• Sonuç bulunamadı

MEHMET FEYZİ EFENDİ'NİN HAYATI, İLMÎ VE MANEVÎ KİŞİLİĞİ

M. FEYZİ EFENDİ’NİN TASAVVUFİ MAKAMLARA, KAVRAMLARA VE ŞAHSİYETLERE DAİR GÖRÜŞLERİ

3.1. Tasavvufi Makamlara Dair Görüşleri

Feyzi Efendi ömrü boyunca yaptığı sohbetlerde ayet ve hadislerin yanında birçok tasavvufî makam, kavram ve şahsiyete değinerek örnekler vermiştir. Zaman zaman -eğer muhatabın durumu da anlayabilecek düzeyde ise- tasavvufî meselelerden de bahsetmiştir. Feyzi Efendi’nin bazı tasavvufî kavramlara dair tespit edebildiğimiz görüşleri şu şekildedir:

3.1.1.Tövbe

“Arapçada ‘dönme ve pişmanlık’ anlamına gelen ‘tövbenin’ karşılığıdır. Terim olarak ise ‘günahtan pişmanlık duyarak vazgeçmek’ demektir.”1 Kalbiyle pişmanlık duyup diliyle istiğfardan sonra o günahı terk ederek, tövbe edilen günaha bir daha dönmemeye “nasuh tövbesi” denilmiştir. Cürcânî’nin (816/1413) et-Ta‘rifât’ında İbn Abbas’tan (68 h.) naklederek yaptığı tövbe tanımı bu şekildedir. Yine aynı eserde

“nasuh tövbesi” üç ana unsur üzerinden değerlendirilerek ele alınmıştır: “İtiraf” yani kusurun farkına varıp özür beyanında bulunmak. İkinci unsur “nedamet” yani işlenen günahtan kalben ve ruhen ıstırap duymaktır. Üçüncüsü, o fiilden kopup “ayrılmak”

(علاقا) ve bir daha o işe yaklaşmamaya gayret etmektir. Eğer bu nahoş fiilden zarar gören varsa zararı tazmin edip hak sahipleriyle helalleşmek de bu kavramın içerdiği anlamlardan olarak zikredilmiştir.2

Kur’an-ı Kerim’de müminlere tövbe emredilmiş ve kurtuluşun şartı olarak ifade edilmiş, Yüce Allah’ın tövbe edip temizlenenleri sevdiği3 beyan edilmiştir. “Ey Müminler! Hep birlikte topluca Allah’a tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.”4 Hadislerde Peygamberimiz tövbenin gönülde oluşan bir pişmanlık olduğunu,5 Allah’ın kulunun tövbe etmesinden hoşnut olduğunu bildirmiştir.6

1 Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri, s. 657.

2 Seyyid Şerîf Cürcânî, Kitâbü’t-Ta‘rifât, Dâru’n-Nefâis, Beyrut 2003, s. 134.

3 Bakara 2/222.

4 Nûr 24/31.

5 İbn Mâce, Zühd 30.

6 Süyutî, el-Câmiu’s-Sagîr, nu. 8050.

Kuşeyri’nin er-Risâle adlı eserinde ve diğer tasavvuf kaynaklarında geçtiği üzere tasavvufi olgunluk yani seyr ü sülûk yolunda kat edilecek makamların ilki tövbedir.7 Ayetlerde müminlere tövbe etmeleri emredilmiş ve bu emir birçok yerde tekrarlanmıştır.8 Peygamber Efendimiz’in “Pişmanlık tövbedir.”9 hadisi de tövbenin en büyük rüknünün “nedamet” olduğunu ifade eder. Sûfîlerden bazıları, örneğin Ebû Ali Dekkâk, tövbeyi üç kısma ayırır. Tövbe, inabe ve evbe şeklindeki bu ayırımda tövbe;

ceza görme korkusuyla yapılan dönüşü, inabe sevap ümidiyle yapılan tövbeyi, evbe ise sırf Allah’ın emrine riayet için yapılan bir dönüş eylemini ifade etmektedir. Zünnûn Mısrî de “Avamın tövbesi günahlardan, havassın tövbesi gaflettendir.” diyerek her makamın kendine göre tövbesi olduğundan bahsetmiştir. “Tövbe müminlerin, inabe evliyanın, evbe enbiyanın sıfatıdır.” denilmiştir. Yine mutasavvıflar tövbenin en üstününün “Amellerini görmekten tövbe, tövbelerinden de tövbe ya da Allah dışında her şeyden, mâsivadan tövbe” olduğuna dair görüşler bildirmişlerdir.10

Feyzi Efendi “velayetin ilk basamağının tövbe olduğunu” belirttikten sonra inabe ve evbe terimlerini de izah etmiştir. Bu konuda yaptığı izahlar klasik tasavvuf kaynaklarımızla birebir örtüşmektedir. Feyzi Efendi’nin tövbeyle ilgili söylediği cümleleri burada aynen naklettikten sonra değerlendirme yapmamız daha kolay olacaktır. Bu ifadeler şu şekildedir:

“En güzel tövbe, Şeyh-i Ekber Misk-i Ezfer (İbn Arabî) Hazretlerinin (638/1240) yaptığı gibi “Allah’ım seni hoşnut etmeyen her şeyden tövbe ettim ve sana yöneldim.”11 demektir.12

“Kalbe kötü bir şey hutûr ederse: “ نع يحراوج نصحو يبنذ رفغاو يبلق رهط مهللا مارحلا”13 deyip o kötülüğün kökünü daha bi'l-kuvve halinde iken kazıyıp atmalıdır. İşte bu, en güzel tövbedir.”14

“Her gün lâ-ekall yüz defa tövbe etmeli. Günahların hepsine birden tövbe edilir.

Şuna tövbe ettim, şu günaha tövbe etmedim, demek zırvadır. Böyle bir şey yoktur.”15

7 Kuşeyrî, er-Risâle, s. 91.

8 Nur 24/31.

9 İbn Mâce, Zühd 30.

10 Kuşeyrî, er-Risâle, s. 92-96.

11كيضري لا ءيش لك نم كيلا تعجرو تبت ىهلا

12 Özdağ, Feyizler, IV, 26.

13 (Allâhümme tahhir kalbî vağfir zenbî ve hassın cevârihî ‘ani'l-harâm) "Allahım! Kalbimi temizle, günahımı bağışla ve azalarımı haramdan muhafaza buyur."

14 Özdağ, Feyizler Sultanı, s. 177.

15 Özdağ, Feyizler Sultanı, s. 177.

“Tövbenin esası kalbin pişmanlığıdır. Kul günah işleyince Hakk’ın rahmetinden uzak olur. Tövbe edince de Hakk’ın sevgilisi olur.”16

“Günahın cinsine göre tövbe etmek gerek. Alenî günahın tövbesi alenî olur; gizli günahın tövbesi de gizli olur. Tövbe günahların tamamından olur. Şuna şuna tövbe ettim de şunlara tövbe etmedim olmaz. "İlâhî! Seni razı etmeyen her şeyden tövbe ettim." demelidir.”17

“Tövbenin hakikati kalbin nedametidir. Tövbe ettikten sonra; önce işlediği günahı tahayyül ettiği zaman yine lezzet alıyorsa, utanıp nedamet duymuyorsa, o tövbe makbul olmamıştır. İşlenen günah unutturuluncaya kadar tövbeye devam etmelidir.”18

“Tövbe iki çeşittir:

a. Avamın tövbesi: Günah işler sonra tövbe eder.

b. Havâssın tövbesi: Günah hatıra gelesiye derhal tövbe eder; en güzeli budur.

Sehl b. Abdillah et- Tüsterî Hazretleri: "Kerâmetlerin en büyüğü, kötü bir ahlâkını, iyi bir ahlâka tebdîl etmendir." diyor. Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri de: "Yâ Allah! Senin razı olmadığın her şeyden sana tövbe ettim." diyor.”19

Yukarıdaki beyanları topluca değerlendirecek olursak Feyzi Efendi tövbeyi hem şer’î hem de tasavvufî açıdan bir bütün olarak ele almış ve ideal bir tövbenin nasıl olması gerektiğini özetlemiştir. Sonuç olarak, Feyzi Efendi’nin bu cümlelerinden anladığımız; “tövbe” öyle bir ibadet ve dönüştür ki, kul onun sayesinde Cenab-ı Hakk’ı razı etmeyen her türlü işten uzaklaşarak Allah’ın sevgisini ve yakınlığını kazanabilir.

Tövbe etmenin usul ve metodunu da yine Allah Teâla kullarına peygamberleri vasıtasıyla öğretmiştir. Usulünce yapılan tövbe makbuldür.

Feyzi Efendi tövbe ile ilgili olarak şu izahlarda da bulunmuştur. “Allah’ın gazabına bela ve musibetine ancak tövbe ile dua ile sadaka ile ibadat u taat ile karşı durulabilir.” “İnsan günah işleyince “bu benim suçum” deyip “ya settar” diyerek af dileyecek. Abdest alıp tövbe edecek. Gizli günaha gizli; açık günaha açık tövbe edecek.

Allah’ın sevgisini celbetmek için tövbe lazımdır. Sabah akşam tövbe edelim. Tövbeye mülazemet eden habibullahtır.”20

Bu cümlelerde Feyzi Efendi tövbenin Allah Teâlâ’nın gazabının önüne durup onun muhabbetini celbedici özelliğine vurgu yapmakta, aynı zamanda tövbenin de

16 Özdağ, Feyizler Sultanı, s. 178.

17 Özdağ, Feyizler Sultanı, s. 178.

18 Özdağ, Feyizler Sultanı, s. 180.

19 Özdağ, Feyizler Sultanı, s. 180.

20 Özdağ, Feyizler Sultanı s. 128-130.

işlenen günahın cinsinden olması gerektiğine işaret etmektedir. Çünkü alenen yapılmak suretiyle toplumda yanlış anlaşılmaya ve sû-i zanna sebep olacak bir günah işlenmişse, bunun tövbesini gizlice değil; yine herkesin duyacağı şekilde ve hatta hak sahiplerini tazmin eder vaziyette olmasının doğru olacağını beyan etmektedir.

Feyzi Efendi tövbe ile alakalı olarak, “Gaflet cenabetliğinden temizlenmedikçe huzura girilmez. Hefevâtından21 tövbe etmemiş bir kimse de hakaik-ı esrara muttali olamaz.” “Meslek-i pak-i Ehl-i Sünnet’e göre Cenab-ı Hakk’ın tövbeyi kabul etmesi lütfen ve keremendir.” “Kusursuz kul olmaz. Bir kusur işlersek tövbe ve nedamet edeceğiz. Sevap işlersek şükredeceğiz.” “Helal-haram tanınmaya tanınmaya, nikâh-sifah (zina) bilinmeye bilinmeye, tövbe ve istiğfar edilmeye edilmeye hep nesnaslar22 çoğalıyor.”23 şeklinde izahlarda bulunmuştur.

Bu ifadelerden de Feyzi Efendi’nin hakikat sırlarına erişmek için tam bir temizlik ve tövbeyi şart koştuğunu anlıyoruz. Günahların tövbeyi gerektirdiği gibi sevapların da ilahî inayetle yapıldığı için şükrü gerektirdiğini belirten Feyzi Efendi, Rabbimizin bizi affetmeye mecbur olduğu için değil; kereminden bağışladığını ifade ederek Ehl-i Sünnet’in “Allah’ın hiçbir şeye mecbur olmadığı ve mecbur edilemeyeceği” konusundaki görüşüne atıf yapmıştır. İnsanların helal haram sınırını gözetmemesi, zina ve benzeri ağır suçların rahatlıkla işlenmesi gibi ahir zaman ahvali yüzünden bir de tövbe ve istiğfar edilmemesi sebebiyle beşeriyetin, insanlık makamından aşağı düştüğünü, değerlerini kaybettikçe insanlığını da kaybederek, şeklen insan olmakla beraber insani vasıflarını yitirmiş varlıklara (nesnas) dönüştüğünü ifade etmiştir.

3.1.2.Mücahede

Arapça’da “vuruşmak, dövüşmek, harp etmek” anlamına gelen bu kelimeye tasavvufta “Nefsin Hakk’ın rızasını kazanmak yolunda kullanılması, nefse şehvet sütü emzirmeyi terk etmek” anlamı yüklenmiştir.24 Yine “mücahede” kelimesi hakkında

“kötülüğü emreden nefs-i emmare ile savaşmak, her hal ü kârda hevaya muhalif davranmak, nefsi zora koşmak” şeklinde tarifler yapılmıştır.25

21 “Düşme, sürçme, yanılgı” anlamına gelen çoğul bir kelimedir.

22 Sözlükte “Yarı insan şeklinde korkunç hayalî varlık.” Bkz. Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, s.

841. diye tanımlanan bu kelime Feyzi Efendi’nin tabirinde “görünüşte insana benzeyip insanlık vasıflarını kaybedenler” anlamında kullanılmıştır.

23 Özdağ, Feyizler Sultanı, s. 179, 180, 196.

24 Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri, s. 448-449.

25 Cürcânî, Kitabü’t-Ta’rifât, s. 285-286.

Sufilerin genelinde “az yemek, az uyumak, az konuşmak” mücahede kapsamında sayılan düsturlardır. Mücahede sadece Allah rızası için yapılır. Nefsin arzu ve isteklerinin hilafına hareket edilerek onunla yapılan uzun ve çetin bir savaşı ifade eder.26

Ayet ve hadislerde mücahede şu şekildedir. Ayette “Bizim uğrumuzda mücahede edenleri hiç şüphesiz biz, bize götüren yollara ulaştıracağız. Muhakkak Allah iyilik sahipleriyle beraberdir.”27 şeklinde yer almaktadır. Peygamber Efendimiz de en faziletli cihadın zalim sultan karşısında hakkı söylemek olduğunu ifade etmiştir.28 Efendimizin savaştan dönünce ashabına “Küçük cihattan büyük cihada döndük.”29 ifadesi başta olmak üzere ayet ve hadislerdeki cihat ile ilgili cümleler ve ibareler hem zahiri anlamı olan küffar ile cihat hem de batın anlamı olan nefis ve şeytanla yapılan cihat şeklinde iki yönlü anlaşılmıştır. Bu yüzden Tasavvuf’ta daha ziyade kastedilen mücahede, bâtında yürütülen nefis mücahedesidir.

Sûfîlerden Ebû Ali Dekkâk’ın mücahede hakkındaki şu sözünü Kuşeyrî bize nakletmektedir: “Zahirini mücahede ile süsleyenin, iç âlemini Allah müşahede ile güzelleştirir.” Sufiler, mücahede olmadan kimseye kurbiyet ve keşf yolunun açılamayacağını ifade ederler. Yine Ebû Amr Nüceyd “Nefsi kıymetli olanın dini kıymetsizdir.” diyerek nefsin mücahedeye tabi tutulmasının gereğini ifade eder.30

Feyzi Efendi’nin mücahede makamına dair görüşlerini yazarken, “Kimlerle mücadele ve mücahede edilir?” noktasından hareket ederek konuyu “nefisle, şeytanla ve küffar ile mücahede” şeklinde üç ayrı perspektiften ele alıp Feyzi Efendi’nin görüşlerini serdetmeye çalışacağız. Öncelikle “nefisle mücadele” konusunda ondan bize aktarılan ifadeler şöyledir:

Feyzi Efendi nefsin hilekâr olduğunu ifade ederek ondan asla emin olunmaması gerektiğini söyler. Nefsinden emin olduğunu söyleyenlere çok kızarak, “Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder.”31 ayetini delil getirmiştir. Bu ayetin devamında geçen

“Rabbimin acıyıp koruduğu hariç” kısmında kastedilen nefislerin, enbiya ve sıddıkların nefisleri olduğunu, ancak ilahi rahmete ve kutsi beşarete erdirilen bu kimselerin nefsinin

26 Kuşeyrî, Kuşeyri Risalesi, s. 234-235, dpn. 7 (S. Uludağ, çevirenin notu.).

27 Ankebut 29/69.

28 Ebû Dâvûd, Melâhim 17.

29 Muhammed ‘Abdulğaniyy el-Müceddidî el-Hanefî, Şerhu Suneni İbn Mâce, I, 282, nu. 3934.

30 Kuşeyrî, er-Risâle, s. 98-99.

31 Yusuf 12/53.

hayrı emrettiğini belirtmiştir. Bunun dışında yine “enbiya ve sıddıkların nefisleri hariç nefsin asla iman etmeyeceğini” ifade ederek yukarıda yaptığı izahı pekiştirmektedir.32

Feyzi Efendi nefsi terbiye etmede ölçünün Kur’an olduğunu “Kur’an-ı Azimüşşan’ın emirleri ve yasakları nefsin terbiyesi içindir. Nefsin terbiyesi onlara uymakla hâsıl olur.” sözüyle ifade etmiştir. İslam dininin esasları, insan fıtratını bozmayacak şekilde vaz’ edilmiştir. Başka yol ve yöntemler kullanarak nefis terbiyesine kalkışmak insan fıtratını bozucu ve tahrip edici olacağı için uygun değildir. Bu konuda uyarılarda bulunan Feyzi Efendi, bu gibi İslam dininin dışında hareket ve fikirlere şiddetle karşı çıkmış, “sünnet yolundan sapmanın ancak ve ancak hüsran, dalalet ve sapıklıkla sonuçlanacağını” belirtmiştir. Bazı tarikatlarda yer alan “riyazet” usulünü de meşrebine almadığını ifade eden Feyzi Efendi, bu konuda Hacegân silsilesinin büyüklerinden İmam-ı Rabbânî’den nakil yaparak delil getirmiştir. Helalden olmak şartıyla normal yeme ve uyumayı tavsiye etmiştir. Az yeme ve uyuma sonucu vücutta oluşabilecek zararın, faydadan daha çok olabileceğine hatta bu konuda beyinde oluşabilecek zararın bir sonucu olarak birtakım halüsinasyonlar görme ya da sesler işitme gibi denge bozukluklarının oluşabileceğine dikkat çekmiştir. Bu denge bozukluğunun insanın psikolojisinin olumsuz etkilenmesine veya cinnet geçirmesine bile neden olabileceği yönünde uyarılar yapan Feyzi Efendi, özellikle asrımızda riyazet yoluyla elde edilecek hayırları ve değerleri, bir diğer yol olarak sohbet, zikir ve sünnete ittibâ ederek kazanmaya çaba gösterilmesini tavsiye etmiştir. İlahi olmayan dinlerde

“nefis riyazeti” diye birtakım aşırılıkların yaşandığına da dikkat çeken Feyzi Efendi, bunların zulmanî nefisten kaynaklı şeyler olup kişiyi kötülüğe götüreceği konusunda uyarıda bulunmuştur. İmam-ı Rabbânî’nin yaşadığı bölge olan Hindistan’da kişinin kendini aç bırakma, kendine eziyet etme gibi durumların yaygın olması sebebiyle olacak ki İmam-ı Rabbânî Mektûbât’ta sık sık bu tür hususlara yer vermiş, Feyzi Efendi de ondan aktarımda bulunmuştur.33 Bu konuda Feyzi Efendi’nin “sünnet yolundan ayrılmamak, sünnete ittiba etmek” ifadelerini sıkça kullanmasından anlıyoruz ki, Feyzi Efendi hem yaratılıştaki sünnetullahın bozulmamasının hem de Hz. Peygamberin sünnetinin titizlikle uygulanmasının insan için en sağlam yol olduğuna işaret etmektedir.34

32 Özdağ, Feyizler, IV, 36-37.

33 İmâm Rabbânî, Mektûbât, 313. Mektup, I, 879.

34 Özdağ, Feyizler, IV, 38-39.

Feyzi Efendi mücahedenin ilk basamağı olarak ele aldığı nefisle mücahede konusunu anlatırken nefsin kötülüğü emretmesine dikkat çektikten sonra mücahede yoluyla ıslah edilmeye çalışılan nefsin hangi aşamalardan geçtiğine dair verdiği bilgiler kaynaklarda yer almaktadır.

Feyzi Efendi’nin nefsin mertebelerine dair söyledikleri ve bu konuda yaptığı tasnif klasik kaynaklarımızda yer alan sıralama ve tanımlarla hemen hemen aynıdır. Bu mertebeler şu şekildedir:

1. Nefs-i Emmare: Hak ve hakikate yönelmemiş, din ve diyanetin esaslarını inkâr eden nefistir. Yusuf Suresi 53. ayette geçen “emmare” tabirinden alınmıştır.

2. Nefs-i Levvame: Kıyame Suresi 2. ayette geçen “Kendini kınayan (haddini