• Sonuç bulunamadı

III. Arapça Terkipler/Tamlamalar

III.II. Arapça Terkiplerde Yapı ile İlgili Diğer Durumlar

III.II.I. Terkiplerden Oluşan Arapça Birleşik Kelimeler

III.II.I.I. İzâfet-i Lafzî

1. BÖLÜM

1.1.1. Lafız-Anlam İlişkisini İnceleyen Bilimler

1.1.1.1. İlm-i Delâlet ve Göstergebilim Terminolojisi

İlm-i delâlet ve göstergebilimde bazı terimlerin kavram olarak aynı, isimlendirme olarak farklı oldukları görülmektedir:

1.1.1.1.1. Dâll/Gösteren

Delâlet ilmi içerisinde “dâll ve medlûl” terimleri, lafız-anlam ilişkisi bakımından önemlidir. Dâll, var olan bir söz, bir durum veya bir hareket için kullanılırken; medlûl ise bu sözün veya hareketin işaret ettiği anlamlar, kavramlar ve hükümler için kullanılmaktadır. Bu iki unsurdan birincisi bir kavramı ve durumu işaret etmesi sebebiyle “dâll” yani bir kavramı işaret eden, gösteren her türlü işaret veya harflerdir.

Dâll, kendi dışında bir şeyden haber veren, onun varlığına işaret eden, onu gösteren unsura verilen addır. Dâll, bir anlamı ifade etmek için kullanılan her şeydir.

Örneğin dâll bazen bir işaret, bazen bir lafız olabilmektedir. Belâgat, bu unsurun daha çok söz, lafız yönüyle ilgilenmekte, işaretlerden oluşan gösterenler ise daha çok ilm-i delâletin sözsüz delâlet kısmına girmektedir. Dâll, göstergebilimde “gösteren”e karşılık gelmektedir (Saraç, 2007: 101).

Göstergebilim (semiotike), İ.Ö. 3. yüzyıla kadar götürülmekte ve “gösterge”

kelimesi ilk olarak hastalık belirtileriyle birlikte kullanılmıştır. Yunan hekimler hastalık belirtilerinin incelemesi anlamında gösterge, belirti, işaret terimlerini kullanmışlardır (Rifat, 2009: 27). Saussure ise, dil alanında ilk olarak gösteren ve gösterilen kelimelerini kullanarak göstergebilim terminolojisinin oluşmasına büyük katkı sağlamıştır.

Saussure ise, bundan kesinlikle kaçınmak istiyordu. Kabuk ve öz, biçim ve düşünce, imge ve kavram arasında duraksadıktan sonra, birleşimleri göstergeyi oluşturan gösteren ve gösterilende karar kıldı. (Barthes, 2005: 47)

Roland Barthes (2005: 44), gösterge teriminin çeşitli yazarlarca bir dizi benzer ve ayrı terim arasında yer aldığını ifade etmektedir. Barthes (2005: 44), belirtke, belirti, görüntüsel gösterge, simge, alegori terimlerinin gösterge ile yarışan başlıca terimler

46 arasında sayılabileceğini belirtir. “Saussure’a ait bu terimler, Hjemslev’de söylemin iki yüzünü oluşturur. Bu yüzlerden biri ‘anlatım’ (Saussure, anlamda “gösteren”in eşdeğeri), diğeri ‘içerik’ (Saussure’cü anlamda “gösterilen”in eşdeğeridir.)” (Uçan, 2006: 97).

1.1.1.1.2. Medlûl/Gösterilen

Bir sözün, durumun veya hareketin zihinde oluşan anlamları, o kavramın gösterilenlerini oluşturmaktadır. Gösterilen, bir kelimenin veya durumun zihinde oluşturduğu farklı tüm gösterilenleri kapsar. Bu gösterilenler, ilm-i delâlette “medlûl”, göstergebilimde “gösterilen” terimine denk gelmektedir.

Bir göstergede gösteren ile gösterilen arasında ilişki kurulması işlemine anlamlama diyoruz.

Bir göstereni duyduğumuzda, gördüğümüzde şu veya bu biçimde algıladığımız zaman, onun gösterileni, yani anlamı zihinde oluşur. Sinemada ev gördüğümüzde, ev görüntüsüyle ev kavramı arasında bağ kurulur, görüntüyle kavram ilişkilendirilir; başka bir ifadeyle anlamlama süreci gerçekleşir. (Aydın, 2007: 73)

İletişimde belirti, görüntüye dayalı gösterge-ikon, görüntüsel simge ve semboller kullanılarak karşı tarafa bir mesaj iletmek mümkündür. Bu iletilerin tümü lafızla alakalı değildir. Bu belirtilerin, sembollerin, kısaca medlûllerin bilinmesi doğru iletişimin sağlanmasını mümkün kılar. Benzer şekilde bir edebî eserde lafızların gösterilenleri hakkında belli bir bilgiye sahip olmayan okuyucu anlamlandırma sürecini gerçekleştiremez. Belirtiler, “dış gerçeklikle ilgili olan ve bir şey aktarma gayesi veya iletişim maksadı taşımayan doğal, istem dışı ve sebep sonuç ilişkisi özelliğini taşıyan”

(Saraç, 2007: 100-101) işaretlerin bütünüdür. Görüntüye dayalı gösterge-ikon ise,

“gösteren ile gösterilen arasında gerçek bir benzerliğe dayanır, iletişim amaçlı olduğu için bir bilgi aktarma görevi vardır” (Saraç, 2007: 101). Simgeler, “anlamı neden sonuç ilişkisine değil anlaşmaya, uzlaşmaya dayalı olan, iletişim ve bilgi aktarımı değerine sahip bir işaret biçimidir” (Saraç, 2007: 101). Delâlet ilmi içerisinde belirtilerin, hareketlerin ve durumların gösterilenleri, lafızla alakalı olmayan delâlet başlığında;

lafızların gösterilenleri ise lafızla alakalı delâlet başlığı altında incelenmektedir.

1.1.1.1.3. Delâlet/Gösterge

Delâlet kelime olarak, yol vermek, kılavuzluk etmek anlamına gelir (Macit, 2003:

118). Delâlet, “bir şeyin anlaşılmasının başka bir şeyin daha anlaşılmasını gerektirmek”

(Saraç, 2007: 99) anlamına gelmektedir. Delâlet:

47 Dil ve edebiyat, mantık, cedel, fıkıh usulü gibi ilimleri yakından ilgilendiren ve söz, davranış, yazı, hareket durum gibi herhangi bir şeyin belli bir bilgi, anlam ve hükümle bağlantısını ifade etmek üzere müştereken kullanılan bir kavramdır. (Bolay, 1994: 119)

Dünyada var olan tüm dillerde telâffuz edilen her sese karşılık bir somut nesne veya işaretler dizgesi oluşturulmuş ve seslerin karşılığından o sesleri ifade eden, hatırlatan bazı çağrıştırıcı işaretlerin, harflerin kullanımı söz konusu olmuştur. İnsanın konuşurken çıkardığı sesler ve bunların birleşiminden oluşan kelimeler ve anlamları birer gösterge olduğu gibi, yazı dilinde de harflerin birleşimlerinden oluşmuş kelimeler ve anlamları birer göstergedir. Dil, bilgi taşıma ve haber iletme fonksiyonunu göstergeler yardımıyla gerçekleştirmektedir. Dilde, her bir kelime bir gösteren iken, her kelimenin gösterdiği bir art alan olan gösterilen vardır. Her ikisinin birleşimi de göstergeleri verir.

Kısaca gösteren ve gösterilenin birleşimi ise dildeki göstergeleri vermektedir.

Delâlet, lafızla alakalı olmayan delâlet ve lafza ait delâlet şeklinde iki kola ayrılmaktadır (Bilgegil, 1989: 126). İnsan zihninde oluşan anlamlar, bazen söz ile gerçekleşebildiği gibi, bazen de işaret ve belirtilerle oluşabilmektedir. Lafza ait olmayan delâlet, vaz‘î, tabiî ve aklî olmak üzere üç başlık altında ele alınmaktadır:

Akla dayalı (aklî) delâlet: Tüten bir dumanın ateşin varlığını göstermesi gibi. Tabiî delâlet:

Kızaran veya solan bir yüzün utanma ve korkuya, hızlı atan nabzın heyecana veya bir rahatsızlığa delâlet etmesi gibi. Uzlaşıya dayalı (vaz‘i) delâlet: Başı aşağı sallamanın kabul anlamını, harflerin çizimleri de dâhil belli işaretlerin belli sembolik değer ve hükümleri göstermesi gibi. (Saraç, 2007: 100)

Gösteren ile gösterilen arasındaki ilişki bazen akıl tarafından, bazen de duyular tarafından alınan bilgi doğrultusunda kurulabilmektedir. Akıl yoluyla elde edilen bilgiler “aklî delâlet”, duyularla elde edilen bilgiler “tabiî delâlet”, vaz‘ sonucu elde edilen bilgiler ise “vaz‘î delâlet”tir (Bolay, 1994: 119). Vaz‘, bir şeyi bir yere koyma, konulma, bırakma (Şemseddin Sami, 2007: 1495; Devellioğlu, 2004: 1140) anlamında olup kelimlerin insan zihnine yerleşmesi vaz‘ yoluyla gerçekleşmektedir.

Lafza ait delâlet, lafzın vaz’î, tazmîni ve iltizâmî delâleti olmak üzere üç başlık altında incelenmektedir (Bilgegil, 1989: 126). Lafza ait delâlet, lafzın delâleti bakımından terkiplerde anlam başlığı altında ayrıntılı şekilde izah edilecektir.

48 1.1.1.1.4. Siyâk-Sibâk/Metin Bağlamı

Sibâk, “sözün gelişi, bir şeyin üst tarafı, geçmişi, bağ, bağlantı” (Uysal, 2010:

182); siyâk ise “sözün gelişi, tarz, üslûp” (Uysal, 2010: 182) anlamına gelmektedir.

Lafızlar anlamlandırılırken sözün kendinden önceki bağlantısına “sibâk”a ve sözün kendisinden sonrası ile bağlantısına, “siyâk”a bakılmalıdır (Sancak, 2008: 71). Arapça lafızların incelenmesinde kullanılan siyâk ve sibâk terimlerinin, bağlam terimine karşılık geldiği görülmektedir. “Bağlam, genellikle cümle içinde bir kelimeyi çevreleyen, onu etkileyerek anlam ve değerini daha belirli hâle getiren öge veya ögeler bütünü”dür (Topaloğlu, 2005: 313):

Bağlam, bir dilsel birimin konuşucu tarafından üretilmesini ve dinleyici tarafından algılanmasını belirleyen toplumsal, kültürel ve ruhsal koşullar bütünü: Bu tanım çerçevesinde dil dışı bağlam ya da durumsal bağlam söz konusudur. R. Jakobson’un geliştirdiği bildirişim taslağında, gönderge işlevinin dogmasını sağlayan etken: R. Jakobson’a göre, bildirinin bağlama yönelik olduğu durumlarda gönderge işlevi gerçekleşir: Bu tanım çerçevesinde bağlam, dil dışı bağlam ile ya da gönderge ile eşdeğerlidir. (Rifat, 2013: 34)

Guiraud (1999, 42), her sözcükte dört tür çağrışım olduğunu ifade eder. Bunlar:

Temel anlam, bağlamsal anlam, anlatımsal değer, toplumsal bağlamlı değerdir.

Dücane Cündioğlu, herhangi bir metnin hangi dönemde ortaya çıktığı, o dönemde kimlerle ilgili olduğu bilinmediğinde bu metinlerin tam olarak anlaşılamayacağını ifade eder. Türkçe bilen ve fakat tarih bilmeyen bir kimsenin “46 Ruhu” tabirini duyduğunda, her iki kelimenin manasını bildiği hâlde bu terkibi anlayamayacağının, bu sebeple lafızlara doğru anlam vermenin o lafzın bağlamı hakkında da bilgi sahibi olmaya bağlı olduğunun altını çizer (2011: 4).

Dücane Cündioğlu (2011: 3), hiçbir metnin, bir bağlama sahip olmaksızın var olamayacağını, çünkü bağlamla birlikte dilin ve metnin varlık kazandığını, dilin ve metnin de bir bağlam içerisinde var olduğunu belirtir. Cündioğlu (2011: 3), metin (text) ile bağlam (context) arasındaki göz ardı edilemez ilişkilerin, anlama ulaşabilmek için bilinmesi lâzım gelen unsurlar olduğunu ve bu unsurların dil gibi metnin dâhilî unsuru değil, haricî unsuru olduğunu vurgular. Cündioğlu (2011: 3), bağlamın metin içerisinde değil, çevresinde yer aldığı, bu sebeple dolaylı muhatapların, anlama ulaşabilmek için metnin kendisini veya dilini bilmelerinin yeterli olmadığının, ayrıca bağlamı da öğrenmeleri gerektiğinin altını çizmektedir. “Başka açıdan baktığımızda kelimenin

49 anlamı yoktur, kullanımları vardır. Konuşmada veya bize ilettiği açıda anlam, kelimenin aynı bağlamdaki öbür kelimelerle kurduğu ilişkilere bağlıdır” (Aydın, 2007, 72).

Metinlerde sözcükler, diğer bir sözcükle metin içinde yeni bir anlam kazanacak şekilde kullanılmaktadır.

Dilde lafızlar, “dil içi” ve “dil dışı” olmak üzere iki tür bağlam ile anlamlandırılmaktadır. Bunlardan dil içi bağlam “metin bağlamı”, dil dışı bağlam ise

“durum bağlamı”dır (Doğru, 2011: 37). Bir metindeki kelimenin veya bir sözcük öbeğinin “içinde bulunulan durumun, kültürün, dinin, sosyal tabakanın, çevrenin, mesleğin, konuşan kişinin şahsi özellikleri vb.” (Doğru, 2011: 38), kelimenin durum bağlamıyla değerlendirilmesinde bakılması gereken ögelerdir. Herhangi bir metinde yer alan lafızlar değerlendirilirken ve manalandırılırken bu dili konuşan toplumdan ve o toplumun maddi ve manevi tarihinden bağımsız olarak değerlendirilmemeli, metnin durum bağlamı göz önünde bulundurulmalıdır. Her milletin yaşadığı coğrafya ve oluşturdukları kültürler, milletlerin kelime dağarcığını etkilemiştir. Örneğin, Arap coğrafyasının şartları dolayısıyla deve kullanımı diğer binek hayvanlara göre fazladır, dolayısıyla Araplarda deve kullanımı ve kültürü oluşmuştur. Bu sebeple Arap dilinde deve ile ilgili birçok kelime türetilmiştir. Ancak, Arap dilinde deve ile ilgili kelime zenginliğinin yanında, gemi gibi deniz araçları için kullanılan kelimelerin oldukça az olduğu görülmektedir (Sancak, 2008: 46). Bu sebeple herhangi bir lafzı doğru anlayabilmek için o lafızların ait olduğu dilleri, dillerin konuşulduğu toplumları ve kültürleri bilmek gerekmektedir.