• Sonuç bulunamadı

III. Arapça Terkipler/Tamlamalar

III.II. Arapça Terkiplerde Yapı ile İlgili Diğer Durumlar

III.II.I. Terkiplerden Oluşan Arapça Birleşik Kelimeler

III.II.I.I. İzâfet-i Lafzî

2. BÖLÜM

2.2. Sanat Bakımından Terkipler

2.2.1. Terkiplerde Edebî Sanatlar ve Sanatsal Dil Kullanımları

2.2.1.1. Teşbih

Teşbih (benzetme/analoji), “lafızların, bir şeyin üst dereceyi bulan bir vasıfta diğer bir şeyle ortaklığına delâlet etmesi”dir (Bilgegil, 1989: 134). Teşbih sanatı;

teşbihin unsurlarına, benzeyenin ve benzetilenin kullanımına, benzetme yönüne (vech-i şebehe) ve teşbihin oluşum gayelerine göre sınıflandırılmaktadır (Kocakaplan, 2011:

162-176). Bir teşbihte iki kavram arasındaki benzetme yönü, gerçeğe dayalı (tahkîkî) veya hayale dayalı (tahayyülî) olabilmektedir (Saraç, 2007: 130). Benzetmeli bir terkipte terkibi oluşturan iki lafız arasındaki benzetmenin hangi ilgiden dolayı yapıldığı açık olmayan veya benzetme yönü ilk etapta kolayca anlaşılmayan; ancak beyitte yer alan hayal çözüldüğünde benzetme yönünün anlaşıldığı terkipler, benzetme yönü tahayyülî olan terkiplere örnektir. Benzeyen veya benzetilenin soyut olduğu ve benzetme yönünün tahayyülî olduğu terkiplere iki kavram arasındaki ilginin ilk etapta anlaşılmamasından dolayı alışılmamış bağdaştırma adı verildiği görülmektedir.

Benzetme yönü tahayyülî olan teşbihlerde benzeyen veya benzetilen unsurlardan biri çoğunlukla soyuttur, bu sebeple bu teşbihler hayal ile açıklanabilirler. Benzetme yönü hayale dayanan tahayyülî teşbihler, sanat bakımından da en orijinal teşbihlerdir.

Örneğin aşağıdaki beyitte “hulk” ve “lutf” kavramları “sâgar” ve “bâde”ye benzetilmiştir. Bu teşbihî terkip, benzetme yönü bakımından tahayyülîdir. Bu iki teşbihte akla dayalı değil, hayale dayalı bir benzetme söz konusudur:

96 Sâgar-i hulkuñ nesiminden musaffâdur dimâğ

Bâde-i lutfuñ şemîminden mu‘attardur dimâğ (Fuzûlî K 18/26)

“Dimağ, yaratılış kadehinin rüzgârından süzülmüş ve lütuf şarabının güzel kokusundan kokulanmıştır.”

Benzetme yönü kolay anlaşılacak derecede açık olan teşbihler, “teşbîh-i karîb/teşbîh-i mübtezel”; benzetme yönü alışılmışın dışında olan ve kolayca anlaşılmayan, dikkat gerektiren teşbihler ise “teşbîh-i baîd/teşbîh-i garîb” olarak sınıflandırılmaktadır (Saraç, 2007: 134). Ancak bir teşbihin karîb veya baîd olması kişiden kişiye değişebileceğinden bu sınıflandırma her zaman geçerliliğini korumamaktadır.

Terkiplerde teşbih sanatı ile iki şekilde karşılaşılmaktadır. Birincisi, terkibin bütününün benzeyen veya benzetilen olduğu terkipler; ikincisi ise terkibin içerisinde hem benzeyen hem benzetilenin yer aldığı teşbih-i beliğlerdir.

Klasik Türk şiirinde terkibin bazen tamamı benzeyen veya benzetilen olabildiği gibi, bazen de onu oluşturan unsurlardan biri benzeyen, diğeri benzetilen olabilmektedir. Örneğin aşağıdaki beyitte saç lülesi, “çevgân-ı fitne”ye benzetildiği için bu terkibin tamamı benzetilendir. Saçın, “gûy u çevgân” oyununda kullanılan, ucu eğri olan “çevgân”a (sopaya) benzetilmesi oldukça alışılmış; ancak saç lülesinin siyahlığı, âşığı yoldan çıkarması ve ona sıkıntı vermesi sebebiyle fitne sopasına benzetilmesi alışılmışın dışında bir benzetmedir. Beyitte geçen “gûy-ı âfitâb” terkibi beliğ teşbih olup, güneş, şekil olarak yuvarlak olması sebebiyle “gûy u çevgân” oyunundaki “gûy”a (topa) benzetilmiştir. Klasik Türk şiirinde “gûy u çevgân” oyunu ile benzetme yapılırken aşağıda belirtilen gösterilenler üzerinden yapılmaktadır:

Şiirde çevgân, savlecân, çevgen isimleriyle geçen oyundaki “gûy”, yuvarlaklık, hacim, yuvarlanma, darbeye maruz kalma; “çevgân” (çevgen, savlecân); uzunluk, eğri uçlu olma, hareket kazandırma, çarpma özellikleriyle ele alınmıştır. Bu temel gereçlerin yanında oyun sahası, binek, biniciler ve oyundaki mücadeleler de şiirde zengin bir arka plan oluşturmuştur.

Bu ilgi ve ilişkilendirmelerde “çevgân”a aktiflik ve hareketlilik, eyleme geçirme, yönlendirme;

“gûy” a edilgenlik, etki altında kalma, yönlendirilme, irade dışılık, tabi olma gibi roller biçilmiştir. (Selçuk, 2016: 1862)

Ey Nâ’ilî o turra ki çevgân-ı fitnedir

Pâmâl iken rübûdesidir gûy-ı âfitâb (Nâilî G 11/7)

“Ey Nâilî, o saç lülesi ki fitne sopasıdır, ayakaltında iken güneş topu ona kapılmıştır.”

97 Edebî metinlerde çoğunlukla soyut bir nesne, okuyucunun hayalinde canlanabilmesi için çeşitli somut nesnelere benzetilerek anlatılmaktadır. Klasik Türk şiirinde benzetmeler şairin anlatmak istediği hayalin önemli bir yardımcısı olmakta ve beytin tamamı bu hayal çerçevesinde şekillenmektedir. Bu sebeple klasik Türk şiiri terkiplerinde benzetme, şairin zihnindeki hayalin anlatılmasında, tasvir edilmesinde kullanılan temel bir unsurdur.

Teşbihî terkipler incelendiğinde bazı benzetmelerin benzetme yönünün kolayca anlaşıldığı görülmektedir. Ancak kimi teşbihî terkiplerde ise iki lafzın nasıl bir benzetme ilgisiyle terkip oluşturduğu kolay kolay anlaşılamamaktadır. Bu tür terkiplerde benzetme yönü tahkikî olmadığı için benzetme ilgisi hemen anlaşılmamaktadır.

Terkiplerde teşbih, somutun somut olana teşbihi veya soyutun somut olana teşbihi olmak üzere iki şekilde yapılmaktadır:

2.2.1.1.1. Somutun Somuta Teşbihi

Terkiplerde somutun somut olana teşbihinde benzetme yönünün tahkikî olduğu, bu sebeple benzetmenin gerçeğe aykırı olmadığı ve akıl yoluyla o benzetmeyi herkesin bulabildiği teşbihlerdir. Bu teşbihlerde benzetme yönü, beş duyudan biriyle algılanabilir özelliktedir.

Klasik Türk şiirinde sevgilinin güzellik unsurları anlatılırken çoğunlukla teşbihe başvurulmuştur. Yapılan teşbihlerle sevgilinin güzellik unsurları doğada bulunan güzellik bakımından değerli nesnelere benzetilerek tasvir edilir ve benzetilen nesnenin sahip olduğu anlamlar benzeyen nesneye aktarılır. Örneğin aşağıdaki beyitte geçen “tîr-i müjgân” terkibinde “tîr” ve “müjgân” lafızların her ikisi somut olup, bu iki lafız arasında sivrilik ortak gösterilenleri dolayısıyla benzetme yapılmıştır. Bu terkipte kirpik kendisinden sivrilik ve yaralayıcılık bakımından daha üstün olan oka benzetilmiştir, böylelikle beyitteki bu terkiple kirpiğin yaralayıcılık özelliğine vurgu yapılmıştır:

Vaz geldi câna dil-ber tîr-i müjgân urmadan

Anlamışdur ol peri-sûret meger vurgunluğum (Bâkî G 325/4)

“Sevgili, cana kirpik okunu vurmaktan vazgeçti. O peri yüzlü meğer yaralı oluşumu anlamıştır.”

98 Klasik Türk şiiri terkiplerinde somutun somut olana teşbihine çok sık rastlanmaktadır. Aşağıdaki beyitlerde altı çizili olan terkipler, somut olan benzetilenin somut bir benzeyene teşbih edilmesiyle oluşturulmuştur:

Tavâf-ı kûyuñ isterdüm kılam bâr-ı gam-ı ‘ışkuñ

Ham itdi kâmetüm yollar dutuldı hâr-ı müjgândan (Fuzûlî G 216/4)

“Bulunduğun yeri tavaf etmek isterdim. Aşk gamının yükü boyumu iki büklüm etti. Kirpik dikeninden yollar tutuldu.”

Etse çeşmi gazab-ı zehre-şikâfın derkâr

Dil-i Mirrîhe dayar hançer-i müjgânı ucun (Nâilî G 257/4)

“Gözü, korkunç gazabını belli etse Merih’in gönlüne kirpik hançerinin ucunu dayar.”

Gâh olup nâvek-i müjgân ile mecrûh-ı mecâz

Derd-i endûh be-ser hâr-ı sitem der-pâdur (Neşâtî K 22/4)

“Bazen kirpik oku ile mecâz yaralısı olur; gam derdi başta, zulüm dikeni ayaktadır.”

Terkiplerde teşbih yoluyla benzetilen unsurun özellikleri benzeyen unsura aktarılırken benzetilen kavram olumlu veya olumsuz anlamda vurgulanmaktadır.

Örneğin aşağıdaki beyitte sevgilinin kirpikleri oka benzetilerek, “nâvek-i müjgân”

terkibi kurulmuş, böylece okun insanı yaraladığında verdiği acı hatırlatılarak sevgilinin bakışıyla âşığın duyduğu acı etkili bir şekilde tasvir edilmiştir:

Bakdukça sana kan saçılur dîdelerümden

Bağrum delinür nâvek-i müjgânuñı görgeç (Fuzûlî G 52/2)

“Sana baktıkça gözlerimden kan saçılır, kirpik okunu görünce bağrım delinir.”

Aşağıdaki beyitte geçen “eşk deryâsı” (gözyaşı denizi) terkibinde gözyaşının ve denizin ortak gösterilenleri, sıvı ve tuzlu olmasıdır. Bu iki lafzın gösterilenlerine bakıldığında, her iki gösterilenin somut bir nitelik taşıdığı görülmektedir. Beytin bütününe bakıldığında “eşk deryâsı” (gözyaşı denizi) terkibiyle gözyaşı, özellik bakımından daha üstün olan denize benzetilmekte ve denizin tuzlu, çok oluşu özellikleri gözyaşına aktarılmaktadır:

Merdüm-i çeşmüm yığar peykânlaruñ mümkin degül Ol ağaçlar birle tutmak eşk deryâsına pül (Fuzûlî G 174/4)

99

“Göz bebeğim temrenlerini (kirpiklerini) yığar. O ağaçlarla gözyaşı denizine köprü kurmak imkânsızdır.”

Bâkî’nin bir gazelinde de gözyaşının denize benzetildiği “deryâ-yı eşk” teşbihî terkibinin kullanılması, klasik Türk şiirinde bazı terkiplerin birçok şairin şiirinde bir değişiklik yapılmadan aynı şekliyle kullanıldığını göstermektedir. Aynı terkibin başka bir şairin şiirinde yer almasına sık rastlanırken bu terkibin her şiirde farklı bir hayalin inşasında kullanılmasını dikkat çeker. Yukarıda Fuzûlî’ye ait olan beyitte geçen gözyaşının denize benzetildiği teşbihî terkibi, Türkçe yapılı bir terkip iken Bâkî’de Farsça bir terkiptir:

Oldı deryâ-yı eşküme nisbet

Günbed-i çarh-ı nîl-reng habâb (Bâkî G 19/5)

“Yeşil renkli feleğin kubbesi gözyaşı denizime nispet yapıp kabarcık oldu.”

Neşâtî’nin aşağıdaki beytinde farklı bir teşbihî terkip yer almaktadır. Sürahinin goncaya benzetildiği “sebû-yı gonçe” (gonca sürahisi) terkibinde sürahi, rengi dolayısıyla goncaya benzetilmiştir. Bu beyitte geçen sürahiden kasıt içinde şarap olan kaptır ve içerisindeki şaraptan dolayı kabın rengi kırmızıdır. Beyitte anlatılan sürahinin içindeki şarap henüz kadehlere konulmamış olmasıyla güle değil, bir goncaya benzetilmiştir. Beytin ikinci mısrasında sürahinin omuzdan indilirip koltuk altında tutularak kadehlere boşaltılmasıyla gülün açtığı beyitte söylenmese dahi hissettirilmiştir.

Bir teşbihî terkibin doğru anlaşılması, bütün beyitteki hayalin tam olarak anlaşılmasını sağlamaktadır:

Sebû-yı gonçe ber-dûş-ı nihâl-i tâzedür şimdi

Sürâhi der-bagal sâki de reftâre ayak bassun (Neşâtî G 97/2)

“Gonca sürahisi, taze fidanın omuzundadur. Şimdi saki de sürahiyi koltuğunun altına alıp yürümeye başlasın (kadehi doldurmaya başlasın).”

Terkiplerle benzetmelerde somut varlıklar diğer bir somut varlığa benzetilerek tasvir edildiğinde bu tasvirin anlaşılması zor olmamakla birlikte terkibi anlamak için beytin bütününe bakmak çoğu zaman gerekmemektedir. Örneğin aşağıdaki beyitte geçen “cihân bâğı” terkibinde cihân bir bağa hangi yönüyle benzediği sadece terkibe bakılarak anlaşılabilmektedir. Beyitte dünya, içerisinde güllerin, meyvelerin olduğu güzel bir bağa benzetilir ve bağda bu derece güzel güllerin oluşu temiz eteğiyle o yerlerin güzelliğini artıran kişi sebebiyledir:

100 Dâmen-i pâkiyle ol behçet-fezâ-yı mülkdür

Ger cihân bâğında cennet güllerinden var gül (Fuzûlî K 10/54)

“Dünya bağında cennet güllerinden bir gül var ise o da, pak eteğiyle mülkün güzelliğine güzellik katandır.”

Benzer şekilde aşağıdaki beyitte geçen “deyr-i cihân” terkibinde somut iki varlık birbirine benzetilmiştir. Cihan, görülen somut bir yer iken onun yine somut, içinde ayin yapılan bir kiliseye benzetilmesi bu benzetmenin anlaşılmasını kolaylaştırmıştır. Ancak dünyanın neden bir kiliseye benzetilildiği beyitteki hayalin anlaşılmasıyla çözülecektir.

Âşığın, kendisine yüz vermeyen, şiveli ve put kadar düzgün ve güzel olan sevgiliye duyduğu aşk neticesiyle içinde bulunduğu dünya farklılaşmıştır. Âşık, bu güzeli sevdikten sonra dünyayı eskisi gibi algılamadığını “deyr-i cihân” terkibiyle belirtmiştir.

Çünkü kiliselerde duvarları süsleyen ikonlar vardır. Put kadar güzel olan sevgiliye ulaşmak için âşık, dünya kilisesinde Hristiyan rahiplerin bağlamış oldukları zünnar adlı kumaşı beline bağlar ve sevdiğinin dinine girer. Bu sebeple dünya bir kiliseye, aşk bir zünnara ve sevgili de kilisedeki putlara benzetilmiştir:

Deyr-i cihânda bir sanem-i şivekâr ile

Zünnâr-bend-i ‘aşk olalı hâlimiz harâb (Nâilî G 13/4)

“Dünya kilisesinde bir işveli put ile aşk zünnarını bağlayalı hâlimiz harap olmuştur.”

Şairlerin muhayyilesinde oluşan görüntüler edebiyatta dil aracılığıyla somutlaşır.

Aşağıdaki beyitte şair, muhayyilesinde kurmuş olduğu yanak-bağ, sine-ayna benzetmelerini terkipler aracılığıyla şiire dâhil etmektedir. Bu terkiplerdeki benzetmeleri anlayabilmek için yanak, sine gibi lafızların klasik Türk şiiri bağlamında ne gibi özelliklere sahip olduklarını bilmek gerekmektedir. Aksi takdirde zihinlerde var olan yanak lafzının gösterilenleri sınırlı olacak ve bu gösterilenlerden hiçbirinin bağ lafzının gösterilenleriyle uyuşmadığı görülecektir. Oysa şair, benzetmeli bir terkip kurduğunda illa ortak bir gösterilen üzerinden bunu yapmaktadır. “Bâğ-ı ruh” terkibinde yanak anlamına gelen “ruh” lafzının klasik Türk şiirindeki gösterilenlerinden biri ayva tüyleri olması, bu tüylerin de sarıya çalan açık bir renkte olmasıdır. Yanağın üzerindeki tüyler ile bağın içindeki yeşillikler ve yeni çıkmış otlar bu terkibin ortak gösterilenini oluşturmaktadır. Dolayısıyla yanak bağa benzetilerek bu yanakta taze yeşilliklerin (ayva tüylerinin) olduğu söylenmiştir. Sine-ayna benzetmesi ise her iki varlığın parlak olması

101 gösterileni sebebiyle yapılmaktadır. “Mir‘ât-ı sîne”, terkibi teşbih olan bir terkiptir, ancak terkipte benzetmeyi oluşturan benzeyen ve benzetilen ögelerinin somut ve benzetme yönünün de gerçeğe uygun olmasından dolayı terkip tahkiki yolla oluşturulmuş bir teşbihtir:

Bâğ-ı ruhında sebze-i nev kim demîdedür

Mir‘ât-ı sîne âyine-i jeng-dîdedür (Neşâtî G 38/1)

“Yanak bağında taze otlar yeşermiştir. Sine aynası paslı aynadır.”

Aşağıdaki beyitte geçen “tîr-i gamze” (gamze oku) terkibinde benzetme yönü tahayyülîdir. Bu terkipte her iki kavram arasındaki sivrilik ve yaralayıcılık ilgisi sebebiyle benzetme oluşturulmuştur:

Çeşmüñi ehl-i nazar kasdına ta‘yîn eyleyüp

Tîr-i gamzeñden müheyyâ eylemiş esbâb aña (Fuzûlî G 18/6)

“Gözünü nazar ehlinin canına kastetmek için görevlendirip, ona gamze okundan vasıtalar hazırlamış.”

Hançer-i gamze-i hûn-rîzüñe tîğ-i Hayder

Safha-i ‘ârızuña mushaf-ı Osmân dirler (Bâkî G 144/3)

“Kan döken gamze hançerine Haydar’ın kılıcı, yanağının yüzeyine Hz.

Osman’ın mushafı derler.”

Klasik Türk şiirinde benzetme yönü tahkikî olan ve somutun tekrar somut bir nesneye benzetildiği birçok terkip kurulmuştur. Özellikle yukarıda birkaç örneğini verdiğimiz bu terkipler, klasik Türk şiirinde çoğunlukla her şairin şiirinde yer alan teşbihî terkiplerdendir.

2.2.1.1.2. Soyutun Somuta Teşbihi

Klasik Türk şiirinde soyut bir kavram somut bir varlığa benzetilmesiyle oluşan terkipler en çok dikkat çeken terkiplerdendir. Terkiplerde soyut somuta benzetilirken iki kelime arasında tahkikî veya tahayyülî bir ilgi oluşturulmaktadır. Örneğin aşağıdaki beyitte “mürg-i ‘akıl” (akıl kuşu) terkibinde aklın bir kuşa benzetilmesi oldukça ilginçtir. Akıl ve kuş kavramlarının sahip olduğu ortak gösterilen bu terkibin kurulmasında etkili olmuştur. Aklın, pratik ve hızlı hareket etmesi aynı şekilde kuşun da hızlı hareket etmesi gösterilenlerine dayanarak akıl ile kuş arasında bir benzerlik kurulmuştur. Aynı zamanda bu terkipte bir kuş gibi aklın kişiyi terk edebileceği

102 vurgulanır. Bu beyitte Mecnun’un çöllere düştükten sonra, aklını yitirmesi ve kuşların başının üstünde yuva yapması olayına telmih yapılmış, ancak bu tarihî gerçek farklı bir bakış açısıyla dile getirilmiştir. Mecnun’un aklını yitirmesi olayı, onun kuşa benzeyen aklının çocuklar tarafından korkutulmasına bağlanmıştır:

Başdan mürg-i ‘akıl uçmaz idi başından

Tıfllar üstine taş atmasalar Mecnûnuñ (Bâkî G 283/4)

“Çocuklar Mecnun’un üstüne taş atmasalardı, en önce akıl kuşu başından uçmazdı.”

Soyut bir kavram, somut bir varlığa benzetilirken somut olanın özellikleri soyut olana yüklendiğinden bu teşbihlerde, benzetme yönü çoğunlukla tahayyülîdir. Aşağıdaki beyitte geçen “tûfân-ı cefâ” (cefa tufanı) terkibinde soyut olan cefa, somut olan tufana benzetilmiş ve cefanın tufan gibi yıkıcı oluşuna vurgu yapılmıştır. Bu beyitte ikinci bir soyutun somut olana teşbihi olan “fülk-i dil” (gönül kayığı) terkibidir. Gönül, kişiyi amacına ulaştırdığı için bir kayığa benzetilmiş ve bu kayığın zorlu bir denizden geçtiği belirtilmiştir. Beyitte bir üçüncü soyut kavramın somut bir nesneye teşbihi ise “lenger-i temkîn” terkibi ile olmuştur. Bu terkipte temkin kayığı tutan bir çapaya benzetilmiştir.

Beyitte asıl olarak bu terkiplerle anlatılmak istenen, temkinin insanı bir çapa gibi tuttuğu ve bu sayede kayığa benzetilen gönlün, cefa tufanında batmamasıdır. Benzetme bildiren bu terkiplerde, gönlün kayığa, aynı şekilde temkinin çapaya benzerliği tahayyülîdir:

Etmedi tûfân-ı cefâ kârger

Fülk-i dile lenger-i temkînimiz (Nâilî G 138/3)

“Gönül kayığına cefa tufanı tesir etmedi, (çünkü etkili olan) temkin çapamızdır.”

Aşağıdaki beyitte geçen “merhem-i neşât” (sevinç merhemi) terkibinde sevincin yaraları iyileştiren bir merheme benzetilmesiyle sevincin kişi üzerindeki etkisi kısa, öz ve etkili bir şekilde ifade edilmiştir:

Biz çâk çâk-i tîğ-i gamız hergiz olmasın

Zahm-âşinâ-yı cân u ciğer merhem-i neşât (Nâilî G 187/4)

“Biz gam kılıcının derin yırtığıyız. Sevinç merhemi hiçbir şekilde can ve ciğer yarası ile tanışmasın.”

103 Aşağıdaki beyitte sevgili, âşığın başına gamlar yığar ve onu dertler içinde bırakır;

ancak âşık, bu aşk çölü içerisinde kendisi gibi boş gezen birisinin daha olmaması nedeniyle sevgilinin ona gam yükünü vermesini haklı görmektedir. Bu beyitte soyutun somut olana benzetildiği “bâdiye-i ışk” terkibi ile aşk, sonu gelmeyen bir çöle benzetilerek aşkın içinden çıkılmasının zor olduğu vurgulanmıştır:

Yığdı benüm başuma dehr gamın n’eylesün Bâdiye-i ‘ışkda ben gibi âvâre yoh (Fuzûlî G 58/3)

“Benim başıma zamanın gamını yığdı. Ne yapsın, aşk çölünde benim gibi boş gezen yok.”

Soyutun somut olana teşbihi edildiği kimi terkiplerde ise benzetme yönü tahayyülî olabilmekte ve bulunabilmesi tasavvufi ıstılahların bilinmesine bağlı olmaktadır.

Örneğin “mirât-ı kalb, âyîne-i kalb, âyîne-i dil, mirât-ı dil” vb. terkiplerde soyut olan kalp somut olan aynaya benzetilmektedir. Tasavvufi anlamda kalp kişinin niyetlerinin yansıdığı ve Allah’ın ilahî isim ve sıfatlarının tecelli ettiği yer olması bağlamında aynaya benzetilmektedir (Uludağ, 1996: 297). Kalbini dünya sevgisinden uzak tutan ve zikirle kalbini cilalayan insanların kalbinde Allah’ın nurunun tecelli etmesi sebebiyle kalp aynaya benzetilmektedir. Klasik Türk şiirinde sık kullanılan bu terkibin benzetme yönü tahayyülîdir:

Âyîne-i dili sana sunsun mı Nâ’ilî

Sultân-ı mülk-i ‘aşk gedâlık mı eylesin (Nâilî G 263/7)

“Nâilî, gönül aynasını sana sunsun mu? Aşk mülkünün sultanı gedalık mı eylesin?”

Saç ağardı gel yeter mir‘ât-ı kalbüñ tîre kıl

Ömrden bir dem ki kalmış eyle istiğfâra sarf (Fuzûlî MKt 9/2)

“Saç ağardı, yeter artık gel, kalp aynanı karart. Ömürden bir zaman kalmış, tövbeye harca.”

Sanat bakımından iki kavramın birbirine benzetilmesiyle birlikte şair, dikkatleri benzetilen kavrama çeker ve yapmış olduğu benzetme ile duygularını aktarır. Bu benzetmelerle şairin tasvir ettiği durum, okuyucunun gözünde canlanabilmekte ve okuyucu şairin duygularını hissedebilmektedir. Buna örnek olarak aşağıdaki beyitte geçen “cevher-i cân” terkibi verilebilir. Bu beyitte kişi için değerli olan, herkesin

104 sakınarak baktığı can, kıymetli bir taşa benzetilerek onun ne kadar değerli olduğu belirtilmiştir. Soyut olan, göz ile görülemeyen, el ile tutulamayan bir kavramın gözle görülür, elle tutulur bir nesneye teşbih edilmesi şairlere soyut kavramları aktarmalarında kolaylık sağlamaktadır:

Sad cevher-i cân olmağa îsâr-ı güşâyiş

Ol hokka-i la‘lîn-i dürer-bâra ne minnet (Nâilî G 26/3)

“Yüz can cevheri açılış bahşişi yapılmış olsa o inci dolu kırmızı hokkaya minnet mi edilir?”

Fuzûlî’nin aşağıdaki beytinde geçen “mi‘mâr-ı hıred” terkibinde soyut olan akıl, somut olan mimara benzetilmiştir. Aklın tıpkı bir mimar gibi ayrıntıları hesap edebilme özelliğinden dolayı mimara benzetildiği görülmektedir:

Kasr-ı vasfınuñ binâsın kılsa mi‘mâr-ı hıred

İzz ü câh ü devlet ü ikbâl çâr erkân olur (Fuzûlî K 8/30)

“Vasıf kasrının binasını akıl mimarı yapsa, izzet ile makam, devlet ile ikbâl onun dört direği olur.”

Fuzûlî Divanı’nda soyut olanın somuta teşbih edilmesiyle meydana gelen terkiplerin daha az olduğu görülmüştür. Divanda yer alan teşbihî terkiplerin en çarpıcı örnekleri şöyledir: Fuzûlî’nin aşağıdaki beytinde geçen “âyîne-i idrâk” terkibi soyutun somut olana teşbih edildiği terkiplerdendir. İdrak, anlayış, akıl erdirme anlamında olup, soyut bir kavram iken ayna gibi somut bir varlığa benzetilmiştir. Aynanın gerçeği gösterme özelliği ile idrakin gerçeği kavrama özelliği bu benzetmenin yapılmasında etkili olmuştur. “Âyîne-i idrâk” terkibi ile aklın bir eylemi olan idraka, bir aynaya yansıyan görüntüler gibi gerçeğin bilgisinin yansıdığı sanatlı bir şekilde ifade edilmiştir:

Ey safa-yı sûretin kaydın çeken bil kim henüz

Jengden âyîne-i idrâkini pâk itmedüñ (Fuzûlî MKt 17/1)

“Dış görünüşünün derdine düşen kişi, henüz idrak aynanı pastan temizlemediğini bil.”

Fuzûlî, aşağıdaki beyitte, soyut kavramları somut varlıklara benzettiği terkipler kullanmıştır. Beyitte geçen “gül-i hadîka-i ikbâl” terkibinde talihin bahçeye benzetilmesiyle talih gibi soyut bir kavram, bahçe gibi somut bir varlık ile somutlaştırılmıştır. “Serv-i bağ-i hüner” diğer bir terkiptir. Bu terkipte hüner, bereketli olan ve içinde meyvelerin, bitkilerin yetiştiği bir bağa benzetilmektedir. Üçüncü terkip

105 ise “meh-i sipihr-i edeb” terkibidir. Bu terkipte de edep, parlayan güzel bir yıldıza teşbih edilmektedir. Her üç terkip de soyut kavramın somutlaştırılması yoluyla yapılmıştır:

Gül-i hadîka-i ikbâl ü serv-i bağ-i hüner

Meh-i sipihr-i edeb şehryâr-i na‘t-şi‘âr (Fuzûlî K 27/14)

“Övülmeye layık padişah, ikbâl bahçesinin gülü, hüner bağının servisi ve edep göğünün ayıdır.”

Yukarıdaki beyitte geçen “gül-i hadîka-i ikbâl” terkibi şairin diğer bir kasidesinde de yer almaktadır:

Gül-i hadîka-i ikbâl Mustafâ Çelebi

Kim oldu devlet-i kurbiyle kâmkâr kalem (Fuzûlî K 33/ 19)

“Mustafa Çelebi, ikbâl bahçesinin gülü olduğundan kalem ona yakınlık devletiyle mutlu oldu.”

Fuzûlî’nin diğer bir beytinde geçen “çerâğ-ı tal‘at”, (güzellik kandili) terkibinde güzellik, etrafı aydınlatan bir nesneye benzetilir. Yukarıdaki terkibe benzer “dür-i niyâz” terkibinde de dua, değerli olan inciye benzetilmektedir. Her iki soyut kavramın olumlu anlamda somutlanması bu teşbihî terkiplerle yapılmaktadır:

Çerâğ-ı tal‘at ile Kerbelâya saldın nûr

Ol âsitânede kılduñ dür-i niyâz nisâr (Fuzûlî K 27/26)

“Güzellik kandili ile Kerbela’ya nur saldın. O eşikte dua incisini saçtın.”

Fuzûlî gibi Bâkî de şiirlerinde soyutu somuta benzeterek, kimi soyut kavramları etkili bir şekilde tasvir etmiştir. Örneğin aşağıdaki beyitte geçen “mürg-i dil” terkibinde gönlün, istediği yere konan bir kuşa benzetilmesiyle ona özgürlük özelliği yüklenmiştir.

Özgür, uçabilen bir kuş gibi olan gönlün konmak istediği yeri gözetlemesi ve doğru yeri bulduğunda konacağı anlatılan bu beyitte, bir kuş gibi olan gönlün, boyu Tuba ağacı olan bir yer araması ise onun en güzelin peşinde olduğunu vurgulamak amacıyladır.

Serv ve şimşir ağaçları gibi dünyada yetişen bir ağacın değil cennette var olduğu söylenen Tuba ağacının aranması gönlün yüksekten uçan bir kuş olduğunu vurgulamaktadır:

Mürg-i dil konmaga bir kâmeti Tûbâ gözedür

Serv ü şimşâdı begenmez katı a‘lâ gözedür (Bâkî G 67/1)

106

“Gönül kuşu, konmak için boyu Tuba olanı arar. Servi ve şimşir ağacını beğenmez, daha yüksek olanı gözetler.”

Aşağıdaki beyitte şairin muhayyilesinde bir şahsa övgü dizmek, bir gerdanlık ipine mücevher dizmeye benzetilir. Bu sebeple şair, memduhun yaşadığı zamanı bir geline benzeterek resmin diğer parçalarını bu hayale göre düzenleyip anlatmaktadır.

Zamanın bir geline benzetilmesiyle bu zamanda yapılan övgüler de bir gerdanlık; bu gerdanlık övgü olduğunda mücevheri kıymetli söz, ipi ise ince hayaller olmaktadır:

‘Arûs-ı dehre senânı benem kılâde kılan

Güher edâ-yı girân-mâye rişte ince hayâl (Bâkî K 21/23)

“Zaman gelinine övgünü gerdanlık kılan benim. Kıymetli eda, mücevher; ince hayal ise ipidir.”

Bu grupta yer alan teşbihlerde bazen tahkikî bir ilgi olmadan, tahayyülî bir ilgi ile de benzetme yapılabilmektedir. Soyutun somut olana benzetilmesiyle oluşturulan ve benzetme yönü tahayyülî olan teşbihî terkiplere örnek olarak “esb-i nâz” (naz atı), terkibi verilebilir. Terkipte naz, ata benzetilmiş; ancak nazın hangi yönüyle ata benzetildiği belirtilmemiştir. Bu terkipte benzetme yönü, şairin hayal dünyasına ait olduğu için tahayyülîdir. Beyitte âşığın sevgilisinin nazından nasıl etkilendiğinin sanatlı bir şekilde anlatılabilmesi için naz, at şeklinde hayal edilmiştir:

Esb-i nâz ile beni yâr kılupdur pâ-mâl

Na‘ller şekli aña sînede olmışdur dâll (Bâkî G 294/1)

“Sevgili, naz atı ile beni ayakaltına almıştır. Nalların şekli sinede buna gösteren olmuştur.”

Benzetme yönü tahayyülî olan ve soyutun somuta teşbih edilmesiyle oluşan terkiplerin Fuzûlî ve Bâkî’de daha az, Sebk-i Hindî etkisinde şiir yazan Nâilî ve Neşâtî’de daha fazla olduğu görülmektedir. Şairler arasında soyutun somuta teşbih edilmesinin üslûplarla ilişkili olduğu ancak hangi üslûpta olursa olsun her şairin divanında bu teşbih terkiplerini az da olsa kullandığı görülmektedir.

Bir beyitte yer alan teşbihî terkiplerin doğru anlaşılması ile beyit doğru şekilde anlaşılacaktır. Aşağıdaki beyitte soyut olan kavramların somut olan varlıklara benzetilerek anlatılmasının ardından bu somutlaştırılan kavramların ölçüde aynı oldukları belirtilmiştir. Aşk ve güzellik normalde ölçülemezken, “metâ’-ı ‘aşk” terkibi