı kibârın tercümesi koyu/bold olarak verilmiştir. Aynı zamanda bunların misal getirilmelerinin sebebine ve bunlardaki hangi kelimelerin konuya örnek teşkil ettiğine bazen dipnotta bazen de metinde köşeli parantez içerisinde değinilmiştir. Söz gelimi, garâbete örnek gösterilen ًَةَلْقُم َو َ اًب ِجاَح َو َ اًج ج َزُم اًم ِحاَف َو َ اًنِس ْرَم َو َ اًج رَسُم

beyti "Ah, karası tam kara göz, ince ve upuzun kaş, simsiyah (kömür gibi) saç; kılıç gibi ince ve düz yahut Süreycî kabilesinin kılıcı yahut da şimşek gibi parlak burun."َ(Ustaosmanoğlu ve Şahin, 2012: 15) şeklinde tercüme edildikten sonra dipnotta şu açıklama yapılmıştır:

73

اًج رَسُم kelimesi cümlede, edebiyat kurallarına göre kullanılmadığı için kendisinde garâbet vardır.Çünkü anlamı net olmayıp iki ihtimallidir: a-İncelik ve doğrulukta Süreyci kabilesinin kılıcı (gibi), b- Parlaklık bakımından şimşek ışığının aydınlığı (gibi). Hangi mananın kastedildiğini ilk anda anlamak oldukça zordur (Ustaosmanoğlu ve Şahin, 2012:15).

Bu tutum, eserin genelinde sürdürülmüştür. Örneğin, Telhîs'te hüsn-i ta'lîl bahsine örnek gösterilen Mütenebbî'nin َْمَل َ َِكْحَي َ ََلِئاَن ََك َ َُباَح سلا َ اَم نَا َو َْت مُح َ َِهِب َ اَهُبيِبَصَف َ َُءاَضَح رلا

beytini; "Bulut, senin cömertlik ve ihsanına benzemez. Ancak, senin vermen ve ihsanda bulunmandan etkilenerek bulut humma[ya] (sıtmaya) yakalandı. Döktüğü yağmur, humma hastasının teridir." (Ustaosmanoğlu ve Şahin, 2012: 601) şeklinde tercüme ettikten sonra şu açıklamayı yapmışlardır: "Burada, buluttan inen yağmur damlaları, bulut için sabit bir sıfattır ve genelde bu sıfat için açık bir sebep söz konusu değildir. Oysa şair, bunu, övdüğü kişinin ihsanda bulunması sebebiyle, bulutun hummaya yakalanması sebebine bağlamaktadır." (Ustaosmanoğlu ve Şahin, 2012: 601).

Tercümede, kaynak metinde sahiplerinin adlarına yer verilmeyip beyit veya sözleri örnek gösterilen kişilerin adları -kimi zaman parantez içerisinde olmak üzere- genellikle verilmiştir. İmru'u'l-Kays, Ebû Tayyib Mütenebbî, Abbâs b. Ahnef, Evs İbn Hacer, Ebû Hassan Ali b. Ahmed Cevherî gibi kişiler bu şekilde ismi zikredilenlerdendir.

Tercümede metne yapılan ilaveler; eğer cümlede anlamı daha da sadeleştirilecek bir kelime veya konuyla ilgili metinde daha önce geçen bir kelime, kelime grubu ya da cümleye gönderme şeklindeyse parantez, eğer ilgili konuya dair açıklama içinse köşeli parantez içerisinde verilmiştir. Birinci duruma şu cümleyi örnek gösterebiliriz: "İstifham edatları çoğu kere istifham dışında da kullanılır. İstibta' (tembellik), taaccüp, sapıklığa tenbih (dikkat çekmek), korkutmak, takrir (sorunun cevabını yerleştirmek), inkâr (yahut yerleştirmemek) gibi" (Ustaosmanoğlu ve Şahin, 2012: 282). İkinci duruma ise irsâd sanatı bahsinde, Rahmân Suresi'nin "َُمْج نلا َوَ ٍناَبْسُحِبَ ُرَمَقْلا َوَ ُسْم شلا َِناَدُجْسَيَ ُرَج شلا َو" ayetlerinden sonra yapılan şu açıklamayı örnek gösterebiliriz:

Örnekte geçen َُم ْج نلا kelimesinin anlamı, gövdesi üzerine duramayan, asma ve sarmaşık kabilinden yere yayılarak büyüyen bitkilerdir. Bunun dışında "yıldız" anlamına da gelmektedir. İşte bu anlamı itibariyle "tenasüb"e örnek olabilmektedir. Ancak, bir manası yönüyle böyle olduğu için "îhâm-ı tenasüp" adını almıştır (Ustaosmanoğlu ve Şahin, 2012: 561).

Ancak nadir de olsa bazı ilavelerin parantez veya köşeli parantez içerisine alınmayarak kaynak metinde yer alıyormuş gibi verildiği de görülmektedir. Örneğin, ta'kîd konusuna Kur'ân'dan

74

misal getirilen "اَها َوْقَت َوَ اَه َروُجُفَ اَهَمَهْلَأَفَ اَها وَسَ اَم َوَ ٍسْفَن َو" (Şems: 7-8) ayetleri, kaynak metinde yer almamaktadır.

Mütercimler, beyân ilmi bahsinde teşbîh, vech-i şebeh, teşbîhin bölümleri, istiâre, diğer istiâre çeşitleri ve kinâye konularıyla ilgili müellifin tasniflerini şemayla göstermişlerdir. Örneğin, bunlardan istiâre çeşitleri bahsinin şeması şu şekilde çıkarılmıştır (Ustaosmanoğlu ve Şahin, 2012: 485):

İSTİARE

Açık İstiare Kapalı İstiare Temsilî İstiare Hayalî İstiare (İstiare-i musarraha)

Mutlak Açık Mücerred Açı Müreşşeh Açık İstiare İstiare İstiare

2.3.9.3. Muhteva Analizi

Eser, "Müellifin Önsözü" kısmıyla başlamaktadır. Telhîs'in "َاَمَ ِناََيَبْلاَ َنِمََم لَعَ َوََمَعْنََأَاَمَىَلَعََِللَُدْمَحْلَاَ َْمَلْعَنَ ْمَل" şeklindeki ilk cümlesi şöyle tercüme edilmiştir: "Beyan (ilminden) bilmediklerimizi (bize) öğretmesi ve (bunca) in'am ve ihsanda bulunması dolayısıyla Hamd Allah'a mahsustur." (Ustaosmanoğlu ve Şahin, 2012: 5). Mütercimler, eserin bu ilk kısmının tercümesini yaparken ana metinde geçen hamd, salât, hikmet, fasl-ı hitap, haşv, tatvîl, ta'kîd ve telhîs terimleri hakkında dipnotta bilgi vermişlerdir. Örneğin, söz konusu terimlerden ta'kîd şöyle açıklanmıştır:

Sözlükte düğümlemek demektir. Cümlenin âdeta kördüğüm edilmesi ve manasının anlaşılmaz hâle gelmesidir. Örnek bir cümle verelim: "Evvelki gün İstanbul'da inşa edilmekte olan köprünün resmî açılışı yapılmıştır." cümlenin doğru şekli ise "İstanbul'da inşa edilmekte olan köprünün evvelki gün resmî açılışı yapılmıştır." şeklindedir. Çünkü köprü, evvelki gün inşa edilmedi, evvelki gün resmen açılışı yapıldı (Ustaosmanoğlu ve Şahin, 2012: 7).

Telhîsü'l-Miftâh'ın mukaddime kısmında fesâhat ve belâgat terimleri üzerinde durulmuş ve bu konular örneklerle anlatılmıştır. Ustaosmanoğlu ve Şahin, söz konusu kısmın ilk cümlesini tercüme ederken cümlede geçen müfred kelimesiyle ilgili köşeli parantez içerisinde şu bilgiyi vermişlerdir:

Müfred kelimesi, tesniye ve cemi' karşılığı olmayıp kelâm karşılığıdır. Yani cümle olmayan, tek bir kelime anlamındadır. Bu cümleden olarak, kelime fasihtir veya değildir, kelâm fasihtir veya değildir, konuşan şahıs fasihtir veya değildir denebilir. Belâgata gelince, onunla son ikisi vasıflandığına göre, kelâm beliğdir veya değildir, konuşan şahıs beliğdir veya değildir demek mümkündür. Ancak kelime beliğdir veya değildir şeklinde bir ifade kullanılamaz

75

Aynı şekilde bu kısımda yer alan fesâhat, belâgat, tenâfürü'l-hurûf, garâbet, muhâlefetü'l-kıyâs gibi terimlerin manaları da dipnotta yer almaktadır.

Eserin 31 ile 402. sayfaları arasında meânî ilminin tercümesi yer almaktadır. Meânî bahsinde şu terimler hakkında dipnotta bilgi verilmiştir: Fasl, vasl, i'câz, ıtnâb, müsavât, muktezâ-i zâhir, mecâz, mecâz-ı aklî, fâil, nâib-i fâil, müsnedün ileyh, târiz, işâret-i hissiye, işâret-i akliye, tağlip, kasr, inşa, istifham, emir ve nehiy, nidâ, haber, vasıl, fasıl, îcaz ve tezyîl.

Kaynak metinde haber cümlesinden bahsedilen bölümde Münâfikûn Suresi 1. ayetinin yalnızca نوُبِذاَكَلَ َنيِقِفاَنُمْلاَ نِإ kısmı yer almasına rağmen mütercimler, tercümenin 36. sayfasında ayetin tamamına yer vermişlerdir.

Eserin 41'den 65. sayfaya kadarki kısmında haber cümlesindeki isnadın hâlleri konusunun tercümesi yer almaktadır. Bu kısımda ele alınan ilk konu isnaddır. Mütercimler, isnadı "… bir kelimeyi veya kelime makamında bulunan bir cümleyi, diğer bir cümleye eklemek suretiyle bir hüküm bildirmektir." (Ustaosmanoğlu ve Şahin, 2012: 40) şeklinde tanımladıktan sonra kaynak metni tercümeye başlamışlardır.

Eserin 42. sayfasında, kaynak metinde Yâsîn Suresi'nin 14. ayetindeki ََنوُلَس ْرُمَ ْمُكْيَلِإَ ا نِإ ifadesinin, 16. ayette ََنوُلَس ْرُمَلَ ْمُكْيَلِإَ ا نِإ şeklini alması ve bu iki söyleyiş arasındaki farklar üzerinde durulmuştur. 43. sayfada ise mütercimler yukarıdaki ayetin örnek gösterilmesinin sebebi ve muktezâ-i zâhir hakkında şu bilgiyi vermişlerdir:

Hz. İsa (aleyhi selam) Hak dine davet için adamlarını elçi olarak, bir topluluğa (kavme) göndermişti. O kavim, bu elçilere inanmayıp onları yalancılıklı itham ettiler. Bunun üzerine, ayette geçen birinci ifadeyi okuyarak görevlerinin ne olduğunu anlatmaya çalıştılar. Ancak inkâr karşısında te'kitli (pekiştirilmiş) ifade kullanma gereğini duydular. Buna rağmen inandıramadıkları gibi, muhatapları inkârda daha ileri gidince ayetteki ikinci ifade şeklini kullandılar. Bu iki ifade arasında te'kit açısından fark vardır. İlk ifadede iki te'kit unsuru olmasına karşılık, inkârın şiddeti ve devamlılığı sebebiyle ikinci ifadede bu te'kitler üçe çıkarılmıştır. Muktezâ-i Zâhir (Yer ve duruma göre uygun ve açık söz): Muktezâ-i zâhire muvafık açık kelâm; yer ve muhatabına göre söylenmiş, halin gereğine aykırı düşmeyen en uygun söz anlamına gelir. Muktezâ-i zâhire muvafık açık kelâm üç halde bulunur:

1-İbtidâ-i Kelâm: Dinleyici tarafından şüpheye düşülmeksizin kabul edilen haberdir. Örnek: َ ْلُق َُل ِطاَبْلاَ َقَه َز َوَ قَحْلاَءاَج

2-Talebî Kelâm: Dinleyici, haber verilen şeyin doğruluğuna inanmazsa veya tereddütle karşılarsa bu takdirde, durum gereği sözü te'kit (pekiştirme) gerekir ki buna talebî kelâm denir. Örnek: ََنوُلَس ْرُمَْمُكْيَلِإَا نِإ

3-İnkârî Kelâm: Muhatabın, verilen haberi inkâr edip kabul etmemesidir. Yani, sözün işaret ettiği mana dinleyici tarafından asla kabul edilmezse bu noktada sözü te'kit etmek bir zaruret haline gelir. Örnek: ََنوُلَس ْرُمَلَْمُكْيَلِإَا نِإ.

Kaynak metinde isnadın kısımları başlığı altında hakîkat-ı aklî ve mecâz-ı aklî konuları yer almaktadır. Bunlardan hakîkat-ı aklînin tercümesinin yapıldığı bölümde kaynak metinde geçen "ََلْقَبْلاَاللَََتَبْنَا", "لْقَبْلاََُعيِب رلاَََتَبْنَا", "َ دْي َزَََءاَج" cümleleriyle alakalı olarak mütercimler şu değerlendirmeyi

76

yapmışlardır: "Birinci misalde hüküm, hem söyleyenin inancına, hem de gerçeğe uygun düşmektedir. İkinci misalde ise hüküm gerçekle bağdaşmadığı hâlde söyleyenin inancını yansıtmaktadır. Üçüncü misalde verilen haber ne gerçeğe ne de inanca uymamaktadır." (Ustaosmanoğlu ve Şahin, 2012: 49). Aynı şekilde mecâz-ı aklînin tercüme edildiği kısımda da kaynak metinde yer alan örnekler hakkında bazı izahlarda bulunmuşlardır.

Eserin 66 ile 167. sayfaları aralığında müsnedün ileyhin hâlleri konusunun tercümesi bulunmaktadır.

Müsnedün ileyhin hazfi bahsinde kaynak metinde örnek gösterilen َُليِلَعَ ُتْلُقَ َتْنَأَ َفْيَكَ يَِلَ َلاَق cümlesi Türkçeye "Sevgili bana: Nasılsın? dedi. Ben de: Hasta, dedim." (Ustaosmanoğlu ve Şahin, 2012: 66) şeklinde tercüme edildikten sonra cümledeki hazfin nerede ve niçin olduğunu belirtmek amacıyla şu şekilde açıklama yapılmıştır:

Bu misalde, َ ليِلَع haberdir. Mübtedası (müsned-i ileyhi) hazfedilen اَنَا'dir. Soruya cevap teşkil etmesi dolayısıyla zikrine gerek görülmemiştir. Aksi halde, bilinen bir şeyin söylenmesiyle abes ve gereksiz bir iş yapılmış olurdu. Diğer taraftan, bu misalde muhatabı, aklî değil delîli düşünmeye sevk etmek gibi bir amaç da saklıdır. Soru karşısında "Ben hastayım" denilmesi, soran sevgiliye, hastalığının derecesi hakkında eksik bilgi verme şüphesi doğururdu. "Her halde fazla hasta değil ki, uzun uzun konuşabiliyor" izlenimi uyandırırdı. Oysa sadece 'hasta' denilerek, bu izlenim ortadan kaldırılmış oluyor. Ve sevgiliyi kendine acındırıp ilgisini çekmeye çalışıyor. Onu, bu düşüncelere sevk etmesi hazif sayesinde mümkün olabilmiştir (Ustaosmanoğlu ve Şahin, 2012: 66-67).

Ayrıca bu bölümün dipnotunda müsnedün ileyhin hazfinin dereceleri hakkında bilgi verilerek her bir dereceyle ilgili örnekler de sunulmuştur.

Müsnedün ileyhin zikri ve müsnedün ileyhin zamirle ma'rife olması mevzularıyla alakalı kaynak metinde yer alan örneklere ek olarak dipnotta ve metinde başka örnekler verilmiştir. Örneğin, müsnedün ileyhin ism-i mevsulle ma'rife olması hususuyla alakalı kaynak metindeki َْوَاَ ٍَةَياَنِك ibaresinden sonra şu örnek ilave edilmiştir: "Kinâyeye örnek olarak şu ibareyi gösterebiliriz: وُبَاَ

ٍَبَهَل َ ََلَعَف َ

اَذَك 'Ebu Leheb şöyle şöyle yaptı' sözünde 'Ebu Leheb' demiş olmakla onun cehennemlik olmuş olduğunu da dolaylı olarak anlatmış oluruz." (Ustaosmanoğlu ve Şahin, 2012: 77).

Eserin 168 ile 210. sayfaları arasında müsnedin hâlleri konusunun tercümesi bulunmaktadır. Müsnedinَ hâlleri konusunun alt başlıklarından müsnedin hazfi bahsiyle alakalı kaynak metinde verilen َِهِتَموُصُخِلََ غ ِراَضََُدي ِزَيََِكْبََيِل cümlesi "Yezid'e ağlasın. O'na husûmet dolayısıyla zelîl ve âciz durumda olanlar ağlasın." (Ustaosmanoğlu ve Şahin, 2012: 173) şeklinde tercüme edildikten sonra şöyle bir açıklama yapılmıştır: "Burada, 'Yezid'e ağlasın' deyince, akla gizli bir sual gelivermiştir. O sual, ََِهيِكْبَيََْنَمَO'nu kim ağlatsın?' sualidir. Bu gizli (mukadder) suale cevap olmak üzere َ غ ِراَض getirilmiştir. İşte bu َ غ ِراَض kelimesi, mahzuf fiilin failidir. Başka bir deyişle mukadder bir sualin cevabıdır. Karîne de budur." (Ustaosmanoğlu ve Şahin, 2012: 173).

77

Ustaosmanoğlu ve Şahin, kaynak metinde َْنِا ve َاَذِا gibi geleceği ilgilendiren şart edatlarının anlatıldığı kısmı şu şekilde tercüme etmişlerdir: " ََْنِا ve اَذِا geleceği (ilgilendiren) şart edatlarıdır. Bununla beraber, َْنِا'de aslolan konuşana göre şartın meydana gelmesinde kesinlik olmamasıdır. اَذِا ise şartın vukuunda kesinlik ifade etmesine yöneliktir. Bundan dolayı, nadir bir hüküm için َْنِا kullanılır." (Ustaosmanoğlu ve Şahin, 2012: 181). Bu kısmın tercümesinden sonra köşeli parantez içerisinde şu bilgiler ilave edilmiştir:

Bu hususu biraz daha açmak gerekirse, konuşan kimse (mütekellim) meydana geleceğine dair kesin kanaati olmadığı şart için edat olarak َْنِا edatını kullanır. Vuku bulacağından emin olduğu şart için ise اَذِا edatını tercih eder. Bu yüzden, meydana gelmesi seyrek (nadir) olan hükümler için şart edatı olarak َْنِا kullanılırken, olması kuvvetle muhtemel olan ve mazîَsigasıyla getirilen şart cümlelerinin başına اَذِا getirilir (Ustaosmanoğlu ve Şahin, 2012: 181).

Eserin 211 ile 232. sayfaları aralığında ahvâl-i müteallikât-ı fi’l konusunun tercümesi bulunmaktadır. Mütercimler, fiilin kendisine delâlet eden bir karine ile özel bir mef'ule bağlanarak kinaye olup olmaması hususuyla alakalı olarak kaynak metinde örnek gösterilen َ َنيِذ لاَيِوَتْسَيَ ْلَهَ ْلُق ََنوُمَلْعَيَ َلاََنيِذ لا َوََنوُمَلْعَي (Zümer: 9) ayetinden sonra şu açıklamayı yapmışlardır:

Ayet-i Kerîme'de geçen ََنوُمَلْعَي fiillerinin mef'ulleri mahzuftur. Burada kastedilen fiil (yani iş) mutlak manadadır. Yani, neyi bilen veya neyi bilmeyen? Burada umum ve husus itibar olunmadığı gibi, bir karine sebebiyle taalluk ettiği özel mef'ulden kinaye de değildir (Ustaosmanoğlu ve Şahin, 2012: 214).

Aynı zamanda bu açıklamanın sonuna dipnot düşerek müteaddi fiilin, lâzım fiil yerine konulduğu bazı durumlara dair şu açıklamaya yer vermişlerdir:

Müteaddi fiilin lâzım fiil yerine konulmuş olmasına örnekler: a)Umumî fertlere şumûlünü ifade etmek için َِمَلا سلا ِراَدىَلِإَ)َْمُكوُعْدَي(وُعْدَيُه للا َو Burada, davetin umumî olduğuna aklî bir karine vardır. b) Bazı fertlere şumûlünü ifade etmek için َْمُكاَدَهَلَ )َْمُكَتَياَدِه(َ ءاَش ْوَل َو Burada, hidayetin bazı kimselere olduğunun karinesi insanların tamamının Allah'ın davetine icabet etmemesi sebebiyledir (Ustaosmanoğlu ve Şahin, 2012: 214).

Eserin 233'ten 259. sayfaya kadarki kısmında kasr konusunun tercümesi bulunmaktadır. Dipnotta mütercimler tarafından kasrın tarifi yapılmış ve konunun daha iyi anlaşılması için Türkçe bir beyit misal getirilmiştir. Kasrın tarifi ve misal getirilen Türkçe beytin olduğu kısım şu şekildedir:

Kasr: Bir şeyin başka bir şeyi tahsisi, yani bir şeyin başkalarında bulunmayıp ancak bir şeyde bulunduğunu söylemektir. Bulunan şeye "maksur", kendinde bulunan şeye "maksurun aleyh" denir.

Acıyan yok bana kendi yüreğimden gayrı Ağlayan yok bana öz merdümeğimden gayrı

Bu beytte "acımak" ve "ağlamak" başkalarını dışarıda bırakarak şairin yüreğine ve göz bebeğine tahsis edilmiştir. Kasr manası Türkçemizde 'ancak, yalnız, başka, özge, belki, meğer, değil' edatları ile yahut nefy ve isabet yoluyla ifade edilir (Ustaosmanoğlu ve Şahin, 2012: 234).

78

Eserin 260-302. sayfaları aralığında inşâ konusunun tercümesi bulunmaktadır. Mütercimler, konuyu tercümeye başlarken inşânın ne anlam ifade ettiğine şu şekilde değinmişlerdir: "Sıdka ve kizbe delalet etmeyen yani, doğruya veya yanlışa ihtimali olmayan söz veya cümlelerdir. İstifham, temenni, nehy, nida (ünlem) cümleleri bu gruba girerler." (Ustaosmanoğlu ve Şahin, 2012: 262).

Ustaosmanoğlu ve Şahin, Telhîs'te inşâ konusu kapsamında değinilen terimlerden istifhâmı şu şekilde tarif etmişlerdir:

İstifham: Sormak, bir şeyi zihnen öğrenmek istemektir. Bu Türkçede "mi" edatıyla ifade edilir. Bu edat, sorulan ne ise ona bitiştirilir. Örneğin "Ahmet mi geldi?" ve "Ahmet geldi mi?" istifhamları arasında fark vardır. Birincisi gelenin Ahmet mi, başkası mı olduğunu soruyor; ikincisi ise Ahmet'in gelip gelmediğini sual ediyor (Ustaosmanoğlu ve Şahin, 2012: 266).

Aynı şekilde inşâ konusunda değinilen hususlardan birisi de nidâdır. Nidânın anlatıldığı kısım tercüme edilirken dipnotta konu hakkında şu malumat verilmiştir:

Nidâ: Birine seslenmektir. Çağırana "münâdî" çağrılana ise "münâdâ" denilir. Birini çağırmak, onun dönüp bakmasını istemek olduğu için nidâ da taleb-i inşadan sayılmıştır. Türkçedeki nidâ edatları 'ey, hey, behey, yâ, eyâ' kelimeleridir. Bunlar kelime ve terkiplerin başında bulunur. "Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker!" mısraında olduğu gibi. Nidâ, lafzen veya takdiren اوُعْدَأ fiilinin yerine geçen yukarıda Türkçesi yazılı "اَي,اَيَأ, ا يَه, َْىَأ ve hemze" gibi beş harften biri ile talepte bulunmaktır. Bu harflerden اَيَأ ve ا يَه daha ziyade uzaktakileri çağırmak için kullanılır" (Ustaosmanoğlu ve Şahin, 2012: 299).

Eserin 303'ten 356. sayfasına kadarki kısmı fasıl ve vasıl konularının tercümesinden müteşekkildir. Mütercimler, fasıl ve vasıl konularının olduğu kısmı tercüme etmeye başlamadan önce dipnotta bu iki terimi örnekler de vererek şöyle tanıtmışlardır:

Vasıl: Bir cümleyi, diğer bir cümleye herhangi bir bağlaç yardımıyla atfetmek (bağlamaktır). Vaslın yapıldığı yerler a) Her iki cümle arasında birleştirici bir yön bulunduğunda ve atfı engelleyen herhangi bir şey bulunmadığında b) Atıf yapılmadığı zaman, maksada aykırı bir manayı anlama şüphesi ortaya çıktığında (atıf yapılır). Fasıl: Bür cümleyi diğer bir cümleye atfetmemek (bağlamamaktır). Faslın yapıldığı yerler: a) İki cümle arasında tam bir birleştirici yön bulunduğunda (fasıl yapılır). b)Haber ve dilek sigaları ayrı olduğu için iki cümle arasında tam bir zıtlık bulunduğunda (fasıl yapılır). c) İkinci cümle, birinci cümledeki sorunun cevabı olunca (fasıl yapılır). d) Bir cümlenin önündeki iki cümleden hangisine bağlanacağı belli olmadığında. Çünkü birine bağlandığında mana bozulabilir (Ustaosmanoğlu ve Şahin, 2012: 304-305).

Kaynak metinde fasıl ve vasıl konuları hakkında verilen örneklerin daha iyi anlaşılması için mütercimler tarafından bazı açıklamalar yapılmıştır. Örneğin, vasıl konusuyla alakalı örnek gösterilen اللَََكَد يَا َوَََلا cümlesi "Hayır, Allah seni takviye eder." (Ustaosmanoğlu ve Şahin, 2012: 333) şeklinde tercüme edildikten sonra şu açıklama yapılmıştır:

Bu örnekte, hayır anlamında olan ََلا, daha önce geçen bir söze cevap gibidir. Sanki ََكِلاَذَكََُرْمَ ْلااََِلَه "durum böyle midir?" şeklinde sorulmuş, onun cevabında ََلا "hayır öyle değildir" şeklinde cevap verilmiştir. Buna göre manen bir cümle-i haberiyyenin varlığı söz konusudur. اللَََكَد يَا cümlesi,

79

lafzen haber cümlesi olmakla birlikte dua makamında olduğu için ma'nen inşa cümlesidir. Bu itibarla aralarında kemal-i inkıta' vardır. Ancak bu takdirde muradın aksine bir mananın anlaşılması endişesi doğmaktadır. İşte bu endişeyi ortadan kaldırmak için vasıl yapılması yoluna gidilmiştir" (Ustaosmanoğlu ve Şahin, 2012: 333-334).

Eserin 357 ile 402. sayfaları aralığında îcâz, ıtnâb ve müsâvât konularının tercümeleri yer almaktadır. Îcâz, ıtnâb ve müsâvât terimlerinin manaları dipnotta şu şekilde verilmiştir:

İcaz (sözü kısaltma): Herhangi [bir] mefhumu, kendinden az lafızlarla ifade etmeye denir (veya maksadı ifade etmek şartıyla az kelimeyle, çok manaları anlatmaya denir). Itnab (sözü uzatmak): Herhangi bir fayda için maksadı, alışılagelmiş ibareden fazla sözlerle ifade etmektir. Müsavat (eşitlik): Kastedilen herhangi bir manayı, kendisine eşit miktarda kelimelerle ifade etmeye denir (Ustaosmanoğlu ve Şahin, 2012: 357-358).

Telhîs'te îcâz konusuyla alakalı olarak lafzın manayı ifade etmede yeterli olması gerektiği ölçütü önemle vurgulanmıştır. Eğer lafız manayı ifade etmede yetersiz kalıyorsa bu îcâz değildir. Mütercimler bu hususla alakalı Telhîs'te örnek gösterilen ا دَكَََشاَعََْن مِمََِكو نلاََِلَلاِظَيِفََ رْيَخََُشْيَعْلا َو beytini "Ahmaklığın gölgesindeki hayat, sıkıntılı ve yorgun bir hayat sürmekten daha hayırlıdır." (Ustaosmanoğlu ve Şahin, 2012: 362) şeklinde tercüme ettikten sonra şu açıklamayı yapmışlardır:

Beytte yer alan lafızların delalet ettiği mana budur. Ancak bu ifadeden pek fazla bir şey anlaşılmamaktadır. Anlaşılıyor ki, beytte bazı eksiklikler mevcuttur. Eksikler tamamlanırsa şöyle olur: اًّدَكََِلْقَعْلاََِلَلاِظَيفَََشاَعََْن مِمََِكو نلاََِلَلاِظَيِفََ رْيَخََُمِعا نلاََُشْيَعْلا َو Görüldüğü üzere beyte "َُمِعا نلا"َve "َِلْقَعْلاََِلَلاِظَيف" ifadeleri eklenmiştir. Bu ilavelerden sonra mana şöyledir: "Ahmaklığın gölgesinde rahat bir hayat, aklın ve zekânın gölgesindeki zahmetle geçirilen hayattan daha hayırlıdır."