• Sonuç bulunamadı

III. Arapça Terkipler/Tamlamalar

III.II. Arapça Terkiplerde Yapı ile İlgili Diğer Durumlar

III.II.I. Terkiplerden Oluşan Arapça Birleşik Kelimeler

III.II.I.I. İzâfet-i Lafzî

1. BÖLÜM

1.2. Lafız-Anlam İlişkisi Bakımından Terkipler

1.2.1. Lafzın Delâleti Bakımından Terkiplerde Anlam

1.2.1.1. Lafzın Mutabakat Delâleti: Hakikat

Bir lafzın konulduğu ilk anlamı ve herkes tarafından bilinen, herkesin bu konuda mutabakat sağladığı anlamı lafzın hakikat anlamıdır. Lafzın hakikat anlamı, iki açıdan ele alınmaktadır. Birincisi, lafzı kullananın anlatmak istediğine göre hakikat, ikincisi ise lafızdaki mananın azlık-çokluğuna göre hakikattir. Lafzı kullananın anlatmak istediğine göre hakikat, kendi içerisinde lügavî, örfî ve şer‘î olmak üzere üç alt başlığa ayrılmaktadır. Lafızların dilde ilk olarak hangi mana için vazedilmiş ise o manada kullanılması o lafzın lügavî hakikat anlamıdır (Şa‘bân, 2007: 364). Örneğin çiçek, ev gibi lafızların ilk akla gelen ve sözlükte yer alan ilk anlamı bu kelimelerin lügavî hakikat anlamlarıdır (Bilgegil, 1989: 128). Aşağıdaki beyitte geçen “âfîtâb-ı âlem-ârâ”

terkibi bu beyit içerisinde hakikat anlamında kullanılmaktadır. Beyitlerde geçen terkiplerin hakikat anlamında kullanılıp kullanılmadığı ancak bağlamla anlaşılmaktadır.

Burada “âfîtâb-ı âlem-ârâ” terkibi, güneşin asıl işlevini anlatmakta, dolayısıyla aydınlatmak, ışık bağlamında kullanıldığı için hakikat anlamlı terkibe örnektir:

Bekâ mülkin dilersen varuñı yok eyle dünyâ tek

Etek çek gördüğüñden âfîtâb-ı âlem-ârâ tek (Fuzûlî G 155/1)

“Sonsuzluk mülkünü istersen dünya gibi varını yok eyle ve âlemi süsleyen güneş gibi, gördüğünden etek çek.”

Aşağıdaki beyitte geçen “gül-i ra‘nâ” ve “bülbül-i şeydâ” terkiplerinde geçen gül ve bülbül lafızlarıyla tabiatta var olan gül ve bülbülün kastedilmesi nedeniyle bu terkiplerdeki lafızlar, lügavî hakikat lafızlardır ve gül, güzellik; bülbül ise hüzün bağlamında beyitte yer almıştır:

Hüsn ile saña öykünemez çün gül-i ra‘nâ

Hüzn ile baña beñzeyemez bülbül-i şeydâ (Bâkî G 5/1)

“Güzel gül, güzelliğiyle sana benzeyemezse, âşık bülbül de hüznüyle bana benzeyemez.”

Bir lafzın örfte kabul gören ve bilinen manası örfî hakikat olarak isimlendirilmektedir. Örfî hakikat, kendi içinde umum tarafından kullanılan ve hâs tarafından kullanılanlar olmak üzere iki gruba ayrılır. Halkın günlük dilde bazı kavramlara verdiği isimler o lafızların umum tarafından kullanılan hakikat anlamları

52 olurken, bir meslek grubu içinde belli bir zümrenin kullandığı terimler ise o lafızların hususi örfî hakikat (ıstılahî hakikat) anlamları olmaktadır (Şa‘bân, 2007: 365). Halk arasında bilinmeyen, ancak tasavvuf erbabı tarafından kullanılan “seyr-i sülûk, nüzûl, urûc” vb. tasavvufi terimler hususi örfî hakikat lafızlara örnektir.

Klasik Türk şiirinde bazı lafızlar, zamanla lügavî hakikat anlamından uzaklaşarak yeni anlamlar kazanmışlardır. Örneğin zâhit, züht lafızları klasik Türk şiirinde yeni anlamlar kazanan lafızlardandır. Züht, her türlü zevk veren şeyden kaçınma, bir şeye rağbet etmemek, kaçınmak (Ceyhan, 2013: 530) anlamlarına gelirken klasik Türk şiirinde ham sofuların sergilemiş olduğu riyakârlığa verilen bir isimdir. Şairler, ham sofuların, zahitlerin dünyadaki her türlü şeyden kaçınma ve sakınmalarının temel sebebinin yalnızca cennet nimetlerine kavuşmak olması nedeniyle onların davranışlarını samimi görmemişlerdir. Bu sebeple şiirlerinde zâhide, ham sofuya çatmışlardır. Örneğin aşağıdaki beyitte geçen “zâhid” lafzı ile dine bağlı, her türlü zevkten sakınan kişi değil, dini yanlış algılayan, bu yanlış algılaması sonucu Kâbe gibi Allah’ın evi olarak nitelenen bir mekânda dahi yanlışlıklarına devam eden, hatta bu yanlışlıkları yüzünden dinden dahi çıkan bir kişi kastedilmektedir. Klasik Türk şiirinde zahit, züht gibi lafızların lügavî hakikat anlamıyla değil, ıstılahi hakikat anlamıyla kullanılması sebebiyle şiirlerde olumlu bir bağlamda kullanmadığı görülmektedir:

Ka‘be ihramına zâhid didiler bel bağladı

Eyledüm tahkik anuñ bağlanduğı zünnâr imiş (Fuzûlî G 130/4)

“Zahit, Kâbe ihramına bel bağladı dediler. Doğru olup olmadığını araştırdım, onun bağlandığı zünnâr imiş.”

Beyitlerde geçen lafızların hangisinin hakikat anlamında olduğu, bağlamdan yola çıkılarak kesinleşmektedir. Aşağıdaki beyitte geçen “zâhid” lafzının beyit içerisindeki anlamına bakıldığında bu lafzın lügavî hakikat anlamında değil, ıstılahî hakikat anlamında kullanıldığı görülmektedir. Bu beyitte zahite seslenen şair, “Hüner, muğlak lafızdan mana sırlarını anlamaktır” diyerek zahidin anlayışının düşük olduğunu, gizli sırları anlamakta zorlanan bir karakteri olduğunu vurgulamaktadır:

Sakın mey dirsem ey zâhid mey-i engûrı fehm itme

Hüner esrâr-ı ma‘nâ anlamakdur lafz-ı muglakdan (Bâkî G 366/4)

“Ey zahit, şarap dersem sakın üzüm suyunu anlama. Hüner, muğlak lafızdan

53 mana sırlarını anlamaktır.”

Nazaruñ yârda sen secdede zâhid bilsek

Bu teveccüh ham-ı ebrûya mı mihrâba mıdır (Nâilî G 84/2)

“Zahit, bakışın sevgilide sen secdedesin. Bu yönelme kaşın kıvrımına mı yoksa mihraba mıdır, bilsek?”

Lafzın şâri‘ tarafından vazedildiği manada kullanılması o lafzın şer‘î hakikatidir.

Örneğin namaz lafzının ibadet manası bu lafzın şer‘i hakikatteki manasıdır. Aynı anlama gelen namaz veya salât lafızlarının kelime anlamı duadır. Lügatte ibadet anlamı yer almazken, ibadet anlamı şâri‘ tarafından konulmuştur (Bilgegil, 1989: 129). Şer‘î hakikat asıl olarak ıstılahî hakikate dâhildir. Şer‘î hakikatte lafza yeni bir anlam veren şâri‘, esasında bir alanın uzmanı olduğundan onun vazettiği lafızlar da bir alana özgü ıstılahî lafızlardır.

Hakikat lafızları anlamın bir veya birden çok anlama delâlet etmesine göre;

müfred, müşterek, menkul ve mürtecel olarak dört gruba ayrılmaktadır. Müfred, kelimenin yalnız kendisine delâlet etmesidir. Ayna, ot vs. lafızların zihindeki delâleti tek bir lafızdır. Bir kavram, zihinde iki ayrı lafza delâlet ettiğinde bu lafızlar müşterek lafız olarak isimlendirilmektedir. Bir lafız bir anlama delâlet ederken anlamlardan birinin ortadan kalkması, başka bir anlama nakledilmesi yoluyla oluşan lafızlar ise menkul lafızlardır. Mürtecel lafız da mana değişimi ile oluşan lafızlardır (Bilgegil, 1989: 129).

1.2.1.1.1. Hakikat Terkipleri

Terkibi oluşturan lafızların bir araya gelmesiyle hakikatte var olan bir kavramın anlatıldığı terkipler, hakikat terkipleridir. Klasik Türk şiirinde hakikat anlamıyla kullanılan terkiplere anlam vermek mecaz anlamlı terkiplere nispetle daha kolaydır.

Hakikat terkipleri; sahiplik, özgülük, açıklama, niteleme ve soy bildirmek amaçlı kurulan terkipler olduğu için beş başlık altında sınıflandırılmıştır.

1.2.1.1.1.1. Sahiplik Terkipleri

Türkçe, Farsça ve Arapça terkiplerde tamlanan (muzâf) ve tamlayan (muzâfun ileyh) arasında sahiplik ilgisi var ve bu ilgi hak sahibi olabilecek bir canlının herhangi bir varlığa sahipliğini kapsıyor ise bu kelime grupları sahiplik (mülkiyet) terkipleri

54 olarak sınıflandırılmalıdır. Farsça gramer kitaplarında sahiplik terkipleri, “izâfet-i mülkiyye” ve “izâfet-i lâmiyye” olarak isimlendirilmektedir. Sahiplik terkipleri, şuurlu varlıklara delâlet eden özel isimler ile onların yerini tutan hükmî şahıslar arasında oluşmaktadır. Bu terkipler, mâlikiyyet yani iyelik, sahiplik anlamı yanında ihtisas ve nisbet bildirirler (Şahinoğlu, 1997: 92).

Nazif Şahinoğlu (1997: 92), izâfet-i mülkiyyelerin Türkçedeki birinci tür isim tamlamalarına tekabül etiğini belirtir. İzafet-i mülkiye olarak isimlendirilen bu terkipler, Türkçe tamlamalarda belirtili isim tamlamalarına denk gelmektedir. Bu sebeple aralarında sahiplik ilgisi bulunan Farsça ve Arapça terkipleri Türkçeye çevirirken belirtili isim tamlaması şeklinde çevrilmesi, bu kelimeler arasındaki sahiplik ilgisini yok etmeden terkiplerin aktarılmasını sağlar. Örneğin, “âyîne-i Sikender” terkibinde İskender; hak sahibi olabilecek bir canlıdır ve bu terkiple İskender’in sahip olduğu bir varlık anlatılmak için kurulmuştur. Bu sebeple sahiplik bildiren bu Farsça terkip Türkçeye çevrilirken “İskender’in aynası” şeklinde yazıldığında sahiplik anlamı korunacaktır. Bâkî’nin aşağıdaki beytinde geçen bu terkipler, aynı zamanda özel isim olması nedeniyle “âyîne-i Sikender ü Câm-ı cihân-nümâ” şeklinde orjinaline sadık kalınarak Farsça terkip yapısıyla diliçi çevirisi yapılmalıdır. Âyine-i İskender,

“İskenderiye’de bir kulenin üzerinde, gemilerin limana giriş çıkışlarını izlemek için yaptırılmış bir aynadır” (Yıldırım, 2008: 114). Câm-ı cihân-nümâ, “dünyayı seyrettiren kadeh” (Onay, 2009:107) anlamına gelmektedir. Cem’in kadehi olarak da bilinen bu kadeh ile efsaneye göre bütün cihan seyredilebildiği için bu isim verilmiştir (Pala, 2007:

83).

Câm-ı sarâyuñ olmadan el-hak safâ budur

Âyîne-i Sikender ü Câm-ı cihân-nümâ (Bâkî G 4/2)

“Doğrusu Âyîne-i İskender ve Câm-ı cihân-nümâ olmadan da senin sarayının kadehi safalıdır.”

Hücûm-ı gamda bana anı etdi zevrak-ı mey

Ki etmedi anı tûfân olanda keştî-i Nûh (Fuzûlî G 54/3)

“Gam saldırısında şarap kayığı (kadehi), bana tufan olduğunda Nuh’un gemisinin yapmadığını yaptı.”

55 Yukarıdaki beyitte geçen “keştî-i Nûh” (Nuh’un gemisi) terkibinde, Nuh’un sahip olduğu somut bir varlık anlatıldığından bu terkip hakikat anlamlıdır.

Bâkî suhanda fark-ı sipihre kadem basar

Lutf-ı Hudâ olursa eger dest-gîr aña (Bâkî G 7/5)

“Allah’ın yardımı eğer onun elinden tutacak olsa, Bâkî şiirde göğün en tepesine ayak basar.”

Yukarıdaki beyitte geçen “lutf-ı Hudâ” (Allah’ın yardımı) terkibi hakikat anlamlı sahiplik terkiplerine örnektir.

Bâkî’nin aşağıdaki beytinde geçen “şi‘r-i Bâkî” terkibi, hak sahibi olabilen bir kişinin sahipliğini anlattığı için bu kullanım da sahiplik bildiren hakikat anlamlı terkip gurubuna girmektedir:

Cihânı câm-ı nazmum şi‘r-i Bâkî gibi devr eyler

Bu bezmüñ şimdi biz de Câmî-i devrânıyuz cânâ (Bâkî G 13/5)

“Nazım kadehim, Bâkî’nin şiiri gibi dünyayı dolaşır. Ey sevgili, şimdi biz de bu mecliste dönemin Câmî’siyiz.”

Klasik Türk şiirinde sahiplik ilgisi olan Türkçe ve Farsça terkipler daha sık kullanılırken, sahiplik ilgisi olan Arapça terkipler daha az kullanılmaktadır.

İncelenen divanlarda karşılaşılan sahiplik terkipleri: Âb-ı Hızr (Fuzûlî K 17/26), âh-ı Mecnûn (Fuzûlî G 256/2), dem-i Îsî (Fuzûlî K 32/32), dergeh-i Hâlik (Fuzûlî K 39/30), dîn-i Hak (Fuzûlî G 7/4), dîn-i Muhammed (Fuzûlî K 25/23), girye-i Nûh ( Fuzûlî K 32/23), ehl-i Cezayir (Fuzûlî K 24/30), dem-i ‘Îsâ (Bâkî G 120/3), dest-i Çin (Bâkî G 399/3), dîde-i Kays (Bâkî G 74/3), dil-i Bâkî (Bâkî G 204/5), efser-i Hâkân (Bâkî K 10/14), bezm-i Cem (Bâkî G 96/2), çeşm-i ‘âşık (Bâkî G 64/1), dest-i Züleyhâ (Nâilî G 359/2), dâd-ı Hudâ (Nâilî K 14/72), dahme-i Kâvûs (Nâilî G 233/4), dâmân-ı Züleyhâ (Nâilî G 277/4), dîde-i Ya‘kûb (Nâilî G 277/5), i Behrâm (Nâilî G 8/4), dil-i Cdil-ibrîl (Nâdil-ilî G 387/5),dil-i Mahmûd (Nâilî G 372/2), dil-i Urfî (Nâilî K 5/28), dil-i uşşâk (Nâilî M IV/1), dil-i Nâ‘ilî (Nâilî G 295/5), ‘akl Bû Alî (Nâilî G 350/4), câm-ı Cem (Nâilî G 222/2), ebrû-yı dilber (Neşâtî K 10/33), kûçe-i Leyla (Neşâtî G 134/2) vb.

1.2.1.1.1.2. Özgülük Terkipleri

Türkçe, Farsça ve Arapça terkiplerde hak sahibi olabilecek bir canlının sahip olduğu mülkiyetleri ifade ederken kullanılan terkipler, sahiplik terkipleri olarak gruplandırılmıştır. Eşya üzerinde hak sahibi olamayan varlıkların kendine özgü

56 sahipliklerini anlatırken kullanılan terkipler ise özgülük (ihtisas) terkipleri olarak gruplandırılmıştır. Farsçada özgülük (ihtisas) terkipleri ise “izâfet-i tahsîsiyye” olarak isimlendirilmektedir (Şahinoğlu, 1997: 92). Özgülük (ihtisas) terkipleri, “bir nesnenin başka bir nesneyle veya şuursuz bir canlıyla ilgisi olduğunu, ona mahsus olduğunu”

(Çiftçi, 2013: 147) bildiren terkiplerdir.

Özgülük ihtisas anlamı olan Farsça, Arapça terkipler, Türkçeye çevrilirken belirtili isim tamlaması şeklinde yazıldığında özgülük, ihtisas anlamı korunmaktadır.

Nâilî’nin aşağıdaki beytinde geçen “ser-i zülf” (saçın ucu) terkibinde saçın bir sahipliği söylenilmiştir, bu terkip özgülük terkiplerine örnektir:

Ser-i zülfinde dil bâd-ı sabâdan ihtirâz eyler

Meğer mecrûh-ı nevg-i hançer-i hûnrîz-i müjgândır (Nâilî G 119/4)

“Gönül, onun saçının ucunda saba rüzgârından sakınır. Meğer kirpiğin kan dökücü hançerinin ucunun yaralanmışıdır.”

Aşağıdaki beyitte geçen “eşk-i çeşm” terkibinde gözün bir sahipliği olan yaş belirtildiği için özgülük terkibidir:

Eşk-i çeşmüm yâre ‘arz itdüm didi

Bâkıyâ ma‘lûm oldı mâ-cerâ (Bâkî G 11/5)

“Gözyaşımı sevgiliye arz ettim. ‘Ey Bâkî, bu macera malum oldu’ dedi.”

Farsça terkipleri, Türkçeye çevirirken ek alıp almama durumlarına göre tamlanan belirlilik, belirsizlik anlamı kazanır. Bu tür terkiplerde beytin anlamı dikkate alınarak tamlayana ek getirilmelidir:

‘Aks-i ruhuñ uğurladığıyçün döne döne

Asıldı gözgü şehrde ilden sürüldi câm (Fuzûlî G 204/4)

“Ayna, döne döne her an senin yanağının aksini çaldığı için şehir içinde asıldı (idam edildi), kadeh de senin yanağının aksini çaldığı için şehirden sürüldü.”

Yukarıdaki beyitte geçen “ ‘aks-i ruh” (yanağın aksi) terkibinde yanağın kendine özgü sahipliklerinin anlatılması sebebiyle terkip özgülük bildiren terkip grubuna girmektedir.

Aşağıdaki beyitte altı çizili olan “işigi taşına” (eşiğinin taşına) terkibinde eşiğin sahip olduğu uzantı belirtilmesi sebebiyle terkip sahiplik terkipleri grubuna değil, özgülük terkipleri grubuna girmektedir:

57 Eşkümün gevherlerin dizdüm işigi taşına

Yâre ‘arz idem diyü silmiş rakîb-i bed-likâ (Bâkî G 15/2)

“Gözyaşımın mücevherlerini eşiğinin taşına dizdim. Çirkin yüzlü rakip, sevgiliye arz iderim diye onu silmiş.”

Gökyüzünün niteliklerinin ifade edildiği “sipihrüñ sûretin” terkibi de özgülük bildiren terkiplerdendir:

Gömgök itdi sille-i âhum sipihrüñ sûretin

Gök yüzine bak inanmazsan eger ey meh-likâ (Bâkî G 15/3)

“Ah tokadım, gökyüzünü masmavi etti (morarttı). Ey ay yüzlü, inanmazsan eğer gökyüzüne bak.”

Ne bilsünler karañuda anuñ göz kıpduğın iller

Gice hâl-i ruhuñla bahs içün gelmiş meger kevkeb (Bâkî G 17/3)

“Karanlıkta insanlar onun göz kırptığını ne bilsinler. Meğer yıldız, gece senin yanak benin ile rekabet etmek için gelmiş.”

Yukarıdaki beyitte geçen “hâl-i ruh” (yanak beni) terkibinde yanağın sahip olduğu bir niteliğin belirtilmesi nedeniyle bu terkip, hakikat anlamlı, özgülük bildiren bir terkiptir.

Aşağıdaki beyitlerde altı çizili olan “şâhîn yuvası” terkipte şahinin sahip olduğu yuva belirtilmiştir. Şahin bir varlığın gerçek sahibi olamayacağı için bu terkip sahiplik terkipleri içerisine alınmamıştır:

Bâlâ-yı sernişîmen-i şeh-bâz-ı ‘aşkdur

Farkumda na‘l sûreti şâhîn yuvasıdur (Bâkî G 80/4)

“Tepemde nal şeklinde bir şahin yuvası var. (Orası) aşk doğan kuşunun yuvasının üstüdür.”

Terkipler oluşturulurken gerçekte var olan özgülükler, sahiplikler ifade edilebildiği gibi özellikle edebî metinlerde gerçekte olmayan hayalde var olan özgülükler, sahiplikler de ifade edilmektedir. Bu sebeple hayalde yer alan sahiplikleri anlatan terkipler kelimenin hakikat anlamını kastetmediği için mecaz başlığı altında incelenecektir. Nazif Şahinoğlu (1997: 93), hayali konu alan bu terkiplerin en önemli özelliğinin mütekellimce itibar görüp bu şekilde iki kelime arasında bir ihtisasının kabul edildiği terkipler olduğunu belirtir ve bu terkiplerin bazı gramer kitaplarında “izâfet-i i’tibâriyye” olarak isimlendirildiğini ve bu terkiplerin “izafet-i tahsîsiyye”nin bir türü

58 olduğunun altını çizmektedir. İleride itibari terkipler başlığı altında işlenecek bu tür terkiplerin özgülük veya istiare terkiplerinden ayrılan en önemli özelliğinin, terkibi oluşturan ögelerden birinin soyut, diğerinin ise somut olmasıdır (Mum, 2004: 174).

İncelenen divanlarda karşılaşılan özgülük terkipleri: Âb-ı ceşm (Fuzûlî G 276/7), gûşe-i çeşm (Fuzûlî G 201/8), ham-ı ebrû (Fuzûlî G 13/2), ıkd-i zülf (Fuzûlî G 74/6), nûr-ı ruhsâr (Fuzûlî G 30/4), hâk-i pây (Fuzûlî K 30/30), ‘aks-i âteş (Bâkî G 407/3), eşk-i çeşm (Bâkî G 11/5), âb-ı tîğ (Bâkî M1 1/7), çîn-i zülf (Bâkî K3/6), hat-ı ruhsâr (Bâkî G 248/1), hatt-ı ruh (Bâkî G 80/3), gûşe-i dâman (Nâilî G 80/1), halka-i zülfüñ (Nâilî G 80/2), nakş-ı ruhuñ (Nâilî G 43/2), reng-i ruhsârın (Nâilî G 238/1), bâl-ı ‘ankâ (Neşâtî K 15/21), bâl-ı hümâ (Neşâtî K 12/16), kenâr-ı çeşmüñ (Neşâtî K 1/2), sirişk-i çeşm (Neşâtî G 51/1), halka-i zülfüñ (Neşâtî G 63/5), ham-ı zülf (Neşâtî G 26/6), hâk-i pâyın (Neşâtî G 97/6) vb.

1.2.1.1.1.3. Açıklama Terkipleri

Tamlayanın (muzâfun ileyh), tamlananın (muzâf) neden yapıldığını veya hangi zamana ait olduğunu açıklayan terkipler açıklama yapmak (beyân) amacıyla kurulan terkiplerdir. Farsça gramer kitaplarında bu amaçla kurulan terkipler “izâfet-i beyâniyye”

olarak adlandırılmaktadır (Şahinoğlu, 1997: 93). Açıklama terkiplerini, özgülük terkiplerinden ayıran nokta özgülük terkiplerinde tamlayan ve tamlanan arasında sahiplik anlamının (belirtililik), açıklama terkiplerinde ise sahiplik anlamının olmaması (belirtisizlik) vardır. Klasik Türk şiirindeki Farsça ve Arapça açıklama terkipleri Türkçeye belirtisiz isim tamlaması şeklinde çevirildiğinde açıklama anlamı korunur:

Mest ü medhûşam velî hâlî mey-i engûrdan

La‘l-i nâbuñ hâleti keyfiyyet-i müldür bana (Bâkî G 12/4)

“Sarhoş ve hayranım; fakat üzüm şarabından değil, senin saf la‘l dudağının sahip olduğu nitelikler benim için şarabın nitelikleriyle aynıdır.”

Yukarıdaki beyitte geçen “mey-i engûr” (üzüm şarabı) terkibinde şarabın neden yapıldığı belirtildiği için bu terkip açıklama bildiren bir terkiptir ve belirtisiz isim tamlaması şeklinde çevrilmelidir.

Gûş tutsa şâh-ı gül çıksa libâs-ı âl ile

Kıssa-ı rengîne başlar lâle-i la‘lîn-kabâ (Bâkî G 8/6)

59

“Gül dalı, kırmızı bir elbise ile çıksa ve dinlese, kırmızı kaftanlı lale güzel bir hikâyeyi anlatmaya başlar.”

Yukarıdaki beyitte geçen “şâh-ı gül” (gül dalı) terkibinde de dalın hangi bitkiye ait olduğu açıklanmıştır. Beytin tamamına bakıldığında “şâh-ı gül” terkibindeki “gül”

lafzı ile kastedilen bir çiçek türü olan gül olduğundan ve belirli bir gülün dalı değil genel olarak bir dalın hangi türe ait olduğunu açıkladığı için bu terkip, lügavî hakikat anlamında kullanılmış olup, açıklama bildiren bir terkiptir:

Haylî dimâğ bağladı ‘âlemde Bâkıyâ

Hâl-i nigâra benzeyeli nâfe-i Tatar (Bâkî G 48/5)

“Ey Bâkî, Tatar miski, sevgilinin benine benzediğinden âlemde epeyce dimağı kendine bağladı.”

Yukarıdaki beyitte geçen “nâfe-i Tatar” terkibinde miskin nereye ait olduğu açıklanmıştır.

Aşağıdaki beyitte geçen “sadâ-yı murg” (kuş sesi) ve “sürûd-ı nây” (ney sesi) terkiplerinde seslerin mahiyeti açıklandığı için açıklama yapan terkiplere örnektir.

“Sadâ-yı murg” terkibinde özellikle belirli bir kuşun sesi değil, belli bir sesin hangi türe ait olduğu açıklandığı için açıklama terkiplerine örnektir:

Sadâ-yı murg bıraktı büzürg ü kûçeke şevk

Sürûd-ı nây ile uşşâka hâsıl oldu nevâ (Fuzûlî K 1/9)

“Kuş sesi, büzürg ve kûçek makamlarına (veya büyüğe küçüğe) şevk verdi.

Ney sesi ile uşşâk makamına (âşıklara) göre ses ortaya çıktı.”

Aşağıdaki beyitte geçen “nesîm-i subh” ve “bâd-ı sehergâh” terkipleri rüzgârın hangi vakte ait olduğunu açıkladığı için açıklama terkibidir:

Her gûşesinde micmere-gerdân nesîm-i subh Her suffesinde bâd-ı sehergâh ‘ıtr-sâ (Bâkî G 4/6)

“Sabah rüzgârı her köşesinde buhurdanlık dolaştırır. Seher vakti rüzgârı her sofasında koku sürendir.”

Neşâtî’nin aşağıdaki beytinde birden çok açıklama terkibi yer almaktadır. Bu terkiplerden “hengâm-ı safâ” zamanın safa zamanı olduğunu; “fasl-ı bahâr” zamanın

60 bahar zamanı olduğunu; “vakt-i gül” zamanın gül zamanı olduğunu; “mevsim-i feryâd-ı hezâr” mevsimin bülbüllerin feryat etme mevsimi olduğunu açıklamaktadır:

İrdi hengâm-ı safâ fasl-ı bahâr oldı yine

Vakt-i gül mevsim-i feryâd-ı hezâr oldı yine (Neşâtî G 105/1)

“Safa zamanı erdi, yine bahar mevsimi oldu. Yine gül vakti, bülbül feryadının mevsimi oldu.”

Sîne gülzâr-ı mahabbet nâle bülbüldür bana

Vakt-ı dâğ-efrûzî-i dil mevsim-i güldür bana (Nâilî G 6/1)

“Sine, bana muhabbet gül bahçesi; inleme, bülbüldür. Gönlün kızgın demirle dağlanma vakti, bana gül mevsimidir.”

Hîç sünbül sünbül-i zülfüñ gibi müşkîn degül

Nâfe-i Çînî saçuñ tek dirler amma çîn degül (Fuzûlî G 177/1)

“Sümbül, senin saç sümbülün gibi misk kokulu hiç değil. Saçın, Çin miski gibi derler ama büklüm büklüm değil.”

Yukarıdaki beyitte geçen “nâfe-i Çîn” (Çin miski) terkibinde, misk kokusunun nereye ait olduğunun açıklanması nedeniyle açıklama bildiren terkip grubuna girmektedir.

İncelenen divanlarda karşılaşılan açıklama terkipleri: Berg-i semen (Fuzûlî K 1/12), bîm-i gurbet (Fuzûlî G 126/2), berg-i erguvan (Fuzûlî K 26/2), berg-i gül (Fuzûlî G 183/5), bîm-i ta‘n (Fuzûlî G 87/5), bîm-i kahr (Fuzûlî K 23/21), bâd-ı sabâ (Fuzûlî G 111/1), bende-i dergâh (Fuzûlî G 89/5), bâd-ı hazân (Bâkî G 77/4), bâğ-ı İrem (Bâkî K 16/11), bâd-ı sabâ (Bâkî G 127/3), dem-i bezm (Bâkî K18/12), dem-i mahşer (Bâkî G 1/3), bahs-i kaza (Bâkî G 503/3), berg-i gül (Bâkî G 454/3), bezm-i ‘ayş (Bâkî G 164/3), câm-ı ‘ayş (Bâkî G 57/1), câm-ı mey (Bâkî G 93/5), dergâh-ı Gülşenî (Nâilî G 297/1), bâd-ı seher (Nâilî G 308/3), def’-i humâr (Nâilî G 223/3), cürm-i ‘aşk (Nâilî G 194/5) (Nâilî G 223/3), hâk-i reh (Nâilî G 362/1), çâh-ı zemzem (Nâilî K 12/34), çeh-i devât (Nâilî G 69/6), berg-i hazân (Neşâtî G 101/2), bâd-ı bahâr (Neşâtî G 19/4), hecr-i rûh (Neşâtî Mrb 1/5), humâr-ı hecr (Neşâtî G 37/5), hum-ı şarâb (Neşâtî G 132/1), hûn-ı ciger (Neşâtî G 79/3), nesîm-i subh (Neşâtî K 10/36) vb.

61 1.2.1.1.1.4. Niteleme Terkipleri

Bir varlığın renk, şekil gibi özelliklerini belirtmek için kullanılan sıfatlarla oluşturulan terkipler niteleme terkipleridir. Klasik Türk şiirinde, Farsça ve Arapça sıfat terkipleri Türkçeye tamlayan ve tamlanan ek almadan aktarılmalıdır:

Ham kad ile ağlaram ol turra-i tarrârsız

Gerçi dirler çengden çıkmaz terennüm târsız (Fuzûlî G 117/1)

“Her ne kadar tel olmadan çengden ses çıkmaz deseler de bükülmüş boyum ile o yankesici kâkül olmadan ben ağlarım.”

Yukarıdaki beyitte geçen “ham kad” (bükülmüş boy) terkibinde boyun niteliği sıfat cinsinden bir kelime ile açıklanması dolayısıyla bu terkip nitelik terkibi grubuna girmektedir:

Kanmaz şarâb-ı nâba lebüñ ârzû iden

Sîr-âb olur mı teşne-i Kevser serâbdan (Bâkî G 365/3)

“Dudağını arzu eden saf şaraba kanmaz. Kevser susamışının serapla susuzluğu geçer mi?”

Yukarıda altı çizili olan “şarâb-ı nâb” (saf şarap) terkibi şarabın niteliğini sıfat türünden bir kelime ile açıklaması sebebiyle niteleme terkiplerine örnektir.

Bâğ-ı ruhında sebze-i nev kim demîdedür

Mir‘ât-ı sîne âyine-i jeng-dîdedür (Neşâtî G 38/1)

“(Onun)yanağının bağında taze yeşillik çıktığında sine aynası, paslı aynadır.”

Yukarıdaki beyitte altı çizili olan “sebze-i nev” (taze yeşillik), terkibinde sebzenin niteliği sıfat cinsinden bir kelime ile “âyine-i jeng-dîde” (paslı ayna) terkibinde de aynanın niteliği yine sıfat cinsinden bir kelime ile belirtilmesinden dolayı her iki terkip niteleme terkibine örnektir.

İncelenen divanlarda karşılaşılan niteleme terkipleri: Âb-ı revân (Fuzûlî G 138/3), âb-ı şîrîn (Fuzûlî G 72/5), adû-yı bed-nihâd (Fuzûlî G 84/3), âfitâb-i âlem-ârâ (Fuzûlî K 35/27), âh-ı serd (Fuzûlî G 103/5), ‘akl nâkıs (Fuzûlî G 77/4), ‘âşık-ı şeydâ (Fuzûlî G 221/1), bâde-i gül-gûn (Fuzûlî G 60/6), bâde-i nâb (Fuzûlî G 168/1), bahr-i nîl-gûn (Fuzûlî K 17/1), Behlûl-i dîvâne (Fuzûlî K 15/11), bülbül-i kâfir-nihâd (Fuzûlî K 1/44), bülbül-i zâr (Fuzûlî G 210/2), büt-i bî-pervâ (Fuzûlî G 245/3), çarh-i dûn (Fuzûlî G 234/6), çeşm-i ter (Fuzûlî K 38/11), ‘ârız-ı gül-gûn (Bâkî G 124/2), bâde-i hamrâ (Bâkî

62 G 506/2), bâde-i nâb (Bâkî G 269/5), bahr-i nîl-gûn (Bâkî G 279/4), müşg-i nâb (Bâkî G 20/2), çihre-i zerd (Bâkî G 355/4), şarâb-ı nâb (Bâkî G 29/1), hum-ı nîl-gûn (Bâkî G 163/5), câm-ı la’l-gûn (Nâilî G 47/4), nahl-i tâze (Nâilî G 11/6), mey-i nâb (Nâilî G 306/1), mâh-ı nev (Nâilî G 301/1), secdegâh-ı nev (Nâilî G 301/4), vech-i pâk (Nâilî G 268/1), tab’-ı pâk (Nâilî G 347/5), zülf-i siyeh (Nâilî K 15/5), turra-i şeb-gûn (Neşâtî G 68/1), zülf-i şeb-gûn (Neşâtî Şhr 81), dürr-i nâb (Neşâtî G 18/2), gevher-i nâb (Neşâtî K 23/20), hat-ı zerd (Neşâtî G 72/1), yâkût-ı zerd (Neşâtî K 21/12), zînet-i nev (Neşâtî K 12/3), vb.

1.2.1.1.1.5. Soy Terkipleri

Baba-oğul ilişkisi bildiren terkiplerde oğul adı, muzâf (tamlanan), baba ya da anne adı muzâfun ileyh (tamlayan) durumundadır (Yıldırım, 2006: 45). Şiir dilinde bu tür terkipler çok fazla kullanılmamaktadır. Farsça ve Arapça soy terkipleri, Türkçeye çevrilirken takısız isim tamlaması şeklinde çevrilmelidir:

Benem bu ‘arsada kim rahş-ı tab‘ı depredicek

Vücûdı hasm ola pâ-mâl olursa Rüstem-i Zâl (Bâkî K 20/42)

“Bu meydanda yaratılış atını koşturacak olan benim. Zal oğlu Rüstem’in vücudu düşman olursa ayakaltında çiğnensin.”

Yukarıdaki beyitlerde geçen “Rüstem-i Zâl” (Zal oğlu Rüstem) terkibinde Rüstem’in soy olarak kimden geldiği bildirilmesinden dolayı bu terkip, soy terkipleri grubuna dâhildirler. Klasik Türk şiirinde soy bildiren terkipler diğer terkiplere göre oldukça az kullanılmaktadır.